Pazartesi, Kasım 04, 2019

Herkese Aynı Anda mı Dank Ediyor?

Sahilde eski, kırık dökük bir bankta oturuyordu Ahmet. Oturduğu banka bakıp "Benim gibi ayakta duracak hali kalmamış ama inatla ayakta. Vakur bir tavrı var diyeceğim... Diyemem! Yok çünkü! Her yerinden sefalet akıyor. Elle tutulur yanı kalmamış, çivileri çıkmış, boyası dökülmüş, yazıları silinmiş, tahtaları eksik... İşte aynı ben!" diye geçirdi içinden.

Önünde uzanan masmavi denize bakarken düşüncelere daldı: "Derdimi anlatsam dile gelip anlatır mı o da acaba? Kim bilir ona ne zaman dank etti şu sefil hali?  Benden çok önce mi fark etti uzaktan bakınca bulut denizi sanılan şeyin sadece basit bir uçurum dibi olduğunu?  Belki de ben ondan öndeyim. Ben yıkıldım, oturup kaldım; o hâlâ ayakta. Belki de sadece sırtında taşıdıklarının hüznünden bu hâle düştüğü için hâlâ ayaktadır. Uçurum dibine bakıp kendine gelen o değil ya sonuçta!".

Ya o yerine çivilenmiş banksınızdır hayatta, başkalarını taşırken kırılıp dökülen, eskiyen, son ana dek bi'çare ayakta durmaya mahkum; ya da tüm hüznünü hoyratça üzerine boca edip çekip gidenlerdensinizdir! Bir de hiç suya sabuna dokunmadan yaşayıp gidenler var tabi! Ah onlardan olmak nasıl bir saadet acaba? Ama işte bir kez yolunu şaşırdı mı duramıyor insan, freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı son hız uçuyor adeta. Peki ya sonra? Sonrası değişir.

Ahmet ilk kıpırtıları, ilk huzursuzluğu, ilk alevi geçen yıl hissetmişti. Hayattan sıkılmış, işinden ayrılmış, eşini dostunu unutmuş, yollara vurmuştu kendini. Yollar çare olur sanmıştı. Olmadı. Bir süre sonra yoldan döndü. Eşine dostuna sarıldı yeniden ama işte bir kez girmişti kanına gitmenin cazibesi. Yine gidesi geldi Ahmet'in. Yerinde durdukça hayat ellerinden kayıp gidiyor gibi geliyordu. Duramıyordu; hayattan önce o akıp gitmek istiyordu. Ne zaman arabaya binse ibre 120'yi, 140'ı gösterir olmuştu. Önceleri ibre 100'e gelse hemen frene asılırdı Ahmet ama şimdi gaza bastıkça basası geliyordu. Gaza bastıkça radyonun sesini de açıyordu. Yeni şarkılar keşfediyor ama bir yandan da eski şarkılara bir kez daha hayran oluyordu. Tüm bunları düşünürken birden durdu Ahmet. Bunlar için gelmemişti buraya. Tüm bunları geride bırakmak için gelmişti.

O eski banktan kalkıp gitmek istiyordu Ahmet. Uçurumun kıyısına gidip dibe baktığı anları unutmak istiyordu. Tüm bencilliği ile eve dönmek, yaptığı onca şeye göz yuman, acısını çiğneyip az önce en sevdiği tatlıyı yemişçesine gülümseyen eşine geri dönmek; eskisi gibi olmak ama beraber yeni yollara çıkmak istiyordu. Hak etmediği bir sevgiyle yaralarını sarıp içindekinden çok daha büyük bir sevgiyle karşılığını vermek istiyordu. Şimdi Ahmet için öğrenme zamanıydı. Sevgiyi büyütmeyi, aldığını vermeyi, hiçlikten mutluluğa ermeyi, kadir kıymet bilmeyi, yeniden insan olmayı öğrenmesi gerekiyordu. Kara Orman'dan çıkması, içindeki derin yeşillere ulaşmanın yollarını bulması, geçmişi uğurlaması, önündeki büyük denizlere kavuşması* gerekiyordu şimdi Ahmet'in. Bu uğurda bir ömür harcaması gerekiyorsa harcayacaktı seve seve. Sıkı sıkı sarıldı yeni hayallerine ve umuda; düşecek gibi yığıldığı banktan kararlı bir adam olarak kalktı. Şimdi yeniden hayata atılma zamanıydı.




* Öykünün sonu şarkının ortası :)

Dipnot: Dışarıda onlarca Ahmet var. Her birinin öyküsü farklı, gittiği yol, döndüğü nokta farklı. Bu öyküde dönülmez yanlışlar yapmış bir adam yok. Bir hayale kapılmış, yollara düşmüş ama yolun sonunun hiç de uzaktan gördüğü gibi olmadığını anlamış, yani uçurumun dibinden değil, kıyısından dönen bir adam var. Bu yüzden evine dönebiliyor. Yoksa herkes bilir bir kez düştün mü uçurumdan dönemezsin aynı yere hiç bir şey olmamış gibi.



7 yorum:

  1. Bence... :) Ahmet'in asıl derdi kendiyle değil, çünkü kendini biliyor Ahmet, sorun kendini üzmek değil. Ama sorun çevresindeki sevdiği insanları üzme olasılığı. Böyle olunca da, eli kolu bağlanıyor. Sorun ibreyi 150, 180 yapmak değil. Sorun gerektiği anda, tam durman gereken noktada durabilmek. Bazıları başarır bunu, bu bir sanat.. Ama çoğu insan başaramıyor ve hayalleri, istekleri ile asıl yaşamı arasında sıkışıp kaldığını dşünüyor.
    Konu aslında ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin değil. Konu, o deveyle birlikte o diyardan gidebilmek, giderken taşa toprağa gökyüzüne bakabilmek.. Yani yaptığımız seçimleri yaşarken, pişman olsak bile, başkası için değil, kendimiz için bir güzellik bulmaya çalışabilmek....
    Yani 180'le gitmek de iş değil, giderken etrafı göremedikten sonra.....

    YanıtlaSil
  2. Yukarıdaki kamusal yanı. Şimdi kişisel yanına göre de bir yorum yapayım. Ben 40 yaşındayım ve hayatımda şimdiye dek pek fazla keşke dediğim şey bırakmadım AMA, tek bir konu var ki, o konuda zaman makinasına duacıyım. Ve bu konuyu masaya yatırıp düşündüğümde, benim verdiğim kararın malesef başkasına zarar verdiğini gördğüm için pişmanım. Yine kendi hayatım için en doğru karardı ve yine olsa yine aynı kararı alırım. Ama arkamda bıraktığım kişiye bunu insan gibi anlatırım bu sefer, nedenlerini anlatırım, onu öyle bırakıp gitmem yani.. Eşeklik ettiğime pişmanım, gittiğime değil... Ama bazı durumlarda başka türlü de öğrenemiyorsun. Bazen biri ya da kendin iyice dibe batmadıkça, acı çekmedikçe, o hatayı anlayamıyorsun ve bu durumda da tekrar ediyorsun. Ama ne oldu, ben en azından hatamı anladım, özürümü diledim (köprü altından geçen sulardan bahsederek kabul etmedi özürümü ama olsun) ve en önemlisi de bir daha kimseye o şekilde davranmadım. Demek ki diyorum şimdi, yaşanması gerekiyormuş...
    O nedenle Ahmet de fazla takılmasın, önüne baksın artık bundan sonra diyorum ben :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Yani 180'le gitmek de iş değil, giderken etrafı göremedikten sonra..."

      Biliyor musun benzinli araçlarda ideal hız saatte 90km imiş. Eğer hızı 90km'ye sabitleyip gidersek bir depo benzinle çok daha uzun süre yol alabilirmişiz. Yani çok daha fazla güzellik görebiliriz. Hızı düşürdüm, bildiğimiz yolları yeniden keşfedeceğiz. Bir yanımız yemyeşil orman, bir yanımız masmavi deniz. Üstelik bugün güneş de çok parlak. Hatırladıkça daha çok keyif alacağız eminim.

      Sil
  3. Ahmet'in kara ormandan çıkıp derin yeşillere, büyük denizlere kavuşmaya niyet etmesi yerinde bir karar:) Kendisini uçurumun kenarına getirecek derecede yaptığı büyük yanlışlıkları eşi kolay affedecek mi? Nedense kendi gönül kırgınlıklarımız, hatalarımız, pişmanlıklarımız içinde hapsoluruz. Karşımızdaki bu durumlardan nasıl etkilendi, ne yaralar açıldı onun ruhunda göz ardı ederiz. Tamam ben hatamı kabul ediyorum, her şeye yeniden başlayalım demekle olmuyor. Belki de köprünün altından çok sular geçti.
    Umarım Ahmet'i affetmeye hazır, en sevdiği tatlıyı yemişçesine gülümseyen ve onu düştüğü bu durumdan kurtarabilecek fazla incinmemiş biridir eşi. Olsun da:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kadar çok Ahmet var ki dışarıda... Hepsinin hikayesini anlatsam kısa öykü değil de roman olur. Uçurumun kenarına büyük yanlışlarla gelmemiş. Deniz bulutunda yüzerim belki diye gittiği yolların uçuruma çıktığını anlamış Ahmet sadece. Giderken gittiğini de anlatmış zaten eşi dahil sevdiği herkese. Yani dönülmez yollardan dönen bir Ahmet yok hikayede :) Gözünü uzaklara dikmiş bulut denizi ararken geçtiği yolun güzelliklerini unutmuş bir Ahmet var bu hikayede. Şimdi aynı yollara eşiyle dostuyla çıkıp 90km ile seyre dalacak yeşil ormanları, mavi denizleri :) Sizin de dediğiniz gibi uçurumun kıyısından dönülür de dibinden dönülmez elbet Mr. Kaplan :)

      Sil
  4. Bugün "boşanma" ile ilgili bir sohbet programı izledim. Değerli bir sunucu ve hocaların cümleleri ile zenginleşen bir programdı. İnsanlar hep bir süre sonra ne istediklerinin farkına varabiliyorlar. Avukat, doktor, psikiyatrist olmak için alınan eğitimler maalesef bir evlilik ya da ilişkiler kurumu için verilmiyor. Herkes apır sapır doğaçlama giriveriyor kim olduğunu farketmediği zamanların ilişkilerine.
    Bu yüzden giden ya da gitmeye cesaret eden bile değerlidir benim gözümde. En azından sözle olmasa bile davranışla ifade edilmiş bir çığlık diye düşünürüm. Gerisi tabii ki diğer kişilere kalmış. Mutlaka çıkar yolu vardır gidip dönen insanın bile. Eline sağlık canım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Herkes apır sapır doğaçlama giriveriyor kim olduğunu farketmediği zamanların ilişkilerine."

      Ne kadar güzel demişsin. Kim olduğumuzu bilmeden "biz" olmaya çalışıyoruz. Toplumun istediği kalıba girmek için koşturuyoruz adeta. Sonra kim olduğumuz çıkıyor ortaya. "Ben" olmakla "biz" olmak arasında bocalıyoruz. Devam etmenin tek yolu "ben"i kaybetmeden "biz" olmayı öğrenmek. Ya da tam tersi "biz"den vazgeçmeden "ben" olmanın bir yolunu bulmak :) iletişim ve çaba varsa bir yolu bulunuyor, yoksa boşanmak en doğrusu. Ama işte bazı insanlar bunu bile çok geç anlıyor maalesef. Çok teşekkürler :)

      Sil

İkigai

İkigai, şu anda okuduğum kitabın adı. Kitabın alt başlığı "her güne mana ve neşe katmak".  Kısaca açıklamak için  Wikipedia 'y...