Hezeyanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hezeyanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Eylül 15, 2021

Dev Bulutun Ardı

Hayatla arama giren dev bulutun ardından selamlar...

Bazen blogu ağlama duvarına çevirdiğim için kendime çok gıcık oluyorum. "Aman bu KuyruksuzKedi de hep mızmız, hep ağlak.." gibi olacak diye yazmak istemiyorum. Düşünüp pozitif bir şeyler bulmak, "an"a odaklanmak, bir şeylere tutunmak istiyorum ama...

İyi değilim. Mutlu değilim. Olamıyorum. Hissetmem gerekeni hissedemiyor, hissetmemen gerekenlerden kaçamıyorum. Zorluyorum, çok zorluyorum. Elimden geleni yapıyorum. Düşünmüyor sadece yaşıyorum ama bir an durunca kaçtığım her şey üstüme üşüşüyor. Eziliyorum bu ağırlığın altında. Geçecek deyip duruyorum. GEÇMİYOR! 

Kendimi kandıramıyorum artık. İyi rolü yapmanın anlamı yok. İyi değilim. Yakın zamanda iyi olacağımı da sanmıyorum.



Pazar, Mayıs 23, 2021

"To Tame"

Daha önce de yazmıştım İngilizce'de içerdiği çoklu anlamlar sebebiyle sevdiğim kelimeler var diye. "Tame" kelimesi de onlardan biri. Bir sürü anlamı var. "Evcilleştirmek" anlamının yanısıra "ilgi ve heyecandan mahrum bırakmak", "dizginlemek", "sıkıcı" , "manasız" gibi anlamları da barındırıyor Bana öyle geliyor ki, "evcilleştikçe manasızlaşıp sıkıcılaşıyor her şey" demenin tek kelimelik hali "tame". 

"Tame" temel anlamıyla genellikle hayvanlar için "evcilleştirmek" manasında kullanılıyor ama nedense bana insanlar için kullanmak daha cazip geliyor. Hatta direk kendim için kullanmak istiyorum. Mesela "Status(Durum) " ya da "About(Hakkında)" kısmına şunları yazabilirim:

"Just struggling to tame myself."  

"Why is it so hard to be tamed?"

"An eternal struggle: To tame thyself"

Tüm bu cümlelerde "Tame"in içerdiği çoklu anlamı Türkçe'de tek kelime ile anlatamam maalesef. Tabi ki derdimi çok daha iyi anlatacak kelimeler var Türkçe'de ama işte şu anda ihtiyacım olan kelime bu. Kısa ve dolu dolu! 





Pazar, Nisan 18, 2021

Belki de kolektif bir acı bu bizimki...

Tezer Özlü ile tanıştığımda bir kez daha  anlamıştım yalnız olmadığımı. Benim gibi kendi içinde kendiyle boğuşan başkalarının da olduğunu... Geçenlerde Mr. Kaplan yazınca dönüp yeniden okumaya başladım Özlü'nün yazdıklarını.

Sözü Tezer Özlü'ye bırakıp bir köşeye çekiliyorum şimdi.

"Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelerde otur - artık hiçbir yerdesin."


"Nereye gitmek istiyorum ki? Nereye gidebilirim ki? Sürekli gitmek istemek de, bir yerde, hiçbir yerde olmak istemek değil mi? Olabileceğim bir yer kaldı mı? Hiçbir yerdeyim." 


Hayatın boyunca "kendin gibi" olman konusunda telkinler dinlersin, olacağın bir yer ararsın; en kendin olduğun haldeyse değişmen istenir."


"İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir." 


"Bilirsin, yazılmadıkça bitmeyen şeyler biriktirir kadınlar."


Biriktirmek istemiyorum. Olduğu gibi yazıp bırakmak istiyorum tüm yüklerimi ama işte "en kendin olduğun haldeyse değişmen istenir" sözü bağlıyor elimi kolumu. 


"Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bu, bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altında alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazılır ya da kendi kendine kanıtlamak için. Çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalımı yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olabilmeyi edebiyatla öğrendim." 

Ben henüz öğrenemedim, öğrenebileceğimi de sanmıyorum pek.


"Ve bana geceler yetmiyor. Günler yetmiyor. İnsan olmak yetmiyor. Sözcükler, diller yetmiyor."

"İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük."


Bir kez düşünmeye başlayınca hiçbir şey yetmiyor insana. Gece de, gündüz de, sevgiler de, hayat da...





Cuma, Nisan 16, 2021

Direniyorum

Direniyorum.

Ama bazen gerçekten çok zor direnmek. 

Doğru ne, yanlış ne? Ayırt etmek çok zor?

İnsanın delice istediği şeyler yanlış, doğru olanlar yetmiyorsa? 

Doğru kime göre doğru? Yanlış neye göre yanlış? 

O kadar çok soru var, cevaplar o kadar karmaşık ki... Felsefenin derinliklerine inesim de yok hiç. Sadece doğru olduğu varsayılana uymaya çalışıyorum ama her hücrem isyan ediyor. Her hücrem isyan ederken doğru olanı yapmak çok zor. Neden böyle olmak zorunda? Bazı günler daha da zor. 

İçimde hiç bitmeyen bir münazara var. İki taraf da sebepleri, sonuçları, artıları, eksileri sıralıyor sürekli. Mantıklı olanı seçiyorum ama mantığım mutluluk getirmiyor. Mantıksızı seçeyim diyorum bu kez de içim el vermiyor. Birinden biri vazgeçsin artık. Tükendim içimdeki bitmek bilmez bu savaştan. 

Çok yoruldum. Durmak istiyorum Duramıyorum. Koşmak istiyorum, koşamıyorum. 

Sürekli aynı noktada buluyorum kendimi.




Slow down
Take your time
It will be all right
If you decide to take it on the signs
Take it easy
Take it easy

Oh, slow down
And now I understand
Life isn't a friend
Is so hard, sometimes
But guess what?
You're not the only one
The door is shot
But so is your mind

Oh, slow down
But let we explain you
You'll have to complain
But kept the bright side
Open your eyes
Along with your mind
It's not so bad
God is love and love is all around
You do the best you can
As it have to be great
Open your arms
Now is the time
To get away with your life
Hold on
And your heart and enjoy the ride

Slow down
Take your time
It will be all right
If you decide to take it on the signs
Take it easy
Take it easy
Slow down
Take your time
It will be all right
If you decide to take it on the signs
Take it easy
Take it easy
Oh, slow down

...

I wish I can...


Cumartesi, Ağustos 29, 2020

Muharebe Meydanı

Bazı savaşları kazanamayız ama savaşmaktan da alamayız kendimizi. İşte yine tam ortasındayım muharebe meydanının! Kazanamayacağımı bile bile kendimle savaşıyorum. Oysa ufacık bir zafere razıyım. Biraz nefes almaya, biraz nefes aldırmaya, kendime olamasam da en çok sevenime nefes olmaya...

Neden bu kadar zor? Ben neden bu kadar zorluyorum? Anlayamıyorum kendimi. Yemin ederim anlayamıyorum. Alıyorum kendimi karşıma; soruyorum, konuşuyorum, anlatıyorum. AMA anlayamıyorum. Deli oluyorum, sinir oluyorum, kendi kendime düşman oluyorum.

Neden? Neden böyleyim? Neden huzursuzluk peşinde koşuyorum bile bile? Neden durduğum yerde, tam da olmam gereken yerde duramıyorum. Neden hayatın akışına ters yönde yüzmeye çalışıyorum? İstemiyorum böyle olmak!

İngilizce'de "self-destructive" diye bir sıfat var, "kendi kendini yıkan/yok eden demek. Ya da "kendine zarar" diye de çevirebiliriz. Tam beni anlatıyor. Kimse değil, bir ben yeterim beni yıkmaya, yakmaya, yok etmeye! Kendimi yolda indirip öyle devam etmek istiyorum hayat yolculuğuma. Nasıl olacak o dediğinizi duyar gibiyim. Bilmiyorum henüz ama bir şekilde olmalı, oldurmalıyım. Kendimle devam edemiyorum çünkü hayata.

Bazıları yemeden içmeden kesilir derdi olunca, ben okumaktan, yüzmekten, nefes almaktan, yaşamaktan kesiliyorum. 1 yıl önceki yazılarıma bakıyorum, bir arpa boyu yol alamamışım! 1 yıldır boğuşuyorum kendimle, hayat öyle de geçiyor böyle de ve ben bunu bile bile hala boğuşuyorum boş yere. Offfff gerçekten bıktım bu kısır döngüde boğulmaktan!


Cumartesi, Ekim 12, 2019

Eksik miyim, Fazla mı?

Herkesin dediği gibi "fazla" mıyım yoksa hissettiğim gibi "eksik" mi? Emin değilim.
Belki ikisi de değil. Arada derede, kaybolmuşum bir yerde.

Hayat, el âlem ne der diye yaşamak için çok kısa ve çok değerli bence. Bunu sık sık kendime hatırlatıyorum ama yine de zaman zaman ruhuma çöreklenen iç sıkıntısından kurtulamıyorum. Biliyorum dışarıdan nasıl göründüğümü. Hoşuma gitmiyor öyle görülmek ama bir yanım tam da öyle işte! Ateş olmayan yerden duman çıkmaz sonuçta. Aslında öyle görülmek değil de öyle olduğum için yargılanmak hoşuma gitmiyor.

                                

Bağıra bağıra konuşuyorum. Büyük büyük yaşıyorum duygularımı. Her şeyim ortada, içim dışım neyse o. "Fazla" geliyor insanlara benimle ilgili her şey. Sesim "fazla"; boyum "fazla" (her seferinde zaten uzunsun, bir de neden topuklu giyiyorsun? sorusunu duymaktan sıkıldım); tepkilerim "fazla"; sevincim, coşkum "fazla"; hüznüm "fazla"... "Fazla" açığım dışarıya, "fazla" rahat, "fazla" fevri! İşte tüm bu "fazla"lık hali batıyor.


I want to fit in but I do not want to change to fit in!


Bir mizacımız var doğuştan gelen, yaşadıklarımızla son şeklini alan. Ne kadar uğraşsak da çok değişmek mümkün değil. Tabi ki yıllar içinde sivri köşeler yontuluyor biraz ama insan yedisinde neyse yetmişinde de o olmaya devam ediyor gerçekten. Ben de öyleyim maalesef. Değişmeye çalışsam da en zorlu anlarda en derindeki benliğim geri dönüyor; büyümüş halim yanlış olduğunu bilse de hâlâ çocukluğumdaki gibi burnumun dikine gitmeyi tercih ediyorum. Daha yapmadan pişman olduğum şeyleri bile bile yapıyorum. Pişman oluyorum ama yine de dönmüyorum. Zararın neresinden dönsen kardır ya ben o dönemeçleri hep göz göre göre es geçiyorum. Her defasında yanlış yapıp ucuz atlatmak için mucize bekliyorum. Eh aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuç bekleyenlere Einstein ne demiş bir çoğumuz biliyoruz. Ben de ahmak olduğumu bilerek yapıyorum aynı hataları.

Neden peki? Bilmiyorum niye böyleyim. Bilmiyorum işte! Olmam gerektiği gibi olamıyorum, olduğum gibi de kabul edemiyorum kendimi. Arada derede sıkışmış, kaybolmuş hissediyorum.




Kendimi arıyorum. Nerede bittiğimi, nerede başladığımı bilmiyorum. Buluyorum bir sokak arasında ama sevemiyorum işte kendimi kimi zaman! Oysa ki en çok kendimi sevmek istiyorum, en çok kendimle mutlu olmak! Olmuyor! Ama suçlusu başkaları değil! Onlar ne düşünür, ne der değil. Derdim başkasının düşündüğü değil de ben öyle olunca üzülecek olan sevdiklerim. Gerisi zerre umurumda değil ama işte olmuyor ben beceremiyorum kendimi bulmayı, kendimi sevmeyi...

Sevmiyorum bu hezeyanlarımı. Sevmiyorum kaybolmuşluk hissini. Yerim yurdum belli; ruhum da belli olsun istiyorum. Ama "fazla" geliyor ruhum bazen. Yine de azalmıyorum; inadına daha da çoğalıyorum! Yazarak hafifliyorum sadece :)




Pazar, Ağustos 25, 2019

Kırık Dökük Eski Bir Puzzle

"Ben dört kişiyim: bir ben, iki içimdeki, üç aynadaki, dört kalbimdeki. Ben'i geç, içimdeki zaten deli, kır aynadakini... Ya kalbimdeki?"

Paul Auster


Ölçüp biçiyorum, doluya koyuyorum, boşa koyuyorum. Sonra alıp her şeyi çöpe atıyorum. Olmuyor geri alıyorum.

İçimdeki "ben"leri didik didik ediyorum. Parçalara bölüp tekrar birleştiriyorum. Uçları denk gelmeyen puzzle parçaları ile kendimi yeniden inşa etmeyi deniyorum. 

İyi yanlarımı alıp, kötüleri bırakayım diyorum. İyi yanlarımın ucu denk gelmiyor, bütün olamıyorum. E tamam o zaman kötü olayım diyorum. Onu da kabul edemiyorum. İstiyorum ki biraz kötü olayım ama dışarıdan hep iyi görüneyim. Şu hayatta ancak iyi olanların sahip olabileceklerine sahip olayım ama aslında o kadar da iyi olmayayım. Böylesine çakallık peşindeyken iyilik iddiasında bulunmak nasıl da komik? Komik değil de... yazmaya elim varmıyor işte!

İtiraf ediyorum: Ben pek de iyi biri değilim! 

Tam çözdüm kendimi, barıştım kendimle dediğim an hayat alabora ediyor beni! 3 günlük huzuru çok görüyor! "Sen iyi olamazsın, içinde çürük elmalar var, öyle basitçe ayıklayıp çöpe atamazsın. O kadar basit mi her şey?" diyor tokat gibi!

Hastayım deyip işin içinden sıyrılmayı çok istiyorum bazen. Hani şöyle en sağlamından bir kişilik bölünmesi, çoklu kişilik bozukluğu falan var desem... Yok! Her şeyin gayet farkındayım! Hepsi bir, hepsi benim!

İnsan kendini istemez mi? İstemiyorum. Paketi komple geri iade etmek istiyorum.

Bir arkadaşım var, candan öte, can simidim, tercüman-ı kalbim, anlayanım, anlatanım...

"Hele öbür yanımı hiç sorma, bildiğin şeyler, uçup gitmeler, başka yakaya konmalar, kuşken ağaç olmalar, kanatken kök salmalar.. Ben bile anlayamazken kendimi, sen mi anlayacaksın beni?

Anlaman değil, anlamaya çalışmak için debelenmen çekiyor ya, o ayrı.. Sevmek değil derdim demiştim, ben en çok anlamaya çalışana açım.."  diyor. Tam da böyle bir hal işte! 

Ben bile anlayamıyorum kendimi. Kalemi kağıdı alıp yazıyorum. Çıkanlara şaşırmıyorum da hepsini kabullenmeme şaşırıyorum. Yetmiyor, dünya da öylece kabullensin beni istiyorum. Yok, yüzsüzlük ediyormuşum gibi de gelmiyor hiç. Baya bildiğin arsızlık sınırlarını aşıyor benliğim ama umrunda olmuyor bir yanımın. Yıllardır hep yaptığım gibi "Ne var canım, ben de böyleyim işte!" deyip konuyu kapatmak istiyor. 

İnsanlığın geneli için konuşamayacağım ama bir kısmı için tek çözüm "yalnızlık" sanırım. Yalnız olsam, bir "ben" olsam, bilsem ki yaptıklarımın kimseye zararı olmayacak, tek hasar bana gelecek, zerre düşünmeyeceğim "ben kimim? niye böyleyim?" diye. Ama olmuyor işte maalesef! Söz konusu sadece kendim değilim ki... Eşim, anneyim, ablayım, kızım, gelinim, öğretmenim, arkadaşım... Galiba tüm bunlar arasında bir tek "ben" değilim! 

Ne sahip olduklarımdan vazgeçebiliyorum ne de peşinden gitmek istediğim hayallerden! Sıkışıp kaldıkça hem kendime hem sevdiklerime haksızlık ediyorum.

Aslında o kadar basit ki hayallerim... 

Canım isteyince en yakındaki suya dalıvermek, kimseye hesap vermeden, kimseyi beklemek zorunda kalmadan, kimseye açıklama yapmak zorunda olmadan dağ tepe tırmanmak, bugün duyduğum bir etkinliğe öylesine gelişine plansız gidebilmek, sırf ucuza bilet olduğu için hiç aklımda olmayan yerlere seyahat edebilmek, bugün burdayken yarın dünyanın öbür ucunda olabilmek, motorsiklete atlayıp rüzgarı tüm varlığımla hissetmek, şimdi şu an arabaya atlayıp günlerce süren bir yolculuğa çıkmak, gözüme hoş gelen bir yerde durmak dinlenmek, sonra devam etmek... Saatlerce sadece okumak, yazmak, dinlemek, gitar çalmaya çalışmak. 2 yıldır görüşmeye çalıştığım arkadaşımla buluşup saatlerce konuşabilmek, dertleşebilmek. Arya dur, koşma, dökme, çarpma, gitme, ses yapma, dikkat et cümlelerini uzuuuuuuun bir süre kullanmak zorunda kalmamak, herhangi bir hareketim için birilerine açıklama yapmak zorunda olmamak, hayallerimin, isteklerimin masumluğunu / kolaylığını / zorluğunu kanıtlamak zorunda hissetmemek... ve böyle bir sürü basit şey!

Yapılamayacak şeyler değil di mi?

Maalesef benim için öyleler!



Cuma, Temmuz 26, 2019

Işıklı Yol

Dünyanın en ışıklı yolundan, ömrümün en karanlık gecesine yürüdüm. Durmadım, düşünmedim. Ne pişmanlık hissettim, ne huzur buldum. Buz gibi sularda yüzdüm. Korktum, üşüdüm, titredim soğuktan. Ben oldum.

Her gece varıyor sabaha, en karanlık olanlar bile. Kimisi güneşli bir güne, kimisi fırtınaların göbeğine... Bilmiyoruz nasıl bir sabaha uyanacağımızı ama yine de dalıyoruz her gece uykunun derinine. Rüyalar, kabuslar, hayaller, karabasanlar... Bazen uykusuz geceler... Ama işte burdayız yine de! Bitmez denilenler bitiyor, geçmez denilenler geçiyor. Olmaz dediğin oluyor.

Öyle bir dönüyor ki Dünya, yer yerinden oynuyor, taş üstünde taş kalmıyor. Ama değişmiyor ufacık hayatlarımızın ufacık çıkmaz sokakları. Kapı düz duvar oluyor da, akıl düz mantığa eremiyor bazen.

Dünyada anlatılmayan bir hikaye, çalınmayan bir nota yokmuş, ne anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıymış fark yaratan. Defalarca kez oynanmış bu oyun, defalarca kez anlatılmış bu masal. Ama işte yine de herkes en orjinali kendininki sanıyor her defasında. Komik aslında düşününce. Ama nedense içinden bakınca komik gelmiyor insana.

Bazen en karanlık geceler en aydınlık sabahlara varır. Düşünce karanlığa insan hep en çok bildiği şeye sarılır. Bildiğin yollar, bildiğin yerlere çıkar. Define haritasına gerek yok, yol tam bildiğimiz yerde.

Dinlemek istersen:

"nasıl uzağız gerçeğe
ve nasıl da biliyoruz bunu içten içe,
sahte sevgi arsızlığından her gün daha da derine düşüyoruz, 

doğru vicdanî boşluğu bulduğumuz andaki naifliğimiz en şeytani gücümüz
iler tutar yanımız yok

bin güzelliği bir hatayla siliyoruz,
çünkü affetmeyi unuttuk, öleceğimizi unuttuğumuz gibi

uzaktan sızan o ince ışığı soruyorsun ya, al sana define haritası.
sevgiyi kazanmak için verdiğimiz emeği, 

kazandığımız sevgiyi korumak için de verdiğimizde kurtuluruz.
başka kurtuluş yok!"






Misafir

Şu an evde bir misafirimiz var. Adı Latte :) Latte, Sibirya Kurdu kırması yani yarı-Husky bir dişi :)  Evrim eve getirince yıkayıp paklamış;...