Perşembe, Temmuz 30, 2020

Yemek Mimi

Bu mimi Azkaban Firarisi başlatmış. Cevaplayanlar içinde haberdar olduklarımı okudum. Yaza uygun, eğlenceli bir mim olmuş ama bence sorulara tek bir cevap vermek biraz zor. Bakalım nasıl olacak :)

1) İlk yaptığınız yemeği  (yağda yumurta sayılmıyor) hatırlıyor musunuz?

Bulgur pilavı yapmıştım, bol soğanlı, biberli, domatesli. Pirinç pilavına ne kadar uzaksam bulgur pilavına bir o kadar yakınım :)


2) Yemekten en zevk aldığınız yemek ne?

Offfff! Ben genel olarak yemek yeme eyleminden zevk alıyorum zaten. Tek bir yemek seçmek imkansız! Ama çok zevk aldığım birliktelikler var. Mesela karnıyarık-cacık, yaprak sarma-ayran, taze fasulye-cacık gibi. Görüldüğü üzere cacık ve ayranın yeri ayrı bende :D


3) Dünya Mutfakları'nı seviyor musunuz? En sevdiğiniz hangi ülkenin mutfağı?

Komple mutfak olarak seviyorum diyecek kadar iyi bildiğim dünya mutfağı yok pek ama Akdeniz Mutfağını seviyorum genel olarak.


4) Yemeyi hiç sevmediğiniz bir yemek/yiyecek var mı? Varsa nedir?

Çocukken kuru börülce, bakla ve türlü yemeği yemezdim ancak büyüdükçe sevmeye başladım. Halihazırda yemediğim tek yemek kara lahana çorbası / yemeği. Kokusu, dokusu, tadı... Of fenaaa :(
Ama kara lahana sarmasını yiyorum :)



5) Dışarıdan veya dışarıda en çok hangi yemeği yiyorsunuz?

Eğer bir restorana gittiysek mutlaka patlıcan kebabı yiyorum. Zorla başka bir şey yesem bile aklım onda kalıyor. Kendime engel olamıyorum :D Közde pişmiş patlıcanla köftenin uyumuna bayılıyorum. Bir de kokoreç denince akan sular duruyor ama mutlaka İzmir usulü ve bol kimyonlu olacak. Tok olsam bile yerim :)


6) En sevdiğiniz tatlı nedir?

Of bu soru çok zor! Genelde sütlü çikolatalı tatlıları severim ama şöyle güzel yapılmış cevizli ev baklavasına ya da Antep fıstıklı hazır baklavaya asla hayır demem :)

7) En sevdiğiniz içecek nedir?

Kola/Fanta/Gazoz/Meyveli Soda içmeyi bırakalı yıllar oluyor. Çay da sevmem. Geriye kahve kalıyor. En çok içtiğim şey kahve sanırım. Bunun dışında Martini, Kavunlu Keglevich ve Apple Mohito'yu çooooook severim.


Sorular bitti, gerçekten cevaplaması zevkli bir mimdi. Bazı sorularda hile yapmış olabilirim tabi :) Hâlâ yapmayan varsa yapsın, biraz daha haşır neşir olalım yemeklerle :))))

Günün Menüsü'nü bırakayım şuracığa:

Kıymalı Bezelye
Pilav
Ve tabi ki Cacık :)


Çarşamba, Temmuz 29, 2020

Kaç Kişiliktir Aşk?

Aşk kaç kişiliktir, kaç kişi gerekir doya doya yaşamak için? Uzaktan yaşanır mı aşk hiç dokunmadan, paylaşmadan?

Hayat Hanım ve Hayati Bey'i yazarken zorlanıyorum. İstiyorum ki kavuşsunlar ama pek mümkün görünmüyor. Sonra diyorum bitsin bu aşk, bari huzur bulsunlar... Olmuyor. Yaşanmayan aşk bitmiyor.

Kafamda canlandırmaya çalışıyorum. Hayat Hanım hayatına devam etsin diyorum ama bir an gözünü kapatıyor Hayat Hanım, karşısında Hayati Bey! Şimdi ben kimim ki unut onu, devam et hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya diyeyim Hayat Hanım'a? Uzaktan yaşasınlar bu aşkı o zaman diyorum. Sadece gözlerini kapatıp süzülsünler denizin mavisinde. Arada ufak ufak konuşsunlar, rastlaşsınlar... Bu kez de küllenip küllenip alevlenir mi aşk diyorum.

Diyeceksiniz ki hikaye senin değil mi, sen yazmıyor musun? Evet hikaye benim, ben yazıyorum ama aşk onların aşkı işte! İçimden bir ses öyle kolay olsa unutup devam etmek, herkes öyle yapardı zaten diyor. Peki ne yapayım? Hikayenin sonu geldi çoktan, köşede bekliyor beni ama oraya nasıl varacağımı bilemiyorum henüz.

Kimse üzülmesin, ne şiş yansın ne kebap derken benim beynim yanıyor. Yok bulmalıyım bir çıkar yol bu hikayeye.



Cumartesi, Temmuz 25, 2020

Hayat ve Hayati Kaptan - 3. Bölüm

Hayat zorlukla vapurdan indiğinde adayı bir fırtınanın esir aldığını gördü. Hızlıca eve gitmeye niyetlendiyse de yağmurun artan şiddetine dayanamayıp gördüğü ilk saçak altına sığındı. "Hayat kızım, gel içeri. Yağmur dinecek gibi değil, içeride bekle en iyisi". dedi adanın emektar bakkalı Rasim Efendi.

Hayat içeri girince Hayati Kaptan'ın eşi Yasemin Hanım'ı gördü ve o anda yanaklarına bir alev bastığını hissetti. Rasim Efendi iki kadını kendince tanıştırdı:

- Hayat Hanım kızımız, adamızın incisidir; Yasemin Hanımlar da adamıza yeni taşındı sayılır, Hayati Kaptan'ı bilirsin. Yasemin Hanım onun eşi.

- İsminizi çok duydum Hayat Hanım, adada herkes sizi çok seviyor. Tanıştığımıza memnun oldum.

- Ben de memnun oldum Yasemin Hanım, hoş geldiniz adaya.

- Teşekkürler. İskeleden geliyorsunuz sanırım, vapur seferi iptal mı oldu acaba yine?

- Evet, kötü hava koşullarından iptal edilmiş.

- Ah öyleyse Hayati de eve döner az sonra. Ben de gideyim, merak etmesin. Lütfen tanışıklığımız burada kalmasın Hayat Hanım, evimize de beklerim.

- Teşekkür ederim Yasemin Hanım. Görüşmek üzere diyelim o vakit.

Yasemin Hanım, Rasim Efendi'yle de selamlaşarak dükkandan hızlıca ayrılınca Hayat'ın tüm gücü bir anda tükeniverdi ve yanındaki raflardan birine tutundu. Rasim Efendi:

- Hayat kızım, iyi misin? N'oldu birden?

- Endişeye mahal yok Rasim amcacım. Kahvaltı yapmadan çıkmıştım, başım döndü sanırım bir an.

- Aman kızım, dikkat et kendine. Gel sen şöyle otur ben sana hemencecik bir sandviç yapayım, çay da söyleriz. Hem epeydir de iki lafın belini kırmadık karşılıklı, bir güzel hasbihal ederiz.

Hayat bir an önce eve gitmek istese de buna gücünün yetmeyeceğini anlamıştı. İstemeyerek de olsa kabul etti Rasim Efendi'nin teklifini. Rasim Efendi, bir yandan sandviç hazırlayıp bir yandan da adadaki son havadisleri Hayat'a anlatmaya başlamıştı. Ama Hayat duymuyordu, kulakları uğulduyor, başı dönüyordu. Şu yaşında içine düştüğü hâle anlam veremiyor, Hayati Kaptan'ı aklından çıkaramıyordu. Yasemin Hanım'la bizzat tanışınca gerçekler yüzüne tokat gibi çarpmış, varlığını derinden sarsmıştı.

Hayat düşüncelerden sıyrılıp kendini toplamaya çalıştığı sırada dükkana elinde kapatmaya çalıştığı şemsiyesi ile biri girdi.

- Ooo Rıfat Bey oğlum, seni gören cennetlik! Nerelerdesin sen?

-  Geldim işte Rasim amcacım. Maşallah zaman sana hiç işlememiş, hâlâ değme delikanlılara taş çıkartıyorsun!

- Sen de hiç değişmemişsin Rıfat Bey oğlum, hâlâ pek şakacısın. Bizden geçti artık, sıra siz gençlerin. Bak Hayat kızım da burada. Siz aynı sınıftaydınız değil mi lisede?

- Merhaba Hayat. Yıllar oldu görüşmeyeli ama hiç değişmemişsin.

- Merhaba Rıfat. Sen de hiç değişmemişsin.

- Bak, demedim mi Rasim amca, hiç değişmemiş Hayat gerçekten! Aynı o eski naif, ince Hayat! Yoksa şu saçlarına ak düşen adama kim der hiç değişmemişsin diye.

Hayat, gerçekten tüm içtenliğiyle tebessüm etti ve içinden şükretti Rıfat'ın gelişine. O bilindik neşesiyle fırtına bulutlarını dağıtmış, Hayat'ı daldığı tekinsiz denizlerden çekip çıkarmıştı.


*Şarkı: Gönül - Fikret Kızılok




Salı, Temmuz 21, 2020

Hayat ve Hayati Kaptan - 2. Bölüm

Günler geçiyor, mevsimler değişiyordu. Kış gelmiş, ada sessizleşip sakinleşmiş, adanın yerlileri gündelik hayatlarına dönmüştü. Yazın o şen cıvıltıları yerini dinginliğe, bilindik bir huzura bırakmıştı. Kış gelince vapur seferleri de azalmıştı. Bazı günler kötü hava koşulları sebebiyle seferler tümüyle iptal ediliyordu. O günlerden birinde Hayat vapura binmiş, kitabını açıp okumaya başlamıştı. Vapurdaki adalılar seferin iptal edildiğini ilan eden anonstan sonra teker teker çıkışa yönelmişti. Ancak Hayat elindeki kitaba mı yoksa kendi içindeki fırtınalara bilinmez öylesine dalmıştı ki ne anonsu duydu ne de insanların vapurdan inişini fark etti.

Hayati Kaptan, her zamanki gibi kaptan köşkünden izlemişti vapura binen üç beş ada sakininin hüsranla vapurdan inişini. Hayat'ı görememişti. Merakına yenik düşüp kaptan köşkünden ayrıldı ve yolcu salonlarına bakmaya başladı. İşte, oradaydı Hayat! Tam karşısında! Elindeki kitaba öylesine dalmıştı ki anonsu duymadığını tahmin etmek hiç de zor olmadı Hayati Kaptan için. Bir süre hiç ses çıkarmadan izledi Hayat'ı. Hayat'ın içinden bir ürperti gelip sarstı tüm bedenini. Başını kaldırınca Hayati Kaptan'la göz göze geldi.

Bir anlık sessizlikten sonra Hayati Kaptan zor da olsa konuşmaya başladı:

- Sefer iptal edildi. Hava elverişli değil. Anons yapıldı ama..."
- Öyle mi? Hay Allah! Hiç duymadım, dalmışım.
- Çok sürükleyici bir roman olmalı elinizdeki.
- Öyle gerçekten de.

Hayat'la Hayati Kaptan konuşurlarken duran zaman sustukları an tekrar olanca hızıyla akmaya başlamıştı. Hayat Hanım biraz utanarak:

- Kusura bakmayın vaktinizi aldım, daha fazla işgal etmeyeyim vapuru. İyi günler dilerim.

Hayati Kaptan, bir daha hiç konuşamazlar diye o kadar çok korkmuştu ki:

- Ben de kitaplar gibi vapurları ve denizi severim. Daldım mı çıkamam engin mavilerden. Kaptan köşkünden ufka bakmak gibisi yoktur.

- Ne güzel, tutkunuz işiniz olmuş.

- Siz de kitaplar üstünde çalışıyorsunuz sanırım.

Hayat, şaşırmıştı Hayati Kaptan'ın onunla ilgili bir şeyler bilmesine ama bir anlık şaşkınlıktan sonra kendi kendine "Ada küçük, herkes her şeyi biliyor zaten." diyerek geçiştirdi benliğini saran umut dalgalarını.

- Evet, küçük bir yayınevinde redaktör olarak çalışıyorum.

- Ne güzel, hep kitaplarla iç içesiniz demek.

Bir kez daha sessizlik çökmüştü yolcu salonuna. Hayat, bir adım attı, bir adım daha... Hayati Kaptan'a doğru yürürken yıllar geriye doğru gidiyor, Hayat toy, genç bir kız gibi giderek daha da heyecanlanıyordu. Hayati Kaptan kenara çekilmek, Hayat'a yol vermek istiyordu ama sanki dizlerinin bağı çözülmüş, vücudundaki tüm kan çekilmiş gibiydi. Sonunda güçlükle çekilerek Hayat'a yol verdi. Hayat, son bir kez Hayati Kaptan'a bakarak:

- Tekrar kusuruma bakmayın, vaktinizi aldım.

- Ne demek! Esas siz kusura bakmayın, sizi lafa tuttum.

- Rica ederim. Size iyi günler dilerim.

- İyi günler Hanımefendi.

Hayat, elinden geldiğince hızlı adımlarla vapurdan inmeye çalıştı ama ayakları adeta geri geri gidiyor, varlığı Hayati Kaptan'dan bir milim uzağa gitmeye bile direnç gösteriyordu. Hayati Kaptan, olduğu yerde öylece durup milim milim ondan uzaklaşan Hayat'ı ve aklından gelip geçen milyonlarca olasılığı izliyordu.


*Şarkı: Fikrimin İnce Gülü - Sema


Dipnot: Bu sadece bir öykü. Üstelik tarihte yazılan ne ilk ne de son yasak aşk öyküsü. Bu sebeple mevzuları çok da içselleştirmeden okursak öyküden keyif alabiliriz :)

Pazar, Temmuz 19, 2020

Düşünmek zordur, bu yüzden yargılamayı seçer insanlar.

Çok zordur düşünmek. Acaba ne oldu, nasıl oldu, neden oldu? Zordur cevapları arayıp bulmak. Ama yargılamak öyle mi? Ne olmuşsa, neden olmuşsa olmuş bitmiş işte!

- Kötü olmuş. / Oh iyi olmuş. / Hiç iyi olmamış. / Hak etmiş. / Hiç hak etmemiş./ Keşke öyle olmasaymış. / Keşke böyle olsaymış. / Hiç öyle şey olur mu?

Ne kadar kolay fikir beyan etmek!

Derdini anlatan öğüt beklemez, akıl istemez, yargılanıp hüküm giymek, haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış ilan edilmek istemez. Sadece anlaşılmak ister.  "Haklısın" sözü değildir içimizi rahatlatan. Ya da haksız olduğumuzun acımasızca yüzümüze vurulması da değildir bizi daha da bedbaht eden.

"Seni anlıyorum" ya da dürüstçe "Seni anlamıyorum ama ne halde olduğunu görüyorum"dur beklenen kelimeler. "Ben olsam"la başlar hep cümlelerimiz. Oysa mevzu ben olsam değildir asla.

Herkes kendi durduğu yerden bakar hayata. Kimse kimsenin yerine koyamaz gerçekte kendini çünkü hiçbir tepki sadece o anlık bir karardan ibaret değildir, ardında yaşanmış koca bir hayat vardır. Kendi hayatımızla tek bir olaya bakıp "ben olsam" diyemeyiz. O hayatı biz yaşasak biz "biz" olmaz, o kişi olurduk zaten.

Kimse ben olamaz, ben de kimse olamam. İşte bu yüzden kimsenin yaptığını yargılama hakkına da sahip değilim  Üç günlük dünyada birbirimize gerçekten yarenlik edebilmek için bir yargıya varmadan dümdüz bakmayı, görmeyi, sadece düşünüp anlamaya çalışmayı öğrenmemiz lazım.

Şimdi bu mevzu nerden çıktı diyecek olursanız. Piyangodan çıktı :)) Şaka şaka :) Instagram'da gördüğüm şu paylaşımdan çıktı:






Cuma, Temmuz 17, 2020

Gelin bugün kendimizi bir kenara bırakalım; bir çocuğa, bir aileye umut olalım

Bugün kendimizi bırakalım bir yana. Nasılsa bir yere kaçmıyor, kaçamıyoruz. Bugün kendimizden başka birini düşünelim; bir çocuğa, bir aileye umut olalım. Gökalp'la tanışalım.



Gökalp SMA hastası ve Zolgensma tedavisi için hepimize ihtiyacı var. Tedavi için gereken miktar çok ama biz de çokuz, çok olmalıyız. Damla olup damlamalı, çoğalıp göl hatta okyanus olmalıyız. Daha önce oldu. Nil için yürütülen kampanyada gereken miktar toplandı. Detaylar için şu linke  tıklayabilirsiniz. Gökalp için https://www.gofundme.com/f/gokalp039a-adim-olun adresinden bağış yapabilirsiniz. Bir kez bağış yapınca düzenli olarak bilgi maili geliyor genelde kampanyayı başlatan kişiden. Gökalp tedaviye adım adım yaklaştıkça umudumuz tazelenecek, hem Gökalp hem de tüm insanlık adına. 



Gökalp'in ailesine ait olan Instagram hesabına göz atıp detayları öğrenebilirsiniz. Hadi bugün çok olalım, umut olalım, ne kadar çok iyi insan olduğunu görüp geleceğe umutla bakalım!

Perşembe, Temmuz 16, 2020

Hayat ve Hayati Kaptan - 1. Bölüm

Hayat Hanım ağır aksak adımlarla çıktı yokuşu. Son günlerde iyiden iyiye güçten düşmüştü. Kendine iyi bakmalısın demişti doktoru. Bakıyordu ya, artık pek zamanı kalmamıştı. Eve vardığında hissettiği yorgunluk, açlığını unutturdu. Zaten yiyeceği bir iki lokmaydı, onu da yemese olurdu. Son bir gayret merdivenleri tırmanıp yatağa bıraktı kendini. Başını yastığa koyunca Hayati Kaptan düştü aklına. Hayatın pek de komik olmayan şakalarından biriydi onların hikayesi. 

30'lu yaşlarının başındaydı Hayat, Hayati Kaptan'la karşılaştığında. Aralarında çok yaş farkı yoktu ama yaşanmışlıkların farkı çoktu. Hayati Kaptan, evli 2 çocuk babası bir vapur kaptanıydı; Hayat bekar ve çocuksuz. Kendi tercihiydi bekarlık. Her genç kız gibi onu da ne doktorlar, ne mühendisler istemişti ama o hepsine hayır demişti. Hayat pek benzemiyordu kendi çağının genç kızlarına, kadınlarına. Kısacık saçları, renk renk espadrilleri ve kendi diktiği birbirinden güzel heybeleriyle tanınırdı. Uzaktan gören bile anlardı gelenin Hayat olduğunu. Hiç sakınması yoktu erkekten, esnaftan, gençten yaşlıdan. Herkes birdi onun için. Kocaman kahkalarıyla ve ayaküstü neşeli sohbetleriyle çok sevilirdi adanın dört bir köşesinde. 

O yıllarda kızlar belli bir yaşa kadar evlenmedikleri zaman "evde kalmış" sayılırdı. Hayat da kendi isteiği ile "evde kalmak" istemişti ama yaşı sözüm-ona geçse de görücülerin ardı arkası kesilmiyordu. Öyle zamanın kızları gibi ince belli, çıtı pıtı, su gibi güzel bir kız değildi ama boyu posu, neşesi, enerjisi bambaşkaydı. Anlatmakla olmaz, görseniz hemen o saniye anlardınız. Görenler unutamıyor, kapıya paspas, bacaya duman oluyor ama bir türlü Hayat'ın gönlünü kazanamıyorlardı. 

Hayat, Cağaoğlu'nda bir yayınevinde redaktör olarak çalışıyordu. Her sabah vapura biniyor, vapurdan inip yürüyerek Cağaloğlu'na çıkıyordu. Öğle arasında Kapalı Çarşı'yı gezmeye bayılıyordu. Heybeleri için kumaşları oradan alıyordu. Bazen de Mısır Çarşısı'na uğrayıp severek yaptığı birbirinden lezzetli yemekler için tek tek koklayarak çeşit çeşit baharatlar dolduruyordu heybesine.

Vapura binmeyi çok seviyordu Hayat. Hayati Kaptan'la karşılaşması da bir vapur seferinden mütevellit olmuştu. Bir Perşembe günü, iş çıkışı her zaman olduğu gibi eve dönmek için vapura bindi Hayat. Ama o seferde adalara gidecek vapur arızalanmış, yerine geçici olarak başka bir vapur tahsis edilmişti. Hayat, vapura binerken göz göze gelmişti Hayati Kaptan'la ve o an Dünya birkaç saniyeliğine durmuş, yer çekim kuvveti kuvvetini yitirmişti. Hayat, yolcu salonuna; Hayati Kaptan, Kaptan Köşkü'ne çıkmıştı çıkmasına ama ikisi de denizle gök yer değiştirmişçesine suda seyir etmiyor, adeta gökyüzünde süzülüyorlardı. Hayati Kaptan yukarı çıkmış, Hayat aşağıda kalmıştı ama boşlukta süzülen ruhları hemen hemen aynı yerdeydi. Birbirlerini gördükleri o kısacık anda dönmeyen dünyaya, ayaklarını yerden kesen çekim kuvvetsizliğine takılıp kalmışlardı.

Yolculuk göz açıp kapayıncaya dek bitti mi yoksa bir ömür mü sürdü bilinmez ama vapur ada iskelesine yanaştığında birlikte uçan iki kalpte derin bir sızı başladı ansızın. Ömürlük bir sızı. Sonraki günlerde istemsizce Hayati Kaptan'ı aradı hep Hayat'ın gözleri. Günler, haftalar geçti. Bir gün hiç ummadığı anda görüverdi Hayat, Hayati Kaptan'ı adanın en sevdiği sokağında. 

Hayati Kaptan, Hayat'ı ilk kez gördüğü o andan beri ayakları bir türlü yere basmayan kalbine yenik düşmüş; çalıştığı hattı değiştirip ada hattına geçmiş; ailesini de alıp adaya taşınmıştı. Nasıl yapmıştı tüm bunları hiç bilmiyordu. Oysa o güne dek aklı başında, ayakları yere basan, herkesin gıptayla baktığı bir aile babasıydı Hayati Kaptan. 

Karşılaştıkları anda ikisi de günlerdir ilk kez nefes alıyormuş gibi ferahlamıştı. Göğüs kafeslerini sıkıştıran kocaman yükten kurtulmuş gibi hissettiler bir anda kendilerini. Hayati Kaptan, ayaklarını daha sıkı yere bastı yer ayağının altından kaymasın, esen hayat rüzgarı onu bilmediği diyarlara savurmasın diye. Ama nafileydi çabası. Hisleri kelimelere dökmek zordur bazen ama bedenleri birbirinin tersi istikamete gidip de bu kadar birbirine koşan iki ruh da kelimelerle anlatılamaz zaten.

Sonraki günlerde Hayat ve Hayati Kaptan ayrı ayrı ama birmişçesine gidip geldiler adalardan şehre, şehirden adalara. Hiç konuşmadan, birbirlerini görmeden ama tüm varlıklarını hissederek ruhlarıyla süzüldüler gökyüzünde. Hayat, kısa sürede ada ahalisinden öğrendi yeni taşınan kaptanın hayatına dair ayrıntıları. İlk karşılaştıkları gün vapurun ada iskelesine yanaştığında başlayan kağıt kesiği gibi o ince sızı, birkaç kat derinleşti yüreğinde. Hayat işte! Yine de isyan etmedi. Bir ömrü aşkı hiç tatmadan yaşayıp ölmektense aşkın en acısına bile razı olunacağını anlamıştı bir kez başına gelince. Hayati Kaptan isyan etmek şöyle dursun ne yaptığını, neden yaptığını bile bilemiyordu. Şu yaşına gelmiş, böylesine yerden kesilmemişti ayakları. Uçtukça yere basmak istiyordu ama ulaşamıyordu ne aklı ne de ayakları yere. Düşünmüyor, sorgulamıyor, cevap aramıyordu. Tek dileği Hayat'ı görmek, kısacık saçlarından bir perçemin yüzüne düşüşünü izlemek, bir gülümsemesine tanık olmaktı. Kaptan Köşkü'nden izliyordu her gün Hayat'ın vapura binişini.

Fotoğraf http://www.eskiistanbul.net/tag/vapur/ sitesinden alınmıştır.




Öykünün devamı aşağıdaki linklerde:


Başlarken bu kadar uzun süre devam edeceğini düşünmemiştim ama anlatılması gereken bir öyküymüş demek ki.

Pazartesi, Temmuz 13, 2020

Bazı şarkıların hikayesi kendinden büyüktür duymak isteyene!

Bazı şarkılar vardır, hikayesi bir şarkıya sığmaz, anlatsan roman olur. Usul usul anlatır şarkı dinleyene arkasındaki koca bir hikayeyi. Bundandır bazı şarkıları çok sevişimiz.

Bir şarkı söyleyelim beraber, yarınlara umut kalsın!

Sonbaharı özleyenlere...






Hayat deyip geçemezsin bazen...

Leyla hiç gelmeyeceğini bile bile sanki az sonra kapıdan girecekmiş gibi telaşla hazırladı her şeyi. Salatayı yaptı, sosu hazırladı, köfteleri kızarttı. Sofrayı kurdu sebepsiz yere pır pır kanat çırpan kalbiyle.

İmkansızı beklediğini biliyordu. Nasıldı o söz? "İmkana mecbur, namümküne meftun"du Leyla. Ama işte imkansızın içinde bile bir "imkan", bir ihtimal vardı. O ihtimale tutunuyordu Leyla. Heyecanla kurduğu sofraya oturdu. Hayal gücünü çalıştırdı, çalıştırdı, çalıştırdı. Getirip karşısına oturttu imkansızını. Sonra sordu:

- Neden? Neden gelmedin?

- Gelemedim.

- Hayır! Sen gelmedin!

- Nasıl gelebilirdim ki? Biliyorsun, hayat...

- Bu Hayat, hep bana karşı mı işliyor? Bu kez değil! Bu kez "Hayat" deyip geçemezsin. Gelmedin! Çünkü gelmeyi o kadar çok istemedin. Çünkü gelsen...

- Hayat...

Leyla biliyordu hayatı, insanı nasıl sarıp sarmaladığını, nasıl nefessiz bıraktığını. Ama hayat bile bu kadar acımasız değildi. İki fırtına arasına esler veriyordu, toparlanıp ayağa kalkmak için. İşte o es kaçmıştı bu kez ellerinden. Ama yok! Bu kez hayat değildi tek suçlu. İmkansız yarıyolda bırakmıştı Leyla'yı içindeki imkana aldırmaksızın. Ama zaten hep böyle değil miydi? Biri hep daha önce sever, daha çok sever, daha çok acı çekerdi. Hani demiş ya üstad, "Her şeyden önce ben, seni sevdim, / Biliyorum; inanırım, / Sen de beni sevdin... / Ama her şeyden önce değil." İşte tam da buydu imkansızın imkanları hiç ediş sebebi!

Leyla kızamıyordu bile. Kızsa kime kızacaktı ki zaten? Hayalinde var ettiği aslında gerçek bile olmayan birine nasıl kızılırdı ki? Hep hayallere tutunmuştu, belki de artık gerçeğe dönmenin zamanı gelmiş de geçiyordu. 27 senelik bekleyişine son vermeye karar verdi Leyla.

Sofrayı toplayıp her şeyi mutfağa taşıdı. Salatayı kapaklı bir kaba aktardı, köftelerin durduğu tabağı streç filmle kaplayıp dolaba kaldırdı. Çantasını alıp kapıdan çıkmadan önce son kez şöyle bir göz gezdirdi eve. İmkanlı-imkansız tüm olasılıkları ardında bırakıp çekip gitti Leyla. Hayat'a karışmaya mı yoksa tamamen dışına çıkmaya mı bilinmez.



Çarşamba, Temmuz 01, 2020

Yumruğumuz kadarmış kalbimiz...

Bir kaşık suda fırtına koparmak deyimini severim. Bir yumrukluk yerde kopan fırtınalar düşünülürse bir kaşık suda da kopabilir küçük bir fırtına diye geçer içimden.

...

Yürek yemiş derler cesaret gerektiren işler yapan için. İlkel kabilelerde yapılan seramoniler gelir aklıma. Kabile liderlerinin ateş başında yabani hayvan kalbi yediği ve cesaretine cesaret eklediğine inanılan sahneler...

...

İnsan kim olduğunu değiştirebilir mi? İçinden gelene dur deyip dışından beklenen olabilir mi? Hadi oldu diyelim... Mutlu olabilir mi? Sorular retorik değil. Gerçek birer soru. Var mı cevabı bilen? Bir cevaba ihtiyacım var çünkü kendim sona varıp cevabı bulamıyorum. Hep tökezliyorum yolda.

...

Neden ben olmaya direnmek bu kadar zor? Neden ben olmak bu kadar cazip? Neden ben eremiyorum huzura hayat inadına bu kadar sakin ve huzurluyken?

...

Kafamda hep aynı deli sorular... Dönüp dolaşıyorlar. Ne yaparsa yapsın kendini yine kürkçü dükkanında bulan bir tilki miyim yoksa gerçekten yola çıkmaya cesareti olmayan, yürek yememiş bir korkak mı?

...

Cevaplara ihtiyacım var. Huzura ihtiyacım var. Her yer huzur, içim hariç!*

*yazarken aklıma Afrika geldi candan ötem sağolsun <3 p="">




Son Günler

Salı günü yine Trabzon'daydık. HPV ve Smear sonuçlarım negatif yani temiz çıkmış. Bu güzel haber :) Ama - olmasa şaşarım - yaralar var...