Pazartesi, Temmuz 13, 2020

Hayat deyip geçemezsin bazen...

Leyla hiç gelmeyeceğini bile bile sanki az sonra kapıdan girecekmiş gibi telaşla hazırladı her şeyi. Salatayı yaptı, sosu hazırladı, köfteleri kızarttı. Sofrayı kurdu sebepsiz yere pır pır kanat çırpan kalbiyle.

İmkansızı beklediğini biliyordu. Nasıldı o söz? "İmkana mecbur, namümküne meftun"du Leyla. Ama işte imkansızın içinde bile bir "imkan", bir ihtimal vardı. O ihtimale tutunuyordu Leyla. Heyecanla kurduğu sofraya oturdu. Hayal gücünü çalıştırdı, çalıştırdı, çalıştırdı. Getirip karşısına oturttu imkansızını. Sonra sordu:

- Neden? Neden gelmedin?

- Gelemedim.

- Hayır! Sen gelmedin!

- Nasıl gelebilirdim ki? Biliyorsun, hayat...

- Bu Hayat, hep bana karşı mı işliyor? Bu kez değil! Bu kez "Hayat" deyip geçemezsin. Gelmedin! Çünkü gelmeyi o kadar çok istemedin. Çünkü gelsen...

- Hayat...

Leyla biliyordu hayatı, insanı nasıl sarıp sarmaladığını, nasıl nefessiz bıraktığını. Ama hayat bile bu kadar acımasız değildi. İki fırtına arasına esler veriyordu, toparlanıp ayağa kalkmak için. İşte o es kaçmıştı bu kez ellerinden. Ama yok! Bu kez hayat değildi tek suçlu. İmkansız yarıyolda bırakmıştı Leyla'yı içindeki imkana aldırmaksızın. Ama zaten hep böyle değil miydi? Biri hep daha önce sever, daha çok sever, daha çok acı çekerdi. Hani demiş ya üstad, "Her şeyden önce ben, seni sevdim, / Biliyorum; inanırım, / Sen de beni sevdin... / Ama her şeyden önce değil." İşte tam da buydu imkansızın imkanları hiç ediş sebebi!

Leyla kızamıyordu bile. Kızsa kime kızacaktı ki zaten? Hayalinde var ettiği aslında gerçek bile olmayan birine nasıl kızılırdı ki? Hep hayallere tutunmuştu, belki de artık gerçeğe dönmenin zamanı gelmiş de geçiyordu. 27 senelik bekleyişine son vermeye karar verdi Leyla.

Sofrayı toplayıp her şeyi mutfağa taşıdı. Salatayı kapaklı bir kaba aktardı, köftelerin durduğu tabağı streç filmle kaplayıp dolaba kaldırdı. Çantasını alıp kapıdan çıkmadan önce son kez şöyle bir göz gezdirdi eve. İmkanlı-imkansız tüm olasılıkları ardında bırakıp çekip gitti Leyla. Hayat'a karışmaya mı yoksa tamamen dışına çıkmaya mı bilinmez.



11 yorum:

  1. Okuduğum blogların üçünde Leylâ rüzgârları esmiş son günlerde :) Bu hikâyedeki Leylâ biraz da benim (okuyan hepimiz gibi), bir an geliyor, insan birden aydınlanıyor, birden tam olduğun noktayı görüyorsun ve önündeki yolu. Hayat güzel, çok güzel.. Çünkü hayat da hikayendeki gibi bilinmezliklerle dolu, bir sonraki köşebaşını dönünce hayatın sana ne getireceğini bilemezsin. O nedenle, oyuna devam! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Leyla'yım bugün,
      Başımda kavak yelleri...

      Leyla deyince hep kavak yelleri geliyor aklıma ya da tam tersi ne zaman kavak yelleri esip geçse başımdan Leyla düşüyor aklıma.

      O bilinmezlik değil mi zaten hayatı yaşamaya değer kılan :) Ne zaman sarsa bir merak ruhumuzu, yeni bir hayat filizleniyor sanki kıyıda köşede, kuytuda bir yerde. Bir köşe aşı, bir köşe daha, şu köşeyi de dönelim bakalım derken geçiyor hayat. Bir de o aydınlanmalar gelip geçmese kalıcı olsa!

      Sil
  2. Güzel bir öykü. Müzik de çok yakışmış. Umutsuz bekleyişler kadar zor olan bir şey yok. Son satırlara yaklaşırken acı bir son beklemeye başlamıştım. Soru işaretleriyle bittiği devamının geleceğini müjdeler gibi:)

    Sevginin dengede kalması imkânsız gibi. Birinin sevgisi mutlaka ağır basıyor. Ne gariptir ki daha çok seven kaybeden taraf oluyor mutlaka. Yoksa, severken ölçülü davranmak mı mutluluğun kapısını açan? Sevenler niye hep acı çeker?

    Ben bu dünya düzenini anlayamadım. Her şey olması gerekenin tersine işliyor sanki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biliyor musunuz Mr. Kaplan aslında zor olan da da acımasız olan da Hayat/Dünya değil aslında. Biz onu öyle görüyoruz sadece. Günah keçisi arıyoruz, kimseyi bulamayınca da "Hayat!" diyoruz. Ama işte öyküdeki gibi bazen hayat deyip geçemezsin. Ya çıkacaksın o hayatın içinden ya da en derine dalacaksın. Boğulacaksan da bir kaşık suda değil açık denizlerde boğulacaksın! Daha önce de yazmıştım Leyla'yı. Bu öyküden sonra dönüp tekrar okudum. Hangisi önce hangisi sonra bilemedim ama Leyla gittiği yollarda bulamayacak huzuru, anladım. Ne varsa kendi içinde var. Hepimizin bakması gereken yer kendi içi demek ki :) Oturdum camın önüne, karşımda Karadeniz'in yemyeşil dağları, bakıyorum kendi içime şimdi :) Bakalım Leyla da bakıp anlayabilecek mi bir gün kendini. Gelip kulağıma fısıldarsa yazarım yine hikayesini :)

      Sil
    2. https://www.cins.com.tr/genel/kemal-sayar-ask-insanin-hamuruna-dunyaya-karsi-bir-savunma-mekanizmasi-olarak-karildi/

      Sil
    3. Cereeeeen nedir bu? Her cümle bomba etkisi yaratıyor zihnimde! Havai fişekler uçtu içimde! Allahım yüz kere, bin kere okuyacağım! Offf o nasıl anlatmak!!!

      Sil
    4. Öyle mi diyorsunuz, Mrs. Kedi? Yaşam acımasız değil mi? Tamam, bir çok tatlı yönleri var, kabul ediyorum ama bu onun acımasız tarafını ortadan kaldırabilir mi? Hayatın acımasızlıkları karşısında onu günah keçisi yapmayıp kendimizden mi bileceğiz bütün acıları? En kötüsünden ölüm, yaşamın sonu, sonucu değil mi? Ayrılık, hasret, kin, nefret hepsi yaşamın parçaları değil mi? Bütün bu olumsuzlukların sadece küçük bir kısmında kişisel etkimiz, kararlarımız olabilir. Fakat tamamına yakını bizi oradan oraya sürüklüyor.

      Hayatın bizlere pek bir şey bırakmayan kurallarına mecburen uyum sağlamaya çalışıyor, yaşamın gerçeklerini ister istemez kabullenerek kendimizi bir nebze olsun rahatlatıyoruz. Yaşamım tamamen kendi kontrolüm altında diyen bir kişi kendini aldatır en başta.

      Evet, mücadele şart, hemen teslim olmamalı. Fakat her sonuca da hazırlıklı olmalı ve kendini suçlamamalı. Hayata karışmak ya da dışında kalmak kişisel bir tercihi Leylâ'nın. Yine de hangisinin onu mutlu edeceği meçhul. Hayat hangi oyunlarda ona ne roller biçmiş bilemeyiz.

      Şahsen ben bazen hayatın adaletsizliğine çok kızarım. Kızmakla elime bir şey geçmeyeceğini bilirim. Bazı şeyleri düzeltmek gelmez insanın elinden. Yüzme bilmeden derin denizde boğulmak niye?

      Kabullenmek kimi zaman rahatlatır insanı. Yüzleşmek hayatın gerçekleriyle bazen öfkemizi dindirir. Çaresizlik anında tek yapabileceğimiz bunlar belki de.

      Sil
    5. Dediklerinize katılıyorum tabi ki Mr. Kaplan ama işte her şeyi hayattan biliyoruz ya öyle değil aslında demek istedim. Çoğu zaman başımıza gelenler karşısında bizim verdiğimiz tepkiler çok büyük. Bazen bizim tepkisizliğimizden, yerimizde saymayı kabul edişimizden geliyor başımıza ne geliyorsa. Yani hareket etmemiz gereken anlarda öylece durup iş işten geçince şikayet ediyoruz. Ya da bir çok şeyi değiştirmek için bir adım atmakla başlamak yerine olduğunimuz yerden ah vah deyip kıpırdamadan ağlanıyoruz. Ama tabi ki hastalıklar, ölümler, kazalar gibi elimizde olmayan şeyler de var hayatta. Yine de ipleri elimize alabileceğimiz anlar veriyor hayat bize ama biz ipin ucunu bile isteye kaçırıyoruz bazen. Yani demem o ki tek suçlu hayat değil :) Bir nehir ki hem bizi ordan oraya sürüklüyor hem de sürüklenirken uzanıp yakalayabileceğimiz dalları besleyip bize uzatıyor :)

      Sil
  3. Neden böyle hikayelerde kadın genellikle Leyla oluyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Leyla deyince bir imge oluşuyor hepimizin aklında :) Ben seviyorum aklımdaki Leyla imgesini. Bir de her şeyden öte, öyküler kendi kahramanlarıyla, kendi isimleri, kendi cisimleriyle geliyorlar bana :)

      Sil

Sakin Kalabilmek

Bir süre önce olana bitene sinirlenmenin çok manasız olduğunu kabullenmiş ve olan biten şeyler karşısında sakinliğimi korumanın daha mantıkl...