Pazar, Mart 17, 2024

Konu dönüp dolaşır...

Aşk'a gelir.

Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izlemenin tadı her yaşta farklıdır. Aşkın tekilliğine ve sonsuzluğuna inanılan gençlik yıllarında Asya, İlyas'ı affetsin kavuşup mutlu olsunlar ister insan; aşkın geçiciliğinin öğrenildiği ileriki yaşlarda ise Asya, Cemşit'i seçince derin bir oh çekilir. Çünkü "Sevgi emekti"r.

Hayat değişir, insanlar değişir (belki de hiç değişemez, emin değilim) ama gerçekler değişmez. Aşk gelip geçer, eğer şanslıysanız sevgi baki kalır. Bunu anlamak zaman alır. Anlayana dek birbirini yıpratmamak zor olabilir.

"İnsan hayatında bir kez aşık olur" önermesi hatalıdır. İnsan defalarca kez aşık olabilir ama sonrakiler ilk aşk gibi olmayabilir. Çünkü ilki bitince insan aşkın bittiğini öğrenmiş olur bir kez. Bu unutulacak bir deneyim değildir. Hâlâ ilk aşkıyla evli olanlar ve bir daha aşık olmayanlar karşı çıkabilir bu tezime. Ama eminim beni destekleyenler de olacak. Olmasa kimse boşanmaz, kimse yeniden evlenmezdi ya da kimse severek evlendiği eşini aldatmazdı.

Mr. Kaplan bir keresinde aşkın karşılıklı olamayacağını, iki insanın birbirini aynı anda aynı aşkla sevemeyeceğini söylemişti. Sanırım o zaman ona karşı çıkmıştım ama düşününce pek de haksız değil gibi. Hep bir taraf daha çok aşık, diğer taraf aşık olunan... Roller zamanla değişebiliyor. Evrim'le bizim için öyle oldu.

Ben ilk kez aşık olduğumda ilkokul 5'e gidiyordum. Başlarda bir çocuğun platonik aşkıydı tabi ki. Üniversite yıllarıma kadar aynı kişiye aşık kaldım. Yani neredeyse 10 yıl sürdü ilk aşkım. Arada başkalarından hoşlandığım, ilk aşkımı unuttuğumu tekrar aşık olduğumu sandığım zamanlar oldu ama hepsi saman alevi gibiydi. Sonra bir gece ansızın bitti aşk. Bir çırpıda! Hep karşılıklı olduğuna inandırmaya çalışmıştım kendimi. Öyle değildi. Tam karşılığı olur gibiydi ki benim aşkım bitti. Çünkü gözüm açılmış, gerçeği görmüş ve tüm merakımı da yitirmiştim.

Flaubert'in aşk tanımı: 

"Merak. Birine karşı, ansızın, bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur."

Flaubert'in tanımı kadınların aşka bakışını yansıtıyor bence. Erkekler içinse durum biraz daha farklı. Bunun için Sabahattin Ali'ye kulak verelim.

Sabahattin Ali'nin aşk tanımı:

“Benim beklediğim aşk başka! O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!”

Kısacası bence kadınlar merak etmek ve merak edilmek istiyor; erkekler istemek, arzulamak ve arzulanmak. Aynı noktalarda buluşmak zor :D İlişkilere bakalım; kadın sürekli mesaj atıyor: Neredesin, ne yapıyorsun? ve karşıdan da aynı şeyi istiyor: Beni merak et, benimle ilgilen! Erkekse istemek ve karşı tarafın da istediğinden emin olmak istiyor, tek istenilenin kendisi olduğundan ve her daim istenildiğinden emin olmak. Kadının sevgi dili merak ve ilgi; erkeğin sevgi dili istemek ve istenildiğini hissetmek. Bu tabi ki yüzeysel bir önerme, derinlerde başka başka hisler, beklentiler, ihtiyaçlar var mutlaka.

Evrim'le tanıştığımız akşam ona önce çok gıcık sonra da çok aşık oldum. O bana aşık olmadı. Sevgili olduk ama ilk birkaç sene ben körkütük aptal aşık, oysa sıradan bir sevgiliydi. Sonraları işler değişti. Şimdi sorsak o bana hâlâ aşık, ben değilim. Ama ben onu, onun beni sevemeyeceği kadar çok seviyorum. Bunu anlatmak için konuyu biraz açmak gerek. O, bana aşık olduğu için yaptıkları ona kolay ve doğal geliyor. Biliyorum çünkü aynısını ben de yaşadım. Aşkı bitse sadece sevdiği için birçok şeye katlanamaz belki de. Her gün yeniden beni seçip geride kalan her şeyden yeniden ve yeniden vazgeçemez. Bana aşık olduğu için istediği tek şey benim.  "Aşkın gözü kördür" sözü tam da bunu anlatıyor bence. Aşık olunan kişi dışında hiçbir şey istemiyor hatta o kişinin eksikleri gediklerini bile görmüyor insan. Oysa bana olan aşkı bittiğinde benim çekilmez bir insan olduğumu düşünmesi çok da uzun sürmeyecek. 

Aşk bitince insan bir boşluğa düşüyor ve her gün tekrar tekrar sevdiği kişiyi ve sahip olduğu hayatı seçip geri kalan her şeyden - başka bir hayat ihtimalinden - vazgeçmek gerçek bir mücadeleye dönüşüyor. Bu noktada devreye sevgi ve mantık giriyor. Eğer aşk bittiği halde sevgi devam ediyorsa insan kendi kendine başka aşklar da başka maceralar da bitecek ve geriye böyle büyük bir sevgi kalmayabilir diyor. Sevginin ve karşılıklı saygının büyüklüğü karşıdaki kişinin kusurlarını sineye çekmeye yetecek kadarsa evlilikler, ilişkiler devam ediyor. 

Aşk - Sevgi konusunu sık sık konuşuyoruz Evrim'le. Her seferinde biraz gönül koyuyor bana. "Ben sana aşığım" dediğinde "Ben de sana aşığım" diyeyim istiyor. Ama ben ona sevgimin onun aşkından büyük olduğunu anlatıyorum her defasında. "Aşk, gelip geçti ama ben seni sevdiğim için her gün seni seçiyorum ve seninle kalıyorum. Hayatımı seninle sürdürmek ve seninle sonlandırmak istiyorum. Kimseyi senden daha çok sevebileceğime - sonsuza dek tekrar tekrar seçebileceğime - inanmıyorum." diyorum. O, bunu bilinçsizce yapıyor aşık olduğu için; bense tüm bilincim ve benliğimle. Onun nasıl hissettiğini anlıyorum çünkü ben o yoldan geçtim :) Şu an olsa katlanamayacağım birçok şeye katlandım ona olan aşkım sayesinde. Defalarca kez saatlerce bekledim onu, buluşmak istemediği zamanlarda ayaklar altına alınan gururumu görmezden geldim. Ailesi beni kabul edene dek olanları anlatmak bile istemiyorum. O da aşık olduktan sonra birçok şeye katlandı benim için. Aşıkken kolaydır katlanmak. Zor olansa aşk bitince her şeyi bile bile, göre göre devam edebilmektir aynı yolda. Birlikte bir hayat kurarken ikimiz de çok çabaladık; aşık olduk, sevdik, fedakarlıklar yaptık, tüm gücümüzle birlikte bir hayat kurduk. Düştüğümüz zamanlar, vazgeçmenin eşiğine geldiğimiz zamanlar oldu. Ama Asya'nın dediği gibi "Sevgi emekti" ve biz sevgimizi tüketmeden devam edebildik.

Eminim yine düşeceğimiz, vazgeçmek isteyeceğimiz anlarımız olacak. Umarım yine ayağa kalkıp devam edebiliriz bugüne kadar yaptığımız gibi.



Yazıyı neden yazdığıma gelecek olursak; insan gündelik hayatın içinde o kadar yorulup o kadar yıpranıyor ki bazen unutuyor neyi neden yaptığını ve nasıl bu noktaya geldiğini. Son birkaç günde kendimi "Keşke evlenmeseydim" derken yakalıyorum. Bunun bir anlamı yok çünkü hiçbir "keşke"nin anlamı yoktur. Durup "Neden evlendim ve neden hâlâ evliyim?" diye sormak çok daha mantıklı ve çözüm odaklı. Evrim'e aşık olduğum için evlendim ve onu yeryüzündeki her canlıdan daha çok ve daha uzun süre sevebileceğim için hâlâ evliyim. Onun da bana yer yüzündeki tüm canlılardan daha çok değer verdiğini ve beni tüm benliğiyle sevdiğini bildiğim için hâlâ evliyiz tabi :) Bunu hatırlamak yola devam etmeyi kolaylaştırıyor.

Peki ya siz? Aşık mısınız? Yani hâlâ kıpır kıpır mı içiniz? Kelebekler uçuşuyor mu midenizde?

Sevgili Buraneros, sen  bu sorudan muafsın :) Senin Enn Sevdiğin Kadın'a aşık olduğunu cümle âlem biliyor :))

Cumartesi, Mart 09, 2024

Hayaller, Hedefler, Mutluluk ve Aşılan Komplexler

Mr. Kaplan ile yorumlarda sık sık tartıştığımız bazı konular var :) Aşk, sevgi ve mutluluk. Aşk - Sevgi konusunda tam uzlaşamasak da mutluluğun anlık ve geçici olduğu, her daim sürmeyeceği konusunda hem fikiriz. Bu konu üzerine derin derin düşünüyorum bazen. Bazen de hiç ummadığım anlarda dank ediveriyor bazı şeyler :))

Bir önceki yazımda anlattığım gibi günler çok yoğun geçiyor ama böyle olması iyi geliyor sanırım bana. Boş yapacak, saçma fikirlere kapılacak zamanım olmuyor. Bu yoğunluğun arasında dinlenme fırsatı bulduğum nadir anlarda da mutlu oluyorum. Her Güne 3 Güzel Şey  blogunun ismini de yazılarını seviyorum ve bu aralar her gün ufak ufak bir sürü güzel şey fark edip gülümsüyorum.

Cuma: Arya'nın veli toplantısında öğretmenlerin Arya için söyledikleri güzel sözler, 

Cumartesi - Pazar: Dinlenmek :) Başka şeyler de bulmuşumdur ama hatırlamıyorum :D

Pazartesi: Sonunda skeç için çalışmalara başlayabilmek, 

Salı: Fizik tedavimin başlaması ve yardımcı olan terapistin çok nazik ve güler yüzlü bir kız olması, 

Çarşamba: Okul çıkışı aldığımız eğitim, eğitimdeki eğlenceli anlar, 

Perşembe: Eğitim bitişinde iş arkadaşlarımla gittiğim yemek, sevgili zümrem Eda'nın tüm kadın öğretmenlere hazırladığı minik sürpriz keseler ve içindeki öğrenci notları*,

Cuma: Pazartesi günü başladığım ölçülü beslenme planıma sadık kalarak ve her akşam 5km yürüyerek verdiğim 1,4 kg, sınıfımla yaptığım rehberlik dersinde çocukluk günlerimden bahsedip çocuklara eski oyunları öğrettiğim anlar, sonra öğretmenler odasında diğer öğretmenlerle çocukluğumuzdan bahsetmek, radyoda sevdiğimiz şarkının çalması ya da annelerimizin bisküvi pastası yapması gibi ufacık şeylerle ne kadar mutlu olduğumuzu hatırlamak, bir hikayemin Senede Bir Gün Kadın Dergisi'nde yayınlanması...

Cumartesi: Alarm çalmadan, uykuya doyduğumda kendiliğimden uyanmak ve Arya'nın günaydın kucaklaması, bataryası bittiği için uzun süredir kullanamadığım robot süpürgeyi yeni batarya sayesinde yeniden kullanabilmek :)) 

Ne kadar çok basit ama güzel şey olmuş! Daha da ne güzel şeyler olacak kim bilir :)  

*Öğrenci notları ile ilgili bi'şeyler yazmam gerek. Öğrenciler, "Dersleriniz çok eğlenceli, yanlışlarımızı düzeltiyor, hep doğrusunu öğrenmemiz için uğraşıyorsunuz; bizimle sohbet edişiniz, samimiyetiniz çok güzel..." gibi şeylerin yanı sıra aynı benim bir zamanlar hocalarıma olduğum gibi "Tarzınıza hayranım, kombinlerinize bayılıyorum, kısa kıvırcık saçlarınız size ayrı bir hava katıyor" gibi şeyler de yazmışlar notlara :) Okurken mutluluktan havada süzülmeye başladığımı hissettim :) 

Notlar beni aşırı mutlu etti çünkü şimdilerde kapanmış olan eski bir yarama dokunuyordu. Ben öğrenciyken bazı öğretmenlerime hayrandım. Tarzlarına, giyim kuşamlarına, saçlarına, konuşmalarına, dünya ve yaşam hakkında ne kadar çok şey bildiklerine... O zamanlar öğretmen olmayı asla istemezdim ama onlar gibi "cool" olmayı çok isterdim. Öğretmen olduğum zaman asla onlar gibi olamayacağımı düşünüyordum. Sadece öğretmenler de değil, hayranlık duyduğum stil sahibi kadınlara bakınca kendimi hep eksik bulurdum. Aynı şeyleri giysem bile bende öyle tarz durmayacağını, sıradan duracağını düşünüyordum. Sanırım aşağılık kompleksim varmış desem yanlış olmaz. 

"Aşağılık kompleksi" kavramı kulağa çok çirkin geliyor ama aslında çirkin değil üzücü. Kendini başkalarından aşağıda hissetmek, aşağı görmek... Düşünsenize bir insan ne yaparsa yapsın istediği gibi olamayacağına, eksik kalacağına inanıyor. Gerçekten yıpratıcı ve üzücü bir şey. Şansıma ben bu durumu birkaç yıl önce aştım. 

Kadınların jean pantolon - blazer - stiletto kombinine bayılırım. Boyum uzun olduğu için hiç topuklu ayakkabı giymiyorum. Önceleri ihtiyacım yoktu; giymeyince de hiç alışamadım. Arada denesem bile çok rahatsız edici oluyor. Yine uzun boylu, geniş omuzlu ve kısa saçlı olduğum için blazer ceket ile de kendimi erkeksi hissediyordum. Bu yüzden bayılsam da jean - blazer kombini giymezdim. Sonra bir gün bu durumu anlattığım bir arkadaşım "Ya deli misin? Hiç de düşündüğün gibi olmuyordur, lütfen giyip gelir misin?" dedi. Ben de mecburen Jean-Blazer ve süet ayakkabı kombinimle çıktım sahalara. Tüm gün aldığım iltifatlara hâlâ şaşırıyorum :) O günden sonra içimde kalan, hiç denemediğim tüm tarzları, kombinleri deniyorum. Evet bazıları hâlâ hoş durmuyor üstümde ama bir çoğu için fikrim değişti. İşte öğrenci notları da bu konuya parmak basıyor :))


Bahsettiğim Jean - Blazer kombinim :)


Eskiden olsa böyle bir etekle hayatta dışarı çıkamaz, herkes çok komik olduğumu düşünür, deli mi bu kadın derler diye düşünürdüm. Ama şimdi okula şu etekle gidince öğrenciler deli oluyor çevremde "Eteğiniz çok güzelmiş öğretmenim demekten :)

Cumartesi'ye yeni bir şey ekleyebilirim şu an: Tam şu anda hissettiğim bütünlük ve mutluluk. Koskoca bir kompleksi yenmişim; kim ne der diye düşünmeyen, içinden geleni, kendi istediklerini yapabilen ve notlara bakılırsa fena da yapmayan bir kadına dönüşmüşüm. 

Aferin bana :D

Not: Tüm bu zaman içinde kötü anlar yok muydu? Vardı. Lanet okuduğum anlar bile vardı ama konumuz onlar değil. Onlara odaklanmadan unutuyor, sadece iyi anlara odaklanıyorum :)

Cuma, Mart 08, 2024

Haftalık ve 8 Mart

Yine bir okul haftasını devirdik. Bu aralar her gün bir şey var ve her anım dolu. 

Geçtiğimiz hafta Perşembe, Kütüphaneler haftası skeci için oyuncu seçmeleri ve okuma provalarına başladık. Cuma günü Arya'nın veli toplantısı vardı. Pazartesi ve bugün öğrencilerle yine skeç çalıştık. Salı günü fizik tedavim başladı. Bu hafta her öğlen okuldan çıkıp fizik tedaviye gittim ve sonra tekrar okula döndüm. 

Çarşamba - Perşembe okul çıkışı İnternet Bağımlılığı ve Çözüm Yolları semineri vardı ve gerçekten çok güzel bir seminerdi. Farkındalık geliştirip sorunun kökenlerini anladık. Çözümler ürettik. Öğrencilerin bağımlılıklarından bahsederken aslında kendi bağımlılıklarımızı da sorguladık. Bağımlılığın altında yatan asıl sebepleri, ihtiyaçları - Sevgi, Özgürlük, Başarı, Merak, Bilgi, Güç, Eğlenme, Onaylanma - irdeledik. Sonra internet ve teknoloji kullanımını azaltacak önlemler üzerinde çalıştık. Yapılabilinecek şeylerden bazıları şöyle:




Eğitim, hem öğrencileri anlayıp destek olmak adına hem de kendimi ve Arya'yı daha iyi anlayıp bağımlı değil, bilinçli bir internet kullanıcısı olmaya çalışmak adına çok faydalıydı benim için. Eğitim bitiminde müsait olan öğretmenlerle birlikte yemeğe gidip lezzetli bir kapanış yaptık :) Kısacası yoğun ama güzel bir hafta oldu.


Eğitimin başında canım zümrem Eda, bizlere çok tatlı bir sürpriz yaptı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günümüzü kutlamak için hepimize küçük sürprizlerle dolu minik keseler hazırlamış. Keselerin içinde öğrencilerin bizler için yazdığı notlar da vardı ve okumak o kadar keyifliydi ki :)


Küçük sürprizler, Büyük mutluluklar :) 


Bugünün güzelliği de Senede Bir Gün Kadın Dergisi'nde yayınlanan yazımdı.





Yazımı son keşfim olan bir Mabel Matiz şarkısı ile bitireyim:


Mabel Matiz - Bir Serçe Üzülür

Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum :)

Salı, Şubat 27, 2024

Violeta ve Küçük Mutluluklar

Sevgili Nurşen Öğretmenim, nâm-ı diğer Leylak Dalım, ameliyatım sonrası geçmiş olsun dileklerini kitap hediyesiyle taçlandırmıştı. O sırada okuduğum üç kitaplık seri biter bitmez başlamak için baş ucuma koymuştum. Sonunda başladım okumaya ve yarısına geldim bir çırpıda. 


Kitabın adı Violeta. Yazarın dili oldukça akıcı; anlatılanlar hemen canlanıyor insanın gözünde ve devamında ne olacağını merakla bekleyerek okuyor insan. Kitaptaki karakterler kolayca gerçek birer kimliğe bürünüyor ve satırlar arasında nefes alıp yaşıyorlar gibi.

Kitabın başları İspanyol gribi dönemine rastlıyor. Salgın, ölümler, karantinalar, yasaklar... Çok tanıdık. Okurken Covid günlerine ışınlanmış gibi hissettim. Violeta'nın ve ailesinin serüvenini sanki içlerindeymişçesine okuyorum. .


Kitabın kapağı da kitap gibi güzel ve hüzünlü.



Kitapla ilgili yazmak istediğim bir sürü detay var ama spoiler vermek istemiyorum. Tabi söz veremiyorum çünkü bitirince dayanamayıp yazabilirim :)

...

Daha önce yazmıştım, dün bizim 12. evlilik yıldönümümüzdü. Evrim, "Her sene ben yapıyorum plan-program, bu yıl da sen yap" deyince Batum'a gidelim demiştim ama sonradan vazgeçtim. Evrim, "Birlikte hafif bir yemek ve peynir tabağı hazırlayalım. Şarap da alırız." deyince planı yine o yapmış oldu :D 

Okul çıkışı alışveriş işini halledip mutfağa girdim. Evrim de okuldan gelince yardım etti, hızlıca hazırladık sofrayı. Menüde kıymalı mantar soslu spagetti vardı. Çok basit ama bir o kadar lezizdi hatta Evrim "Bunu fix yıldönümü yemeğimiz yapalım" bile dedi :D Yemek sonrası peynir tabağımız ve şarabımızla sarmaş dolaş müziğe bıraktık kendimizi.


Birlikte büyüyoruz :))


Peynir tabağı hazırlamayı, şarapla ufak ufak atıştırmayı çok seviyorum :)
Özel günleri kutlamak için büyük büyük planlara gerek yok; küçük mutluluklar yetiyor insana :)

Pazar, Şubat 25, 2024

Hafta Biterken...

Cuma günü çocukları kütüphaneye götürdüm. Giderken hafif endişeliydim: Acaba yaramazlık yaparlar mı, gürültü olur mu? Ama çocuklar harikaydılar. Bir kez bile uyarmam gerekmedi. Kütüphaneye üye oldular, satranç oynadılar, kitap seçip okudular ve çıkarken seçtikleri kitapları keydettirip ödünç aldılar. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. İlk fırsatta tekrar gideceğiz. 





5/B Sınıfı 
Sınıf mevcudu 16 ama Cuma günü 3 öğrencim okula gelmemişti. 
Fotoğraflarını ailelerinin izni dahilinde paylaşıyorum :) 



Okul çıkışı sahile gidip kütüphaneden aldığım kitaplarla keyif yaptım tabi ki :) 


 
Yukarıdaki alıntı "Öğretmenin 55 Altın Kuralı" adlı bir kitaptan. Kitabın yazarı Ron Clark isimli bir öğretmen. Kitaba kendi hayat hikayesini anlatarak başlamış. Satırlarında kendimi buldum. Hayallerimiz birebir - abartmıyorum - aynıymış! Trt'de Gizem Avcısı (Relic Hunter) , Star'da Görevimiz Tehlike, Kanal D'de Kod Adı (Alias), Pazar sinemasına Indiana Jones izleyerek büyüyen nesilden başka türlüsü de beklenemez bence :)) Ron Clark'ın önerdiği kurallara gelirsek henüz başlardayım ama şimdiye dek faydalı buldum :) 

Cumartesi günü sabahtan temizlik, alışveriş ve kek yaptım. Çok yorulmuştum ama güzel havayı kaçırmamak için arkadaşımla buluşup sahilde yürüyüş yaptım; yorulunca biraz atıştırıp çay içtik. Eve dönüşte yemek yaptım ettim derken 9 - 9,5 gibi uyuyakalmışım. Bi ara Evrim'in gelip üstümü örtüğünden başka bir şey hatırlamıyorum. Erken uyumuş olmama rağmen bugün çok yorgun ve nedense keyifsiz uyandım. 

Ailecek kahvaltı yaptık, Evrim işe gitti. Biz Arya ile amiral battı ve hazine avı oynadık. Evrim eve gelince bir şeyler izledik ama keyfim yerine gelmeyince kendimi yine güneşin ve sahilin kollarına attım. Dönüşte duş alıp Evrim'e ve Arya'ya sarıldım. Şimdi daha iyiyim :) 

Yarın 12. evlilik yıldönümümüz. 18 yıldır birlikteyiz. Ne ara geçti 18 yıl hiç anlayamıyorum. Böyle böyle çeyrek asır devirip ordan da yarım yüzyıla doğru uzanırız gibime geliyor :)) 


Dün akşam mutfak penceremizden manzara muhteşemdi. Paylaşmadan geçmeyeyim. 

Pazartesi, Şubat 19, 2024

Yeni Hafta

Bugün doktor randevum vardı. Kas kısalması ve lomber kas spazmı teşhisi koydu doktor. 2 hafta süreyle fizik terapi göreceğim sonra tekrar kontrole gideceğim. Kaydedilen gelişmeye göre tedavinin ne kadar süreceği netleşecek. İlk 2 haftadan sonra en az 2 hafta daha devam ederiz dedi doktor. Fizik terapi için sıraya alıyorlar, muhtemelen 2-3 hafta sonra haber vereceklermiş.

Okuldaki 2. haftamda yöntem değişikliğine gitmeye karar verdim. Şimdiye dek ünite kelimelerini yazdıktan sonra ders kitabındaki etkinlikleri çözüyor ve cümle kurmaya, konuşmaya odaklanıyorduk. Bugün itibariyle test çözümüne ağırlık vermeye karar verdim. Çünkü - üzülerek kabul etmek zorundayım - bu ülkede amaç öğrencilerin İngilizce konuşabilmesi, kendini ifade edebilmesi değil, test çözüp dereceye girmeleri. Başarı hep deneme testleri, doğru-yanlış sayıları, netler ve okul / ilçe / il sıralamaları ile ölçülüyor. Sınıfta yaptığımız etkinlikler ile kendini iyi kötü ifade edebilen öğrenciler deneme sınavlarındaki aşırı zorlama soruları çözemeyince hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Ben çocuklar cümle kurabiliyor, dertlerini iyi-kötü anlatabiliyor diye sevinirken deneme sonuçlarına bakanlar bu çocuklar neden İngilizce sorularını çözemiyor diye sorguluyor. Çözemezler çünkü o çocuklar o seviyede değil maalesef. Çözecek hale getirebilirim evet ama kendi cümlelerini kurup keyif alarak İngilizce öğrenmiş olmazlar. Robot gibi soru kalıplarını ve test çözme tekniklerini ezberlemiş olurlar sadece. 

İngilizce öğretmeni olmak, "Onlar Türkçe öğrensin, biz neden İngilizce öğrenmek zorundayız ki?" diyen bir nesile İngilizce öğretmek zor gerçekten. Her sene neden İngilizce öğrenmeleri gerektiğini onlarca örnek ile detaylandırıp anlatıyorum. Oyundu, şarkıydı, çizgi filmdi derken sevdirip alıştırıyorum. Sevince yavaş yavaş cümleler kurulup parmaklar kalkar hâle geliyor. Ama işte biz daha yolun başındayken denemelerde çıkan sorular arş-ı alâda olunca hevesler kırılıyor. Derslerde "A kolaymış ya, öğreniyorum, yapıyorum" derken denemede yanlışlar doğruları ezip geçince öğrenciler de ister istemez "Yine olmadı. Anlamıyorum ben bu İngilizce'yi" diyor. 

Bir yanım çocuklara "Boş verin sınavları, denemeleri. Siz bana bakın, benimle konuşun, kurun cümlelerinizi, anlatın içinizden gelenleri." demek istiyor. Diğer yanım "Dur, otur! B.k yeme!" diyor. Eğrisi ne, doğrusu ne bilemiyorum. Gönlüm çat pat konuşsunlar, yavaş da olsa öğrensinler İngilizce'yi diyor ama mantığım bu sistemde geçerli olan sınavlar, net sayıları, dereceler diyor. 

Çocuklara test çözme tekniklerini anlatırken kurduğum bir cümle var ki söylerken kendimi sorguluyorum her defasında: "Bazı soruları hiç anlamasanız da çözebilirsiniz." Oysa amaç soru çözmek değil, bahsedilenleri anlayabilmek olmalı. Bahsettiğim soru tipinin bir örneğini aşağıya bırakayım.




Basit bir eşleştirme sorusu. 

Soldakiler sorular, sağdakiler cevaplar. Soruları da cevapları da hiç okumadan sadece kelimeleri şöyle bir tarayarak çözmek mümkün. Soruyu çözmek için aynı kelimelerin geçtiği soru ve cevapları eşleştirmek yeterli. Denemelerde bunun gibi soru- cevap eşleştirmeleri veriliyor. Dört sorunun cevabı oluyor ama beşinci soruyla alakasız bir cevap koyuyorlar. Hangi eşleştirme yanlıştır ya da hangi sorunun cevabı verilmemiştir diye soruyorlar. Bu noktada çocuklara cümleleri anlamasanız dahi %80 ihtimalle kelimeleri eşleştirerek soruyu çözebilirsiniz diyorum. Tabi ki benim görevim çocukların bu soruları anlaması ve anlayarak çözmesi ama işte sistem beni bile bozuyor bir noktada. Offff! Bazen ne yapacağımı bilemiyorum. 

Bir yandan takip etmem gereken müfredatı takip etmeye, deneme sınavları ve LGS için çocukları hazırlamaya çalışırken diğer yandan çocuklara severek, keyif alarak öğrenecekleri bir düzende İngilizce öğretmeye çalışıyorum. İkisi birbirinden o kadar farklı ki... İkisini ayrı ayrı yapmak için mevcudun en az iki katı kadar dersim olmalı. 5 ve 6. sınıflarda haftada 3 ders, 7. sınıfla haftada 4 dersim var. Yetmiyor. Önceki senelerde tüm sınıflarda +2 ders seçmeli İngilizce oluyordu; o derslerde soru çözümü yapıyorduk. Bu yıl değişen sistem yüzünden7lerin seçmeli dersine başka öğretmen giriyor. 6 ve 8ler için seçmeli ders hiç seçilemedi. Üstüne de yazılı sistemi değişti ve bir derste biten yazılı gitti, her sınıf için 3 ders saatine yayılan uygulama sınavları geldi. Zaten yetmeyen zaman iyice kuşa döndü.

Bir dahaki denemeye kadar kelime ve test odaklı ilerleyip sonuçlara bakacağım. Öğrenciler test çözüm tekniklerine alışıp gelişme kaydederlerse test çözme süreleri azalır. O zaman yeniden konuşma odaklı etkinlikler için zaman ayırabiliriz diye umuyorum.

Çok yazdım galiba :( Sabredip buraya kadar okuyanlara çok teşekkürler :)

Görüşmek üzere...


Pazar, Şubat 18, 2024

Haftanın Özeti

Okula döndüğüm ilk haftayı atlattım. Bazı açılardan zor bir haftaydı ama genel olarak okula dönmek iyi geldi diyebilirim. Derslerimin yarım gün olması büyük bir kolaylık sağladı. Tam gün olsa dayanamazdım sanırım. Dersler biter bitmez eve gelip kendimi koltuğa atıp uyudum. 

Ders işlemeyi ve öğrencilerimi özlemişim. Onlar da beni özlemiş ki bunu görmek bile iyileştirici bir etkiye sahip. Mini mini beşlerim koşup korkarak sarıldılar incitmemek için :) Ameliyat olduğumu biliyorlardı ve çok dikkatlilerdi. Altı ve yediler bahçede yanıma gelip geçmiş olsun öğretmenim dediler, teneffüste eşyalarımı taşımak için yardım teklif ettiler. İnsanın sevildiğini hissetmesi çok güzel bir his :)

Geçen hafta yapılan toplantılara katılamamıştım. Okul müdürümüz toplantıda, "Rüya'yı arıyor insan" demiş. Sürekli tatlı-sert atışıyoruz ama yapılacak bir iş olunca ben mutlaka ucundan tutuyorum. Lafımı hiç sakınmıyorum ama yapılması gereken işlere el attığım için yokluğum belli olmuş okulda :) Bu hafta eskisi gibi her şeye atlamadım; derslerime girip çıktım, birkaç öğrenci problemiyle ilgilendim; idareyle hiç takışmadan haftayı kapattım ki bu benim için bir milat sayılabilir :))) Dün akşam da kendimi ödüllendirerek arkadaşlarımla Batum'a gittim. Canlı müzik, pizza, bira... Çok keyifliydi.

Önümüzdeki haftanın daha kolay olacağını umuyorum. Yarın okuldan sonra fizik tedavi uzmanı ile randevum var. Mevcut duruş bozukluğum için bir tedavi önermesini bekliyorum doktorun. Ne yapılacağı netleşince rahatlayacağım umarım. Ameliyatımı yapan doktor Mart'ta spora başlayabileceğimi söylemişti. Eve yakın gidebileceğim 3 farklı yer var ama ben daha önce manuel terapi aldığım kişiyle çalışmak istiyorum. Doktorun çizeceği tedavi planına göre yarın spor işini de görüşüp netleştirmeyi planlıyorum.

Umarım herkes için güzel bir hafta olur!


Bazen sadece Sezen dinlemek istiyor insan...


Konu dönüp dolaşır...

Aşk'a gelir. Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izlemenin tadı her yaşta farklıdır. Aşkın tekilliğine ve sonsuzluğuna inanılan gençlik yılla...