Daha önce "Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten" kitabından bahsetmiştim. Tamamen olmasa da bazı mantıklı kısımlar vardı içinde. Bu kez "Kadın Beyni, Erkek Beyni" kitabından bahsedeceğim.
Kitabın edebi değeri bence sıfıra yakın, içindeki bilgiler eh işte... Ama kesinlikle katıldığım bazı bölümler var. Bunlardan biri kadınların aylık döngüleri, bu döngüde artan östrojen seviyesinin ruh halimize ve hayatımıza etkileri ile ilgili.
Bu ay Evrim'in İstanbul'dan döndüğü günler, tam enerjimin full olduğu, gayet keyifli olduğum günlere denk geldi ve ikimiz için de müthiş bir hafta geçirdik. Hemen ardından benim östrojen seviyem dibe doğru çöküşe geçti ve etkisini hissetmemek mümkün değildi. Bu konuda Evrim'le uzun uzun konuştuk ve bu döngüye göre sosyal yaşam ve günlük rutin planlaması yapmaya karar verdik. Tüm bunların üstüne kitapta bu bilgilerden bahsedilince tesadüfün bu kadarı dedim ve buraya da yazmak istedim.
Kitapta salgılanan östrojen seviyesi artınca yapılan işten ve hayattan alınan zevkin de arttığı anlatılıyor. Tabi ki östrojen azalınca o keyif ve motivasyon da azalıyor.
Kitabın yazarının kadın beyni - erkek beyni konusunda yaptığı TedX konuşması. Östrojen ile ilgili kısım 10.dk civarı başlıyor.
Bu arada kitabın adı "Kadın Beyni Erkek Beyni" ama kitabın başında bu duruma yapılan bir açıklama var. Dişi beyinli erkekler ve erkek beyinli kadınlar da var. Bu beyin cinsiyeti normal cinsiyetinizden daha farklı. Videoda 17.dk civarında açıklıyor kitabın yazarı.
Sonuç olarak tam sahilde okumalık, çerez bir kitap :)
Yine bir okul haftasını devirdik. Bu aralar her gün bir şey var ve her anım dolu.
Geçtiğimiz hafta Perşembe, Kütüphaneler haftası skeci için oyuncu seçmeleri ve okuma provalarına başladık. Cuma günü Arya'nın veli toplantısı vardı. Pazartesi ve bugün öğrencilerle yine skeç çalıştık. Salı günü fizik tedavim başladı. Bu hafta her öğlen okuldan çıkıp fizik tedaviye gittim ve sonra tekrar okula döndüm.
Çarşamba - Perşembe okul çıkışı İnternet Bağımlılığı ve Çözüm Yolları semineri vardı ve gerçekten çok güzel bir seminerdi. Farkındalık geliştirip sorunun kökenlerini anladık. Çözümler ürettik. Öğrencilerin bağımlılıklarından bahsederken aslında kendi bağımlılıklarımızı da sorguladık. Bağımlılığın altında yatan asıl sebepleri, ihtiyaçları - Sevgi, Özgürlük, Başarı, Merak, Bilgi, Güç, Eğlenme, Onaylanma - irdeledik. Sonra internet ve teknoloji kullanımını azaltacak önlemler üzerinde çalıştık. Yapılabilinecek şeylerden bazıları şöyle:
Eğitim, hem öğrencileri anlayıp destek olmak adına hem de kendimi ve Arya'yı daha iyi anlayıp bağımlı değil, bilinçli bir internet kullanıcısı olmaya çalışmak adına çok faydalıydı benim için. Eğitim bitiminde müsait olan öğretmenlerle birlikte yemeğe gidip lezzetli bir kapanış yaptık :) Kısacası yoğun ama güzel bir hafta oldu.
Eğitimin başında canım zümrem Eda, bizlere çok tatlı bir sürpriz yaptı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günümüzü kutlamak için hepimize küçük sürprizlerle dolu minik keseler hazırlamış. Keselerin içinde öğrencilerin bizler için yazdığı notlar da vardı ve okumak o kadar keyifliydi ki :)
Küçük sürprizler, Büyük mutluluklar :)
Bugünün güzelliği de Senede Bir Gün Kadın Dergisi'nde yayınlanan yazımdı.
Yıllar içinde defalarca karşıma çıkan, çok merak ettiğim ama bir türlü okumadığım Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten kitabını sonunda okuyorum. İçinde bazı klişeler olsa da karşıt iki cinsin birbirini anlama çabası için genel olarak faydalı buldum kitabı.
Kitap bir çok örnekle kadın ve erkeğin birbirinden ne kadar farklı bakış açılarına sahip olduğunu anlatıyor. Okurken eşimle yaşadığımız bir çok tartışma/sorun gözümde canlanıyor. Genelde ben "A" diyorum, o "Z" diyerek karşılık veriyor çünkü bambaşka bir gezegenden geliyor ve onların gezegende "A" diyene "Z" deniliyor :))))
Biraz kitaptaki açıklamalardan bahsedecek olursam: kitaba göre kadınlar tüm dertlerini anlatarak çözmeye, çözemeseler bile anlatarak rahatlamaya çalışıyor; erkekler ise sorunlarını konuşmaktan pek hoşlanmıyorlar. Bir kadın gün içinde yaşadığı en ufak talihsizliği, ufak tefek sıkıntıları bile anlatarak sisteminden atmaya alışkınken bu durum erkeklere çok gereksiz geliyor. Kadın tüm bunları anlatıyorsa durumu çok ciddiye alıyor ve çözemediği için de erkekten yardım istiyor gibi algılıyor erkekler. Sorunların çok basit, gündelik şeyler olması yüzünden de kadının tüm o ufak tefek şeylere çok fazla takıldığını söyleyiveriyor. Oysa kadınlar sadece anlatmayı ve birinin onları dinlemesini istiyor. Yani duymak istedikleri en son şey "Aman canım, sen de her şeyi çok büyütüyorsun." minvalinde küçümseyici cümleler ya da sorunla karşılaştıkları an akıllarına gelen basit çözüm önerileri.
Kitabın dediğine göre erkeklerde durum çok farklı. Erkekler sorunlarını anlatmayı sevmiyor çünkü onlara göre bir sorunu anlatmak ancak kişi sorunu kendi kendine çözemiyorsa ve çözmek için yardıma ihtiyacı varsa mantıklı ki yardıma ihtiyacı olduğunu ima etmek bile erkeğin egosunu zedeleyebiliyor. Kadın bir sorunu olduğunu düşündüğü erkeğe yardım etmek için sorular sorup çeşitli öneriler sundukça erkek "Benim bu sorunu çözemeyeceğimi düşünüyor, çözmem için bana süre/alan vermiyor, bana güvenmiyor." diye düşünüyor hatta dahası "Beni yetersiz bulduğu için sürekli bana fikir sunuyor" diye algılayabiliyor.
Kitapta erkeklerin dönem dönem uzaklaşmaya ve yalnız kalmaya ihtiyaç duydukları ve öyle zamanlarda "mağara"larına çekildiklerinden bahsediliyor. Kadınların bu durumu algılayıp erkeğe ihtiyacı olan alanı vermeleri ve erkek kendini daha iyi hissettiğinde daha büyük bir ilgi ve sevgiyle geri gelmesini beklemeyi öğrenmeleri gerektiği vurgulanıyor. Aynı şekilde kadınların da gelgitler yaşadığını, birgün her şey yolundayken ertesi gün her şeyden şüpheye düşebildiklerini ve kendi "kuyu"larının derinliklerine gömüldüğünü söylüyor kitap. Bu durumda da erkeğin kadını sabırla dinlemesini, endişelerini küçümsememesini, aksini kanıtlamaya ya da ne kadar yersiz olduklarını söylemeye kalkışmamasını sadece dinleyip yanında olmaları gerektiğini söylüyor. Teselli vermeyin, endişeleri reddetmeyin, sadece yanındayım bana anlatabilirsin diyerek kuyunun dibine vurup tekrar yüzeye çıkmalarını bekleyin diyor. Ben bu "mağara" ve "kuyu" metaforlarını sevdim. Erkeklerin zaman zaman ilkel birer mağara adamı olması ve kadınların da bazen tam bir kuyu cadısı olması tesadüf olmayabilir :)
Kitapta kadın ve erkelerin 12 ihtiyacından bahsedilmiş. Kadınlar öncelikle "şefkat, anlayış, saygı, bağlılık, haklı görülme ve güvence" ihtiyacı hissederken, erkeler öncelikle güven, kabul, takdir, beğenilme, onay ve teşvik" ihtiyacı duyuyormuş. Yani temelde ihtiyaçlarımız ortak ama önceliklerimiz biraz farklı :D Her iki tarafın da kendi önceliklerine kavuşmasının tek yolu ise karşı tarafın önceliklerini anlayıp onları yerine getirmekte. Böylece her iki taraf da mutlu olabilir diyor kitap. Yani kadın kendini tutup adama önerilerde bulunmasın, alan/zaman verip kendi kendine çözmesini beklesin; adam da kadının endişelerinin yersiz olduğunu söyleyip geçiştirmeye çalışmasın, yanında olup dinlesin ve anlayış göstersin diyor kitap özetle. Bence mantıklı ve işe yarar bir öneri. Kitaptan hoşuma giden kısımları Evrim'e de okuyorum ve beni dinlerken "Aman takıldığın şeye bak, çok abartıyorsun" ya da "O zaman sen de şöyle yaparsın, çözülür sorunun" gibi cümleler kurmamasını rica ediyorum :) Aynı şekilde ben de onu sorunları konusunda sorular sorarak köşeye sıkıştırmamaya ve tavsiye istemedikçe gereksiz öneriler de bulunmamaya çalışıyorum. Henüz %100 başarı sağlayamadık ama en azından sorunu tespit edip üzerinde çalıştığımızı söyleyebiliriz :)
Çiftlerin birbirlerine karşı açık olmaları her zaman çok önemli. Bir şey yapmadan, bir beklentiye girmeden ya da bir işe kalkışmadan önce hedefler, istekler ve beklentiler konusunda açık açık konuşmak bir çok problemi daha oluşmadan çözmeyi sağlayabilir. Birbiriyle konuş(a)mayan çiftlerin sonunda birbirinden uzaklaşıp hiçbir şey paylaşmaz hale gelmeleri kaçınılmaz. işler o noktaya gelince geri döndürmek daha zor. Vakit varken oturup konuşmak, birbirini anlamaya çalışmak sorunlara çözüm bulmayı sağlayabilir ya da çok vakit kaybetmeden ilişkiyi dostça bitirmeyi kolaylaştırabilir.
The Woman at the Well*
* Ben kendimi sevemezken başka biri beni nasıl sevebilir? diye merak ediyor kuyudaki kadın...
...
Kadın ve erkeklerin birbirinin zıttı gibi görünen beklentilerini anlatan şu filmi çok severim. Orjinal adı "The Ugly Truth" yani "Çirkin Gerçek" :)
Bu sabah okul müdürümüz ortaokul öğrencileri için düzenlenen bir yarışmanın bilgisini paylaştı okul grubumuzda: "Nakiye Elgün Öykü Yarışması"
Kimmiş acaba diye merak edip araştırdım ve iyi ki de öyle yapmışım çünkü Nakiye Hanım çok ilginç biriymiş. Osmanlı döneminden başlayarak Cumhuriyet sonrasında da kız çocuklarının eğitiminin yaygınlaşması için çalışmış çok önemli bir eğitimci ve ilk kadın milletvekillerimizden biriymiş. Daha önce adını duymamış olmama hem şaşırdım hem de üzüldüm. Nakiye Hanım'dan sonra araştırmaya devam ettim ve Cumhuriyet tarihimizde bir çok alanda öncülük eden birbirinden değerli kadınlara ulaştım. Bazılarından burada bahsetmek istiyorum. Mesela ilk "il belediye başkanı" olan Müfide İlhan da Nakiye Hanım gibi çok değerli bir eğitimci. İlk kadın "belde belediye başkanı" olan Sadiye Hanım ise şu an yaşadığım şehirden biri. Sadiye Hanım, 1930 yılında Artvin ili, Yusufeli ilçesinin Kılıçkaya beldesinde seçilmiş başkanlığa. Düşünün ki kadınların seçme seçilme hakkının olmadığı bir yerde aday olan ve seçilen ilk kadınsınız! Nasıl bir başarı, nasıl bir kıvanç!
Belki de belediye başkanlarından önce bahsetmem gereken biri Türkiye'nin ilk kadın köy muhtarıSatı Kadın. Satı Kadın'ı, Atatürk'ün doğum tarihini sorması üzerine 19 Mayıs 1919 diyen kadın olarak hatırlayabilirsiniz belki de. Kendisi daha sonra Atatürk'ün tavsiyesi üzerine milletvekilliğine aday olup meclise giren ilk kadın milletvekillerimizden bir başkası.
Tüm bu tarihimiz için çok önemli kadınları araştırırken aklıma gelen Türkiye Cumhuriyet'in ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu'ndan bahsetmeden geçmemek gerek. Süreyya Ağaoğlu, İstanbul Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1921 yılında, hukuk eğitimi görmek için Darülfünun'a başvurmuş. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başvuran ilk kız öğrenci olarak fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü rol oynamış ve 1925'te bu fakülteden mezun olduktan sonra 5 Aralık 1927'de Ankara Barosu'na kaydolmuş ve 1928'de serbest avukatlık ruhsatını alarak, “Türkiye'nin ilk kadın avukatı” unvanının sahibi olmuş.
Süreyya Ağaoğlu'nu da yine Atatürk'le olan bir anısından hatırlıyor olabilirsiniz. Süreyya Hanım'ın iş yeri evine uzak ve öğle aralarında arkadaşı Melahat Hanım ile ne yapacaklarını çözemiyorlar. Sonunda Süreya Hanım'ın babasına da danışarak yakınlardaki İstanbul Lokantası'na gidiyor iki arkadaş. Ancak İstanbul Lokantası'nda yemek yiyen bu iki yalnız(?!) kadından rahatsız olanlar onları şikayet ediyor. Süreyya bu durumu ilk fırsatta Mustafa Kemal Atatürk'e anlatıyor. Atatürk hemen ertesi gün Süreyya'yı iş yerinden alıyor ve lokantanın önünde durarak herkesin duyacağı yüksek ve keskin bir tonda “Bu gün Süreyya’yı bize götürüyorum ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.” diyor. O günden sonra kadınlar da rahatça lokantalara gidip yemeklerini yiyebiliyorlar. Ben sanırım okul yıllarımda okumuştum bu anektodu.
Şimdilerde bizim için çok normal olan çoğu şey Cumhuriyet'in ilk yıllarında o kadar sıradışıydı ki! Düşünün senelerce evlere kapatılmış, erkeğin iki adım gerisinden yürümeye mahkum edilmiş kadın artık erkekle yan yana eşit haklara sahip olmaya başlıyor. Tabi ki karşı çıkanlar çok, Atatürk'ün müdahil olduğu ve kadınları öne çıkmak için desteklediği birçok olay var.
Özellikle kız çocuklarımıza beyaz atlı prenslerin gelip prensesleri kurtardığı hikayeler yerine en zor zamanlarda bile dimdik ayakta durup düzene kafa tutarak haklarına sahip çıkan kadınların hikayelerini anlatmalıyız. Konu ilginizi çeker umuduyla aşağıya başka kadınların hikayelerine ulaşacağınız linkler bırakıyorum.
Fatma Aliye Topuz'un 17 yaşında evlendirildiğini ve 10 yıl boyunca ancak kocasından gizlice kitap okuyabildiğini öğrendiğimde kendi adıma hissettiğim özgürlüğü ve mutluluğu anlatamam. Düşünsenize 10 yıl boyunca kitaplarınızı saklamak zorunda olduğunuzu!
Ayrıca şu linkten Türkiye'nin Öncü Kadınları Kampanyası kapsamında yapılan illüstrasyonlara ve bilgilere de ulaşabilirsiniz.
Tanrı kadını yarattı, Ademoğlu onu kendine meftun sandı. Oysa gerçekler başkaydı.
Giyindi kadın, kendi için. Soyundu, yine kendi için. Sevdi, delice sevdi. Sadece istediği için. Güldü, mutlu oldu dünya, çiçek açtı toprak. Ağladı kadın, gökler yarıldı, kahroldu evren.
Üretti kadın. Direndi, çabaladı, ilerledi. Tükendi. Durdu dünya. Doğurdu, ana oldu, nefes oldu, döndürdü dünyayı.
Sevdiği için öldü kadın, sevgisiz kalınca yine öldü. Nefes alamayıp kaçınca öldürüldü kadın. Adı yok, sanı yok. Adem'e eş oldu ama yok olmayı, hiç olmayı kabul edemedi kadın.
Yeri geldi sustu, yok olur gibi oldu kadın. Ademoğlu başardım, üstün geldim sandı. Yine yanıldı. Ne o susturabilirdi kadını, ne kadın boyun eğebilirdi Adem'e. Hamurunda yoktu işte!
Zordu kadın olmak, hayata tutunmak. Mecbur olduğu için değil, boyun eğmeyi bilmediği için direndi kadın.