Çarşamba, Ocak 24, 2024

Karanlık Orman

Karanlık Orman, Üç Cisim Problemi kitabı ile başlayan Dünyanın Geçmişi serisinin ikinci kitabı. İlk kez bir serinin ikinci kitabını bu kadar çok beğendim ve ilk kitap için yaptığım eleştiri fazla mıydı acaba diye düşünürken buldum kendimi. İkinci kitabı yazan adamla ilk kitabı yazan adam farklı kişiler gibi sanki. Neden ilk kitabı o kadar sıkıcı yazmış anlayamadım doğrusu. Sanırım ilk kitap gerçekten uzun ve sıkıcı bir "giriş" bölümü ve asıl aksiyon ikinci kitapta yani "gelişme" bölümünde başlıyor. 

Kitap ağır bilim kurgu ve çok katmanlı. Uzaylı istilası öncesi dünyada yaşanan krizi anlatıyor. Uzaylıların dünyaya varması 450 yıl alacak ama bu süreçte dünya kendi içinde çatırdamaya başlıyor. Kitaptaki bilim kurgu öğelerini bir kenara bırakırsak alt metinde ciddi bir toplum ve ahlâk eleştirisi de var. 

İlk kitap aşırı teknik bilgi içeriyor. Fiziğe merakınız varsa seversiniz ama yoksa baya sıkıcı. Okurken ya ben tam anlamadım hissiyatı oluşuyor yer yer. İkinci kitap daha kurgu odaklı, bilimsel mevzular daha anlaşılır bir dille anlatılmış, daha rahat okunuyor. Şu an %70'ini okudum ikinci kitabın; üçüncü kitaba geçmek için harıl harıl okuyorum. Bitirdiğimde seri ile ilgili son fikrim ne olacak çok merak ediyorum. 

İkinci kitapla ilgili yapacağım tek eleştiri, ilk kitapta olan bir karakterin ikinci kitapta tekrar karşımıza çıkması ama konuşmasının, kullandığı kelimelerin ilk kitaptan farklı olması. İlk kitaptaki diyaloglarında asla kullanmadığı bir kelimeyi ikinci kitapta sürekli kullanıyor. Çeviriden kaynaklı olabilir bu problem diye düşündüm ama ilk iki kitabı aynı çevirmen çevirmiş. Karakter devamlılığı açısından beni rahatsız etti ama başkası için sorun olmayabilir. 

Bilim kurgu seviyorsanız seriye bir şans vermelisiniz. Kitap fiyatları insanın gözümü korkutacak boyutlara geldi maalesef. Serinin tamamını almak isterseniz kargoyla beraber 1000 TL civarında bir meblağ tutuyor. Anna's Archive'da kitabın ücretsiz pdf hali mevcut. İnternetten indirip okuyabilirsiniz yazarken biraz utanıyor ve çekiniyorum ama insanların kitap okuma hakkı ekonomik koşullarla sınırlandırılmamalı. İdeal bir dünyada yaşıyor olsaydık, korsan yayınların önüne geçmek için her bireye kitap okuma bütçesi verilmesi lazım derdim ama o kadar naif kalamıyor insan mevcut düzenin içinde maalesef. 



Salı, Ocak 23, 2024

İlk Skeç Denemem

Okulumuzda kutlanacak Kütüphanecilik Haftası için bir skeç bulunması gerekiyordu. Bulamadık. Ben de oturup sıfırdan yazdım. Nasıl daha komik hâle getirebilirim diye düşünürken aklıma Hababam sınıfı geldi ve hemen karakterlerimi Hababam sınıfının karakterlerine dönüştürdüm. İlk Skeç denemem olduğu için acemiliğimi mazur göreceğinizi umuyorum. Lütfen okurken bu skeçin öğrenciler tarafından sahneye konulacağını göz önünde bulundurun :) 

1. Perde

Mekân: Sınıf 

Karakterler: Öğretmen - Öğrenciler

(Öğretmen sınıfta tahtanın önünde gezinerek konuşur.) 

Öğretmen: Evet çocuklar, bu dersimizde omurgalı hayvanların kaç gruba ayrıldıklarını öğrendik. Hadi birlikte tekrar edelim. Söyle kızım Ayşe, omurgalı hayvanlar kaç gruba ayrılır?

Ayşe: 5 gruba ayrılır Hocam: Memeliler, kuşlar, sürüngenler, amfibiler ve balıklar. 

Öğretmen: Aferin Ayşe. Peki Necmi sen de bize inekler hangi gruba girer söyle bakalım. 

Necmi: Söylerim Hocam ama bu soruyu Şaban'a sorsanız daha iyi olur bence. Sonuçta inek deyince konunun uzmanı Şaban. Değil mi arkadaşlar? 

(Sınıftakiler gülerler.) 

Şaban: Ulan Güdük, ben sana sorarım bunun hesabını. 

(Sınıfta yine gülüşmeler olur.) 

Öğretmen: (kızarak) Necmiii, sululuk yapma. Otur yerine. Sen söyle Ahmet, yavrucum, inekler nasıl hayvanlardır. 

Ahmet: Memeli hayvanlardır, öğretmenim. 

Şaban: Teessüf ederim Ahmetcim, sana hiç yakıştıramadım. 

(Ahmet, şaşkın bir şekilde bir Şaban'a bir öğretmene bakar.) 

Öğretmen: Yeter, bırakın laubaliliği. Ferit sen kuşlara; Şaban sen de sürüngenlere örnek ver çocuğum.

Ferit: Kartal ve serçe kuşlara örnektir Hocam. Bi de Kel Mahmu.. yani şey kelaynak kuşları vardır.

Öğr. : Otur yerine! Şaban söyle bakalım. 

Şaban: Eee.. Şey... 

(Şaban, sağına soluna bakınır, arkasına döner) 

Şaban: Ne bakıyonuz ulan, yardım etsenize! 

(Kimse cevabı söylemez.) 

Öğr. : Çocuğum az önce bahsettik ya derste. Mesela hani böyle yerde sürünen bir hayvan vardır. Derisinden ayakkabı yapılır, çanta yapılır, bazıları zehirlidir. Hangi hayvandır bu? 

Şaban: Buldum! Fil!

(Herkes güler.) 

Öğr. : (Kızarak) Hayır çocuğum! Hiç fil olur mu? Dersi hiç dinlememişsin. Sana ödev veriyorum. Yılanları araştırıp gel, yarın derste sen anlatacaksın. 

(Öğretmen sözünü bitirdiği an sahneye Hafize Ana girer ve elindeki zili çalar. Öğretmen çıkar. Şaban ne yapacağını bilemez halde arkadaşlarına sorar.) 

Şaban: Yaktınız ulan beni! Niye yardım etmediniz hoca sorunca? Ne anlarım ben yılandan? Nerden bulacağım ben şimdi yılanı? 

Necmi: (elini Şaban'ın omzuna atarak) Aman bunda düşünecek ne var  be Şaban! Yaz Google amcaya, çıksın karşına!

Şaban: Öyle mi diyorsun? 

Necmi: Tabi ya! 

Gülüşürler - Perde kapanır.


2. Perde

Şaban bilgisayar başında araştırma yapmaktadır. Klavye ile yazar: "Yılan"

Bunu mu demek istediniz: Fatih Ürek - Yılan dansı

Fatih Ürek gelir yılan dansı yapar, Şaban da onunla oynar. Ama sonra seyirciye döner, eliyle deli mi ne hareketi yapar ve basar tekmeyi yollar. Bilgisayara dönüp bir daha dener. 

Bunu mu demek istediniz: Kobra Murat

Bu kez sahneye Kobra Murat gelir. Şaban onunla da oynar ama yine aklına yatmaz. Yok sen de değilsin deyip ona da basar tekmeyi. Tekrar dener. 

Bunu mu demek istediniz: Yılın modası Yılan derisi çantalar ve ayakkabılar

Sahneye yılan derisi çanta ve ayakkabı atılır. Şaban çantayı takar, şöyle bir bakar. Çantayı sallayıp atar. Tekrar dener. 

Bunu mu demek istediniz: Yılan oyunu

Önce 2 öğrenci sahneye girer, farklı yerlerde dururlar. 3-4 öğrenci bir örtünün altında yılan şeklinde sahneye girer. Kıvrıla kıvrıla ilerler, önceden sahneye gelmiş tek öğrencileri de örtünün altına alıp büyüyerek kıvrılmaya devam ederler. Şaban yılanı sopayla kovalar ve çok sinirlenir bilgisayarı kapatır. O sırada Hafize Ana odaya girer. 

Hafize Ana: Şaban, neyin var oğlum?

Şaban: Hep o Güdük Necmi yüzünden. Yardım etmedi derste. Hoca ödev verdi. Google amcaya sor, söyler dedi ama doğruyu söylemiyor bu makine. 

Hafize Ana: Aaa oğlum, makine ne bilsin? Ona soracağına kütüphaneye gitsene. Orda bir sürü ansiklopedi var. Bulursun elbet aradığını. Bulamasan da yardım istersin. 

Şaban: Hay aklınla bin yaşa sen Hafize Ana! 

Şaban, Hafize Ana'yı yanağından öper ve koşarak gider. 

Hafize Ana: Deli oğlan! der ve başını iki yana sallayarak güler. 

Perde kapanır. 


3. Perde

Mekân: Kütüphane

Şaban şaşkın şaşkın bakınarak kütüphaneye gelir. Biraz çekinerek görevlinin yanına gider. 

Şaban: Merhaba. Ben yılan arıyorum da... Siz de var mı? 

Görevli: Yılan mı? Hımm... Sanırım yılanlarla ilgili bilgi arıyorsun. 

Şaban: Evet, evet! 

Görevli: Hımmm.... Bir bakalım. 

Görevli kitaplar arasında şöyle bir dolaşır ve elinde bir kitap ile geri döner. 

Kitap: Hayvanlar Alemi Ansiklopedisi - Sürüngenlerin Yaşamı

Görevli: Bu kitapta aradığın bilgileri bulabilirsin. 

Şaban sevinçle kitabı açar. İçindekiler sayfasından yılanlar sayfasını bulur. Kitaptan birkaç cümle okur. 

"Yılanlar omurgalı sürüngenlerdir. Antarktika ve çoğu ada dışında dünyanın her yerinde bulunur. 520 cins ve 3900'ün üzerinde türü kapsayan tanımlanmış on beş yılan familyası bulunmaktadır. Büyüklükleri 10cm.den  7.6 metre uzunluğa kadar değişiklik gösterir. Türkiye'de 47 tür yılan bulunur."

Şaban: Ulan Güdük bir de çok şey bilirim diye geçinirsin. İyi ki ben senden akıllıyım da kütüphaneye geldim. Bak, Google amcanın 4 seferde yapamadığını kütüphaneci amca şak diye yapıverdi.



Bu tadı yakalamak mümkün değil ama ucundan kıyısından hatırlayıp güldürebilirsem ne mutlu bana :) 


...

Ufak tefek düzeltmeler, değişiklikler olabilir. Bu ilk taslak. Mesela kütüphane görevlisi yerine Mahmut Hoca canlandırılabilinir. Google arama kısmı için daha komik bir şeyler bulunabilir belki. Bilemiyorum işte. Gecenin 4'ünde anca bu kadar oluyor :)) Gündüz gözüyle tekrar bakacağım :) 

Pazartesi, Ocak 22, 2024

Ağaç Ev Sohbetleri #231

Uzun zamandır Ağaç Ev Sohbetlerine katılmamıştım. Bu hafta dinlediğim bir podcast beni bu yazıyı yazmaya itti.

Podcastte 1972 yılında Uruguay Hava Kuvvetleri'nin 571 sefer sayılı uçuşunda meydana gelen kaza ve kazazedelerin hayatta kalma mücadelesini anlatan Kar Kardeşliği filminden bahsediliyor. Kazazedeler hayatta kalmak için kazada ölmüş olanları yemek zorunda kalmış. Linke tıklayarak çok daha detaylı bilgiye ulaşılabilir. İşte haftanın sorusu da bu:

Ölümle burun buruna olduğunuz bir anda normal koşullarda asla yapmam  dediğiniz bir şeyi yapar mısınız? Hayatta kalmak için ölmüş bir insanı parçalayıp yiyebilir misiniz? Hayatta kalma iç güdünüz ağır basar mı yoksa ben insanlığımı (nedir insanlık?) kaybetmeden ölmeyi yeğlerim mi dersiniz?

Evrim'le tartıştık bu konuyu. Ben ölmeyi seçerim dedim. Evrim, "Ya yanında Arya varsa?" dedi. Arya'nın kendi tercihi ama yemesi için çaba sarf etmem dedim. Evrim, "Ben gerekirse zorla yediririm ikinize de hayatta kalmak için." dedi.

Ölmüş de olsa, yemezsem ben ölecek de olsam yapamam diye düşünüyorum. Ölürüm. Bir köşeye çekilir ve ölümü beklerim. Aksini yapmayı düşününce bile midem reaksiyon veriyor; başıma gelse kimbilir ne hâle gelirim. Böyle bir şeyi Arya'ya da yaşatamam. Hadi diyelim ki hayatta kaldık, o travmayı nasıl atlatacağız, normal hayatımıza nasıl devam edeceğiz. Karşılaşacağımız insanların sorularını geçtim, bakışları bile sürekli bize o anları hatırlatmaz mı? Kabuslar görmez miyiz? 

Ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak isteyecek olanlar olur mutlaka. Neler unutulmuyor ki, bu da unutulur denilebilir. Bilemiyorum, belki de öyledir. 

Filmin konusunu tartışırken aklıma yıllar önce dinlediğim bir hikaye geldi. 3 kişi bir kaza sonucu ıssız bir adaya düşüyorlar. Kazazedelerden biri kör, biri de topal, biri sağlıklı. Bir süre sonra sağlıklı olan yardım bulmak için oldukları yerden ayrılmaya karar veriyor. Kör olan ve topal olan oldukları yerde kalıyor.

Açlıktan ölmek üzere oldukları bir gün topal olan kör olana sen bekle ben şu martılardan birini yakalamaya çalışacağım diyor ve bir süre sonra gerçekten bir martı yakaladığını söyleyip ateş yakıp pişiriyor. Yakaladıklar martılar sayesinde hayatta kalan bu iki adamı şans eseri bir gemi kurtarıyor.

Normal hayatlarına dönen adamlardan kör olanı hayatta kalmalarını sağlayan martı mevzusunu anlatınca yakınları merak ediyorlar ve martı yakalayıp pişiriyorlar. Kör adam, onları hayatta tutan topal adamı da yemeğe çağırıyor ama topal adam asla gelmek istemiyor. Durumu anlayamayan kör adam martıyı yediği an göz yaşlarına boğuluyor.Hikaye bu kadar. Gerisi okuyanın hayal gücüne kalıyor. 

Film de bu hikaye de çok acı bence. İnsan, ölümle burun burunayken ne düşünür, nasıl davranır kestirmek çok zor ama ben Evrim'in aksine yaşamayı değil, ölümü seçerdim diye düşünüyorum.

Ya siz? 

Pazar, Ocak 21, 2024

Yurtdışına GöçMEmek Üzerine...

Çocukken her gece Amerika'da okuduğumla ilgili hayaller kurarak uykuya dalardım. Kesin burs kazanır ve çok başarılı olurum diye düşünürdüm. Çünkü hem inek hem de sosyal bir öğrenciydim. Ders notlarım çok iyiydi; dağcılık kulübündeydim; badminton ve tenis oynuyordum; resim yarışmalarına katılıp derece alıyordum; kısa hikayeler ve şiir yazıyordum. Üstelik de tüm bunları içinde hayatta kalmaya çalıştığım çok zorlu aile koşullarında yapıyordum. Kendi kendime daha ne olsun, bunları yurtdışında yapsam beni havada kaparlar diye düşünürdüm.

Büyüdükçe hayalim zaman aşımına uğradı. Okul yıllarım geçip gittikçe yurtdışı hayalim git gide silikleşti ama yine de çabaladım. Üniversitede Erasmus sınavına girdim 3. oldum. Sadece 1. olan burslu gidebiliyordu. O sene burs iptal oldu. Birinci olan arkadaşım burssuz gidemeyeceğini belirtince sırayla 2. ve 3.ye, yani bana sordular. Ben de burssuz gidemezdim. Sonra bir mucize oldu; burs işi çözüldü ve arkadaşım gitti Erasmus programı ile yurt dışına. 

Erasmus olmayınca Work & Travel programına başvurdum. İndirim kazandım, normal ücretin üçte birini ödeyerek gidecektim. O sene annem vefat etti. Gidemedim. Daha sonra bir kez daha niyetlendim. Çalışıp para biriktirdim. Bu kez de Evrim engel oldu. Gidersen ayrılırız muhtemelen dedi. Sen de gel dediysem de Nuh dedi, peygamber demedi. Ben de aptal aşık, gitmedim.

Mezun olunca Hayat gailesine düştük; iş güç, ev, evlilik, çocuk... Yıllar geçip gitti. O yıllarda yurtdışına giden arkadaşlarımız oldu. Yakın zamanda gidenler de oldu, şimdilerde gitmek için plan yapanlar da var. Ama benim içimde artık en ufak bir istek bile yok. 

Peki neden? 

38 yaşımdayım, İngilizce öğretmeniyim, evimiz var, arabamız var. İyi kötü yaşayıp gidiyoruz. Büyük resimden bağımsız olarak, henüz bizim günlük mikro hayatımıza can sıkıcı bir müdahale yok. Bu koşulları bırakıp yurtdışında sıfırdan bir maceraya atılacak motivasyonum yok. İyi kötü bir düzen kurana dek çekeceğim sıkıntıları göğüsleyecek gücüm yok. Hadi kurduk diyelim, günlük hayatımda ne değişecek? Yine kalk, ye, giyin, işe git, işten çık, eve dön, ye, izle, uyu... Aynı günlük rutin... "Arya'nın geleceği için iyi olur" argümanına gelecek olursam, adam olacak çocuk b.kundan belli olur sözü geçerli. Arya kendini kurtaracak bir birey. Zamanı geldiğinde yurtdışına çıkmak isterse ona gerekli fırsatları sunabiliriz. Nasılsa 3 büyük ülkede dost ve akrabalarımız var. 

Göç etmeyi, gidip yerleşmeyi geçtim; turistik olarak gezmek için gitmek bile zor geliyor bana. Çok yakın dostlarımın üçü yıllardır İngiltere'de, üçü Almanya'da; Evrim'in en yakın arkadaşı Amerika'da, kuzenleri Kanada'da ve biz henüz birine bile gitmedik. Vize görüşmesi için konsolosluğa gitmek lazım, Hopa'da yok doğal olarak. En yakın konsolosluğa bile uçakla gidip dönmemiz lazım falan.. Yok banka hesapları, belgeler vs.ler... Kim uğraşacak onlarla? Biliyorum şimdi "Abartıyorsun" diyeceksiniz, evet olabilir. Belki de bir çırpıda halledilecek şeyler, benim gözümde büyüyordur. Ama işte mevcut hissiyatım böyle. 

Ben hâlihazırdaki günlük mikro hayatımın başka bir ülkeye gitsem de çok çok değişeceğini düşünmüyorum. Hatta gidersek mevcuttan daha zorlu koşullarla baş etmek zorunda kalacağımız bir geçiş süreci olacağından eminim. Böyle olunca da gitmek gibi bir çabam olmaması normal bir durum. 

Son günlerde uzun zamandır yurt dışında olan arkadaşlarımla ve bugünlerde yurt dışına göçmeye çalışan arkadaşlarımla sık sık konuşunca evdeki gündem de bu oldu. Yakın zamanda yerleşmek için değil ama gezmek için gitsek eğlenceli olur. Niyet önemli gerisi kısmet :)

Salı, Ocak 16, 2024

Mutluluk Nedir?

Mutluluk 1 haftadır duş alamayan birinin sonunda duş alabilmesi ve tertemiz çarşafın, yumuşacık yorganın içine kendini bırakabilmesidir bazen. Ağrısız, sızısız geçen bir gecedir; karnı doymuş bir çocuktur; sevdiğinin iyi haberini almış sevgilidir; kızına/oğluna sarılabilmektir... O kadar çok yerde ve o kadar farklı şekillerde var olur ki mutluluk... 

Bulmak için kaybetmemiz, kıymetini anlamak için mahrum kalmamız gerekmesi ne acı!

Sahip olduğumuz binlerce mutluluğu sırf sahibiz diye görmezden gelmemeyi, küçümsememeyi, her anın değerini bilmeyi öğrenmeliyiz. 

Elden gidince nasıl mutsuz olunacağını öğrenmek zorunda kalmamak umuduyla...

Pazar, Ocak 14, 2024

2024 Okunacaklar Listem

  • Aeden
  • Dünyanın Geçmişi Üçlemesi
  • Pia - Arachnoid - Dura Mater serisi
  • Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı
  • Mutlu Olma Sanatı
  • Ikigai - Giving every day meaning and joy
  • İkigai - The Japanese Secret to Long and Happy Life
  • Bir Ömür Nasıl Yaşanır
  • Ben Kirke
  • Dakikalar İçinde Mitoloji
  • Dakikalar İçinde Avrupa Tarihi
  • Gereksiz Bilgiler Rehberi
  • Evliliğe Karşı
  • Walden, and On the Duty of Civil Disobedience
  • Uçuştan Uçuşa 
  • Rüyanın Öte Yakası
  • Aylak Adam
  • Kadın Beyni, Erkek Beyni
  • On Buçuk Bölümde Dünya Tarihi
  • Eski Dünya Seyahatnamesi

3 kitaplık seriler ile toplam 24 kitap var listemde. Bu yıl hedefim en az 24 kitap bitirmek ama bakalım :) 

Listeye eklemedim ama aslında ilk kitabımı okuyup bitirdim. Vladimir Turmanov'un yazdığı bir çocuk kitabı serisinin son kitabı Volkandan Kaçmak kitabını bir çırpıda okudum. Serinin önceki kitaplarını da severek okumuştum. 

Şu an Aeden'ı okuyorum. Oldukça farklı başlayan değişik bir kitap. Kitapla ilgili henüz son kararımı vermedim ama favori kitaplarımdan biri olacakmış gibi de hissetmiyorum pek. 

Listedeki her kitabı merakla bekliyorum. Hâlihazırda yatarken okuyabildiğim kadar çok kitap okumak benim için bir kâr olacak iyileşme sürecimde. 

Ben okuyayım, fonda da şöyle tatlı talı müzik eşlik etsin diyenler için şuracığa bir string quarter bırakayım :) 





Cumartesi, Ocak 13, 2024

Bir Kelime: Nekahet ve İyi ki Kobo

Sevgili Momentos'un kulakları çınlasın, bugünün kelimesi benden gelsin:

Nekahet: (neka:het), Arapça neḳāhet

1) isim ► Hastalıktan yeni kurtulmuş zayıf ve hâlsiz olan kimsenin durumu:
    
  "His var mı bu âlemde nekahet gibi tatlı." - Yahya Kemal Beyatlı

2) isim, mecaz ► durgunluk.

Şu an içinde bulunduğum ameliyat (ya da hastalık) sonrası iyileşme sürecine "nekahet dönemi" deniliyor. Ben kelimeyi "nekahât" olarak biliyordum ama doğrusu "nekahet"miş. Çok içime sinmedi ama TDK böyle diyor.

Gelelim bu süreci nasıl geçirdiğimde; bol bol Jane Austen filmi izleyorum ve uzun zamandır okunacaklar listemde bekleyen kitapları okuyorum. 

Kitapların hepsini internetten indirdim ve Kobo sayesinde okuyorum. Bir kitabın 100 - 150 TL olduğunu düşününce e-reader almak çok daha kârlı. Benimkisi Evrim'in hediyesi :) 5-6 yıldır kullanıyorum ve çok memnunum. Kitapları indirdiğim siteleri şöyle bırakayım. 

Hattusa - Aylık 10 kitap ücretsiz 

Anna's Archive - Sınırsız ama aynı gün içinde çok fazla indirme işlemi yapılınca kısıtlama gelebiliyor. 

E-kitaplar telefonda okunabiliyor ama benim gözlerim çok çabuk yoruluyor. Kobo telefon gibi değil, gerçek kitaba oldukça yakın bir hissiyat veriyor. Evet kitap kokusu yok ama başka avantajları var: Tek bir kitap boyutunda ama içine yüzlerce kitap sığıyor; aynı anda birden fazla kitap okumayı kolaylaştırıyor; yatarken okumak çok kolay, iki elle tutmak gerekmiyor, sayfalar kıvrılmıyor; geceleyin okumak için kendi ışığı var, su ve kum geçirmiyor. Bir şans vermekte fayda var bence :) 

Bakalım nekahet(?) sürecinde kaç kitap bitireceğim :) 

Salı, Ocak 09, 2024

Beklenen Telefon - İYİYİM

Bugün aradılar hastaneden, yarın ameliyat oluyorum. Arya'yı bekliyoruz, az sonra yola çıkacağız.

...

Ya bir iş de düz gitsin! Arya eve gelmedi. Aşağıdaki kırtasiyede mi diye baktı Evrim. Yok. Okula doğru gitti bakmaya. O arada ben gençlik merkezini aradım. Arya, bize haber vermeden okuldan direkt gençlik merkezine gitmiş, bugün film izleyeceklermiş orda. Delirmemek işten değil. 

Normalde sadece Cuma ve Cumartesi resim kursuna gidiyor. Bugün arkadaşından film izleneceğini duyup onunla beraber gitmiş okul çıkışı. Bizden habersiz gittiği için çok kızdım. Benim sinirimin sınırı yok maalesef. Çocuğu azarlayıp derdest bıraktım arkadaşıma. 

Şu an Rize'ye doğru yoldayız. Ameliyat sonrası yine yazarım.

Görüşmek üzere... 


Pazar, Ocak 07, 2024

Yirmi Kavanoz Yemek, Mandalinalı Ayvalı Kereviz ve Kadayıflı Muhallebi

Delirdim Sevgili okur...

Cuma akşamüstü, Pazartesi günü olup kurtulacağımı sandığım ameliyatın belirsiz bir tarihe kadar olmayacağını öğrendiğim an itibariyle yavaş yavaş değil baya paldır küldür delirdim. Ağladım, bağırdım, çağırdım; tekrar ağladım, tekrar bağırıp çağırdım. Sonra cumartesi günü kalkıp hiçbir şey olmamış gibi alışveriş yapıp yemek pişirmeye başladım. Şu an balkondaki dolapta yirmi kavanoz konservelenmiş yemek var. Yetmedi üstüne kadayıflı muhallebi ve mandalinalı ayvalı kereviz de yaptım. Nerdeyse unutuyordum bir de kıymalı bezelye yaptım.


Kavanozladığım yemekler:
Barbunya - Yeşil Mercimek Yemeği - Tarhana - Mercimek Çorbası - Nohut - Taze fasulye 

Yemekleri yapıp kavanozlamayı önceden planlamıştım. Ameliyat sonrası yatmam gerektiği için yemek işini önden halledeyim diye. Ameliyat ertelendi; ortada fol yok, yumurta yok ama işte yemekler hazır!? Yemek pişirirken arkadaşlarım aradı, nasılım diye. Onlarla konuşurken de ağladım. Sonra telefonu kapatıp hıçkıra hıçkıra dolu dolu ağladım. Sonra yürüyüşe çıktım. Eve dönerken akşama misafir çağırdım. Hazırlık yaptım, bekliyorum gelmelerini. 

Ağlama halim gidip gidip geliyor. İçimde volkanlar patlıyor, bi'  ağlayıp bi' bağırınıyorum. 

Böyle git-gel kötü şöyle tam olsa, tertemiz delirsem de kurtulsak topluca!

Cuma, Ocak 05, 2024

...

Ameliyat günümü teyit etmek için sabah hastaneyi aradım. "Ben sizi arayacağım bugün" dedi cerrahi servis sekreteri. Tüm gün bekledim. Arayan soran yok. Az önce tekrar aradım: 

- Mesai bitti, sekreter şu an burda değil. Aramadıysa ameliyatınız yoktur. Belki çarşamba günü olabilir. Bekleyin.

Dayanamıyorum artık... Böyle saçmalık olabilir mi? Belirsizlik en sevmediğim şey. Ben kendimi nasıl ayarlayayım bu belirsizliğe göre? Arya var, okul var... 

Şu an oturdum ağlayarak yazıyorum. O kadar çaresiz hissediyorum ki bazen kendimi... Biliyorum geçecek, biliyorum hallolacak ama işte benim her şeyin şu an olmasına ihtiyacım var. 

Perşembe, Ocak 04, 2024

Avaz Avaz

Avaz avaz bağırmak, saçımı başımı yolmak istediğim günlerden geçiyorum. Ya da günler benim içimden geçiyor. 

Okulda işim bitmiyor, evde işim bitmiyor; ameliyatım için beklediğim onay telefonu gelmiyor, sömestr için ne yapacağımızı netleştiremiyorum... Tüm vücudum ağrıyor. Beni anlayan kimse yok gibi hissediyorum. 

Tüm bu yarım yamalak işler ve belirsizlik beni delirtiyor.

YETEEEEERRRRR diye bağırmak istiyorum avaz avaz!

Yoruldum, sıkıldım, bunaldım. 

Çarşamba, Ocak 03, 2024

Ameliyata Son 5

Sonunda kaçınılmaz gün geldi! 8 Ocak'ta fıtık ameliyatı oluyorum ve kurtuluyorum bu işkenceden.

Yeni yılın ilk yazısının böyle olmasını istemezdim ama n'apalım Hayat işte!

Geçen hafta Rize'ye beyin ve sinir hastalıkları cerrahına gittim. Son çekilen MR'ı görür görmez ameliyat hatta platin takılmasını önerdi doktor. Ben de zaten kökten bir çözüm aradığım için hemen kabul ettim. Ameliyat günü pazartesiymiş;  bu hafta yeni yıl sebebiyle pazartesi resmi tatil olduğu için önümüzdeki haftaya kaldı. Aslında böylesi daha iyi oldu çünkü okulda tamamlamam gereken sınavlar var. Bu hafta her şeyi bitirip ondan sonra ameliyat olursam içim rahat edecek. Bu kadar ameliyat mevzu yeter, biraz da yılbaşından bahsedeyim :)

Uzun yıllardır hep evde kutluyoruz biz yılbaşını. Bu yıl da değişmedi, evdeydik. Bu yıl sofra işini abartmamaya çalıştım. Ara sıcak (ıspanaklı kiş), ana yemek (fırında tavuk-patates), tatlı (çikolatalı milföy) ve yemek sonrası şarap yanına olmazsa olmaz peynir tabağı tabi ki :)


Milföyden ağaç yapmak düşündüğümden daha çok zorladı beni ama gecenin yıldızıydı :)))


Ya benim bu kızım ne zaman bu kadar büyüdü acaba?

Arya'nın ilkokul öğretmeni yılın son okul gününde çocuklara yeni yıl dileklerini yazdırıp zarflara koyuyor ve sonraki sene yılın son günü açıp dileklerinin ne kadarının geçekleştiğine bakmalarını istiyordu. Geçen yıl, Aryalar ilkokuldan mezun olup ayrılacakları için öğretmenleri, yazdıkları mektupları evlere göndermişti çocuklar ile birlikte. Dün gece mesaj atarak hatırlattı zarfları; hemen açıp okuduk tabi merakla. Arya'nın yazdığı beş dilekten dördü gerçekleşmiş :) %80 çok iyi bir oran :) Bu yıl ben de yazdım bir kağıda dileklerimi ve Arya'nın zarfına ekledim :) Bakalım bende oran nasıl olacak :))


Senede bir gün max. 10dk giydiğim kırmızı stillettolarım ve ben :)))


Böyle başlayan geceyi şöyle bitirdik :)


Bu yıl bir şişe şarabı Evrim seçip aldı, bir şişe şarabı da ben :) Evrim'in şarabı açık ara iyiydi :)

Yeni yılda güldüğümüz anların üzüldüğümüz anlardan fazla olması dileğiyle...

Son Günler

Salı günü yine Trabzon'daydık. HPV ve Smear sonuçlarım negatif yani temiz çıkmış. Bu güzel haber :) Ama - olmasa şaşarım - yaralar var...