Pazar, Eylül 27, 2020

Tek derdimiz iz bırakmak

Acıtıp acıtmadığımız zerre umurumuzda değil tek derdimiz unutulmamak, iz bırakmak. Dünyaya kazık çakamayacağımız belli. Ama işte yetmiyor sadece yaşayıp gitmek! İlla ki hatırlanalım; illa ki birinin aklında, birinin kalbinde kalalım; illa ki birinin içinde ukde olalım; birinin yarası, başka birinin devası... Herkese yetişemeyeceğimiz açık ama işte yine  de deneyelim. Ne kadar çok o kadar iyi diyor egomuz sürekli! Halbuki öyle değil ama kimin umurundaki acı gerçekler?





Cuma, Eylül 25, 2020

Fırsat Eşitliğinin Son Kırıntıları Tarihe Karışırken...

Bir öğretmen olarak gerçekten çok zorlanıyorum. EBA'da Canlı ders yapmaya çalışıyorum sistem izin verdikçe. Bu yıl derslerine girmem gereken 67 öğrenciden maksimum 30-35'i derslere katılabiliyor. Diğerlerinin ya imkanları el vermiyor ya da aileleri eğitime gerekli önemi vermiyor. Her derste istediği halde sistemsel sorunlar yüzünden derse giremeyen 7-8 öğrenci oluyor ve mesajla durumu bana iletiyorlar.

Canlı ders yapmakla bitmiyor mevzu. Ulaşamadığım öğrencilere derste yaptıklarımı WhatsApp ve yine Eba üzerinden iletmeye çalışıyorum. Ama çocukların çoğunun doğal olarak kendilerine ait telefonu ya da bilgisayarı yok. Veliler giden mesajları ne kadar iletiyor bilmiyorum. Elim kolum bağlı böyle oturup eğitimde fırsat eşitliğinin tam anlamıyla tarihe karışmasına katkıda bulunuyorum.

Kahroluyorum...


Çarşamba, Eylül 23, 2020

Şarkı İlkbahar, Ben Son...

Hadi kutlayalım sonbaharı demek istiyorum ama...


Sonra diyorum içsek güzelleşsek yine...

Gece çok genç, arzular şelale
Haber etsek o yâre
Gelse Bomonti'den şereflendirse bizi
Olsak teyyare




 

Cumartesi, Eylül 19, 2020

Hayat ve Hayati Kaptan - 10. Bölüm

Hayati Kaptan ve Yasemin Hanım evden ayrılınca Hayat son bir kez kontrol etmek için mutfağa yöneldi. Rıfat arkasından giderek:


- Hayat her şey için çok teşekkürler. Çok güzel bir geceydi.

- Rica ederim Rıfat. Asıl sana teşekkürler davetin için. Gerçekten güzel bir geceydi. Mutfakta her şey derli toplu, artık gidebiliriz.

- Nasıl istersen...

Hayat çantasını aldı, Rıfat kapıyı kilitledi ve adanın çoktan uykuya dalmış sokaklarında yan yana  yürümeye başladılar.

- Eskiden olduğu gibi iskelenin oradan dolaşarak gidelim mi Hayat?

- Neden olmasın!

- Uzun zamandır konuşma fırsatımız olmadı. Görüşmediğimiz şu son bir kaç senede seni bir çok kez merak ettim.

- Arayıp sorabilirdin Rıfat. Hem sen niye ortadan yok oldun öyle? Yıllardır niye gelmiyorsun adaya? Eskiden yazları hep burada olurdun?

- Son geldiğim yılı hatırlıyor musun?

- Evet, okuldan arkadaşlarla buluşmuştuk hatta sen gitmeden önceki gece ama ertesi gün gideceğini söylememiştin bile o gece.

- Çünkü gitmeye ve uzun süre dönmemeye o gecenin sonunda karar vermiştim.

- Anlayamıyorum. Neden?

- O gece neler olduğu hakkında hiçbir fikrin yok gerçekten değil mi?

- Neden bahsediyorsun Rıfat? Bilmece gibi konuşmayı bırakıp anlatır mısın? Ne olmuş o akşam?

- O akşam her şey çok güzeldi aslında. Sen Arzularla sohbet ederken ben de senin en sevdiğin şarkıyı çalmaları için müzisyen arkadaşlara ricada bulunmaya gitmiştim. Kabul ettiler. Geri dönüp seni dansa kaldırmayı planlıyordum. O sırada Arzu sana "Bence bu kez Rıfat seni almadan şuradan şuraya gitmeyecek." dedi. Sense birden hiddetlenerek "Yıllardır söylüyorum, Rıfat'la benim aramda öyle bir ilişki söz konusu değil. Biz sadece çok yakın arkadaşız. Aşk meşk yok! Anlayın artık şunu lütfen!" dedin. O anda şarkı başladı ama benim bir adım dahi atacak halim kalmamıştı. Çünkü Arzu haklıydı. O gece sana benimle gelmeni teklif etmeyi planlamıştım. Tam da onun dediği gibi "Bu kez seni almadan şuradan şuraya gitmek istemiyorum." diyecektim sana.


*Şarkı: Bana Ellerini Ver - Özdemir Erdoğan


Perşembe, Eylül 17, 2020

Hayatın "Burdayım Ben!" Deyişine Hastayım :D

Sabah sağ elimde bir ağrıyla uyandım. Olur, normaldir, üzerine yatmışımdır gece deyip geçtim. Giyinip spora gitmek için evden çıktım. Yürürken her adımda sağ ayağımın bilek kısmındaki kemiğin hemen altında bir acı hissettim. Herhalde gece salıncakta saçma sapan bir pozisyonda 1-2 saat uyuyakaldığım için oldu hepsi diye düşündüm.

Sporu zar zor tamamlayıp eve döndüm. Duş, kahvaltı, Arya'nın ödevleri...  Sonra ailecek denize gittik, sağ elimdeki ağrı hafiften koluma yayılmaya başladı. Yüzdük, eğlendik; kitap, müzik, dinlendik. Tekrar duş alıp arkadaşlarımızla buluşmak için dışarı çıktık. Yemek yerken çatalı sol elle tuttum diyeyim sağ el, kol ağrımı siz tahmin edin. Yemek sonrası sol bacağım, sağ kolum derken şu an ağrı tüm vücudumda. Kemiklerim komple ağrıyor, kamyon çarpmış gibiyim ki şu satırları nasıl yazdığımı hiç sormayın.

Sabah ağrı yayılmaya başlayınca doktor randevusu aldım ayın 21'ine ama umarım o güne dek sürmez bu ağrı. Daha önce de böyle elimde, özellikle serçe ve yüzük parmaklarıma ağrı olmuştu. MR çektirmiştim. Belimde 2 küçük fıtık ve boynumda düzleşme olduğunu öğrenmiştik. İşte böyle ben ne zaman Hayat'ı hafife alsam, O tüm tatlılığıyla hatırlatır kendini bana :)))) Ama ben de şimdi diyorum ki:

Sen mi büyüksün, ben mi ey Hayat? Ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın canım benim! Bu kez mutsuz edemeyeceksin beni, düşüremeyeceksin gülen yüzümü :) Beni öyle iki kemik ağrısıyla endişelendirip üzemezsin! Pabuç bırakmayacağım sana işte :) Nasılsa her şey olacağına varacak, gülerek bekliyorum olacakları ve biliyorum ki hiç de bi'şey olmayacak! Hadi bekleme yapma, şu saçma sapan ağrıyı al da var git yoluna!






Salı, Eylül 15, 2020

Let's Tame Our Brains!

Önce başlıktan başlayayım. Daha önceki yazılarımda bazı yabancı kelimeleri kullanmayı sevdiğimden bahsetmiştim. "tame" de o kelimelerden biri. Hem olumlu hem de olumsuz birden çok anlamı var. "Let's tame our brains!" derken hem beynimizi "ehlileştirmekten /uslandırmaktan /uysallaştırmaktan" hem de dolaylı olarak biraz "yavanlaştırmaktan" bahsediyorum.

Neden beynimizi ehlileştirmemiz gerektiğini düşündüğüme gelirsek, bence biz (sizi bilmem ama ben kesin) zaman zaman bazı şeyleri çok büyütüyor, hayatı kendimize dar ediyoruz. Cennet-Cehennem var mı tartışmalarında hep ikisinin de bu dünyada ve bizim elimizde olduğunu düşünüyorum. Dünyayı cehennem haline getirmek de kendi cennet bahçemizi yaratmak da mümkün bence. Hepsinin yolu beynimizden geçiyor. Peki o kadar kolay mı? Hayır değil ama imkansız da değil.

Virüs girmiş bir bilgisayar ekranı düşünün. Sürekli yeni pencereler, yeni sekmeler açılıyor; çoğunda ne olduğunu bile anlamadığımız bir takım rakamlar akıp gidiyor; saçma sapan haberler, reklamlar, sağdan soldan başka başka siteler geliyor ekrana ve ben bu karmaşanın için de yolumu bulup sağ kalmaya çalışıyorum çoğu zaman. Yapacağım en basit işe odaklanmak bile saatlerimi alabiliyor. Bu ister yemek yapmak olsun, ister kitap okumak; diğer sekmeleri kapatmadan yapamıyorum. İşte bugün bu sorunu halletmek istiyorum.

Bugün düşünmemeyi seçiyorum. Olan olmuş, biten bitmiş deyip şu an dışındaki her şeyi olması gerektiği gibi geride bırakıp şu anda kalmayı seçiyorum. Tam şu an o kadar güzel ki! Sabah serinliği, evin sessizliği, camdan gelen kuş cıvıltıları, tatlı tatlı, usul usul dalgalanan deniz manzarası, yataklarında huzurla uyuyan eşim ve kızım... Şu anın içinde üzülecek tek bir şey bile yok. Tam şu anda kalmayı öğrenirse beynim her şey mükemmel olabilir. Önceki anların hepsi geçmiş, ilerideki anlarsa daha gelmedi ve belki de -büyük ihtimalle- hiç de endişelendiğim gibi olmayacak. Yani hayatımın büyük çoğunluğunu zaten olmuş bitmiş şeyleri ya da büyük ihtimalle hiç olmayacak şeyleri dert ederek geçirmenin hiç bir anlamı yok. Bu bilgiyi beynimin çekirdeğine yerleştirip oradan devam etmeyi planlıyorum. Şu satırları yazarken içimden yükselen anksiyete hissini bastırmayı başarınca gerisi gelecek biliyorum.

Beynimiz bir bilgisayar gibi mevcut bilgileri analiz ederek çalışıyor ama maalesef duygularımız / hormanlarımız da işin içine karışıyor. Onları ayırmanın bir yolu olmadığına göre fazla takmamayı öğrenmek lazım. Kendime her şeyin geçici olduğunu, en kötü anın bile eninde sonunda bittiğini hatırlatıyorum sık sık.. Göğsüme oturan öküze "Burada senlik bir durum yok canım, kalk git başka otlak bul kendine." diyorum. 

Hadi gelin bugün göğsümüze oturmak için kapıda bekleşen öküzlere gözlerinin içine baka baka "Evde yokum!" diyelim ve müziği son ses açıp inadına dans edelim :)




Pazartesi, Eylül 14, 2020

Ya Sevmezsen Beni?

Kontrollü Çılgınlıklar blogunun sahibesi candan ötem Ceren'le bol bol konuşuyoruz. Her konuşmamızda kendime dair başka bir şey keşfediyorum. Ceren yeni bir proje başlattı: 365 gün, her güne bir yazı, bir düşünce. Bugün "bağlanma"yı seçmiş kendine. Onun yazdıklarını okuyunca ben de şu yorumu yaptım:

"Ah nasıl da zıttız 😁 İnsan sevmem ben! Açık açık da söylerim böyle dan diye yüzüne "Ya siz bana bakmayın, ben insan sevmem" diye. Ama sevdim mi tam severim ve sevdiğim beni sevmeyecek diye de aklım çıkar, ölürüm korkudan..."

Sonra daldım derin düşüncelere tabi. Neden onca sene insan sevmem ben diye gezdiğimi düşündüm. Sebebi basit aslında: sevilmeme, kazık yeme, kırılma, üzülme korkusu. Birini seversem, o beni sevmezse ya da sevdiğini iddia edip beni kırarsa, üzerse... Çünkü ben kendimi bildim bileli sevdiklerim tarafından kırılıp üzüldüm hep. Zaten hep öyledir, sadece değer verdiğimiz insanlar bizi kıracak, üzecek kadar yakınımıza gelebilirler. İşte bu yüzden kimseyi sevmezsem, kimseye güvenmezsem, kimse de beni hayal kırıklığına uğratamaz, kimse üzemez diye düşündüm yıllarca. Tabi ki o yıllarda da çok sevdiğim, çok güvendiğim insanlar oldu ama sınırlı sayıda tuttum hep. Sonra bana bir haller oldu, duvarları yıktım farkına bile varmadan. Ceren'den aldığım ilhamla düşündüklerimi şöyle anlattım kendi Instagram'ımda bugün:

"En büyük endişen nedir diye sorsalar, sevip de sevilmemek derim. Öyle herkes değil, sevdiklerim sevsin beni yeter. Herkes severse bir sorun vardır zaten. Yıllarca insan sevmem ben diye gezmemin sebebidir endişem. Ya ben seversem de sen beni sevmezsen, kırıp dökersen, üzersen... Dayanmaz kalbim. Sevdiğim birinin yüzü düşünce acaba ben miyim sebebi diye içim içimi yer. Ben değilsem bile bu kez de ya çare olamazsam yarasına diye aklım çıkar. Sevdim mi delice severim ama mümkünse hiç sevmemeyi yeğlerim. Ne kadar az kişi seversem, sevilmeme ihtimalim o kadar az olur çünkü. Hopa'ya gelene dek ailem hariç sevdiğim insan sayısı iki elin parmağını geçmezken Hopa'da kişisel rekorumu kırdım. Şimdi sevdiklerimin sayısı sevilmeme korkumu sık sık körükleyecek kadar fazla ama maalesef demiyorum hiç :) "



Sevdiğim biri tarafından aynı ölçüde sevilmediğimi düşününce/hissedince o kadar çok yaralanıyorum ki kendimi ordan oraya vurup iyice hırpalıyorum. İçimdeki sevilmeme ve reddedilme korkusu o kadar derin ki bazen en ufak bir eleştiriyi bile saldırı olarak görüp karşı saldırıya geçebiliyorum. Sebeplerini biliyorum bu korkumun ve aşmaya çalışıyorum. Sevilmeme korkusuyla sevmekten kaçınmak ne kadar mantıksız farkındayım tabi ki ama işte bazı yaralar o kadar derin ki illa ki izi kalıyor benliğimizde.

Manidar bir parça bırakayım gitmeden şuraya :p



Pazar, Eylül 13, 2020

Hayat ve Hayati Kaptan* - 9. Bölüm

Günler su gibi akıp geçmiş, sözleşilen gün gelmiş, Yasemin Hanım ve Hayat akşam için mezeleri hazırlamış, Rıfat da en ufak ayrıntısı dahil herkesi hayran bırakacak dört dörtlük  bir sofra kurmuş sonra da mezeleri taşımasına yardımcı olmak için Hayat'ı evden almıştı. Rıfat'ın ailesiyle kaldığı eve vardıklarında kapıda Hayati Beylerle karşılaştılar.

- Kusura bakmayın, sizi beklettik sanırım. Mezeleri taşımaya yardım etmek için Hayat'ı almaya gitmiştim, sağolsun Raife Teyze bir kahve içmeden bırakmam deyince sohbete dalmışız, zamanın nasıl geçtiği fark etmemişiz.

- Önemli değil Rıfat Bey, biz de şimdi geldik zaten.

- Buyrun lütfen, evimize hoşgeldiniz. Hayat mutfağı biliyorsun, sen geç ben de Hayati Beyleri salona alıp geliyorum hemen. Yasemin Hanım size de zahmet verdik mezeler için ama eminim hepsi muhteşem olmuştur.

- Aman efendim çoğunu Hayat Hanım halletmişti zaten. Ben de bir iki meze hazırladım sadece.

Tüm bu konuşmaların içinde Hayati Bey'in nazarına takılan tek şey Hayat ve Rıfat'ın birbirlerinin evlerine ve ailelerine hiç yabancı olmadıkları ve aralarında geçmişten gelen güçlü bir bağ olduğuydu. Okul arkadaşı olduklarını biliyordu zaten ama bu kadar samimi olmalarını beklemiyordu. Rıfat ve Hayat'ın gençlik yıllarındaki münasebetlerini düşünürken bir an Yasemin'le kendi gençliklerine daldı.

Tanıştıklarında 18-19 yaşlarındaydılar. Yasemin Hanım çok güzel, narin, naif bir genç kız; Hayati Bey mahallenin bıçkın delikanlılarındandı. Yasemin'i Hayati'nin annesi görüp beğenmiş, Hayati'ye bahsetmişti. Gel zaman git zaman aileler tanıştı, söz kesildi. Gençler birbirlerini beğenmiş, konuştukça da sevmişlerdi birbirlerini. İlk görüşte aşk değildi ama büyük bir sevgiyle kurulmuştu yuvaları. Zaten aşk da neydi canım? Filmlerde olurdu öyle ilk görüşte dizlerinin bağını çözen, dünyayı unutturan aşklar. Yıllarca böyle düşünmüştü Hayati Kaptan, ta ki Hayat'la göz göze geldiği o güne dek.

Hayati Kaptan'la Yasemin Hanım'ın büyük bir sevgiyle kurulan yuvası her evde olan ufak tefek pürüzler dışında sorunsuz gelmişti bu günlere. Yasemin Hanım her sabah Hayati Kaptan'ı güler yüzüyle işe yollamış, her akşam güler yüzüyle kapıda karşılamıştı. Hayati Kaptan da bir günden bir güne geç kalmamıştı evine.

Hayati Kaptan derinlere daldığı geçmiş denizinden Rıfat'ın sesiyle çıkıverdi bir anda:

- Ooo Kaptanım, siz yine dalmışsınız engin denizlere!

- Öyle oldu Rıfat Bey. Yasemin'le tanıştığımız yıllar geldi aklıma bir anda.

- Gerçekten çok şanslısınız Hayati Kaptan! Yasemin Hanım hem çok güzel hem de çok marifetli bir hanımefendi.

- Aman Rıfat Bey, utandırıyorsunuz beni.

- Haklısınız Rıfat Bey, tam da dediğiniz gibidir Yasemin. Çok şanslıyım gerçekten.

Bu sırada Hayat mutfaktaki son işleri halledip odaya gelmişti.

- Tekrar hoş geldiniz. Dilerseniz sofraya geçelim.

Sofra gerçekten muazzamdı. Yasemin Hanım'ın ve Hayat'ın yaptığı mezelere yapılan övgüler gece boyu birkaç kez yinelendi. Rıfat'ın yaptığı balık da gerçekten çok lezizdi. Gece Hayat ile Hayati Kaptan'ın içindeki fırtınalara tezat sakin ve huzurluydu. Rıfat'ın nükteleri ve yurt dışındaki maceraları ile kah gülüyor kah şaşırıyorlardı. Gecenin sonunda Yasemin Hanım'la Hayat erkekleri sohbette bırakıp mutfağa geçtiler.

- Mezelerle yoruldunuz zaten Yasemin Hanımcım, mutfağı ben hallederim. Lütfen siz hiç zahmet etmeyin.

- Olur mu hiç Hayat Hanımcım. Ay şu hanımları bir bıraksak mı artık?

- Tabi nasıl isterseniz Yasemin Ha.. Yasemin.

- Hayatcım, Rıfat Bey'le ne güzel bir arkadaşlığınız var. Yıllara hatta mesafelere meydan okumuşsunuz. Belli ki Rıfat Bey sana çok değer veriyor.

- Evet, çok yakın arkadaştık gençken Rıfat'la. Ailelerimiz de ahbap, ailecek görüşürüz hâlâ.

- Eğer haddimi aştığımı düşünmezsen, bana Rıfat Bey'in sana ilgisinde arkadaşlıktan biraz daha fazlası varmış gibi geliyor ama...

- Ne demek, haddinizi aşmış falan değilsiniz tabi ki! Ama Rıfat biraz uçarıdır. Rahat tavırları yanlış anlaşılmasına yol açar sık sık. Gençlik yıllarımızda ailelerimiz de böyle düşünerek heveslenmişlerdi ama bizim aramızda arkadaşlıktan fazlası olmadı hiçbir zaman.

- Gençlik yıllarınızı bilemiyorum tabi ama bunca yıl evlenmemiş olmasına ve sana gösterdiği ilgi alakaya bakılırsa Rıfat Bey kısa süre içinde sana açılırsa şaşırmayacağım.

- Yanılıyorsunuz bence ama...

Bu sırada içeriden erkeklerin sesi geldi.

- Hanımlar neredesiniz?

- Geliyoruz. Bu konuyu ilk fırsatta yine konuşuruz Hayatcım.

Hanımlar kahvelerle beylerin yanına döndüler. Kahvelerini içtikten sonra Hayati Kaptan ve Yasemin Hanım her şey için teşekkür ederek kalkmak için müsaade istediler. Hayati Kaptan giderken Hayat Hanım'ı da evine bırakalım dese de Rıfat hemen söze girerek zahmet etmelerine gerek olmadığını, Hayat'ı kendisinin eve bırakacağına dair Raife Teyze'ye söz verdiğini söyledi. Bunun üzerine karşılıklı iyi geceler dileyerek ayrıldılar.



*Şarkı: Gözüm Sende - Belkıs Özener

Pazartesi, Eylül 07, 2020

Ağaç Ev Sohbetleri #55

Ağaç Ev Sohbetleri'nde 55. haftadayız. Bu hafta soru yine benden :)

Parayla saadet olur mu olmaz mı? Birileri her şeyin başı sağlık mevzusuna bağlamadan önce belirteyim, sağlığımız yerinde ve paramız var :) Mutlu olmaya yeter mi yetmez mi?

Ne kadar paranız olduğuna siz karar verin. Eğer mümkün olduğuna inanıyorsanız mutlu olmanıza yetecek kadar çok olabilir :) Gelelim benim cevabıma: Bence parayla saadet olmaz. Parasız da olmaz o ayrı da bence mutluluğun parayla direkt bir ilgisi yok. Yani paranın tek başına saadetim üzerinde büyük bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Eğer olsaydı hepimizin tanıdığı, ünlü, çok zengin, her şeyi olan onca insan intihar etmezdi.

Paranın varlığıyla kendimi mutlu edemem. Parayı bir araç olarak kullanarak yapacaklarımla hem kendimi hem de başkalarını (ve yine dolaylı olarak kendimi) mutlu edebilirim ama bu mutluluğu yaşamak için de çok paraya gerek yok aslında. Misal yardıma ihtiyacı olan birine yardım ettiğimde mutlu hissediyorum. Dünyada parasız ya da elimizdeki mevcut imkanlarla yapılabilecek yardımlar da var. Yani yardım etmek için illa çok zengin olmak gerekmez. Tabi ki zengin olsak çok daha büyük yardımlar yapabiliriz ama burada ölçtüğümüz şey yardımların büyüklüğü ya da büyük yardımın verdiği mutluluğun ölçüsü değil. Düzenli bağışçısı olduğum iki ayrı kuruluş var ve bunun dışında da sağlık sorunları için açılmış bağış kampanyalarına destek veriyoruz Evrim'le. Bunların verdiği mutluluk paha biçilemez tabi ki.

Parayla yapabileceğimiz ve bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz diğer şeylere şöyle bir bakalım. Mesela dünya turuna çıkabiliriz. En çok nereye gitmek istiyorsak oraya gidebiliriz. Peki sonra? Yaptık. Oldu bitti. En sevdiğimiz yemekleri yiyebilir, istediğimizi giyebiliriz. Peki ya sonra? Yeterli mi? Benim için değil. Tüm bunları sevdiklerimle paylaşmak isterim. Tamam tutan mı var? Tüm bunları sevdiklerimizle yaptığımızı düşünelim. Mutlu oluruz evet ama sevdiklerimizle bir şey yapıp mutlu olmaksa asıl mevzu, kabul edelim ki çok da büyük paralara, dünyanın diğer ucuna gitmeye, şık mekanlara ya da şık giysilere ihtiyacımız yok. Önemli olan o an yanımızda olanlarla aynı hisleri paylaşmak. Gözümü kapatıp istediğim yerde hayal edebilirim kendimi, mühim olan yanımda kim olduğu :) Yanımda olmasını istediklerim yanımdaysa gerisi boş. Ne demiş büyüklerimiz "İki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş. Gönüller ayrılınca saray olsa fayda etmez zaten.

Hayatımızın büyük bir bölümünü saran şu pandemi sürecinde fark ettim ki param olsa şunu yapmam, param olsa bunu yaparım dediğim birçok şey hiç de düşündüğüm gibi beni mutluluktan uçurmadı. Çok param olsa çalışmam diyordum, 6 ay evde oturunca okul açılsa da uça uça gitsem moduna geçtim. Çalışmayınca sürekli gezerim, farklı farklı yerlere giderim, nasılsa param da olacak derdim, tüm yaz evdeydim, benim için çooooooook şaşırtıcı ama tatile gidememek ya da gezememekle ilgili büyük bir eksiklik hissetmedim. Tabi ki gitsek, gezsek mutlu olurdum ama yapmayınca da acımdan ölmedim yani :D

Bence mutlu olmak için önce bizi mutlu eden şeylerin ne olduğunu bilmeliyiz. Geriye dönüp en mutlu olduğumuz anlara şöyle bir bakalım. Hangi anlar, o anlarda yanımızda yöremizde kim var, ne var, ne olmuş da mutlu olmuşuz. İşte o anlara, o kişilere, o gün orada olanlara tutunalım. Halihazırda bizi mutlu eden şeylere para da eklenirse daha mutlu olabiliriz ama bence mutlu olmak için paranın gelip bizi bulmasını beklemeye gerek yok.

Kabul ediyorum para bizi mutlu edecek şeyleri yapmamamızı kolaylaştırabilir ama tek başına bizi mutlu etmeye yetmez. Yani para mutluluk yolunda zaman zaman gerekli bir araç olmakla birlikte bizi mutluluğa erdiren asıl şey değil bence.

Son olarak yazmadan önce şunu düşünün: 

Hayatınızda en ufak bir değişiklik olmadan tam şu anda çok fazla paranız olduğunu düşünün. Ama mevcut tüm ilişkileriniz, para dışındaki tüm sıkıntılarınızın devam ettiğini... Anne-babanız aynı, eşiniz aynı, çocuğunuz aynı, komşunuz aynı... Hadi komşudan kurtulduk paramız olunca taşınabiliriz de :))) Ama ya arkadaşlarınız, hısım akraba? Para kaç sorunu çözecek? Çözülenler sizi olduğunuzdan ne kadar fazla mutlu edecek?

Dipnot: Yazıyı aceleyle yazıp yayınladım, klibi izlememiştim. Mr. Kaplan bahsedince izledim. Üzgünüm sizi buna maruz bıraktığım için :))))) 


  

Perşembe, Eylül 03, 2020

Topun elimizde kaldığı bir garip oyun...

Bazı oyunları kazanmak mümkün değil. Zaten o oyunlar kazanmak için de oynanmıyor sanırım. İnsan yolda kazanırım belki diye hevesleniyor ama daha o heves başladığı an kendini kandırdığını da, eninde sonunda kaybedeceğini de biliyor insan. Yine de kanmak istiyor. Hevesi gursağında kalacak olsa da o kısacık yolculuğun tadını almak istiyor insan. Tadını alınca keyfini de sürmek istiyor ama işte Hayat topun bir anda elimizde kalıverdiği bir garip oyun... Her şeye rağmen yenilen pehlivan misali tekrar tekrar denemekten vazgeçmiyor insan.

Belki döner şansımız bir gün ya da belki çoktan dönmüştür de biz farkında değilizdir :)



Salı, Eylül 01, 2020

Eylül

Eylül’dü

Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.
Eylül’dü.

Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Eylül’dü.

İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.

                                                           Cemal Süreya




Ayrılık Ayracı

Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orada başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda

Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orada başlıyor ayrılık

Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgar
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü

Birden ayrımsadık ki ayrılık orada başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını

                                                                 Ahmet Telli



Ben Eylül Sen Haziran

Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara

                                                        Ümit Yaşar Oğuzcan,













Son Günler

Salı günü yine Trabzon'daydık. HPV ve Smear sonuçlarım negatif yani temiz çıkmış. Bu güzel haber :) Ama - olmasa şaşarım - yaralar var...