Cuma, Ocak 29, 2021

Pazartesi, Ocak 25, 2021

Kalkanları İndirip Yere Yığılınca Elini Uzatan Hayat

Dün çelme takıp düşüren hayat, bugün elini uzatıp "Hadi kalk, daha bitiş düdüğü çalmadı. Hem bak o kadar yanlışın içinde doğru yaptığın bi'şeyler de var işte!" diyor sanki. 


Arya ile şöyle yanyana oturup kitap okumak... Hayal gibi ama gerçek :)

Annelik bir günü bir gününü tutmayan çok engebeli bir yolda çok acayip bir serüven. Çoğu zaman çok zor ama kısacık anlar var ki ne olursa olsun ayağa kalkıp yola devam etmek zorunda olduğunu hatırlatıyor insana. Tünelin ucunda ışık bir görünüp bir yok oluyor. Umarım sadece bir göz yanılması değildir :p

Keşke...

Arya uyuyor, ben onu izliyorum. 

Keşke sadece gerçekten hak edenler anne-baba olsa...

Hak etmediğim şeylerin ve hakkını veremediğim ünvanların - "anne"lik bunlardan sadece biri- ağırlığıyla eziliyorum. Teselli bulacağım mucizevi bir karşılık yok maalesef. Bazen sadece öylesine yazıyorum işte.



Pazar, Ocak 24, 2021

Gelenin Gideni Arattığı Yıllar

Corona olmasaydı neler yapılırdı şu tatilde...


Siz neler yapıyor olacaktınız Corona olmasaydı? 

Mevcut koşullarda neler yapıyorsunuz evde? 

Perşembe, Ocak 21, 2021

Keçinin İstemediği Ot




Bazen içinde olduğumuz durumun farkına bile varamayız. Ta ki çok yakınımızda benzer bir durum yaşanana dek. Bakarız ve yavaş yavaş idrak ederiz. 3. tekil şahıslar üzerinden kendimizi tanırız ve bazen kendimize katlanamayız. Ya da yanı başımızdaki insanı tanır, ona katlanamayız. İşler bu noktaya gelince geri dönüp hiçbir şey bilmiyormuş gibi devam da edemeyiz. Anladıklarımızın faturasını birilerine kesip hesabı kapatma ihtiyacı duyarız. Kendimizden ya da yanı başımızdakinden çıkaramayınca, 3. tekil şahıslardan çıkarmak isteriz hayal kırıklığımızın acısını.

Matrix filmini izlediyseniz Morpheus ve Neo arasında geçen o meşhur seçim sahnesini hatırlarsınız. Sonunda Morpheus, Neo'dan kırmızı ve mavi olan iki haptan birini seçmesini ister. Neo, kırmızı hapı seçerse içinde yaşadığı simülasyondan kurtulup gerçeklikte uyanacaktır; maviyi seçerse hapsolduğu kurmaca hayatın içinde yaşamaya devam edecektir. Morpheus, "gerçekler"den başka bir şey vaat etmediğini söyleyerek peşine düştüğü bilginin sandığı gibi olmayabileceği konusunda uyarır Neo'yu.

*1. video orijinal dilde, 2.si dublajlı.



Neo kendi seçiminden pişman olur mu bilemeyiz ama filmin bir başka karakteri, Cypher kırmızı hapı aldığı güne lanet etmektedir içten içe. Arkadaşlarına ihanet etme pahasına mavi hapı alarak yeniden cehaletin mutluluk vaat eden kollarına bırakmak ister kendini; bunu da o ünlü ve benim en sevdiğim replik olan "Ignorance is bliss" ("Cehalet mutluluktur") sözüyle anlatır.


Cypher'ın bilmediği ve bizim de kabul etmeyip tüm gücümüzle inkar etmeye çalıştığımız şey, gözümüzü bir kez gerçeklikte açtıysak, bundan sonra ne kadar sıkıca yumarsak yumalım kurmaca dünyamıza geri dönemeyeceğimiz gerçeğidir. Yani bir mavi hap değil, bir kutu hap yutsak bildiklerimizi unutamayız. 

Kısacası 3. tekil şahıslara kestiğimiz fatura kısa süreliğine bizi rahatlatsa da çok geçmeden iç sesimizi  yeniden duymaya başlarız. Maalesef bir kez fark edilen gerçekler, ne kadar uzak dursanız durun, sırf siz öyle istiyorsunuz diye kendi kendiliğinden yok olma eğiliminde değildirler. Aksine her köşe başında karşımıza çıkıp sürekli hatırlatırlar kendilerini. Bir kez fark ettiyseniz kendi defolarınızı ya da yanı başınızdakilerin defolarını bir daha görmezden gelemezsiniz. Boşa kürek çekmeyin, kabul edin defolarınızı, defolarımızı! 



Salı, Ocak 19, 2021

Evlilik ve Radyo Tiyatrosu

Uzun süreli ilişkilerin rutinleri bellidir. Ara sıra yapılan sürprizlerin bile aslında belli bir düzeni olduğunu fark edersiniz büyük resme bakmayı bilirseniz. İki taraf da birbirinin zevklerini, alışkanlıklarını bilir; ortak alanlar bellidir. Birlikte yapılan aktiviteler vardır, bir de ayrı ayrı yapılanlar. 

15 yıllık ilişkimizde Evrim'le o kadar çok şey paylaştık ki... Artık birbirimizi oldukça iyi tanıyor, neyi sevip neyi sevmediğimizi biliyoruz. Aktivitelerimizi buna göre planlıyoruz. Ama bu hafta ortak hayatımıza bir yenilik(?!) girdi :)) 

Daha önce radyo tiyatrosu sevdiğimi anlatmıştım; farklı bir yazımda da Agatha Christie sevdiğimden bahsetmiştim. Geçen akşam gitar çalışmak için YouTube'ta video ararken şans eseri karşıma Agatha Christie'in "Beklenmeyen Misafir" hikayesinin radyo tiyatrosu kaydı çıktı. Evrim de duyunca merak etti ve açıp dinleyelim dedi. O gece heyecanla dinleyip bitirdik. Sonra ertesi sabah başka bir Agatha Christie öyküsü olan Katil Kim'i dinledik. Bu sabah da "Porsuk Ağacı" hikayesini dinledik. Böylece birlikte yapmayı sevdiğimiz, bizim için yeni, dünya içinse biraz eski bir hobi edinmiş olduk :)

Linkleri şuraya bırakayım. Belki sizin de ilginizi çeker :)




Agatha Christie'in dedektiflik hikayelerini severim ama radyo tiyatrosu bana göre değil derseniz, sizin için başka bir tavsiyem var: 1989 - 2013 yılları arasında yayınlanan, toplamda 13 sezon ve 70 bölümden oluşan Hercule Pairot dizisi. İnternette arayarak bölümlerine ulaşabilirsiniz. Görüntü kalitesi kötü olur diye düşünmeyin, görüntü umduğunuzdan çok iyi :)


Pazar, Ocak 17, 2021

Kusuru açıkta işleyip özrü kuytuda dileyenler...

Bir yanlışı ulu orta yapıp özrünü kuytuda dileyemezsiniz.

Hatayı yaparken fark etmeyip sonra dank edince kimseye çaktırmadan sessizce özür dileyerek işin içinden sıyrılmak çok ucuz bence. Kişi hatalıysa özrünü, ayıbı yaparken şahit olanların önünde dilemeli.

Hem kuyruğu elaleme karşı dik tutup hem de hatayı yaptığınız kişinin affına sığınmak olacak iş değil bence. Tabi özür dilenen kişi "Herkesin önünde dilemelisin bu özrü." diyecek değil. Kişi bunu kendi düşünmeli. Aksi takdirde özrün içtenliğinden şüphe ederim. 

Kuytuda dilenen özür sadece günü kurtarmak için yapılan, samimi değil aksine planlı bir davranıştır. Farklı durumlar söz konusu olabilir ancak her zaman olduğu gibi istisnalar kaideyi bozmaz.

Örnek vermem gerekirse ofisin en kalabalık saatinde bağıra çağıra tartıştığınız, sesinizi yükselttiğiniz iş arkadaşınızdan ofisteki herkes gittikten sonra özür dilemeniz  durumu düzeltmez. Doğrusu herkes oradayken "Önceki tavrım yanlıştı, ses tonumu kontrol etmeli ve cümlelerimi daha dikkatli seçmeliydim. Fikirlerim için değil ama tavrım için özür dilerim." diyebilmelidir medeni bir insan. 

Herkes gittikten sonra dilenen özür kabul edilirse, ertesi gün özür dilediğiniz kişinin size normal davranması gerekir. Diğer iş arkadaşlarınızın dilenen özürden haberi olmadığı için özrü kabul eden kişi onların gözünde kendine yapılan yanlışa rağmen size normal davranan birine dönüşür ki bir sonraki mevzuda kendisine karşı yine saygısızlık yapılmasının önünü açmış olur bu tavrı. 

İnce düşünmek önemlidir. Lütfen ince düşünelim! 

Cuma, Ocak 15, 2021

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli...

O kadar güzel ki Nazım şiirleri... Hangisini seçip paylaşayım bilemiyorum.


Hasret 

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,

belini sarmayalı,

gözünün içinde durmayalı,

aklının aydınlığına sorular sorular sormayalı,

dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekliyor beni

                    bir şehirde bir kadın.

Aynı, daldaydık, aynı daldaydık

Aynı daldan düştük ayrıldık.

Aramızda yüz yıllık zaman,

                          yol yüzyıllık.


...


Seni Düşünmek

“Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey

Dünyanın en güzel sesinden

En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey

Fakat artık ümit yetmiyor bana,

Ben artık şarkı dinlemek değil

Şarkı söylemek istiyorum…”


...


Seviyorum Seni

Seviyorum seni

denizi uçakla ilk defa geçer gibi.

İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık

içimde kımıldanan bir şeyler gibi,

Seviyorum seni

‘Yaşıyoruz çok şükür!’ der gibi.


...


Kar Kesti Yolu

Kar kesti yolu

sen yoktun

oturdum karşına dizüstü

seyrettim yüzünü

gözlerim kapalı


Gemiler geçmiyor

uçaklar uçmuyor

sen yoktun

karşında duvara dayanmıştım

konuştum, konuştum, konuştum

ağzımı açmadan


Sen yoktun

ellerimle dokundum sana,

ellerim yüzümdeydi


...


Yine Sana Dair

Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,

Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,

Sende uzaklığı,

Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.


Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine

Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,

Ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin.


Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,

Fakat asla ümitsizliği değil…


...


Tahir’le Zühre Meselesi

Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?


Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


...


Yaşamaya Dair

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

                        bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

                           yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

                            beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

                                          insanlar için ölebileceksin,

                           hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

                          hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

                         hem de en güzel en gerçek şeyin

                                       yaşamak olduğunu bildiğin halde.






Perşembe, Ocak 14, 2021

Hayat ve Hayati Kaptan - 15. Bölüm

Mutfak tezgahıyla masa arasında, o daracık alanda ne kadar süre birbirlerine kenetlenmiş olarak kaldılar bilmiyordu Hayati Kaptan ama sonunda kendine hakim olup ayrıldı Hayat'tan.

- Özür dilerim. Ben... Ben hislerime hakim olamadım Hayat.

Hayat bir an karşısında duran adamın gözlerine baktı ve hıçkırıklara boğularak tüm benliğiyle aşık olduğu adamın göğsüne gömdü başını. Hayati Kaptan onu nasıl teselli edeceğini bilmiyordu. Bir eliyle sıkıca sarılırken diğer eliyle Hayat'ın saçlarını okşuyordu. Bir süre sonra Hayat'ın yüzünü ellerinin arasına alarak gözyaşlarını sildi. 

- Lütfen daha fazla harap etme kendini. Gel biraz otur, lütfen.

Hayati Kaptan, Hayat'ın elini tutup onu salona götürdü. Birlikte kanepeye oturdular. Hayat ne yapacağını, ne diyeceğini, elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Hayati Kaptan, Hayat'ı kendine çekti, Hayat başını Hayati Kaptan'ın göğsüne koyup usul usul ağlamaya devam etti.

- Hislerimizin karşılıklı olması ne acı!

- Göz göze geldiğimiz o ilk anı, o hisleri... Hepsini silip atmak için o kadar çok mücadele ettim ki... Başaramadım.

- Ben de gecelerce zihnimde kavga ettim kendimle Hayat. "Olacak iş değil, delirme, kendine gel Hayati!" dedim ama nafile! Deliliğim öyle bir boyuta geldi ki kendimi Ada'ya taşınırken buldum. Sonrasını az çok biliyorsun. Başlarda sadece seni her gün uzaktan da olsa görebilmek yeter sanmıştım ama... Seni Rıfat'la gördükçe kendime hakim olamaz hale geldim. Biliyorum buna hakkım yok.

- Rıfat'la aramızda düşündüğünüz gibi bir şey yok. Yalan söylemeyeceğim size. Bana karşı hisleri olduğunu, benimle evlenmek istediğini söyledi Rıfat. Ama ben Rıfat'a şimdiye dek arkadaşlıktan öte bir şey hissetmedim. Rıfat'ı seviyorum evet ama aynı değil hislerimiz.

- Bunu duymak beni öyle mesut etti ki... Bu bencilliğimi affet lütfen.

- Hayır bencillik değil. Anlayabiliyorum. Benim durumumsa sizinkinden çok daha zor. 

Söyleyecek çok söz, konuşulacak çok şey vardı. Hayat ve Hayati Kaptan uzun zamandır kalplerinde tuttukları, kendilerine bile itiraf edemedikleri hisleri birbirlerine açmış olmanın verdiği rahatlamayla uzun uzun konuştular kanepede. Hayati Kaptan Hayat'ın saçlarını okşuyor, yüzünü ellerinin arasına alıyor, öpüyor, sonra tekrar göğsünde teselli etmeye çalışıyordu sevdiği kadını. 

Saatler geçmiş, gün ağarmaya başlamıştı. Uykusuz iki aşık günün ilk ışıklarıyla oldukları yerde uyuyakaldılar sarmaş dolaş. Kanepenin tüm rahatsızlığına rağmen karşılaştıkları günden beri ilk kez bu kadar huzurla uyumuştu ikisi de. Uyandıklarında dün gece içine düştükleri masaldan  çıkıp gerçek dünyaya dönmek zorunda olmalarınım ağırlığı çökmüştü ikisine de. Hayati Kaptan birden Hayat'ın ellerini yakaladı:

- Hayattan bir gece çaldık. Neden bir gün daha çalmayalım? İzin alabilir misin iş yerinden? 

- Şey... Alabilirim ama... 

- Bir gün! Ben şimdi vapur iskelesine gidip döneyim. Sen de iş yerinden izin al. 1 saat sonra görüşürüz. 

Hayati Kaptan, Hayat'ın karşı çıkmasına fırsat vermeden hızlıca evden ayrıldı. Şanslarına hava koşulları hala vapur seferlerine izin vermeyecek kadar kötüydü. Hayati Kaptan iskeleye gidip evi aradı. 

- Yasemin ben iyiyim. İskeledeyim ancak seferler hala yapılamıyor. Akşama hava düzelirse ne alâ! Düzelmezse yine gelemeyeceğim, beni merak etme. Sen ve çocuklar iyisiniz değil mi? 

- Biz iyiyiz hayatım ama sen ne yapacaksın? Nerde kalacaksın? 

- Beni merak etme. Bakıyorum ben başımın çaresine. Hadi Allah'a emanet olun!

Telefonu kapatırken bir yanı içimden taşan coşkuya kapılıp gitmek istiyor, diğer yanı dalga dalga büyüyen bir vicdan azabıyla boğuşuyordu. Aynı dakikalarda Hayat, iş yerini arayıp o gün için izin almıştı. 

Sonunda Hayati Bey, eve döndü. Zil çalınca Hayat da içindeki çocuksu sevince kapılıp gitmekle vicdan azabına yenik düşmek arasında gidip geldi. Sonra ikisi de aynı anda içlerinden "Bir gün! Hayattan çalacağımız bir güncük!" diyerek bıraktılar kendilerini duygularının seline. 


Şarkı: Senede Bir Gün - Zeki Müren

*Şarkı biraz fazla dramatik oldu galiba. Aslında başka bir şarkıyı not almıştım bu bölüm için bulamadım notumu, aklıma da gelmiyor hangi şarkı olduğu :( Hatırlasam ekleyeceğim o şarkıyı da. 


Saracak yer arıyorum

O kadar çok sıkıldım ki... Offff...

Evde olmaktan, okula gidememekten...

Blogtan bloga gidip yorum bırakıyorum. Telefon elimde cevap bekliyorum ki yenisini yazayım. Sıkıntıdan çıldırmak üzereyim. Kendimi nereye vurayım, neye sarayım bilmiyorum :(

Blogunuzda her şeyi okuyup yorum bırakan bir deli görürseniz korkmayın, zararsızım. Yani galiba emin de değilim pek...

Cidden çok bunaldım! Anlatılır boyutta değil :(






Salı, Ocak 12, 2021

Bazı Şeyler

Yollar...

Şarkılar...

Şiirler...

Merdivenler...

Günbatımları...

Gökyüzü...

Deniz...



Pazar, Ocak 10, 2021

Çocukluk Çağının Sonu - *Revize

Normalde pek film ve dizi yazısı yazmam ama bu dizi (en azından bir kısmı) bir istisnayı hak ediyor: Childhood's End

"Childhood" kelimesini "çocukluk" ya da "çocukluk çağı" olarak çevirebiliriz ki bence Arthur C. Clarke kitabında dünya ve insanlık için şu ana dek geçen süreyi çocukluk çağı olarak nitelendirip bu çağın bitişini vurgulamış. Evet, dizi bir kitap uyarlaması. Kitabı okumadım ve neden şimdiye dek okumadım diye hayıflanıyorum şu an. Dizi 3 bölümlük mini bir seri ve ben ilk bölümü az önce izledim. Bölümler 1 saat 20 dakikalık. Diğer bölümleri izlememek için kendimi zor tutuyorum. Dizinin ilk bölümünü Evrim izleyip bana anlattı, çok merak edip izledim. Devamını beraber izleyelim dediğimiz için şu an izleyemiyorum maalesef :( Ama siz  hemen arka arkaya izleyin lütfen. Diğer bölümleri de ilk bölüm kadar beğenir miyim bilmiyorum ama ilk bölümü epey sevdim. 

*Görsel internetten alıntıdır. 
Birçok farklı sitede gördüğüm için ilk kaynağını bilmiyorum ama sanırım dizinin orijinal tanıtım görseli


Yazının bundan sonraki kısımları spoiler içerebilir. Diziyi izlemeden okumayın :)

Dizinin konusu dünyaya gelen uzaylılar ama bu kez savaş çıkarıp insanları öldüren istilacı uzaylılardan bahsedilmiyor. Tam aksine Dünya'yı yeniden yaşanılabilir bir yer yapan, tüm savaşlara, açlığa son veren, hastaları iyileştiren uzaylılardan bahsediliyor. Peki dizinin olayı ne diye soracak olursanız, henüz ben de bilmiyorum ama ilk bölümün sonunda gördüğümüz uzaylıların dış görünüşü tüm dengeleri alt üst edecek gibi geldi bana. 15 yıl içinde ütopya haline gelen Dünya, bir gece de cehenneme dönecek mi çok merak ediyorum ama Evrim'i beklemek zorundayım. 

Hadi siz de izleyin sonra yine konuşalım :)

Revize:

Dizinin 2. ve 3. bölümlerini izledik dün gece Evrim'le ve maalesef hayal kırıklığı yaşadık. Ortada çok iyi bir malzeme varken maalesef pek de iyi olmayan bir sonuç çıkmış ortaya. Asıl üzerinde durulması gereken konuşmalar/mevzular hızlıca geçiştirilmiş, anlamsız sahneler hiç bitmeyecekmiş gibi uzatılmış. Bazı kritik soruların cevapları verilmemiş, havada kalan şeyler olmuş. Kısacası çok şey vaaden bir potansiyel boşa harcanmış. Hikaye o kadar farklı yerlerden ele alınabilirdi ki... 

Evrim dizinin ilk bölümünü anlattığında zihnimizde fikirler uçuşmuş, epeyce teori üretmiştik ama dizinin 2. ve 3. bölümü beklentimizi karşılamadı. 

Dizi bitti ama biz şöyle olsaydı, böyle olurdu diye konuşmaya devam ediyoruz. Evrim'le ilişkimizin en sevdiğim yanı bu. Birlikte fikir yürütebiliyor, var olandan yola çıkıp bambaşka bir yerde biten keyifli, heyecanlı, ilham dolu zihinsel bir yolculuk yapabiliyoruz :) 

Bölüşmek Şart!

"Dünya çok güzel
Bölüşmek şart" 



 Bölüştükçe güzelleşiyor her şey!
Bölüştükçe çoğalıyor! 

 

Cumartesi, Ocak 09, 2021

Sevgilim...

 


Cemal Süreya bu dünyadan ayrılalı 31 yıl olmuş. 

...
Çiçekler, çiçeklere su verdim bu sabah
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
...
diyor Cemal Süreya şiirinde. Aklıma Gülten Akın'ın şu dizesi geliyor:

"Güllere su verme, güze alışsınlar"

Hayat acımasız, güllere acımıyor. Bizim de alışmamız lazım susuzluğa ve hayata!


Bu şarkıyı az önce keşfettim! Cemal Süreya'nın "Sayım" şiirinden bestelenmiş!

...

ÖNCELEYİN

Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların
Sonra her şey çıkıp geldi

Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne koydum kuralları
Her şey işte böyle oldu önce


1954
Cemal SÜREYA
(Üvercinka)

...

Bu yazıyı hiç bitiremeyebilirim. Şiirden şiire dolanıyorum; okumuyor, uçuyorum sanki!


"Yaz mezarına gömsünler sizi 
İlk kezmiş gibi buluştunuzdu 
Son kezmiş gibi seviştinizdi 
Yaz mezarına gömsünler sizi"

Cemal Sürayya





Cuma, Ocak 08, 2021

Algıda Seçicilik

İngilizce'de bir kelime belirli bir context içinde net bir anlam kazanır. Yani tek başına bir çok anlamı olan kelimelerin bir parçada ya da cümlede ne anlamda kullanıldığını anlamak için söz konusu metne bütün olarak bakmak gerekir. Mesela "miss" kelimesi otobüs kelimesi ile birlikte kullanılırsa yani eğer "She missed the bus." dersek "Otobüsü kaçırdı." demiş oluruz. Ama aynı kelimeyi kullanarak "She missed him so much" dersek "Onu çok özledi." demiş oluruz. "run" kelimesi de kullanıldığı cümleye göre farklı anlamlar taşır. "She wanna run. " cümlesi duruma göre "Koşmak istiyor." ya da "Kaçmak istiyor." anlamına gelebilir. Bu durumda sadece cümleye bakmak yetmez, tam anlama ulaşmak için öncesine-sonrasına bakmak gerekir.

Birden fazla anlama gelen bazı İngilizce kelimeleri sevdiğimden daha önce de bahsetmiştim. Önceki yazılarımda bahsettiğim "Fall" kelimesinin her anlamını ayrı ayrı seviyorken "Love" kelimesine gelince hissiyatım biraz değişiyor çünkü sözlükteki anlamı "aşk, sevgi", "birini sevmek, birine aşık olmak" diye geçiyor. Aşk ve sevginin birbirinden farklı şeyler olduğunu bile bile bir kelimenin her iki anlamı da taşıması birazcık rahatsız ediyor beni. Şimdi eminim "Aşk"ın içinde sevgi de vardır diyeceksiniz ama işte cıks, içime sinmiyor. İngilizlerin de çok umrumda olur ya benim içime sinip sinmemesi :))))) 

Neyse :D

Gerçi "Sana aşık oldum" demek için genelde "I fall in love with you" ifadesi kullanılıyor ki en sevdiğim cümlelerden biri olabilir sanırım. Bu ifadede geçen fall düşmek anlamını taşıyor, "Fall in love" yani "Aşka düşmek". İngilizce'yle tanıştığım gün aşka düşmüştüm ben de :) Benimkisi ilk görüşte aşk anlayacağınız. 

İngilizce aşkım öğretmenlikteki en büyük sınavım. Ben ilk görüşte aşık olmuşken başkalarının İngilizceyi sevmemesini, öğrenmek istemeyişini ya da çok zor olduğunu söylemesini anlamakta çok zorlanıyorum. Kendi sevmediğim derslerle bağdaştırmaya çalışıp empati yapayım diyorum ama şimdi fizikle de İngilizce'nin ne alakası var canım? :D 

Peki ya siz? Var mı böyle anlamına taktığınız kelimeler? 


Perşembe, Ocak 07, 2021

Yok böyle lezzet!

Arya kurabiye yapmayı çok seviyor ama ben bu konuda çok beceriksizim. Mutfakta kendime hiç güvenmediğim 3 şey var: Poğaça, kurabiye ve Türk kahvesi. 

Sabah arkadaşlarıma limonlu kek yaparken Arya gelip kurabiye yapalım deyince o kadar uğraşcaz bari güzel bir kurabiye yapalım diye internette birkaç farklı tarife ve videoya baktım. Aşağıdaki video çok samimi geldi ve hadi bir deneyelim dedim. Videodaki her şeyi neredeyse birebir yaptım ve sonuç çok başarılı :) Farklı yaptığım tek şey hamuru dolapta daha uzun süre bekletmekti. O da canlı dersim olduğu için mecburen oldu :D 

Malzemeler karışınca oluşan hamur başta çok cıvık gibi oluyor ama dolapta kendini topluyor. Yani hamur cıvık kaldı deyip fazladan un eklemeyin. Bir diğer önemli nokta kesinlikle 11-12 dk'dan fazla fırında bırakmayın. Videonın sahibinin de dediği gibi çıkınca pişmeye devam ediyor ve tam kıvamını buluyor kurabiyeler :) 

2 tepside pişirdim ve 24 adet kurabiye çıktı. Teneke kutuya koydum bayatlamasın diye ama zaten bayatlamaya kalmadan biteceği kesin :)))) 


Videonun altındaki açıklamalarda malzemeler var ve yapılışı da hiç uzatılmadan kısacık ve çok net anlatılmış :)

Deneyenlere şimdiden afiyet olsun :) 





Çarşamba, Ocak 06, 2021

Tarihe Adını Yazdıran Kadınlar

Bu sabah okul müdürümüz ortaokul öğrencileri için düzenlenen bir yarışmanın bilgisini paylaştı okul grubumuzda: "Nakiye Elgün Öykü Yarışması"


Kimmiş acaba diye merak edip araştırdım ve iyi ki de öyle yapmışım çünkü Nakiye Hanım çok ilginç biriymiş. Osmanlı döneminden başlayarak Cumhuriyet sonrasında da kız çocuklarının eğitiminin yaygınlaşması için çalışmış çok önemli bir eğitimci ve ilk kadın milletvekillerimizden biriymiş. Daha önce adını duymamış olmama hem şaşırdım hem de üzüldüm. Nakiye Hanım'dan sonra araştırmaya devam ettim ve Cumhuriyet tarihimizde bir çok alanda öncülük eden birbirinden değerli kadınlara ulaştım. Bazılarından burada bahsetmek istiyorum. Mesela  ilk "il belediye başkanı" olan Müfide İlhan da Nakiye Hanım gibi çok değerli bir eğitimci. İlk kadın "belde belediye başkanı" olan Sadiye Hanım ise şu an yaşadığım şehirden biri. Sadiye Hanım, 1930 yılında Artvin ili, Yusufeli ilçesinin Kılıçkaya beldesinde seçilmiş başkanlığa. Düşünün ki kadınların seçme seçilme hakkının olmadığı bir yerde aday olan ve seçilen ilk kadınsınız! Nasıl bir başarı, nasıl bir kıvanç!

Belki de belediye başkanlarından önce bahsetmem gereken biri Türkiye'nin ilk kadın köy muhtarı Satı Kadın. Satı Kadın'ı, Atatürk'ün doğum tarihini sorması üzerine 19 Mayıs 1919 diyen kadın olarak hatırlayabilirsiniz belki de. Kendisi daha sonra Atatürk'ün tavsiyesi üzerine milletvekilliğine aday olup meclise giren ilk kadın milletvekillerimizden bir başkası.

Tüm bu tarihimiz için çok önemli kadınları araştırırken aklıma gelen Türkiye Cumhuriyet'in ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu'ndan bahsetmeden geçmemek gerek. Süreyya Ağaoğlu, İstanbul Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1921 yılında, hukuk eğitimi görmek için Darülfünun'a başvurmuş. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başvuran ilk kız öğrenci olarak fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü rol oynamış ve 1925'te bu fakülteden mezun olduktan sonra 5 Aralık 1927'de Ankara Barosu'na kaydolmuş ve 1928'de serbest avukatlık ruhsatını alarak, “Türkiye'nin ilk kadın avukatı” unvanının sahibi olmuş. 

Süreyya Ağaoğlu'nu da yine Atatürk'le olan bir anısından hatırlıyor olabilirsiniz. Süreyya Hanım'ın iş yeri evine uzak ve öğle aralarında arkadaşı Melahat Hanım ile ne yapacaklarını çözemiyorlar. Sonunda Süreya Hanım'ın babasına da danışarak yakınlardaki İstanbul Lokantası'na gidiyor iki arkadaş. Ancak İstanbul Lokantası'nda yemek yiyen bu iki yalnız(?!) kadından rahatsız olanlar onları şikayet ediyor. Süreyya bu durumu ilk fırsatta Mustafa Kemal Atatürk'e anlatıyor. Atatürk hemen ertesi gün Süreyya'yı iş yerinden alıyor ve lokantanın önünde durarak herkesin duyacağı yüksek ve keskin bir tonda “Bu gün Süreyya’yı bize götürüyorum ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.” diyor. O günden sonra kadınlar da rahatça lokantalara gidip yemeklerini yiyebiliyorlar. Ben sanırım okul yıllarımda okumuştum bu anektodu. 

Şimdilerde bizim için çok normal olan çoğu şey Cumhuriyet'in ilk yıllarında o kadar sıradışıydı ki! Düşünün senelerce evlere kapatılmış, erkeğin iki adım gerisinden yürümeye mahkum edilmiş kadın artık erkekle yan yana eşit haklara sahip olmaya başlıyor. Tabi ki karşı çıkanlar çok, Atatürk'ün müdahil olduğu ve kadınları öne çıkmak için desteklediği birçok olay var.

Özellikle kız çocuklarımıza beyaz atlı prenslerin gelip prensesleri kurtardığı hikayeler yerine en zor zamanlarda bile dimdik ayakta durup düzene kafa tutarak haklarına sahip çıkan kadınların hikayelerini anlatmalıyız. Konu ilginizi çeker umuduyla aşağıya başka kadınların hikayelerine ulaşacağınız linkler bırakıyorum.

Safiye Ali

Feriha Sanerk

Leman Bozkurt Altınçekiç

Suat Berk, Fatma Beyhan Nil, Melahat Ruacan, Handan Dalay Kaftancı

Fatma Aliye Topuz

Fatma Aliye Topuz'un 17 yaşında evlendirildiğini ve 10 yıl boyunca ancak kocasından gizlice kitap okuyabildiğini öğrendiğimde kendi adıma hissettiğim özgürlüğü ve mutluluğu anlatamam. Düşünsenize 10 yıl boyunca kitaplarınızı saklamak zorunda olduğunuzu! 

Ayrıca şu linkten Türkiye'nin Öncü Kadınları Kampanyası kapsamında yapılan illüstrasyonlara ve bilgilere de ulaşabilirsiniz.

Pazartesi, Ocak 04, 2021

Deniz

Denizden gelmişti. Denizin tuzu teninde, mavisi gözlerinde, dalgaları saçlarında saklıydı. Adı yoktu, "Deniz" diyelim sana dediler.

Öylesine hırçın, öylesine deli dolu, öylesine açtı ki yaşamaya... Hatalar yapıyor, kimisinde ders alıyor, kimisini fark etmiyordu bile. Yolun başına sonuna bakmıyor, sadece yol almaya çalışıyordu. Laftan anlamıyor, yaşayarak öğrenmek istiyor; geçtiği yerlerde fırtınalar, yıkık haneler bırakıyordu.

"Elbet dinecek bu fırtına, durulacak bu deniz ama geç olacak" diyordu bilenler. Duymuyordu. Dünyanın tüm denizleri onu çağırıyor, oysa yeni yeni öğrendiği hayata doymak bilmiyordu.

Yıllar geçiyor, Deniz'in mavi gözleri derinleşiyor, karanlıklar yakın, güneşli günler uzak bir hayal oluyordu. Durmak istiyor ama bir türlü durulamıyordu Deniz. Yorgun, kırgın, ama hala dalgalı, hala hırçın...

Sonunda hırçın dalgaların kayalıklara çarpması gibi çarptı hayatın sınırına. Adı Deniz olsa da deniz gibi değildi. Kırıldı. Köpük köpük geri gelmek yerine bin parçaya bölünüp dağıldı dört bir yana. Artık ne teninde tuz, ne gözünde mavi, ne saçında dalgalar vardı. Geriye yanlızca adı kaldı. 

Deniz... 

...


Denize kızabilir miyiz deniz olduğu için, dalgalandığı için, fırtınalarda nicelerini yuttuğu için? Kızsak ne fayda? Deniz vazgeçebilir mi denizliğinden?

Şimdi diyeceksin ki "Eee? Yoksa sen kendini deniz mi sanıyorsun? Deniz misin? Denizin dengi misin?"

Değilim! Değiliz! Kimse kimsenin dengi, eşiti, aynısı değil. Olmak zorunda da değil. Kendimizi açıklamak, aklamak ya da kimseden saklamak zorunda değiliz. Öyleymişiz gibi hissettirilmesine boyun eğmeyelim. 

Ben bugün çok üzüldüm ve ne yapsam, ne desem boş. Çünkü yaşamayan çok istese bile anlayamaz bazen karşısındakini hatta en yakınındakini. Anlatma isteğimi bastıramıyorım ama biliyorum ki anlatsam da anlaşılmayacağım. 

Sussam gönül razı değil, konuşsam ne çare...


Video biraz değişik ama yine de ruh halime bir şekilde uydu işte... 

 




Pazar, Ocak 03, 2021

Özlem ve Ortaya Karışık Bi'şeyler

Özlemek ne kadar acayip?

Bir zamanlar gördüğümüz ama şimdi göremediklerimizi özlemek... 

Bir zamanlar yapabildiklerimizi ama şimdi yapamadıklarımızı özlemek... 

Eskiden sahip olup şimdi olmadıklarımızı özlemek... 

Çocukluğumuzu, gençliğimizi, özgürlüğümüzü özlemek... 

Paylaşmayı, sarılmayı, dokunmayı özlemek...

Ne kadar basit ama ne kadar değerliymiş bazı şeyler!

Varken kıymeti tam bilinmeyen her şey elden gidince özleniyor sanırım. 

O kadar çok şeyi özledim ki... 

... 

Bugün Instagramsız ilk günümdü. Sabah ailecek kahvaltı yaptık. Sonra Evrim işe gitti, biz de Arya ile oturup hikaye yazdık. O kısa bir hikaye ve mevsimleri anlatan birer kıtalık dört şiir yazdı, ben bir masal yazdım ama bitiremedim. Sonra Arya'ya mısır patlatıp sinema açtım. O ara ben biraz uyudum. 

Uyanınca biraz blog alemine daldım. Arya gün içinde ara ara yazmaya devam etti, iki hikaye ve bir yeni yıl şiiri daha yazdı. Hem babası gibi resim çizmeye hem de benim gibi yazmaya meraklı bir çocuk ve bu beni çok mutlu ediyor. Evet! İşte bir "Mutluluk" sebebi :) 

Bugün hava inanılmaz güzeldi. Uyanır uyanmaz balkondaki bitkileri sulamaya çıktım. Sanki bahar gelmiş, güneş sıcacık yaptı içimi dışımı. Ama nafile tabi Corona yüzünden ev hapsindeyiz maalesef. Tüm gün camdan izledik güneşi, vakitsiz baharı. Uzun zamandır konuşmadığım ve gerçekten çok özlediğim bir arkadaşımla konuştum. Konuşunca sandığımdan çok daha fazla özlediğimi anladım. Benim için arkadaşlıklarım cidden çok kıymetli. 




Kendime bir kahve yapıp salıncağıma sığındım. Yılbaşı ağacının ışıklarını da açtım. Bu yazıyı yazarken salıncakta müzik dinliyorum :) Dingin ve huzurluyum. Biraz da hüzünlüyüm sanırım. 


Dipnot: Bugün çok şeyi özledim ama Instagram onlardan biri değil :) 


Cumartesi, Ocak 02, 2021

Kime Neyi Kanıtlamaya Çalışıyoruz?

Ben bir bağımlıyım! 

Sosyal medya bağımlısıyım maalesef. Gözümü açıyorum Instagram, kapatıyorum Instagram. Saatlerce gözümü kırpmadan o foto senin, bu video benim bakıyorum. Bu konuda ciddi ciddi tedaviye ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Üstelik yalnız olmadığıma da eminim. 

Peki bu bağımlılığın sebebi ne? Ne arıyoruz Instagram'da? Fotoğraf paylaşınca ne oluyor? Paylaşmazsak eksik mi kalıyor yaşadıklarımız, deneyimlerimiz, aldığımız tatlar? Neyi paylaşıyoruz? Kime, neyi kanıtlamaya, neyi göstermeye çalışıyoruz? Ya başkalarının paylaştıklarına neden bakıyoruz? Can sıkıntısından mı? Arkadaşlarımız nerede, n'apıyor görmek, bilmek için mi? Hiç bilmediğimiz, asla da bilemeyeceğimiz başka başka hayatları röntgenlemek için mi? Paylaştıklarımızı görenlerin/"like"layanların sayısı arttıkça mutluluğumuz katlanıyor mu? Takipçi sayımız neşemize neşe, ömrümüze ömür mü katıyor? Yoksa hepsinden bir parça mı?

Canım Ceren şu yazısında "Neden?" sorusuna 5 ya da 7 kez (sayıyı tam hatırlamıyor) dürüstçe cevap verirsek sorunun kökenine ineceğimizden bahsetmişti. 5 soruya bile gerek yok. Neden ve nasıl bağımlı olduğumu dürüstçe yazayım. Hayatımdaki bazı şeylerin eksikliğini Instagram ile kapatmaya çalışıyorum, can sıkıntımı unutmak için Instagram'a sarılıyorum. Neden fotoğraf paylaştığıma gelince, bazen başkalarını adım adım izlerken ben bir şeyler paylaşmazsam tek taraflı röntgencilik olacak gibi geldiği için paylaşıyorum, bazen de herkes yaşıyor ve paylaşıyor, ben paylaşmazsam yaşamıyormuşum gibi algılanır mı acaba endişesiyle paylaşıyorum. Bazen herkes ne kadar da mutlu görünüyor, ben de mutlu anları paylaşmazsam mutsuzum sanılır mı endişesiyle paylaşıyorum. Kısacası kafamdaki saçma sapan senaryolar, endişeler, hatta belki de korkular yüzünden paylaşıyorum. Aslında kimsenin umurunda bile değil biliyorum. Sizin sebeplerinizi ve tutumunuzu bilmiyorum ama benim Instagram'la olan bağım giderek hastalıklı bir hâl aldı sanırım.  

Eskiden canım sıkılınca kitap okurdum, yürüyüşe çıkardım, Evrim'le oyun oynardık ya da bi'şeyler izlerdik. Arkadaşlarım ne yapıyor diye merak edince arar konuşurdum. Yaptığım bir şeyi birileri ile paylaşmak istiyorsam yüz yüze görüşüp konusu açılana dek bekleyebilirdim. Arkadaşlarımızlayken ya da ailemizleyken telefona hiç bakmazdık. Kısacası haberleşmek dışında pek telefon ihtiyacı duymazdık. Sonra bir fotoğraf çekme, her şeyi kayıt altına alma merakı başladı hepimizde. Sanki buluşunca, yemek yapınca, sofra hazırlayınca, bir yere gidince, bir şey alınca, bir şey okuyunca fotoğrafını çekmeyince eksik kalacak bir şeyler. Aslında öyle değil tabi ki ama bugün bir konsere gidip de video paylaşmamak, canlı yayın yapmamak olacak iş değil gibi geliyor birçoğumuza. Ben de her şeyin fotoğrafını çektim, çekiyorum. Umarım bugünden sonra "çekiyordum" diyeceğim. 

2021'de daha çok okumak, arkadaşlarımı daha çok görmek/konuşmak, sevdiklerimle yüz yüze daha çok şey paylaşmak istiyorum. Genel değil, kişiye özel anlarımız, anılarımız olsun. Bu yüzden az önce telefonumdan Instagram uygulamasını sildim. Instagram'a bakma isteği duyunca kitap okuyacağım, Arya ile oyun oynayacağım ya da çıkıp koşacağım :) Umarım bu bağımlılıktan kurtulabilirim.



Hayat kısa
Kuşlar uçuyor...
(Cemal Süreya)  

Dipnot: Mutlu olan insanın bunu ne kimseye göstermeye ne de gerçekliğini kanıtlamaya ihtiyacı olmaz gibime geliyor ama yine de bir açık kapı bırakmak lazım. Bazen ben kendimi bile ikna edemiyorum mutlu olduğuma. Belki de bu yüzden arada sırada gerçekten mutlu olunca "Bakın! Bakın ben de mutlu olabiliyorum!" demek için paylaşıyorumdur. Belki de mutlu olduğumuz anları sevdiklerimiz de görüp bizim adımıza mutlu olsunlar diye paylaşıyoruzdur. İnsanları her şeyi paylaşmaya iten o dürtüyü tam olarak çözemiyorum. Ne desem havada kalacak belki de...

Ah şu "Mutluluk" öyle bir his ki anlatılmaz yaşanır! Umarım 2021'de bol bol yaşarız :)

İkigai

İkigai, şu anda okuduğum kitabın adı. Kitabın alt başlığı "her güne mana ve neşe katmak".  Kısaca açıklamak için  Wikipedia 'y...