1984 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1984 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Mayıs 23, 2020

Zihnimizin Kıvrımları

Uzun zamandır merak ettiğim podcastler vardı ama açıp da başlayamıyordum. Sonunda bugün Instagram'da "Annepatatesi" hesabında Serdar Kuzuloğlu'nun Zihnimin Kıvrımları podcastini görünce dedim zamanı geldi galiba :) Hemen açtım YouTube'u, başladım dinlemeye. İyi ki de öyle yapmışım. 



İlk yayında tema "Düşün, taşın. Budur işin.". İnsanın doğası gereği bilme ihtiyacıyla başlayan mevzu merak duygumuzun sürekli bastırılmasından düşünme eylemine, var mıyız yok muyuz sorusuna, oradan da değişik bir bakış açısıyla demokrasiye  kadar uzanıyor. Ben inanılmaz keyifle dinledim.

Kitaplar, felsefe, mitoloji... Offf o ne doluluk! Giderek sığlaşan hayatalarımıza can suyu! Her saniyesi ayrı güzel, çok keyifli bir dinleti! Bazı alıntıları buraya bırakayım ama bence siz de bir dinleyin :)

"İnsan bilmek ister doğası gereği. " (Aristo)

"Münakaşada zafer mağlup olanındır. Yenilmek zenginliktir. " (Cemil Meriç)

Anladık iyisin! Ama neye yarıyor iyiliğin? (Bertolt Brecht)

"İnsan her şeyin ölçüsüdür." (Protogoras)
"... Ne kadar insan varsa o kadar doğru vardır."  (Protogoras)

"İnsanoğlu eşsiz bir bahane makinası!" (Serdar Kuzuloğlu)

Bir de yine podcastte bahsi geçen Nazım şiiri "Yaşamaya Dair"i paylaşayım.

YAŞAMAYA DAİR

1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...

                 ...

2. podcast George Orwell - 1984 ile başlıyor ki kalbimi fethetmenin daha kestirme bir yolu yok sanırım 😍 Kitabın can alıcı kavramlarından bahsediyor: "Yeni söylem, Çift düşün ve Geçmişin değiştirilebilirliği" Daha sonra da kitaptaki iktidar partisinin 3 sloganını paylaşıyor:

  1. "Savaş barıştır." 
  2. "Özgürlük köleliktir."
  3. "Cahillik güçtür."

Tüm kitabı anlatasım, üzerine sayfalarca yazıp çizesim var ama kitabı okumayanlara haksızlık olmasın. Podcasti de böyle anlatmakla olmuyor. Hadi dinleyin :)


...


Bugün şarkımız Corona günlerinde programını evinden yayınlamaya ve bizi neşelendirmeye devam eden Jimmy Fallon ve The Roots ekibinden gelsin :)






Pazartesi, Eylül 23, 2019

Ağaç Ev Sohbetleri #4: Özgürlük ve 1984

Kaystros Thyra'nın, verdiği ilham ile Ağaç Ev Sohbetleri'nin bu haftaki konusu "özgürlük" olmuş. Sorular şöyle:

Özgür olduğunuzu düşünüyor musunuz? Özgürlük sizin için ne anlam ifade ediyor? Size göre özgür olmanın sınırı nedir?
"
Özgür" olmadığımı(zı) kesinlikle biliyorum. Gerçek özgürlük mümkün mü? Onu bilmiyorum.

Neden özgür olmadığımı(zı) birkaç farklı konu üzerinden anlatmak istiyorum. Çocukken anne-babamıza bağlı olduğumuz için özgür değiliz. Büyüyünce hayatta kalmak için yapmak zorunda olduklarımız yüzünden özgür değiliz. Misal gerçekten özgür olsak her sabah erkenden kalkıp işe gitmek zorunda olmazdık. "Gitmeyebilirsin. Bu senin tercihin." diyenleri duyar gibiyim Hayır! Benim tercihim değil maalesef. Gitmek zorundayım. Sebepler sadece detay. İşe gitmesem, yaşamamı sağlayacak koşulları sağlamak için başka bir şey yapmam gerek. Sonuç değişmiyor. Bu iş olmasa başkası olacak. Bu en basit sebepti. Gelelim "özgürlüğümüzün" önünde duran daha mühim sebeplere.

Özgür değiliz çünkü bir toplumun içinde yaşıyoruz. Kendimizi ne kadar soyutlarsak soyutlayalım kopamıyoruz o toplumdan; kurtulamıyoruz öyle ya da böyle o toplumun bir parçası olmaktan. Toplumun bir parçası olmayı ne kadar istediğimiz, toplumda ne kadar kabul gördüğümüz, ne kadar istendiğimiz ya da ötelendiğimiz değişir ama kaçamama halimiz benzer. Hadi kaçalım beraber bu toplumdan. Gidip bir dağ başına yerleşelim. Ne kadar dayanabiliriz, başaracak yetkinliklere sahip miyiz? Ben değilim, üstelik yalnız da değilim. Kızımı ve eşimi de peşimden sürüklemem gerek ki nereye gidip ne yapacağımı bilmeden bunu nasıl yapacağım çok büyük bir muamma. Sistemin çarklarından kurtulmayı hayal ederken bile ezim ezim eziliyorum kendi ezikliğim, acizliğim, cesaretsizliğim ve daha bir sürü "...sizliğim" karşısında.

Toplum içinde yaşamanın getirdiği başka bir kısıtlama "ben" olamamak. Eskiden takılmazdım. Kafama göre giyinir, kafama göre gezer, kafama göre sohbet muhabbet ederdim. Ama artık yapamıyorum. Yıllarca giydiğim mini eteklerimi, elbiselerimi yavaş yavaş dolabın en arka köşelerine atıyorum. Çünkü rahatsız oluyorum. Eskiden hoş bir kız görünce kaçamak bakışlar atan, hadi biraz cesursa göz göze gelen, belki biraz ileri gidip laf atan bir gençlik vardı. Yarı yolda ne oldu da o gençlerin yerini "insansı" demeye bile dilimin varmadığı yaratıklar aldı hiç anlamıyorum. İnsanların(?!) içindeki pislik ortaya çıkmasın diye "kendimi güzel hissetme özgürlüğü"mden vazgeçiyorum istemesem de. Sadece giyim kuşam da değil sorun. Maalesef artık konuşamıyorum bile insanlarla eskisi gibi. Selam verdiğime borçlu çıkıyorum. Nezaketen konuşup güler yüz göstersem işin ucu olmadık yere çıkıyor. Çocuğunu okutan öğretmene utanıp sıkılmadan gece gece "N'aber? N'apıyosun?" diye mesaj atan babaları da gördü ya bu gözlerim daha ne olsun! Nasıl "özgür" olunur ki böyle bir toplumda? Giydiğimi, yazdığımı, söylediğimi, paylaştığımı, baktığımı, konuştuğumu en az 3 kez düşünmek zorunda hissederken özgürlükten bahsetmek komik geldi bir an.

Tüm bunları bir yana koyup sadece bireysel durumuma bakalım. Evliyim ve anneyim. Sadece bunlar bile yeterli "özgürlük" kavramından ne kadar uzak olduğumu anlatmaya. Mesela sabah işe gitmeden önce koşuya çıkmak istiyorum ama eşim vardiyalı çalışıyor. Yani sabah kızımı evde tek bırakıp koşuya çıkamam. "Akşam çık sen de!" diyenlere cevabım: "Ben sabah koşmak istiyorum. Akşam değil". Bunun gibi bir sürü örnek durum yazabilirim. Söz konusu özgürlükse "Şeytan ayrıntıda gizlidir." lafı çok uygun. Kendi isteğimden saptığım her an "özgürlük" kelimesinin içi boşalıyor.

Burada fazlasıyla kişisel olan fikirlerimi -belki de hezeyanlarımı demeliyim- bırakıp George Orwell'in en sevdiğim eseri olan 1984'ten ve "özgürlük" kavramına yorumundan bahsetmek istiyorum. Kitaba hayran kalmama sebep olan birçok şeyden biri "Yeni-Konuş" sözlüğü ile ilgili diyaloglar/düşünceler.

İnsanların düşünce suçu işlemelerini ve bu düşünce eylemi sonucunda iktidara karşı direnmelerini engellemek için düşünmelerinin önüne geçmeyi planlayan iktidar bunun çaresini kullanılan dili köreltmekte buluyor. Özgürlüğü elinden alınmış bir insanın neyi kalır ki geriye? Bir insan "özgürlük" kelimesinden bile mahrum kalmışsa, zihnine hapsolmuş bir hissi dile getirecek bir sözcük bile yoksa ne yapabilir ki?

Yeni-Konuş’un tüm amacının, düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu anlamıyor musun? Sonunda düşünce suçunu tam anlamıyla olanaksız kılacağız, çünkü onu dile getirecek tek bir sözcük bile kalmayacak. Gerek duyulabilecek her kavram, anlamı kesin olarak tanımlanmış, tüm yan anlamları yok edilmiş ve unutulmuş tek bir sözcükle dile getirilecek.”

“Sözcükler her yıl biraz daha azalacak, bilinç alanı her yıl biraz daha daralacak. Kuşkusuz, şu anda bile düşünce suçu işlemenin bir nedeni ya da gerekçesi olamaz.”

“Özgürlük kavramı ortadan kaldırıldıktan sonra ‘özgürlük köleliktir’ diye bir slogan kalabilir mi? Düşünce ortamı tümden farklı olacak. Aslına bakarsan, bugün anladığımız anlamda bir düşünce olmayacak. Bağlılık, düşünmeme demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir.”

Kitabın hükmetmekle ilgili önermesi de tüylerimi diken diken edip zihnimi aşırı derecede rahatsız ediyor. Bu kitabı herkes mutlaka okumalı. Hatta ayık kalabilmek, beynimizin uyuşturulmasını engelleyebilmek için başucu kitabı yapmalı 1984'ü.

“İnsan insana acı çektirerek hükmeder. Boyun eğmek yetmez. Acı çekmiyorsa, kendi iradesinde değil de senin iradene boyun eğdiğinden nasıl emin olacaksın? Hükmetmek, acı çektirmekle ve aşağılamakla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur. Nasıl bir dünya yaratmakta olduğumuzu anlamaya başladın mı şimdi?”

Benim için özgürlük ne ifade ediyor? Anlatması çoooook uzun sürer ama Özgürlük hayalim şöyle:

Başı sonu görünmeyen sonsuz bir kütüphanedeyim. Zamanım da sonsuz. Kütüphanemin kapısı upuzun bir kumsala, masmavi bir denize açılıyor. Bahçemde bir hamak. Okuyorum, yazıyorum, dostlarım gelip gidiyor. Konuşuyoruz, tartışıyoruz, aşık oluyoruz, kavga edip ayrılıyoruz. 2 gün dargın kalsak, 3. gün barışıyoruz, sevişiyoruz. Çilingir sofraları kuruyoruz yazları, kışları sıcak şarabımızı kendimiz yapıyoruz. Sonbaharı hüzünle, ilkbaharı aşkla karşılıyoruz. Tek derdimiz önce hangi kitabı okuyup hangi filmi izleyeceğimiz. Bazen de okurken "Caz mı dinlesek blues mu?" karar veremiyoruz. Hepsi o işte!

Özgürlüğün sınırına gelecek olursak, felsefe dersi alan şanslı nesiller bilir ki kişinin özgürlüğü bir başka kişinin özgürlüğünün başladığı yerde biter. Yani kendimiz haricinde başkaları üzerinde etkisi olacak eylemler söz konusu ise özgürlük o noktada biter. Ancak yaptığımızın etkisi kendimizle sınırlıysa ne yaptığımız kimseyi ilgilendirmemeli teoride. Ama pratikte işler hiç de öyle değil. Bir kişiye göre yaptığı bir eylem sadece onu ilgilendirirken -misal kendi evinde içki içmek, bir ilişki olsun/olmasın evlenmeden karşı cinsle aynı evi paylaşmak, çok eşlilik, eşcinsellik, fetişizm, uçuk giyim tarzı- başkasına göre bunlar kötü örnek teşkil edebileceği(?!) için toplumu ilgilendirdiği varsayılabilir ve bu "özgürlükler" elden alınabilir.

Kısacası bence "özgürlük" kocaman bir uçan balon ve ipi çoktan kaçmış elimizden. Az da olsa bir süre elinde tutmayı başaranlar şanslı.


Update: Sohbete katılan diğer Bloggerlar in yazılarını okurken bir zamanlar özgürüm, ne zaman kaybettim özgürlüğüm diye düşündüm. Buldum sonra. 

Lisedeyken burnumu deldirip hızma taktım. Her gün problem oldu okulda. Her ders çıkarıp her teneffüs yeniden taktım. Hocalar bıktı uyarmaktan, ben bıkmadım takıp çıkarmaktan. Üniversite iyiydi. Sağ kulak 2, sol kulak 4 küpe, burunda hızma, yetmedi saçlar 3-5 ay örgü, iki yıl 3 numara... Hep mini etek/şort/elbise... Sonra okul bitti; iş hayatı başladı. Önce saçlar uzadı; sonra hızma çıkarıldı. Sonra küpe delikleri kapandı. Kıyafetler değişti. Özgürlük parça parça kaybolup gitti.

Misafir

Şu an evde bir misafirimiz var. Adı Latte :) Latte, Sibirya Kurdu kırması yani yarı-Husky bir dişi :)  Evrim eve getirince yıkayıp paklamış;...