Salı, Haziran 30, 2020

Yaz, Güz, Affetmek ve Kim Bilir Daha Neler Neler...

 UYARI: Bu yazı günlerdir sürünüyor. Nerde başlayıp nerde bittiğini bilmediğim, boşlukta sallanıp durduğum anların bir bütünü diyeceğim ama neresinden tutsam elimde kalır ki buna da bir bütün diyemiyorum.

28.06.2020

Balkonumuz çiçeklendi, tohumlarımız yeşillendi, fideler ilk mahsullerini verdi. 
Hayatı balkona sığdırdık.
                               

                                    




...

"Ben"i bir kenara bırakırsak her şey yolunda. Her yer yaz, ben güz.



...


Mark Wolynn'in "Seninle Başlamadı"  kitabını okuyorum. Aile travmalarının kuşaktan kuşağa aktarılıp biz farkına bile varmadan hayatlarımızı nasıl derinden etkileyebileceği anlatılıyor kitapta. Verilen örnekleri okudukça düşünüyor insan, ailesinden hangi travmaları miras almış olabileceğini.  O kadar çok ki bizim ailenin kadınlarında travma... Nereden tutsam elimde kalıyor benim miras! Haliyle tutup bir yerinden başlayasım gelmiyor.

Yazar kitapta ısrarla ilişkilerinizi düzeltin, affedin, sorunları arkanızda bırakın, yeni bağlar kurun diyor. Bütün hissetmek için ailevi bağların çok önemli olduğunu vurguluyor. Geçmişin geçmişte kalması için farkına varıp kökenine inmek ve sorunu kökten uca çözmek gerektiğini vurguluyor. Miras aldığımız travmaların kaderimiz olmadığını, işleri değiştirmenin elimizde olduğunu savunuyor.

Yıllar önce İstanbul'da vücut frekansımızı inceletmiştik. Analiz sonuçları benim affetmekle ilgili yoğun bir problemim olduğunu göstermişti. Sonuçlar üstünde konuşurken affedemeyeceğim şeyler yaşadığımı söylemiştim. İlerleyen süreçte "affetmek"ten kasıtın, tek tek kişileri affetmek değil de yaşadıklarımı bırakıp kendimi özgürleştirmek, kendimi affederek acıdan kurtulmak, özgürleşmek olduğunu anlamıştım. Yine de anlamak yetmiyor. Çok güçlü bir ağlama krizi sonrası kendimi affettim bazı şeyler için ama hâlâ içimi acıtan şeyler var. Geri dönüp bakmakta zorlanıyorum.

...

29.06.2020

04.45.

Hiç uyumadım. Saatlerdir ekrana bakıyorum boş boş. Kulağımda müzik, aklımda hayaller, karşımda gün doğumu... Yazıyı yazmaya dün başladım ama bitiremedim. Şimdi de bitirebileceğimden emin değilim. 

                           
...

05.48

O kadar çok şey yazmak istiyorum ki... O kadar çok şeyi yazamıyorum ki... 

...

13.02

Bu yazı nasıl bitecek çok merak ediyorum. 

Her şeyin suçlusu Blogger aslında. Telefondan fotoğraf yüklemeyi o kadar zorlaştırmışlar ki yazıyı bitirmek için gereken fotoğrafları bir türlü yükleyemediğim için yazıyı bitiremiyorum.

...

Son günlerden bahsedeyim diyorum.

...


30.06.2020

14.35


Arkadaşlarımızla her fırsatta vakit geçiriyoruz bol bol.


Akşam yürüyüşünde karşılaştık, yağmur yağınca bir cafenin saçak altına sığındık.


Pizza gecesi yaptık.

...


Günler geçiyor. Akşamları Arya ile bisiklet binmeye ya da yürüyüşe çıkıyoruz. Bazen Evrim de katılıyor bize.





...

Şimdi anne-kız denize gidiyoruz. Bu yazıyı da böylece yayınlıyorum. 





Çarşamba, Haziran 24, 2020

Vicdan Azabı İçimizden midir, Dışımızdan mı?*

Konuyu eşimle konuştuktan sonra vicdan ve vicdan azabını birbirinden ayırmaya karar verdim. Benim derdim vicdanla değil de "vicdan azabı" ile.

Vicdan azabı nedir? İçimizden mi kaynaklanır yoksa kaynağı dışarıda mıdır?

Sözlükteki anlamlara bir bakalım:

Vicdan: 

Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri(?) üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.

...

Bu tanımı baz alırsak aklıma takılan sorular var."Kişinin kendi ahlak değerleri" nasıl oluşuyor? Ahlak toplumsal düzeni sağlamak için toplum tarafından oluşturulan bir şey. Bir şeyin ahlaka uygun olup olmaması yaşanılan toplumla alakalı. Yani vicdan azabı yanlış bir şey yapıp rahatsız olma hissi ise peki doğru nedir, yanlış nedir? Kim belirliyor? Sadece kendimiz diyemeyiz çünkü yetiştiğimiz toplumun etkisini asla hiçe sayamayız. Demem o ki tüm kavramlar yapay, toplumlar tarafından bireyi kontrol etmek için yaratılmış suni şeyler. Doğru ve yanlış kavramları olmasa yanlış yaptım, vicdan azabı çekiyorum durumu da olmayacaktır.

...


Vicdan azabı:

Yapılan bir işten dolayı duyulan acı, üzüntü.

...

Vikipedi'ye göre ise:

Vicdan, kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir. Vicdan, birçok dinde, birçok felsefi akımda, mistisizmde önem verilmiş bir kavramdır. Günümüzde kimileri "kamusal vicdan" ifadesini kullanmaktaysa da, dinsel, mistik vb. alanlarda böyle bir kavram bulunmaz, vicdan kavramı bu alanlarda hep bireysel vicdan anlamında kullanılmıştır. Felsefeye göre, iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil, kişinin bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri sürer, seküler anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer. Friedrich Nietzsche'ye göre vicdan, borçlanma ahlakına bağlı olarak gelişmiş, "söz verebilen bir hayvan yetiştirme" amacıyla icat edilmiş bir kavramdır.[1] Neo-spiritüalist görüşe göre ise, ruhun ancak belirli bir gelişim aşamasında (hayvanlık ara aşamasından sonraki insanlık aşamasında) açığa çıkan, ruhun gelişimi oranında derece derece gelişen bir yeteneğidir.

Vicdan azabı başkasına zarar verdiğine inanan bir kişinin duyduğu pişmanlık duygusunun bir ifadesidir. Vicdan azabı suçluluk duygusuyla ilintili bir duygu olup kişinin kendi kendine yönelttiği bir kızgınlık halidir. Vicdan azabı kişinin geçmişteki bir eyleminden kaynaklanabildiği gibi eylemsizlikten (parmağını bile kaldırmamak) de kaynaklanabilir.

Vicdan sahibi olmayan (vicdanı olmayan) insanlara genellikle sosyopat veya psikopat denilmektedir. Mahkemelerde vicdan azabının varlığı zaman zaman hakimler tarafından ceza hukuku ilkeleri çerçevesinde hafifletici neden olarak kullanılır. Bu gibi durumlardan vicdan azabının varlığının diğer kişiler tarafından saptanması zorunluluğu ortaya çıkar. Vicdan azabı duyan kişi genellikle özür dilemek yoluyla vicdan azabı duygularını kanıtlamaya çalışır.
...

Vicdan azabı kavramı söz konusu olduğunda çeşitli görüşler var görüldüğü üzere. Ben seküler anlayışın önermesini destekliyorum. Ama Neo-spiritüalistler haklı olabilirler. Belki de benim ruhum henüz o kadar gelişmemiştir ve bu yüzden kaynağını dışarıda sanıyorumdur. Bilemiyorum. Ama ne düşündüğümü paylaşmak istiyorum.

Bence vicdan, biraz şefkat, acıma, sevgi gibi kavramlarla karıştırılıyor. Şefkatli, sevgi dolu, anlayışlı insanlar vicdanlı da oluyor gibi gibi...

Vicdan azabı toplum baskısının bir ürünü. Kimsenin bilmeyeceği ya da kimsenin yargılamayacağı garantisi verilse insanların çoğunun zerre vicdan azabı çekmeden bir sürü şey deneyeceğini düşünüyorum -tabi ki canilikten, bir cana zarar vermek gibi şeylerden bahsetmiyorum-. Çoğu zaman asıl sorun birileri öğrenirse ne düşünür, ne der mevzusu. Tam bu noktada bu sözlerime itiraz edenler olacak. Eşim ve Mr. Kaplan kesin :) Diyecekseniz ki kimse bilmese de kendim bileceğim ve yine kendimi rahatsız hissedeceğim. Bir çok örnek verebilirim ki aslında yanlış olduğu halde vicdan azabı vermesin. Misal çok zengin bir adam var ama zenginliği çalıp çırpmakla, başkalarının hakkını yiyerek son derece haksız yollardan elde edilmiş. Yaptıkları yanlış. Şimdi elimize fırsat geçti, bu adamı soyup soğana çevirebileceğiz ve kesinlikle yakalanmayacağız. Hırsızlık yanlış olmasına ve normal koşullarda vicdan azabı çekilmesine neden olması gerekirken koşullar değiştiğinde azap değil neredeyse haz verecek hale geliyor. Görüldüğü üzere koşullar değişince her şey değişiyor. Bir şey değişiyorsa genel geçer değildir demek ki. Yani vicdan bazı koşullarda aktif bazı koşullarda pasif kalan bir olgu. Örnekleri çoğaltabiliriz.

Ben ahlaksal ve vicdani konular söz konusu olduğunda evrensel doğrular olduğuna inanmıyorum. Aslına bakarsanız bence en genel anlamda insan yaşamına, bedensel bütünlüğümüze ve kişisel tercihlerimize kast edilmediği sürece ne yanlış ne doğru herkesin kendi bileceği şeyler.

*Bu yazı çok uzun zamandır taslak halinde duruyordu. Mr. Kaplan'ın blogunda yazdıklarından da ilham alarak bitirip yayınlamak istedim.


Şarkı günlerden kulağımda çalıyor...


Salı, Haziran 16, 2020

Merdivenler

Merdiven çıkmayı sevmem ama çok sevdiğim merdivenler var şu hayatta!

Hepsinin ayrı bir anısı var. Liseyi bitirip üniversiteyi kazandığım yaz bir sevgilim oldu. Sevgilim dediğime bakmayın, el ele tutuşmaktan, birlikte yüzmekten, akşamları 1-2 saat gezip konuşmaktan 1 milim öteye geçmeyen bir arkadaşlık :D Bir akşam sahil yolundaki merdivenlere oturduk, dereden tepeden sohbet ediyoruz. Konuyu evirip çevirip çoçuğun gözlerine getirdim ki yeşil mi mavi mi şu an tam hatırlamıyorum ama çok güzeldiler. Çocuk demesin mi "Bizim ailede herkes böyle sarışın renkli gözlü; ben de sarışın renkli gözlü bir kızla evleneceğim. Genlerimizi bozmanın anlamı yok." O yaşta tabi ki çocukla evlilik hayali falan kurduğum yoktu ama adama sormazlar mı "E sen bu esmer, siyah saçlı, kahve gözlü kızla ne yapıyorsun gecenin bir saatinde denize inen bu merdivenlerde?" diye :))))))) Sormadım ama "Öyle yap zaten bu üstün genlerinizi ve sarışın zekanızı tüm dünyaya yaymanın anlamı yok!" demeden de duramadım :)))))) Bunu der demez de işi şakaya vurdum, çocuğa bozulma / karşı atağa geçme fırsatı bile vermeden konuyu değiştirdim. Sonraki günlerde de hastayım ben deyip çocuğu ektim tabi ki :D O pek değerli genlerine (?!) daha fazla tehdit oluşturmak istemedim. Maazallah aşık falan oluruz, gözümüz gen men görmez diye korktum galiba :)))))

Sevdiğim başka merdivenli ve asansörlü anılar da var ama anlatmak için özel izin almam lazım :D Onun yerine Hopa'da yürüyüş yaparken denk geldiğim ve aşık olduğum şu merdivenleri paylaşayım sizinle :)



Fotoğraftaki merdivenleri aslında 1 yıl önce falan keşfettim ama çarpık, paslı, eski görüntüsüne vurulsam da kullanmaya korktum. Sonra bu sene birden bir cesaret geldi ve attım adımımı. Aaa o da ne? Merdiven taş gibi! Sapasağlam! Boş yere korkmuşum 1 yıldır :D Merdivenlere giden yolu günaşırı yürüyorum ve artık her gidişimde merdivenlerden inip kayalıkların, denizin, gökyüzünün keyfini çıkarıyorum.

                                               

Merdivenlerden inip kayaların üstüne böyle↑ yatınca açık havalarda masmavi gök ve ay şöyle↓ görünüyor:


Merdivenlerden bu kadar bahsedip Ahmet Haşim'i anmamak, Merdiven şiirini paylaşmamak olmaz.

Merdiven Şiiri

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak

Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta

Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer

Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta

                                                       
                                                                              ...


Şarkı bile merdivenli olsun bu gece :D


Cumartesi, Haziran 13, 2020

Birleştirince Bir Yere Varmayan Noktalar...

Şiirle gerçek manada tanışmam ve şiir aşığı olmam lise yıllarıma denk gelir. Şehnazların şiir gecesinde aralanan şiir kapısından kendi şiir gecemizde geçip bir daha da ayrılamadım o dünyadan. Orhan Veli, Nazım Hikmet, Can Yücel, ve Özdemir Asaf ile başlayan ilgim Cemal Süreya ile doruk noktasına erişti sanırım. Özellikle son zamanlarda Cemal Süreya şiirleri ile yatıp kalkıyorum adeta. En sevdiklerimi aşağıya bırakıp kaçayım.


Uzaktan Seviyorum Seni

uzaktan seviyorum seni 
kokunu alamadan, 
boynuna sarılamadan 
yüzüne dokunamadan 
sadece seviyorum

öyle uzaktan seviyorum seni
elini tutmadan
yüreğine dokunmadan
gözlerinde dalıp dalıp gitmeden
şu üç günlük sevdalara inat
serserice değil adam gibi seviyorum
öyle uzaktan seviyorum seni
yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden
en çılgın kahkahalarına ortak olmadan
en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan
öyle uzaktan seviyorum seni
kırmadan
dökmeden
parçalamadan
üzmeden
ağlatmadan uzaktan seviyorum
öyle uzaktan seviyorum seni;
sana söylemek istediğim her kelimeyi
dilimde parçalayarak seviyorum
damla damla dökülürken kelimelerim
masum beyaz bir kağıtta seviyorum.



Biliyorum Sana Giden Yollar Kapalı

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir gece yarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri



Sevmek Ne Uzun Kelime

Dokunulmasa da, görülmese de;
Kalpte yer verilir bazısına,
Nedensiz...
Sen; aklım ve kalbim arasında kalan,
En güzel çaresizliğimsin.
Gerçi aklıma bile gelmiyorsun artık.
O kadar kalbimdesin ki...
Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme,
Kırk yılın hatırına "SEN" kalayım.
"Sevmek" ne uzun kelime...
Şimdi açsam pencereyi beklesem.
Sen gelsen, olmaz ya hani geliversen.
Hiçbir şey sormasan,
Hiçbir şey söylemesen,
Sussan,
Sussam,
Sussak...
Susuşların anlattıklarını dinlesek.

               ...


"Sevmek Ne Uzun Kelime" ile başlayan şu mektubu paylaşmazsam eksik olur:

Sevmek ne uzun kelime. Derin deniz mavisi. Ne zaman geleceksin. Gelsen ya. Güzel buralar. Hem sana bütün olmayı öğretirim. Göğsünde kaybolurum hüzünlendiğim dakikalarda, çünkü senin omuzlarında ağlamanın deniz manzarası var. Giderdin dedim. Gittin ve gittiğin kırk gece sana uyudum. Aklım ödünç, ellerim yanlış. Ama sen yine de gitme. Gidersen peşinden gelmem ama kalırsan bu masalın sonunu birlikte öğreniriz. Bulutlardan elbise dikmeye başlasın mı güvercinler? Ama yine de sen bilirsin. Sana gitme demeyeceğim. Zaten ben senin gidişine hastayım. Sustuk yine. Sigaralarımızı içtik. Sigaralarımızı dedim evet. Sen sigara sevmezsin. Nefret edersin. Her sigara içtiğimde senin yerine de içiyorum ben. Gidiyorum. yollar ıssız, karanlık. Ben güzel değil miyim? Neden kuş koymuyorlar yoluma? Bu hayat sıktı. Gel yürüyelim.

Cemal Süreya / Onüç Günün Mektupları




Hadi siz de yorumlara sevdiğiniz bir şiiri bırakın :) Şiirsever değilseniz şarkı da kabul :)

#geceyebirşiirbırak





Cuma, Haziran 12, 2020

Biraz Ekstra Renk Katmak Lazım Bazen Hayata

Son günler epeyce hareketli geçti. Cuma akşamı termoslarımızı doldurup sandalyelerimizi de alıp arkadaşlarımızla sahile indik. Hava kararınca bu kez biralarımızı alıp başka arkadaşlarımıza gittik. Cumartesi denize, Pazar önce kahvaltıya sonra yine denize gittik. Pazartesi akşamı sahildeydik. Salı da yine denizdeydik. Dün ve bugün evdeyiz :D (Lütfen sosyal mesafe içerikli linç girişimlerinizi kendinize saklayın, zira Corona bizim buralara hiç uğramadı, umarım hiç uğramaz da)







2 gündür kendimizi balkona verdik. Saksılar, toprak, çiçek, böcek :)) Geçen hafta Arya ile roka, tatlı kıl biber ve limon ekmiştik; dün de Evrim'le cherry domates ve maydanoz ektik; 2 tane çiçeğimizin saksısını değiştirdik. Bugün de balkona biraz daha fazla saksı koyabilmek için duvara monte edilen bir saksılık aldık.




Balkonla haşır neşir olmak iyi geldi hepimize. Bol bol balkonda vakit geçiriyoruz artık. Önceki gün balkonda oturup kahve içerken eşim "Herkes saçını başını düzeltmiş, kuaförlerin işi baya açılmıştır. Sen de gidip yaptır artık saçını istersen." dedi. Taa Corona'dan önce saçlarımın bir kısmını mora boyamayı planlamış ama hep ertelemiştim. Eşim hatırlayınca dedim gidip yapayım. Bugün gidip hallettim :)  Daha önce -sanırım 4-5 yıl önce- mor yapmıştım saçlarımı, 1-2 sene önce de pembe yapmıştım. Seviyorum değişiklik yapmayı. 





Ne zaman biraz farklı bi'şey yapsam 1-2 yıl önce aile hekimimize gittiğimde aramızda geçen bir diyalog geliyor hep aklıma. Mesleğimi soran doktora öğretmen olduğumu söylemiştim, o da "Kesin İngilizce öğretmenisinizdir." demişti. Doğal olarak "Nereden bildiniz?" diye sordum. Cevap olarak aynen şöyle dedi: "Biz okurken hepimiz İngilizce öğretmenimize aşıktık. Sizin gibi uzun boylu, marjinal, güzel bir kadındı o da.". Gülümseyip geçmiştim tabi ki çünkü doktorun amacı kabalık yapmak değildi asla :) Yarın ne olur bilmem ama bugün ben de kendimi yenilenmiş ve mor saçlarıyla hoş bir kadın gibi hissediyorum :)

Değişiklik iyi geliyor insana :)


Çarşamba, Haziran 10, 2020

Ağaç Ev Sohbetleri #42 - Değiştirilemeyen Özgeçmiş

Bu haftanın ağaç ev sohbet konusu Azkaban Firarisi'nden gelmiş:

Eğer bir zaman makinen olsaydı ve istediğin zamana gidebilseydin neyi değiştirirdin? İyi veya kötü sonuçlar doğurabileceğini bile bile yapabilir miydin?

Azkaban Firarisi dünyanın dengesini unutmamak lazım demiş kendi yazısında.

Şimdiye kdr okuduğum yazılarda genelde dünya tarihi ile ilgili şeyleri değiştirmeye niyetlenmiş blogger arkadaşlarımız. Benim de aklıma ilk önce Hitler'i yok etmek ve Amerika'nın keşfini önlemek geldi. Ama işlerin bununla bitmeyeceğini biliyoruz tabi ki.

Neden kendimizden önce dünyanın geçmişini, insanlığın kaderini değiştirmeyi düşünüyoruz acaba? Belki de hiçbirimizin cesareti yok en başa dönüp bir şeyleri değiştirmeye, başka olasılıklara yelken açıp başka hayatlar yaşamaya.

Mutlu Anlar Koleksiyoncu'sunun  şu yazısındaki soruya cevaben her şeye rağmen 10 üzerinden 10 vermiştim çocukluğuma. Oysa blogu takip edenler biliyor pek de güzel değil çocukluk anılarım ama yine de Ağaç Ev Sohbetlerinin verdiği hayali imkana rağmen geri dönüp değiştirecek cesaretim yok sanırım benim de.

Peki neden 10 puan verdim çocukluğuma? Sokakta geçri çocukluğum, koşup oynayarak, arkadaşlarımla eğlenerek, ip atlayıp top peşinde koşarak... Çıkmaz sokakta büyüdüm ben. Belki de bundandır çıkmazlara düşkünlüğüm, durup durup yeni çıkmazlara düşüşüm. Çıkmaz sokakta büyüyüp çıkmaz sokakları sevmek... Çocukluk işte!

Geçmişte bir şeyi değiştirince neler olabileceğini kestirmek çok zor. Kaş yapayım derken göz çıkarmak istemem. Detaylı analiz ve planlama olmadan geçmişte atılan her bir adım yıkıcı etkiye sahip olabilir ve gelecek yıllar geçmişi aratabilir. Bu yüzden ben daha büyük riske girip şansımı Hitler'den yana kullanırdım sanırım.






Cuma, Haziran 05, 2020

Somewhere between sense n' sensibility

Everyday I go back and forth between sense and sensibility. I feel fine when I come to my senses but when my sensibility arouse I get worse than ever. I'm about to come apart. I need a balance. However I can't make peace with both my sense and sensibility at the same time. I try not to hear or think, just try to live the moment.


Şarkıda bahsi geçmişken yazmak istedim: Amerika'yı kasıp kavuran ırkçılık konusunu hiç anlamıyorum. Yaratan renk renk çeşit çeşit yaratmış, insanları göz renklerine ya da saç tiplerine göre ayırmazken nasıl oluyor da ten renklerine göre ayırmayı mantıklı buluyor bazı insan(?!)lar acaba? Zihinsel bir problemleri olduğu kesin bence. 

Çarşamba, Haziran 03, 2020

Anime Mimi

Selam!

Mert'in 5 yabancı dizi miminden esinlenerek ben de bir anime mimi yapayım dedim.

İşte benim favorilerim:


  1. Bleach: Ah neresinden başlasam... Ichigo, Kenpachi, Kisuke Urahara, Yoruichi (hem kara kedi formu hem de mor saçları ile tam benlik :) 
  2. Death Note: Elinize bir defter geçtiğini ve o deftere her kimin adını yazarsanız ucu size hiç dokunmadan öleceğini düşünün...
  3. Sword Art Online: VR Teknolojisi ile girdiği oyundan çıkamayan oyuncuların oyunda ve gerçek hayatta sağ kalma macerası
  4. Fairy Tale: Büyücü loncalarının bulunduğu bir dünyada Fairy Tale loncası etrafında dönen maceralar
  5. Devil May Cry: Bir iblis avcısı olan Dante'nin maceraları. Hâlâ nasıl izlediğimi bilmediğim, aslında hiç sevmediğim kanlı, şiddet içeren anime türüne ait bir anime ama zamanında gayet de severek izleyip bitirmiştik eşimle. Şimdi tekrar denesem izlemem belki de.

Daha bir sürü anime var tabi ki sevdiğim. İlk izlediğim anime Sailor Moon'du ki çizgi film niyetine izliyordum, animenin ne olduğunu bile bilmiyordum o zamanlar. Sailor Moon sonrası yine çizgi film niyetine izlediğim Pokemon var, evet var :)))) Bilinçli olarak izlediğim ilk anime Full Metal Alchemist'ti. En yakın arkadaşlarımdan bir olan sevgili Derya sayesinde keşfedip birlikte izlemiştik. Sonra Evrim'le severek izlediğim bir başka anime iblis kahya Sebastian'ın maceralarını anlatan Kuro Shitsuji var ki her eve lazım öyle bir kahya :D 

Halihazırda izlemeye devam ettiğim animelere gelirsek, Sword Art Online ile benzer bir konuya sahip olan Ixion Saga,  konusu Fairy Tale'i andıran Black Clover, avcı olmak isteyen Gon'un maceralarını anlatan Hunter x Hunter, içindeki abuk sahnelere gıcık olsam da genel olarak eğlenceli olan Seven Deadly Sins ve şu an aklıma gelmeyen bir sürü anime daha :D Aklıma geldikçe eklerim ben buraya. Ama içlerinde en çok sevdiğim Bleach!

Anime seviyorsanız Onedio'nun önerilerine de şuradan göz atabilirsiniz.

Bu mim için aklıma ilk gelen iki isim Deep ve Akela tabi ki! Hadi hemen yapın bekliyoum merakla :)

Edit: Şu an isimlerini hiç hatırlayamadığım 3 tane anime var ve bahsetmeden geçmek de istemiyorum. Evrim işten gelince soracağım, umarım isimlerini hatırlar. Konuları şöyle:

1) Bir çocuk ilk okul yıllarına gidip çocukları kaçırıp öldüren bir katilin yakalanmasını sağlıyor. Aysu yoruma yazmış, ismi "Boku Dake ga Inai Machi"


2) 4 tane hero var, birisi kalkan herosu ve nedense heroları yardım için çağıran kraliyet ailesi bile diğer heroları koruyup desteklerken kalkan herosuna sürekli kazık atmaya çalışıyor. Aysu bunu da yazmış, bu animenin adı da "Tate no Yuusha no Nariagari".

3) Bir iblis ve melek dünyaya düşüyor, dünyada çalışarak hayatta kalmaya çalışıyorlar.  

Biliyorum böyle anlatınca komik oldu ama n'apalım :) Belki bir umut isimlerini bilen biri çıkar :D


Sakin Kalabilmek

Bir süre önce olana bitene sinirlenmenin çok manasız olduğunu kabullenmiş ve olan biten şeyler karşısında sakinliğimi korumanın daha mantıkl...