Pazar, Nisan 18, 2021

Belki de kolektif bir acı bu bizimki...

Tezer Özlü ile tanıştığımda bir kez daha  anlamıştım yalnız olmadığımı. Benim gibi kendi içinde kendiyle boğuşan başkalarının da olduğunu... Geçenlerde Mr. Kaplan yazınca dönüp yeniden okumaya başladım Özlü'nün yazdıklarını.

Sözü Tezer Özlü'ye bırakıp bir köşeye çekiliyorum şimdi.

"Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelerde otur - artık hiçbir yerdesin."


"Nereye gitmek istiyorum ki? Nereye gidebilirim ki? Sürekli gitmek istemek de, bir yerde, hiçbir yerde olmak istemek değil mi? Olabileceğim bir yer kaldı mı? Hiçbir yerdeyim." 


Hayatın boyunca "kendin gibi" olman konusunda telkinler dinlersin, olacağın bir yer ararsın; en kendin olduğun haldeyse değişmen istenir."


"İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir." 


"Bilirsin, yazılmadıkça bitmeyen şeyler biriktirir kadınlar."


Biriktirmek istemiyorum. Olduğu gibi yazıp bırakmak istiyorum tüm yüklerimi ama işte "en kendin olduğun haldeyse değişmen istenir" sözü bağlıyor elimi kolumu. 


"Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bu, bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altında alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazılır ya da kendi kendine kanıtlamak için. Çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalımı yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olabilmeyi edebiyatla öğrendim." 

Ben henüz öğrenemedim, öğrenebileceğimi de sanmıyorum pek.


"Ve bana geceler yetmiyor. Günler yetmiyor. İnsan olmak yetmiyor. Sözcükler, diller yetmiyor."

"İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük."


Bir kez düşünmeye başlayınca hiçbir şey yetmiyor insana. Gece de, gündüz de, sevgiler de, hayat da...





13 yorum:

  1. Biriktirme zaten, Tezer Özlü biriktire biriktire kanserden öldü..

    YanıtlaSil
  2. Bence kafa / vucut calisma dengesi gerekli.Odaklanacak bir is bulmak ve fazla irdelemeden yasamak.Cevabi olmayan sorulara bir omur harcasak da bosuna.Yasam enerjisini azaltiyor. Dunyada ne zorluklar icinde insanlar var.Ilk aklima gelen Tehlikeli Okul Yollari diye bir belgesel. Dunya nin gelismemis ulkelerinde okula gitmek icin kucucuk cocuklarin gittigi zor guzergahlari gorse yasitlari degil bizler de ibret alirdik biraz.Enerji vampirlerini cevrede degil kendimizde aramaya baslayalim.Bugun Omur Dedigin in 238. Bolumunda programinda emekli bir ogretmen olan 68 yasindaki Esref Yurdasiperi izledim. Size de tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle boş kalmak hiç iyi gelmiyor. Listeye ekledim tavsiyeleri :)

      Sil
  3. Hem Tezer Ozlu yu hem de Cesare Pavese yi okudum bu arada.

    YanıtlaSil
  4. İnsan yaşamın anlamını bulmak için değil yaşamak için yaratımıştır sözünü sık sık kendime tekrar ediyorum. Çok düşünüp durmak bizi hasta ediyor bence. Kamplarda, yollarda, hareket halindeyken, sadece o anı yaşarken ne kadar mutluyuz oysa.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önce düzenli gittiğim pilatesi bıraktım, sonra koşmayı, sonra yürümeyi. Hava bir türlü düzelmediği ve okul-iş-yasaklar üçgenini aşacak günü bulamadığımız için çadır-kamp işini sürekli erteliyoruz. Her şey durdu. Hayat akıyor ama ben olduğum yerde duruyorum. Yaşayacak bir "an" olmayınca da kendi kendimi yiyorum. Farkındayım ama işte kıpırdayamıyorum. 10 gündür bel fıtığım yüzünden oturup kalkmak bile işkence ama bugün olmasa yarın koşacağım.

      Sil
  5. Ayrica bu kis ve kotu hava onyargimizi kirmak icin Henri David Thoreau nun Bir Kis Yuruyusu makalesini kesinlikle oneririm.Doganin dongusu icinde her hareketinin anlamini bilince siz de meraklaniyorsunuz.Ben de vay kis,vay kapali hava,vay gunes yok derken birden bir aydinlanma yasadim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Derdim kışla değil de eve hapsolmakla ilgili daha çok. Eskiden yaz demeden kış demeden dışarda olurdum. Son 1-1,5 yıldır evde geçen süre giderek artıyor ve bu beni olumsuz etkiliyor. Ama yakındır kendimi denizlere atmam :)

      Sil
  6. Tezer Özlü, şimdiye kadar en fazla etkilendiğim bir yazar oldu Mrs. Kedi. Yaşama bakış açısı ve sözlerinde kendimi buldum diyebilirim. Toplum baskısına isyanı, hayatın anlamsızlığına ilişkin samimi düşünceleri bende saygınlık ve hayranlık uyandırdı. Alıntı yaptığınız her cümle üzerinde günlerce düşünülebilir, sayfalarca yazılabilir. Onun depresif fikirleri pek çok okuru depresyona sokabilir belki ama ben onları son derece doğal bulduğumdan olsa gerek, düşünsel açıdan kendimi ona yandaş hissettirdi fakat depresyona sokmadı. Belki ben de yaşamı onun gibi abartmıyorum gözümde. Çünkü sonunda ölüm var ve bu kimsenin kaçamayacağı bir gerçek. Ölümden korkmuyorum, çünkü biliyorum ki bir gün gelip kapımı çalacak, kaçış yok!

    Yaşam boyu ne yaparsak yapalım, nereye gidersek gidelim, Özlü'nün dediği gibi hiçbir yerdeyiz aslında. Abartmanın, kendimizi kandırmanın gereği yok.

    "Bilirsin, yazılmadıkça bitmeyen şeyler biriktirir kadınlar."
    Bu cümleyi ben farklı okudum. Yazarın kastettiği kalemi eline alıp yazma fiili mi acaba? Öyle olsaydı "yazmadıkça bitmeyen şeyler biriktirir kadınlar." demez miydi? "Yazılmak" mecaz anlamıyla "birine tutulmak, sevilmek" tir. Sevilince biten şey nedir? Bence bunun cevabı "aşk" tır. Peki sevilmedikçe bitmeyen şey? Bu gerçek "sevgi" dir işte. Burada Özlü'nün feministlik damarı tutmuş sanırım ve kadınların sevgiye dair her şeyi biriktirdiklerini söylüyor. Duygusal yönden erkeklere göre daha önde olan kadınlar, sevgiyi olduğu kadar nefreti de biriktirir bence.

    Bu arada geçmiş olsun. Bu sabah aynı bel ağrısı bende de başladı. Sebebini bilmiyorum, birkaç güne kadar geçer umarım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle size de geçmiş olsun Mr. Kaplan.

      Yazılmadıkça bitmeyen şeyler ile ilgili yorumunuzu çok sevdim. "Aşk"ın yazınca/yaşanınca bitmesi konusunda kesinlikle hem fikiriz. Bitmeyen şeyin ise sevgi olduğunu söylemişsiniz. Sevgi de bitebilir bence ya da anlamsızlaşabilir gibi geliyor bana.

      Şu hayatı abartmama ve ölümden korkmama mevzusunda tam anlaşamıyoruz. Daha doğrusu ben kendimi tam ifade edemediğimi hissediyorum. Ben de ölümden korkmuyorum, hayatın öyle "divine" bir amacı olduğunu, onu bulmamız gerektiğini falan da düşünmüyorum. Tam tersi hayat kısacık, yitip gidecek. Her anını dolu dolu yaşamak, istemediğim hiçbir şeyi yapmamak ve istediğim her şeyi yapabilmek istiyorum. Ortak kararlara uymak istemiyorum, kimsenin özellikle de toplumun beklentisine göre yaşamak, kısıtlanmak istemiyorum. Öyle ulu bir amaç peşinde ya da ölümsüz olma arzusunda falan değilim. Benim derdim her anımı en iyi şekilde geçirmek. Baya baya pragmatik, hedonist bir yaşam arzusu taşıyorum diyebiliriz. Kitaplar, müzik, güzel yemekler, deniz, güneş, sonbaharın renkleri, dağlar, tepeler... Yeni şeyler denemek, gitmediğim yerlere gitmek, yeni insanlarla tanışmak, yeni maceralara atılmak... Kısacası yerimde saymak değil de YAŞAMAK!

      Kendime o kadar kızıyorum ki fırsat varken yapmadığımız şeyler için. Yurtdışında birçok ülkede arkadaşlarımız var. Geçtiğimiz yıllarda hem maddi hem de fiziksel olarak imkanımız varken gitmedik yanlarına ziyarete. Şimdi hem Dolar ve Euro ve uçtu hem de Corona yüzünden seyahat etmek neredeyse imkansızlaştı. Bu durum beni deli ediyor. Neden gitmedik, neden erteledik? Neden hayatı sürekli erteliyoruz? Şimdi değilse ne zaman? Sahip olduğum tek şey şu an ve biz şu anı hep boşa harcıyoruz. Hep yapılacak önemli işler var, hep ihtiyatlı olmak zorundayız, hep yarını düşünüp ayağımızı ona göre uzatmamız gerek! Ama neden? Çünkü toplum böyle bir baskı oluşturuyor. Çok saçma! Ben kırmaya çalışsam da eşim kırmaya yanaşmıyor bu saçma zincirleri. Anlatsam çok uzar bu mevzular Mr. Kaplan :(

      Sil
  7. tezer özlü için hüzünlü, depresif diyorlar, en sevdiğim yerli yazar diyebilirim, yedi sekiz kitabını en az 3 er kez okudum, her yeni çıkan baskısını alıyorum, yky den özel baskıları çıktı, onları öpüp seviyorum vallası, tezer özlü bana yaşama sevinci veriyor, yani depresif bulmuyorum, kendisinin hayatını, abisinin hayatını çok inceledim, yaşadıkları evleri bulup gittim. bir dolu röportajını okudum, tezer in kızı ile sohbetleri çok komik :) tezer esprili, neşeli biri, hastalıkları olmuş o başka, onun yaptığı iki geziyi yapıcam ben de işallah, biri, venedikte ölüm filminin çekildiği otele gitti, diğerinde de trieste gezisi :)

    YanıtlaSil

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...