Cumartesi, Ekim 31, 2020

Öküz Yaylası: Göğse Oturan Öküzler Diyarı

Hafta sonları kendini dağa, tepeye, olmadı denize, göle, dereye vurmaya başlayalı neredeyse 10 yıl oluyordu. Bu kez rotası Öküz Yaylası'ydı. Gazel, bu yaylanın adını şans eseri duymuş ve peşine düşmüştü. Yaylanın koordinatlarını bulmak yıllar sürmüştü ama sonunda çabalarının karşılılığını alacaktı.

Dünyanın tüm göğse oturan öküzleri Öküz Yaylası'nda besleniyor, dinleniyor, bir sonraki hedeflerinin göğsüne oturmak için bu yayladan yola çıkıyorlardı. Gazel'in amacı belliydi: Göğse oturan öküzlerden sonsuza dek kurtulmak. Bunun hiç kolay olmadığını biliyordu tabi ki. Ama Gazel başaracaktı. Başarmaktan başka çaresi yoktu. Üstündeki tüm öküzlerle birlikte Öküz Yaylası'nı yok edecek ve göğsündeki öküzden sonsuza dek kurtulacaktı. Başaramasa bile göğsündeki bu öküzle yaşamaktansa ondan kurtulmaya çalışırken yok olmayı göze alıyordu. 

Yaylaya varacağı zamanı çok iyi ayarlamak zorundaydı. Zamanlamada yapacağı ufacık bir hata tüm planını suya düşürebilirdi. Her şeyi düşünüp ince ince planladı. Öküzlerin belirli aralıklarla yaylaya uğramak zorunda olduklarını çözmüştü. Kendi öküzü bir süredir yaylaya gitmemişti ama Gazel hissediyordu gidiş zamanı yakındı.

Göğsündeki ağırlık bir anda hafifleyince doğru vaktin geldiğini anladı Gazel. Tüm hazırlıkları tamamdı. Yaylaya varması çok sürmedi. İşte tam karşısındaydı Öküz Yaylası ve göğse oturan öküzler! Yaylanın bu kadar güzel olacağı aklına gelmemişti. Manzaraya bakarken nefesi kesildi. Bir an tereddüt ettiyse de göğsündeki ağırlıkla nefes almanın ne kadar zor olduğunu hatırlayınca yaylanın güzelliği nefessizliğin yanında sönükleşti giderek.

Gazel yıllardır içinde biriktirdiği tüm acıyı, sızıyı, "keşke"leri, "belki"leri, hayalleri, hayal kırıklarını elindeki patlayıcı fünyelere bağlayıp yaylanın dört bir yanına yerleştirdi. Her şey yolunda gidiyordu. Güvenli bir uzaklığa çekilene dek bekleyecek sonra da uzaktan patlatacaktı Öküz Yaylası'nı.

Gazel yayladan uzaklaştıkça hafiflediği, sanki ayaklarının yerden kesilir gibi olduğunu hissetmeye başladı. Çok garipti. "Belki de göğse oturan öküzlerden temelli kurtulma fikri yüzünden hafifledim de ondan böyle hissediyorum." diye düşündü. Yeterince uzaklaştığına kanaat getirince patlayıcıları ateşledi. Göğse oturan tüm öküzler boş birer balon gibi patlayıp havaya, toza, buluta karıştılar. 

Patlamayı izleyen Gazel'in ayakları o daha ne olduğunu anlayamadan yerden kesildi ve kendini havada salınırken buldu. O kadar hafiflemişti ki bunun göğsündeki ferahlamadan kaynaklı geçici bir durum olduğunu düşündü. Oysa yanılıyordu. Öküz yaylasındaki öküzler toza dumana, havaya buluta karışınca dünyanın ve insanın kütle çekim merkezi değişmiş, ayakları yere basan kimse kalmamıştı yer yüzünde. 

Öküz Yaylası'ndaki patlamayı takip eden günlerde tüm dünya ne olduğunu anlamaya çalışırken Gazel ömrünün en mutlu günlerini yaşamaya başlamıştı. Bir daha asla bir öküzün gelip göğsüne oturamayacağını bilmek paha biçilemezdi. Üstüne üstlük yıllardır imrenerek izlediği kuşlar gibi uçabiliyor; gökyüzünü, bulutları, güneşi, yağmuru iliklerine kadar hissedebiliyordu. Gazel halinden memnundu ama yeryüzündeki herkes onun gibi hissetmiyordu. 

Göğüslerine oturan öküzler tarihe karışınca ayakları yerden kesilenlerden bazıları ne yapacağını bilemez olmuştu. Bir süre sonra ayakları yeniden yere bassın diye kocaman kocaman taşlar alıp bağladılar göğüslerine. Çünkü alışmıştı insanlık yüzyıllardır göğsünde bir öküzle birlikte yaşamaya. Şimdi göğüslerinden kalkan öküzün boşluğunu dolduracak bir şey gerekiyordu. Ama Gazel ve Gazel gibi binlercesi bir daha kimsenin ve hiçbir şeyin göğüslerine öylece oturmasına izin vermeyeceklerine ant içmişlerdi. 

Zaman aktı; insanlar bağrına taş basanlar ve özgürce uçanlar olarak ikiye ayrıldı. Göğsüne taş basanların bir kısmı bir süre sonra taşları bırakıp uçmaya alıştı ama bazıları göğüslerindeki öküzlerle yaşamaya o kadar alışmıştı ki yokluklarına ancak yerlerine koydukları taşlarla avunmaya çalışarak dayanabildiler. Her şeye rağmen Öküz Yayalası'nın ve insana özgürce nefes alma fırsatı veren cesur kadın Gazel'in öyküsü nesilden nesile anlatıldı; Gazel yüzlerce yıl boyunca uçan, uçmayan herkese ilham olmaya devam etti.

...

Şu öküzleri göğsümüzden, sırtımızdan, zihnimizden atabilirsek; gerekirse bir süreliğine, alışana dek bağrımıza taş basıp devam edebilirsek yolumuza; doya doya nefes almayı, özgürce yaşamayı hatta kuşlar gibi uçmayı bile başarabiliriz belki bir gün.


Öykümü bitirirken Sevgili Ceren'in şu sözlerini tarihe not düşmek istiyorum:

"Biliyorum benim gibi nice konaktan bozma müstakil evlerdeki bin farklı odada, yüz farklı role bölünmüş, her rolün de layığını verebilmek için koşturan kadın var.. "

Ceren tam 12'den vurmuş yine. Bazen tek yapmamız gereken düşünmeyi bırakıp yaşamak ama yapamıyoruz ki... Düşüncelerimizin, düşlerimizin esiri oluyor, deştikçe düşüyoruz derinlere. Tüm evlerde tüm odalarda bizden bir parça var. Parça parçayız ama en büyük parçamız neredeyse oraya çekiliyoruz. Dağıldığımız tüm o odalardan toplanıp tek bir eve, tek bir odaya dönmek zor. Mecburen bırakacağız böyle dağınık kalacak her şey. Belki zamanla su akacak, biz yolumuzu bulacağız. Alışacağız belki de bölünüp çoğalmaya, toplanıp dağılmaya.




*Fotoğraf Facebook sayfasından alıntıdır. Tam nette hikaye için görsel ararken canım Ceren şu yukarıdaki görseli yolladı. Ismarlama olsa ancak bu kadar güzel olurdu sanırım.


Salı, Ekim 27, 2020

Diz Boyu Ne ki Zürafa Boyunu Aşan Bir Salaklık!

Bazen salaklığa doymaz insan. Rezillik diz boyu denir ya işte bazen de salaklığımız zürafa boyunu aşar. Doya doya yaşamaya çalışırken yapmaya doyamadığımız salaklıklar yaparız bazen. Kendimizi hiçe sayar, kıymetimiz bilinir sanırız. Sonrası öfke, sonrası hayal kırıklığı... 

"Hani... " diyorum kendime, "Hani insan sevmezdin sen?", "Hani çiğ süt emmişiz, her kötülük gelir elimizden!" derdin... Şimdi neden şaşkınsın ki bu kadar? Neden öfkelisin? Neden bu hayal kırıklığın? Ne zaman, nasıl bağladın insanoğluna umudunu, hayalini? 

Boşver diyorum, boşver devam et bildiğini okumaya. Sen yine bildiğin gibi yaşa; bilmeyen, anlamayan yansın kendi derdine! 

İçimde çalan, çaldıkça içimi parçalayan, beni duvardan duvara çalan bir müzik var. Keşke kaydedip şuraya bırakmak mümkün olsa. Ben bulamadım aradığım müziği, siz sevdiğiniz bir parçayı açıp öyle okuyun bu kez. 

Pazar, Ekim 25, 2020

Doya Doya... Doyabilir mi insan?

Başlık olarak "Doya Doya Yaşamak" yazacaktım ama yazarken fark ettim ki insanoğlu doyumsuz. Sevdiğimiz şeyler söz konusu olunca ne kadar çok olursa olsun yetmiyor. Sadece maddesel şeylerden bahsetmiyorum, sevdiğimiz insanla geçirdiğimiz vakitler de yetmiyor, sevdiğimiz bir şeyi yapmak - mesela yazmak - için sahip olduğumuz zaman da yetmiyor. Hep daha fazlasını istiyoruz. Biliyorum böyle olmayanlarınız vardır içinizde ama sayıca az olduğunuzu düşünüyorum :D

Sonbaharı ne kadar çok sevdiğimi anlatmıştım daha önce. Doğanın içinde kaybolmak, huzur bulmak, renklerin dansını izlemek, kuşların cıvıltısını dinlemek... Tüm bunlara doyamıyorum. Kendimi dağa taşa vuruyorum. Artvin'deki bir yürüyüş kulübüne katıldım, yakın çevredeki rotalara düzenledikleri yürüyüşlere katılıyorum haftasonları. Onlar Artvin'den geliyor, biz de arkadaşlarla Hopa'dan çıkıp yolda onlara katılıyoruz. 2 hafta önce Cankurtaran'dan Kemalpaşa'nın yukarısındaki Akdere köyüne yürüdük 25-26 km. Gerçekten çok yorucuydu ama bir o kadar da keyifliydi. Dün de Borçka Karagöl'e gittik. Araçtan indikten sonra 16 km.lik bir rotayı takip ederek gölü tepeden gören yaylalara çıltık Yol boyu manzara o kadar güzeldi ki...





Karagöl'ün yanından yukarıya doğru çıkarak yaylalara ulaştık. Yayla evlerini uzaktan görünce içimi saran mutluluğu anlatamam. O kadar doğal, o kadar samimi insanlar ki yayladakiler bizi görür görmez evlerine davet ettiler, çay ikram ettiler. Evlerinin fotoğrafını çekerken de "Dur ben de poz vereyim" diyecek kadar neşeli ve eğlenceliler.




Yayladan Karagöl'e bakmak... Hislerimi anlatacak kelimeler yok! Bıraksalar orda kalırdım tüm gün ama tabi her güzel şeyin bir sonu var. Çıktığımız gibi indik aşağıya, biraz da Karagöl'ün kenarında kalıp yürüyüşü bitirdik. 







Doğada olmak o kadar güzel, o kadar iyi geliyor ki bana keşke bu hissi birebir paylaşmak mümkün olsa... Elime geçen her fırsatta yine doğaya karışmak, doğanın bir parçası olduğumu her zerremde hissetmek istiyorum. Doymasam da doya doya içime çekmek istiyorum sevdiğim şeyleri!



Perşembe, Ekim 22, 2020

Sen Dur, Önce Ben Anlatayım

Böyle insanlar var gerçekten! Evet çok şaşırtıcı ama varlar ve kendi söylediklerini herkesinkinden önemli sanıyorlar. İlginç, hem de çok ilginç! Araştırılması gereken klinik vakalar bence!

Ya sen benim dediğimi dinlemiyor, yazdığımı okumuyorken ben niye durup seni dinleyeyim, okuyayım? 

Kimsin sen? Şu 3 günlük dünyada ne gibi bir anlamın, değerin olduğunu sanıyorsun? YOK! Senin de yok, benim de yok! Birbirimize değer verdiğimiz kadar varız ve sen bana zerre değer vermiyorken ben neden sana hak ettiğinden fazla değer vereyim? Senin zamanın kıymetli de benimki çöpe atılacak kadar boş mu sanıyorsun acaba? 

Lütfen zahmet edip ziyaret ettiğiniz sayfada yazılanları dahi okumadan sağa sola yorum yapıp "Sayfama beklerim", "Son yazımda şundan bahsettim" tarzı yorumlar bırakmayın. Sadece bana değil, arkadaşlarıma da yapmayın! Artık iyice kızıyorum, kendimi tutamayıp rencide etmeye kadar götürebilirim mevzuyu. Sonra uyarmadın demeyin!


Salı, Ekim 20, 2020

Yok

Bazı hikayelerin sonu yok gerçekten. O kadarlar, olduğu kadar. Bir bitiş anı bile yok, havada, asılı ama o kadar işte, bir harf daha yok! 

Let's toast to the ones who are not here, to the ones who have never been real!








Salı, Ekim 13, 2020

Gerçeği Bilmenin Dayanılmaz Ağırlığı

Yalanlar değil, gerçeklerdir elimizi kolumuzu bağlayan...

Yalan bağlamaz. Eklersin, çıkarırsın, eğersin, bükersin, katlarsın...

Ama gerçeği eğip bükemezsin. 

Ortada tüm çıplaklığıyla, öylece apaçık durur gerçek!

Tek yapabileceğin başını başka yana çevirip etrafından dolanmaktır bir süreliğine,

Ama kafanı çevirecek yer kalmadığında tökezler, gerçeklere çarpar, düşersin.

Eninde sonunda gözüne sokar Hayat gerçekleri!

Görmezden gelmek bir gram hafifletmez gerçeği bilmenin dayanılmaz ağırlığını.

Ama bazen... Bazen o ağırlık bile sıkılır gerçeklerden,

"Hadi, unut! Unut her şeyi bir anlığına!" der.

Göğse oturan öküzler otlamaya gider,

Bir nefes alırsın ki ömre bedel! 


...


Bu hafta Instagram'da karşılaştığım alıntılardan biri şöyleydi:

"Belki de mutluluk şudur: Başka bir yerde olmanız, başka bir şey yapmanız, başka biri olmanız gerekirdi duygusuna kapılmamak.

- Isaac Asimov

Arkadaşlarım bilir sıkı bir Asimov hayranıyım. Boşuna olmadığını da sık sık anlıyorum. Bu alıntıya, daha önce de bahsettiğim ve severek takip ettiğim bir Instagram hesabında rastladım. Aynı hesapta paylaşılan şu cümleler de epey düşündürdü beni:

"İnsan en az 3 kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü kişi. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayal." 

Düşünceye olduğu haliyle katılmak istesem de bazı kısımları tam oturtamıyorum kafamda. "Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen." kısmı tam sinmiyor içime ama tam reddedemiyorum da. Böyle bir kararsızlık noktası var, tam ordayım. En çok o aralıkta yaşıyoruz evet ama o kişi değiliz işte. "Kendi" olmakla yetinemeyen ama "olmak istediği kişi" olmayı da beceremeyen, o aradaki farkla boğuşan kişi olmamalıyız bence. Eğer bunu kabul edersek durum oldukça acınası insanlık için. "Kendi"mizi kabul edip hayal ürünü olmayan, tanımlarken ayaklarımızın yere sağlam basacağı "daha iyi bir ben" hedeflemeliyiz ki boş hayaller uğruna kendimizi hırpalayarak bir ömrü harcamayalım. 

Yazımı Paul Auster'dan sevdiğim  bir alıntı ile bitireyim:

"Ben 4 kişiyim: 1 ben, 2 içimdeki, 3 aynadaki, 4 kalbimdeki. Beni geç, içimdeki zaten deli, kır aynadakini, ya kalbimdeki?"

Bugünün şarkısı yazıyla alakasız olacak çünkü içimden böyle geliyor :) 


Bu şarkı nerden geldi aklına diyenler için aşağıya okulumuzun kedisi Şukufe'nin çok sevimli kızçelerinden birinin bugün çektiğim videosunu da şuraya bırakayım :)





Perşembe, Ekim 08, 2020

Hayat ve Hayati Kaptan - 11. Bölüm REVİZE***

Rıfat sözünü bitirdiğinde Hayat ne diyeceğini bilemez bir halde kaldı. Rıfat'la yıllardır çok yakın arkadaştılar ama aralarındaki ilişki asla bunun ötesine geçmemişti. Hatta lise yıllarında Hayat'ın en çok kızdığı şey aralarında arkadaşlıktan fazlası olduğuna yönelik imalardı. Şimdi anlıyordu ki Rıfat onun bu tavrından çekindiği için hislerini kendine saklamış ve onca yıl sadece arkadaş olmakla yetinmişti. Hayat ne düşüneceğini, ne diyeceğini bilmiyordu. 

- Rıfat, ben gerçekten çok şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemiyorum.

- Anlıyorum. Zaten saat de çok geç oldu ve benim yüzünden yeterince yoruldun bugün.

Yolun geri kalan kısmına sessizlik hakim oldu. Eve ulaştıklarında Rıfat iyi geceler dileyerek ayrıldı. Hayat tüm gece Rıfat'ın söyledikleri ışığında geçmişi düşünüp durdu. Rıfat'ı çok seviyordu, birlikte hep çok eğlenir, harika vakit geçirirlerdi. Rıfat yurt dışına gittiğinde Hayat onun yokluğunu derinden hissetmişti. Gelmediği yıllarda neler yaptığını hep merak etmiş, sık sık olmasa da arada sırada telefonla ve mektuplaşarak haberleşmişlerdi. Ama bu gece olanlara hiç hazır değildi Hayat. Hayati Kaptan'ı ilk kez gördüğü andaki o heyecanı Rıfat için hissetmiyordu. Belki bir zamanlar onun da içinde farklı duygular oluşmuştu ama o zamanlar sadece arkadaş oldukları gerçeğine o kadar sıkı sıkıya sarılmıştı ki Hayat... "Keşke..." diye geçirdi içinden, keşke her şey farklı olsaydı.

Hayat, Rıfat'ın ondan bir cevap bekleyeceğini biliyordu. Ertesi sabah aklında düşünceler ve soru işaretleri ile ayrıldı evden. Dalgın bir halde yürürken kafasını kaldırdığı anda Hayati Kaptan'ı buldu karşısında.

Hayati Kaptan tüm gece uyumamış, kendiyle ve içinde kopan sessiz fırtınayla hesaplaşmıştı bir kez daha. görmezden gelmeye, inkar etmeye, yok saymaya çalışsa da oradaydı işte gerçek. İlk kez gördüğü andan itibaren tek düşüncesi Hayat olmuştu. Görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir sancıydı göğsündeki. Ne yapacağını bilmiyordu. Bildikleri elini kolunu bağlıyordu. Yasemin, çocuklar, sorumluluklar...

Hayat ve Hayati Kaptan kısacık bir bakışmanın ardından selamlaşarak birlikte yürümeye başladılar.

- Günaydın.

- Günaydın.

- Yorgun görünüyorsunuz.

- Haklısınız Hayat Hanım. Zor bir gece geçirdim. Hayat... Hayat elini kolunu bağlıyor bazen insanın. 

- Bazen de biz duvarlar örüyoruz sanırım hayatın önüne. 

- Sanırım sizin için de zor bir gece olmuş. Haddim değil ama umarım Rıfat Bey sizi kıracak bir şey yapmamıştır.

Hayat, bir anlık şaşkınlıktan sonra;

- Hayır, hayır asla! Rıfat o uçarı görüntüsünün aksine çok ince ruhlu, ince düşünceli biridir. Asla beni kıracak bir şey yapmaz.

- Haddimi aştıysam mazur görün.

- Rica ederim. Kötü bir niyetiniz olmadığından eminim.


Vapur iskelesine vardıklarında Rıfat'ı iskelenin girişinde Hayat'ı beklerken buldular. Hayati Kaptan istemeyerek de olsa onları yalnız bırakarak kaptan köşküne çıktı.


- Günaydın Hayat.

- Günaydın Rıfat.

- Dün gece söylediklerimin seni şaşırttığını biliyorum ama senden bir şans istiyorum. Sadece sana kendimi anlatabilmek için. Hemen bir cevap vermek zorunda değilsin. Sadece benden uzaklaşma yeter benim için. Sen kendini hazır hissedene dek ben bir daha bu konuyu hiç açmayacağım

Hayat, Rıfat'a minnettarlıkla gülümsedi ve birlikte vapura bindiler.


*** Hikayenin sonunu çoktan yazdım ve maalesef aşırı derecede sonuç odaklı biri olduğumdan aradaki bölümleri tamamlamak için acele ediyorum ama bu şekilde hem hikayeye hem de karakterlere haksızlık olacak. Sevgili Mr. Kaplan'ın bahsettiği okura yansıyan "acelecilik" hissini ortadan kaldırmak için bu bölümü revize ettim.


*Şarkı: Seni Her Gördüğümde - Erkin Koray


Salı, Ekim 06, 2020

Acı Çağla

Bir gülüştü görmeyi umduğum 

Uzun uzadıya dalıp gidemesek de rastlaşırdı belki bakışlarımız. 

Kelimelerimiz değil, susuşlarımız...

Biliyorum

Denk düşmeyecek asla vukubuluşlarımız. 

Ayrı ayrı döküleceğiz aynı suya,

Yağmur olup başka ovalara düşeceğiz.

Ben bir kırmızı domates olacağım, 

Sen acı çağla.

Kimsenin aklına düşmeyecek bizi birbirimize katıp aynı kapta kavuşturmak.







Pazar, Ekim 04, 2020

Muhalif

Bugün karşıma çıkan 3 farklı alıntı var ki üçüne de KATILMIYORUM. Belki de ilk kez bu kadar muhalifim yazarlara!


İlk alıntıyı sevgili Momentos paylaşmış. Tarihe not düşelim, ilk kez fikir ayrılığına düştük. Bence bir yanlışa devam etmek, yanlış olduğunu bildiğin ama geri de dönemediğin bir yolda yokuş aşağı yuvarlanmaktır bazen. Yol biter, mecburi geri dönüş başlar. Bilmek ayrıdır, karar vermek ayrı, verdiğin kararı uygulayabilmekse apayrı!

İkinci alıntı Instagram'da severek takip ettiğim, Özdemir Asaf ismiyle açılmış bir hesapta çıktı karşıma. Turgut Uyar'a çok şaşırdım. Beklediğin gelecek de zamansız geldin diyeceksin, bir de elin kolun dağınık diye sarılmayacaksın??? Demek ki pek de ölüp bitmiyorsun gelsin diye!



Sonuncusunu canım arkadaşım Melike paylaşmış. Yanılmıyorsam Kafa Dergi'den. Eğer o aşktan birileri sağ çıktıysa o aşk ölmüştür çoktan. Başımız sağolsun! 

Bugün de böyleyim işte!

#edebiyat #Hayat #muhalif



Sen uyurken...

Sen uyurken ben, 

Nice şiirler, nice şarkılar, nice hayaller yazdım suya...

Sen uyurken ben, 

Nice arzular boğdum gecenin karanlığında...

Sen uyurken ben, 

Döndüm durdum dünyanın dört bir yanında

Sen uyurken ben, 

Hep öldüm aynı çıkmaz sokakta.







*Bu kez şarkıyı kendime saklıyorum. 

Hadi siz bulun bir şarkı daha bana! 

Cumartesi, Ekim 03, 2020

Bazen Çok, Bazen Hiç Yok

Bazen bir şeyler yazmak için zorluyorum kendimi, bazen de yazmamak için savaş veriyorum kendimle. Ortası yok hayatın hiç!

Şu anda deli gibi yazmak istiyorum ama yazamam. Yazmamalıyım.



Perşembe, Ekim 01, 2020

Ağaç Ev Sohbetleri #58

Ağaç Ev Sohbetleri'nin bu haftaki sorusu Andromeda'n gelmiş. Ben konuyu çok sevdim. Sorumuz şöyle: 

Hangi mevsimin insanısınız? Neden?

Bu soruyu 2 sene önce sorsa biri kesinlikle "Yaz insanıyım" derdim. Yaz gelsin, denize girelim, güneşlenelim, akşam sahil boyu gezelim... Sonra dolma yapalım, karnıyarık, taze fasulye, karpuz-peynir-ekmek... Of daha ne olsun! Ama... Evet ama artık yaz insanı değilim. Geçen sene sonbaharla tanıştım. Ömrümde ilk kez sonbahar mevsiminin farkına vardım. Nasıl güzelmiş, nasıl aşık oldum! Yaz bitsin de sonbahar gelsin diye hevesle bekledim. 

Renk renk yapraklar, yağmurun tatlı sesi, toprağın kokusu... Hafif hırkalara sarınarak yapılan yürüyüşler... Koşmak, yüzmek... Su soğumuştur diye terk edilen sahillerde denizin, sessizliğin, sakinliğin tadını çıkarmak... Akşam olunca iyice serinleyen hava, battaniyeye sarılıp okunan kitaplar, sıcacık sütlü kahve keyfi :) Anlatmakla olmaz, hadi tam şimdi siz de tanışın ca'nım sonbaharla!




İkigai

İkigai, şu anda okuduğum kitabın adı. Kitabın alt başlığı "her güne mana ve neşe katmak".  Kısaca açıklamak için  Wikipedia 'y...