Çarşamba, Şubat 24, 2010

İTÜ İnsan Kaynakları Zirvesi

Haftabaşından beri Evrim'le birlikte "İTÜ İnsan Kaynakları Zirvesi" adı altında düzenlenen bir organizasyona katılıyoruz. Organizasyon çerçevesinde birçok seminer düzenleniyor. Genellikle kariyer planlaması, işe alım süreci, mülakatlar, CV hazırlama teknikleri, değişik iş pozisyonları üzerine veriliyor seminerler.

Şimdiye kadar 7-8 seminere katıldık. Cuma günü bitecek tüm seminerler. Sanırım toplamda 10-12 seminere katılmış olacağız. İnanılmaz faydalı bilgiler kazandık. Fırsat buldukça buraya yazmaya çalışacağım.

İlk fırsatta "Doğru CV nasıl hazırlanmalı?" sorusundan ve cevabından bahsetmek istiyorum.

Brz enerji bulduğum ilk anda yazacağım.

Pazar, Şubat 21, 2010

THY, Kabin Memurluğu, Hayaller, Endişeler...

Evet, sonunda THY'ye başvurdum. Ama resmen ikiyeye bölünmüş durumdayım. Bir taraftan İnsan Kaynakları alanında bir kariyer istiyorum, diğer yandan işsizlik, iş arama, işe girme, eğitimlerden geçme süreci... Ne yaparım nasıl yaparım şimdilik emin değilim ama bir yolunu bulup İnsan Kaynakları alanında ilerlemek istiyorum. Sanırım birkaç yıl çalışıp birikim yapmalıyım.

1,5 sene önce AtlasJet'ten ayrılma sebebim düzenli bir hayat istemem ve son senesine kadar hiç takılmadan geldiğim üniversiteyi yine takılmadan zamanında bitirebilmekti. Okul bitti, 1-2 iş denedim ama hiçbiri istediğim gibi olmadı. İşsiz güçsüz gezmek de beni pek mutlu etmedi. Yani artık birşeyler yapmam gerekiyor.

Bugün başvurumu yaptım. 10 Mart'ta sınava gireceğim. Eğer sınavı geçemezsem ya da sözlü mülakatlarda takılırsam bu maceranın da sonu gelmiş olacak.

Gelelim neden fikrimi değiştirdiğime. THY'ye başvuru yaptım çünkü artık yerimde saymak istemiyorum. En olmayan zamanda o kadar para verdiğim pasaportumun süresinin çekmece köşelerinde hiç kullanılmadan bitip boşa gitmesini istemiyorum; İspanya hayalimden vazgeçmek istemiyorum; ay sonu nasıl gelecek diye düşünmek istemiyorum. Her Allah'ın günü hosteslik hakkında zerre kadar bir bilgisi olmayan insanlarca yargılanmaya ve aynı saçma sorulara maruz kalmak istemiyorum. Geleceğim için endişe etmek istemiyorum. Daha önce bu işi yaptım, oldukça da iyiydim. Bir kez daha deneyebilirim ve bu kez benim için daha iyi olabilir.

Başvuru yaparken doldurulması gereken bir bölüm de "Neden Kabin Memurluğu?" sorusunun cevabı. Düşününce aklıma gelen ilk şey hayatta başarılı olmak için en iyi bildiğimiz işi yapmamız gerektiği. Ben daha önce hosteslik yaptım, bu işi yapmak için gerekli olan niteliklere ve yabancı dil gibi becerilere sahibim. Yani yapmayı bildiğim ve mevcut bilgilerimi kullanabildiğim bir iş varken hiç bilmediğim başka işler için boşa kürek çekmeye gerek yok.

Ne olursa olsun yine de dereyi görmeden paçaları sıvamamak en iyisi. Başvuru yapan birçok eski hostes THY'ye kabul edilmediyse benim de kabul edilmeme olasılığım mevcut. Yani erkenden hayallere kapılmıyorum. Bakalım gelecek günler neler gösterecek.

Pazar, Şubat 07, 2010

İspanya, Barcelona, Gaudi


İspanyolca öğrenmeye başladığım günden beri en çok hayalini kurduğum şey İspanya'ya gitmek ve Gaudi'nin eserlerini görebilmek. Özellikle de La Sagrada Familia'yı gezebilmek.

Gaudi, 1852 yılında İspanya'da doğmuş ve 1926 yılında İspanya'da vefat etmiş olan çok önemli ve çok yetenekli bir mimar. Gaudi "Art Nouveau" yani Yeni Sanat akımının öncüsü ve Barcelona'daki birçok mimari şahaserin yaratıcısı.

Gaudi mimari eğitimine 1869’da başlamış ve eğitimi çeşitli sebeplerle 8 yıl kadar sürmüş. Eğitimini 1878’de tamamlayan Gaudi, “Süsleme, mimarinin kaynağıdır” diyen İngiliz düşünür John Ruskin’in teorilerinden ve Fransız mimar Eugene Viollet-le-Duc'ten etkilenmiş ve zamanla 19.yy.ın baskın tarihî stillerinin ötesine geçerek kendi stilini yaratmış.

Gaudi'nin başlıca eserleri 1883-1888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık ev, Güell Pavilyonu (1884-1887), Güell Sarayı(1886-1888), Güell Mahzeni(1895-1898), Colonia Güell Türbesi (1898-1908), fantastik Güell Parkı (1901-1914),Teresano Koleji (1888-1889), yılın binası ödülünü kazandıran Casa Celvet (1898-1900), Bellesgurad Villası (1900-1905), Casa Batllo (1904-1906) ve La Pedrera adıyla bilinen Casa Mila 'dir (1904-1906).

En ünlü eseri ise hayatını adadığı La Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi, 1882’de F. del Villar tarafından yapımına başlanan bu kiliseyi tamamlama işini 1883’de üzerine almış ve 1908 yılından itibaren başka proje almayı bırakmış ve ölümüne kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraşmış.

Gaudi'nin koyu bir Katolik ve sıkı bir Katalan milliyetçisi olduğu biliniyor. Bu yüzden zamanının büyük bir bölümünü La Sagrada Familia kilisesine adaması doğal karşılanmıştır.

Gaudi'nin tekniği ve eserleri hakkında daha fazlasını merak edenler için gaudidesigner sitesi çok faydalı olacaktır.

*Fotoğraflar wikipedia sitesinden, www.gaudidesigner.com ve Derek Grasman'ın sitesinden alınmıştır.

Erkekler kızlarla sadece arkadaş olabilir ama aynı erkeklerin kız arkadaşları başka erkeklerle arkadaş olamaz(?!)

şu hayatta anlayamadığım öyle çok şey var ki...

beni bilen bilir arkadaşlarımın hemen hemen hepsi erkektir. kız arkadaşlarımın sayısı bir elin parmaklarını bile geçmez. hal böyle olunca kimse beni "normal" kız (?!) statüsüne koymuyor. normal kız nasıl bir şey anlatmak uzun sürer. onun yerine benim normal statüsüne girmeyişimi inceleyelim.

genellikle kızların olduğu ortamlarda erkekler daha kontrollü davranır ve normalde olduklarından daha nazik, daha kibar olmaya çalışırlar. ama nedense ortamdaki tek kız ben olunca işler biraz değişiyor. herkes gayet rahat her türlü muhabbeti yapıyor ve bana da "sen normal kızlar gibi değilsin, sen arkadaşımız olduğun için böyle rahatız" diyorlar. yani onlar beni sadece arkadaş olarak görüyorlar. böyle rahatlar çünkü ben erkek muhabbetini seviyorum, onlara göre normal bir kız değilim ve genelde onlara onların tarzında ayak uydurabiliyorum.

buraya kadar her şey "normal". ama iş onların kız arkadaşlarının başka erkeklerle arkadaş olmasına gelince her şey birden değişiyor. "ben kız arkadaşımın başka bir erkekle (sadece normal arkadaşı olan bir erkek) aynı evde kalmasına izin vermem"den başlayıp kız arkadaşlarının bu kadar fazla erkek arkadaşı olmasına gıcık olacaklarına kadar gidiyor mevzu. bunun manasına gelince:

açıklama 1: aslında tüm erkekler kötü niyetlidir.
açıklama 2: aslında ben kız arkadaşıma güvenmiyorum.
açıklama 3: aslında benim ciddi bir özgüven sorunum var.
açıklama 4: aslında erkekler sadece çirkin buldukları kızlarla arkadaş olur, geri kalan tüm kızlar potansiyel sevgilidir. bu yüzden de kız arkadaşımı emanet edecek kadar güvenilecek hiç bir erkek yoktur.
açıklama 5: kısaca tüm erkeklerin niyeti öyle ya da böyle bozuktur.

ben erkeklerle sadece arkadaş olabiliyorum da başka kızlar yapınca mı kötü oluyor? yoksa benim yaptığım da onlara göre yanlış bir davranış ama onların kız arkadaşı olmadığım için onlara sorun olmuyor mu?

yani erkeklerle arkadaş olmak mı kötü yoksa başka kızlar erkeklerle sadece arkadaş olmayı beceremiyor mu? bence mevzu kızların erkeklerle arkadaş olup olmaması değil. sanırım erkekler sadece çekici bulmadıkları yani potansiyel görmedikleri kızlarla arkadaş olabiliyor ve bunu bildikleri için de kız arkadaşlarını diğer tüm erkeklerden kıskanıyor.

erkeklerin düşünceleri ve hareketleri bazen gerçekten tutarsız olabiliyor. tüm arkadaşlarımı çok sevmeme rağmen bazen şüpheye düşüyorum. "sen normal bir kız değilsin ki" dediklerinde sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. içimden geldiği gibi davranıyor oluşum ve onlara ayak uyduruyor oluşum beni normal kız statüsünün dışına itiyor. yani ben normal bir kız gibi kibarlık gerektiren ve karmaşık bir yapıya sahip olan anlaşılamaz bir varlık değilim.

benimle arkadaş olmak normal ama kendi sevgililerinin benim gibi olması kötü. ben erkeklerle rahat anlaşıyorum ve onlar beni sadece arkadaşları olarak görebiliyorlar ama aynı erkeklerin kız arkadaşları başka erkeklerle arkadaş olunca rahatsızlık yaratıyor(?!). garip olan ben miyim gerçekten?

"normal" olmayışımın sebebine gelince erkeklerin benim yanımda kendilerini gereksiz yere kasmaları gerekmiyor çünkü ben yapmacık bir havadansa içlerinden geldiği gibi davranmalarını yeğliyorum. çünkü erkeklerin kendilerini kasmadan yaptıkları sohbetler gerçekten çok eğlenceli oluyor. ama her şeyin bir sınırı vardır değil mi?

artık konu "sen normal bir kız değilsin ki" noktasına geldiğinde kendimi pek de rahat hissetmiyorum. ne kadar erkek muhabbetini sevsem de sonuçta ben de bir kızım ve bazen ben de biraz daha özen gösterilmesini hak ediyorum. tamam kabul ediyorum sonuçta arkadaşlarıma bu rahatlığı ben veriyorum ama arada sırada da hatırlatmak zorunda kalmadan benim de bir kız olduğumu hatırlamaları fena olmaz yani.

Cumartesi, Şubat 06, 2010

Büyümek Tüm Dünyayı Değiştiriyor


büyümek garip bir şey. insan büyüyünce her şey değişiyor. tek bir kişinin değişmesi tüm dünyayı değiştiriyor.

biliyorum aslında değişen dünya değil büyüyen kişinin dünyaya bakışı ve görüşü. yıllarca yaşadığım, günden güne büyüdüğüm evdeyim ama öylesine yabancı hissediyorum ki kendimi. nasıl geçmiş onca yıl?

şimdi her şeye çok daha farklı bakıyorum. yıllarca kızdığım, anlam veremediğim birçok şey şimdi çok anlamlı geliyor. bugün beni "ben" yapan her şeyin temeli o günlerde kızdığım, isyan ettiğim ya da uğruna savaştığım şeyler.

tüm o yasaklar, kavgalar, bitmek bilmeyen nutuklar, tartışmalar... hepsi bir araya gelince ortaya "Rüya" çıkıyor ve ben bugün beni oluşturan parçalara kendimi yabancı hissediyorum. o zaman verdiğim tepkilere pişman oluyorum, şiddetle savunduğun şeyler şimdi yanlış geliyor. bitmeyen tartışmaları hiç başlatmamış olmayı diliyorum; yazdığım tüm günlükleri hiç yazmamış olmak, söylediğim sözleri geri almak istiyorum.

iyi ki öyle yapmışım dediklerim de var. iyi ki vazgeçmemişim, iyi ki çalışmışım, iyi ki geri dönülemez hatalar yapmamışım. ama bu "iyi ki"ler yetmiyor sanırım. büyüyünce her şey az geliyor insana.

büyüdükçe herşey farklılaşıyor. küçükken hiç umursamadığımız konular birden hayatımızın odak noktası oluyor. büyüdükçe yitiriyoruz sevme gücümüzü. giderek zorlaşıyor insanlara güvenmek ve birisini o masum çocuk kalbiyle sevmek. büyüdükçe beklentiler artıyor; çıkar ilişkileriyle sevgi birbirine karıştırılıyor.

büyüdükçe güzel şeyler de oluyor ama kargaşanın içinde fark etmek zor oluyor. büyüdükçe sevinçler de değişiyor. çocukken bir arkadaşınızı görmek, birlikte kırık dökük oyuncaklarla oynamak ya da sokaklarda koşuşturmak sizi dünyanın en mutlu çocuğu yaparken artık oyunlar yetmiyor. oynanan oyunları bile kazanma hırsı yönetiyor. büyüdükçe oynamak yetmiyor, kazanmak gerekiyor.

neyse ki her zaman böyle değil hayat ve büyümenin yükü her zaman bu kadar ağır hissetmiyor kendini. büyürken değişen beklentiler ve sorumluluklar da mutlu edebiliyor insanı. bir arkadaşınızın işe girmesi, bir diğerinin nişanlanması, 5 yıl içinde evlenmiş olacağı için şimdiden planlar yapan arkadaşınızın hevesleri, aynı sıraları paylaştığınız ilkokul arkadaşınızla çocuğunu parka götürürken rastlaşmanız... büyüyen ve değişen arkadaşlar size de ne kadar büyüdüğünüzü ve değiştiğinizi hatırlatıyor.

büyümek kaçınılmaz ve elimizde olmayan bir şey ama nasıl büyüdüğümüz ve büyüdüğümüz de nasıl biri olduğumuz bizim elimizde.

Konu dönüp dolaşır...

Aşk'a gelir. Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izlemenin tadı her yaşta farklıdır. Aşkın tekilliğine ve sonsuzluğuna inanılan gençlik yılla...