Gelişimle bir süredir gündemimizi meşgul eden kedi mevzusu da çözülmüş oldu. Annemler bir süre önce kedi evlat edindiler. Mahlasımın KuyruksuzKedi olmasına ve kedi aşkıma inat, benim kedi alerjim var.
Her kedi değil ama bazı cinsleri benim için fıstık alerjisi gibi, deniz ürünleri alerjisi gibi ölümcül. Ama şansımıza Bella (isim babası abisi, yani Evrim :), büyük bir alerjik reaksiyona sebep olmadı. Bir miktar kaşıntı ile idare ediyorum ki o kadar olur zaten; sonuçta görümcem sayılır. Kaşıntı yaratmayan görümce bulmak zor :))))
Şöyle bir arz-ı endam edip Momentoscuğumun kulaklarını çınlatayım :)
Bu satırları otobüste yazıyorum. Üniversite arkadaşlarım Derya ve Pınar'la buluşmak için Taksim'e gidiyorum :)
Bu arada üzerimdeki kaban annemin (kayınvaldem). Epeydir gözüme kestirmiştim, bugün bana hediye etti annem :)
Şimdilik Hoşçakalın :)
Nerdesin - Ezhel
Şarkıyı çok sevdiğim arkadaşım Funda doladı ağzıma :)) Hadi başka bi' şarkı bulun bana da değişsin modumuz :)
Kızılay metro istasyonundaki kitap fuarında gördüğüm defterlerin kapak görselleri tam benlikti :D Ama fiyatlar için aynı şeyi söyleyemeceğim. Sıradan, bildiğimiz çizgili defter nasıl 130 TL olabilir aklım almıyor.
Su almaya giderken yolda anne tarafımdan 3. göbek kuzenimle karşılaştım :)))
Hatırla Kalbim - Hüsnü Arıkan
...
Hatırla kalbim Büyük uykumuzda yaşayan şeyler Hatırla kalbim Bir daha olmayacak şeyler Yeniden olacak şeyler İyi ki olmuş şeyler Deniz'ler Mahir'ler Hatırla kalbim
Bazen içim öyle bir coşkuyla dolup taşıyor ki anlatamam... Olan bir şey yok, muhtemelen olacak bir şey de yok ama işte içim içime sığmıyor bazen. Seviyorum bu hissi :)
Daha önce yazdığım gibi benim yeni yılım Ocak'ta değil Eylül'de başlıyor :)) Ama adet yerini bulsun biz bugün yine de "Mutlu Yıllar" dileyelim birbirimize :)
Oturdum bekliyorum. Elimde kitabım ve vişne likörü... Bekliyorum işte.
Zamanı Durdurmanın Yolları - Matt Haig
*Kadınım - Tanju Okan
Bazen çok istenen şeyler gerçek olur ama hiç de hayallerdeki gibi olmaz. O yüzden mutlu olmak için illa ki hayallerin gerçekleşmesini beklemek yerine hayal ederken mutlu olmayı bilmek gerek sanırım.
(Ben oranları kendime göre biraz değiştirdim. Bir de evde vanilya özütü ve yoğunlaştırılmış süt olmadığı için malzemeler azcık eksik :)
Dün akşam bir bardak pirinç, bir avuç çiğ badem ve çubuk tarçını bir kavanoza koyup üzerine iki bardak su ekledim. Kapağını kapatıp gece oda sıcaklığında beklettim. Bugün kavanozdaki suyu süzdüm; yumuşayan malzemelerin üstüne yeni su ekleyip blenderdan geçirdim. Karışımı süzgeçten geçirip süt ve şeker ekleyerek karıştırdım.
Tarif bana biraz sahlebi andırdı ve nedense sıcak içilmesi gerekiyor gibi geldi. Boza da hep sıcak içilmeli gibi gelir bana ama öyle değil işte :)) Nette farklı tariflere bakınca pişirilerek yapılan başka versiyonlarına da rastladım ama hepsinde soğuk içilmesi önerilmiş. N'apalım serptim üstüne toz tarçını içiyorum şimdi :)
Hadi gel unutalım bugün büyük resmi, tüm imkansızları, olmazları, olmayacakları...
Bugün detaylarda kaybolalım. Onlarca minik ve muhteşem detayın arasında saklanan mutluluğa odaklanalım.
Bir fincan çay, bir fincan sütlü kahve alalım; uzanalım koltuğa, açalım eski güzel bir film. Ne olacak diye düşünmeden anın güzelliğine kapılalım; ısıtalım içimizi :)
Bazen bir şey söylemek istiyorum ama ne diyeceğimi de bilemiyorum. Belki de sadece susup oturmam gerekiyor. Bilmiyorum.
Hani "Her şey zıttıyla kaim olurmuş" ya evrende, sukunet ile hiç susmadan konuşmak da kapı komşusu belki de birbirine. Belki de tüm zıtlıklar sırt sırta. Fırtına öncesi sessizlikler de bu yüzden belki de... Ya da sadece susmayı hiç bilmiyorum ben en basit haliyle.
Günler süren yağmurdan sonra bugün güneş açtı. Güneş varsa, umut var ☀️☀️☀️
Çok ilginç bir hafta geçiriyorum. Vücudum her gün başka bir noktadan hata verdi ama hepsi de bir gün içinde kendi kendine geçip gitti. Dün gözlerim inanılmaz acıyordu ama öyle böyle değil. Eve zar zor gidip saatlerce yorganın altında karanlıkta yattım. Gece yataktan kalktığımda gözlerim hâlâ çok acıyordu ama bu sabah uyandığımda iyiydim.
Zor bir haftaydı ama şaşırtıcı şekilde giderek hafiflediğimi hissediyorum. Bugün içimden durmadan dans etmek, şarkı söylemek geliyor. Bulduğum her boşluğu müzikle, güneşle, dansla, neşeyle doldurmak istiyorum.
Bazı şeyler sigara gibi, insan "İstesem bırakırım" diyor ama istemediğinden mi yoksa beceremediğinden mi bilinmez, bırak(a)mıyor. Zararlı olduğunu bile bile iyi(?!) hissetmek için kendini zehirleyip duruyor mütemadiyen.
Sigaranın zararı içenle sınırlı değil tabii, yakındakiler de zehre maruz kalıyor. İnsan kendi için olmasa sevdikleri için bırakmalı sigara gibi zehirli şeyleri.
Bugün şarkı Mirkelam'dan gelsin, "Hatıralar" ile biraz nostalji yaşayalım :)
En üstteki 3 kitaptan Buraneros, altındaki 2 kitaptan da Handan sayesinde haberdar olup aldım kitapları. Sağolsun idefix bir de hediye gönderdi: unutulmaz klasik, "Suç ve Ceza".
Bugün dersim olmadığı halde koşarak okula gidip kavuştum kitaplarıma :) Eve dönüp salıncağa yerleştim. Hangisinden başlasam diye karar vermeye çalışırken yazıyorum bu satırları :D
Biraz ondan biraz bundan okuyayım. Hangisi en çok sararsa ordan devam ederim :)
Dipnot: Suç ve Ceza'yı lisedeyken halk kütüphanesinden ödünç alarak okumuştum ama bence tekrar tekrar okunması ve üzerinde çalışılması gereken bir klasik Suç ve Ceza.
Bugün Hopa Kültür Sanat Evi'nde 5-7 yaş çocuklar için Colors&Animals temalı ücretsiz İngilizce Atölyesi yapacaktım. Günler öncesinden başladım hazırlanmaya. Balonlar, şarkılar, keçeden mıknatıslı hayvan figürleri, boyama sayfaları... Sadece 1 çocuk geldi. Arya da asistanım olacağı için heyecanlanmıştı.
Kısacası bir anda boşa çıktık. Üzgünüm.
Tam bu yazıyı yazarken üst katta tadilat başladı. Dayanılmaz bir gürültü var. İyi ki çok çocuk gelmemiş diye sevineyim bari diyorum şu an.
Evet, evet! Oradaki, şu an bu satırları okuyan arkadaşım :)
Bir akıl ver bana n'olur? Bırak işi gücü, gel oturalım şöyle. Diyelim ki bir şeye fena halde taktın kafayı, bir adım ileri gidemiyorsun. Her şeyi düşündün, çıkmaz sokağın sonundasın. Ne yaparsın?
"Duruma göre değişir" deme lütfen. Değişmez. Değişecek bir şey yok. Konu ne olursa olsun, sen takılmışsın ama yapacak da bi'şey yok işte. Ne yaparsın da mevzudan uzaklaşırsın? Kendini neyle meşgul edersin?
Konuyu enine boyuna düşünür, tüm eksileri ezberler, onlara yapışıp nefes almaya mı çalışırsın yoksa eksiyi artıyı bırakıp her şeyi gömebildiğin kadar derine gömüp hiç düşünmez misin? Eğer ikinci ise nasıl düşünemezsin? Ne yaparsın da kendini oyalarsın?
Hadi bir fikir ver bana lütfen canım Blogger arkadaşım :)
Ömür bu iki "Bazen" arasında geçen bir hayal belki de...
...
Tam şu anda kalmak istiyorum. Derin derin içime çekmek istiyorum şu an'ı. Bu nefes bir ömür yetse keşke... Biliyorum bugün aldığım nefes, yarın alamayacağım nefeslerin habercisi sadece.
Olsun!
Şu an'ın tadını çıkaracağım sonuna dek! Çünkü biliyorum ki "kötü" değilim özümde ve nefes almaya çalışmak kaçınılmaz bu suyun dibinde.
"Nefes al tatlım.
Bu sadece (kitabın/hayatının) bir bölüm(ü) .
Hayatının/Hikayenin tümü değil."
...
Aşağıdaki şarkıyı 1-2 gün önce keşfettim ve dilime dolandı. Bir ferahlık tınısı var müziğinde, klibinde sanki :)
Geçtiğimiz hafta okuduklarımdan aklımda kalanları yazmak istedim bu kez.
Vakt-i Dem geçen haftaki Ağaç Ev Sohbetleri yazısında "Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir." sözünü paylaşmış. Bu sözü gerçekten çok sevdim. Kimse başına gelmeden bilemez neyin, nasıl ve neden olduğunu gerçekten ve kendi yaşamadan başkasını yargılamak çok kolay gelir insanlara. Oysa hiçbirimiz masum değiliz.
"Bugün de değil" demiş candan ötem Ceren, insan güzel şeyleri nasıl da paylaşmak istiyor sevdikleriyle. Güzel şeyler nasıl da sevdiklerimizi hatırlatıyor bize... Tam 12'den vurmuş yine canım Ceren'im. Bugün de değil ve muhtemelen yarın da olmayacak.
Buraneros, bir kez bile "aşk" demeden aşkı anlatmış yazısında. Okurken bir gülümseme yayılmış yüzüme, bitince fark ettim. Bir de kendime dair keşkeler geçti içimden okurken. Keşkeler Geçidi...
Orhan Veli'nin sevgilisi Nahit Hanım'a yazdığı mektuplardan oluşan "Yalnız Seni Arıyorum" adlı kitabı okuyorum. Kitapta geçen "hataları ve savabları ile" ifadesini görünce hemen araştırdım ve "savâb" kelimesinin anlamının "doğruluk, dürüstlük, doğru davranış, doğru düşünce" olduğunu öğrendim.
Yazının bir kısmını arka balkonda bitkilerimize bakarak yazdım. Biz tatildeyken evdeki bitkilerimiz ne olacak diye üzülüyorduk yaz başında ama sağolsun bir arkadaşımız gelip suladı biz yokken. Minik limon ağacımız ilk limonunu verdi.
Bir de uzaktayken özlediğim günbatımlarından bırakayım şuracığa...
Aklıma gelen şarkının sözlerini çıkaramadım bir türlü... Onu ararken bu şarkıyı dinledim.
Çocuksuz restorant konsepti neden bu kadar tartışma konusu oldu anlamıyorum. Gitmeyiverin canım siz de o restoranlara. Anne olduğum hâlde ben destekliyorum bu konsepti.
İnsanların sadece kendisi olup sohbet edebileceği, etrafında koşturup ses çıkaran, dikkat dağıtan minik varlıklar olmadan kafa dinleyip yemekten zevk alabileceği restoranlara da ihtiyacı var. İlla ki ailecek gidilecekse başka restorana gidilsin.
16 yaş altının alınmadığı, çocuksuz oteller yıllardır mevcut. Düğün davetiyelerine de yıllardır "Çocuklara iyi uykular dileriz" yazılıyor. Yani getirmeyin lütfen deniliyor kibarca. Ne var bunda? Gayet mantıklı uygulamalar bunlar bence. Anne-baba olan insanların da böyle çocuksuz mekanlara, aktivitelere, arada sırada kafa dinleyip sadece yetişkinlerin olduğu ortamlarda vakit geçirmeye ihtiyacı var zaten. Ben çocuğumu hayatta bırakıp yemeğe/eğlenceye/tatile gidemem diyorsanız da seçenekler bol, çocuk kabul eden başka yerlere gidiverin.