Cuma, Temmuz 30, 2021
Hayaller Gerçek Olur Bazen
Salı, Temmuz 27, 2021
Ağaç Ev Sohbetleri #101
Bu haftanın konusu Mr. Kaplan'dan geldi:
"LGBT hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu bir hastalık mıdır? Etik açıdan nasıl olması ya da olmaması gerektiği yönünü bir tarafa bırakıp bu konuda kişisel görüşlerinizi ve bakış açınızı paylaşır mısınız?"
LGBT'nin açılışına bakarsak "Lesbian, Gay, Bisexual, Transgender / Transsexual" kelimelerine ulaşıyoruz. Son yıllarda bu kısaltma biraz daha genişleyerek LGBTIQ olarak kullanılmaya başlandı. Eklenen yeni harfler Intersex ve Queer kelimeleri için. Toplum nazarında genel olarak "eşcinsel" kelimesi ile tanımlanan kişiler aslında kendi kimlikleri ve farklar konusunda çok daha hassaslar. Kişisel fikirlerime gelecek olursak, LGBT bireylerini ve haklarını sonuna dek desteklediğimi söyleyerek başlayabilirim.
Birebir ilişkim olan 3 gay, 1 bisexual tanıdığım var. Hepsi üniversite mezunu, üçü üst düzey yönetici. İkisi cinsel kimliklerini açıkça ortaya koyuyor, yani aileleri, arkadaşları ve iş çevreleri durumu biliyor. Diğer ikisinin yakın arkadaşları biliyor ama aileleri konusunda emin değilim. Üst düzey yönetici olan ikisi ile iş hayatında tanıştım. Mağaza yöneticiliği yaptığım süreçte biri mentorum, biri de supervisorımdı. İkisine de hayranlık duyuyorum. O zaman supervisorım olan Alp Bey* daha sonra çalıştığım yabancı firmanın uluslararası yöneticilerinden biri oldu, mentorum da onun pozisyonuna yükseldi. Her ikisi de müthiş disiplinli ve başarılı kişiler.
Mentorum olan İlker Bey* daha esprili ve feminen bir kişiliğe sahipken Alp Bey baskın bir otorite figürüydü. Her ikisi ile tanışıp en ufak bir saygısızlık yapmak aklınızdan bile geçmez. Ayakları sapasağlam yere basan, başarılı, eğitimli ve bilinçli bireyler oldukları daha tanıştığımız ilk andan itibaren o kadar açıkça ortadaydı ki cinsel kimliklerini yargılamak(?!) bir yana neden acaba diye düşünmek bile aklıma gelmedi. İlerleyen zamanlarda İlker Bey'le iş dışında yaptığımız sohbetlerde durumun kendi ve Alp Bey için ne kadar zor olduğundan bahsetmişti. Haklarındaki genel ön yargıyı kırmak imkansıza yakın ve farklı cinsel kimliklere sahip olan herkes onlar kadar şanslı değil. Farklı olanlar toplumdan dışlanıyor ve çeşitli sebeplerle farklı yollara girmek zorunda kalıyorlar. İlker Bey ve Alp Bey gibi eğitimli, iş sahibi, kendi ayakları üzerinde duran kişi sayısı oldukça az. Onların bir kısmı da statülerini kaybetme korkusundan cinsel kimliklerini saklamayı tercih ediyorlar. Bu durum biriyle tanışıp stabil bir ilişki yaşama şanslarını yok ediyor. Yurt dışında gay/lesbian evliliklere sıkça rastlanırken ülkemizde bu pek mümkün değil.
"Sizce bu bir hastalık mı?" sorusunun cevabını rahatlıkla "Hayır" olarak verebilirim. Ortaokul arkadaşlarımdan biri daha o yıllardan itibaren gay olduğunu biliyor ve sahipleniyordu. Asla açık açık bu konuyu konuşmuyorduk ama bizler de biliyor ve onun içinden geldiği için böyle olduğunu kendi gözlerimizle görüyorduk. Herhangi bir istismara uğramamış, herhangi bir zorlamayla öyle olmamıştı. Gayet normal bir ailede normal bir çevrede yaşıyordu. Dersleri, ailesi, arkadaşları ve öğretmenleri ile arası gayet iyiydi. Yani onu zorla böyle bir yola iten herhangi bir şey yoktu. Sadece öyleydi işte ve bu çok normaldi. Ortada herhangi bir "hastalık" ya da "tercih" durumu yoktu. Tabi ki durum her zaman böyledir demiyorum. Kimi zaman hormonal, kimi zaman psikolojik sebepler farklı yönelimlere sebep olabilir. Ama bu yine de bir hastalık diyemeyiz bence.
Şimdiye dek hep iyi durumlardan bahsettim. Biraz da daha zor şeyler yaşayan tanıdıklarımdan bahsetmek istiyorum. Evrim'le tanıştığımız akşam partide gay bir arkadaş vardı. Sevgilisiyle beraber yaşarlarken sevgilisinin ailesi evlerini basıp sevgilisini tekme tokat götürmüşler. Başkasıyla nişanlayıp evlenmeye zorlamışlar. Yine yıllar önce travesti sevgilisi ile birlikte yaşadığı için ailesi tarafından dışlanan bir aşçıyla tanışmıştım. O yaşımda (15-16 sanırım) sevgilisini görünce aklıma ilk gelen şey Bülent Ersoy'a kardeş kadar benzediği olmuştu. Aşçı tanıdığımızı dışarda görseniz öyle bir tercih yapıp bunun arkasında duracak en son kişi olduğunu düşünebilirdiniz. İnanılmaz maço hatta kabadayı/mafya gibi biriydi. Ama tüm bunlar aslında sadece bizim zihinlerimizdeki basmakalıp önyargılardan ibaret.
Bahsettiğim örneklerin dışında kalan hayatını seks işçiliği yaparak idame ettirmek zorunda kalan bir kesim var tabi ki. Zaten toplumun en büyük tepkisinin bu kesim sebebiyle olduğunu düşünüyorum. Bülent Ersoy ve Zeki Müren gibi halk nazarında başarılı olan kişilere daha hoşgörü ile bakılırken toplum tarafından itilip kakılarak kötü yola mecbur edilmiş birçok transgender ve gay toplumca hor görülüyor. Ne ironik ki bu farklı tepkileri veren aynı toplum.
Son zamanlarda meşhur olan sosyal medya fenomenlerine bakacaksak olursak; meşhur olup zenginleştikçe ikon haline gelen kişiler önceden ailelerince bile istenmemiş ve dışlanmışlar. Oysa şimdi ailelerinin göz bebeği hatta neredeyse gurur kaynağı olmuşlar. Önceden sakladıkları durumlarını meşhur olup zenginleştikçe göğüslerini gere gere ortaya koyabiliyorlar. Bu durumu yargılamıyorum. Yıllarca ötelenmiş, zorluk yaşamış kişiler tabi ki kabul gördüklerinde bu durumun tadını çıkarmaya çalışıyorlar. Duruma bu açıdan bakınca toplumun ne kadar iki yüzlü olduğunu görebiliyoruz.
Kısacası bence farklı cinsel kimliklere/yönelimlere sahip olmak sorun değil. Asıl sorun bunun günlük hayattaki yansımaları. Yani bireylerin tavırları, tercihleri, iletişim yöntemleri, toplum içinde var olma ve kendilerini ortaya koyma şekilleri. Toplumun farklı bireylere tepkisinin asıl sebebinin bireylerin tercihlerini toplumun gözüne sokmaları, bu durumdan avantaj sağlamaya çalışmaları, farklılıkların tüm topluma yayılma korkusu olduğunu düşünüyorum. Kendini geliştiren, kendi ayakları üstünde duran, stabil ilişkiler kuran, güçlü bireyler olduktan sonra ya da kendi halinde kendi iç dünyasında var olup kimseyi rahatsız etmedikçe toplumun bu kişileri yargılama ya da hor görme eğilimi azalıyor. Bana sorarsanız koşullar ne olursa olursa herkes kendi var oluşunu ortaya koyma ve kendi kararlarına göre yaşama hakkına sahip. Sadece çoğunluktan (?!) farklı diye başka birine işkence etme, dışlama, hor görme hakkını kim veriyor ki topluma?
Son olarak Mr. Kaplan onun yazısına yaptığım yorum sonrasında hemcinsim olan birinin bana karşı farklı yönelimi olmasından korkup korkmayacağına dair sorusunu cevaplamak istiyorum. Hayır, hiç çekincem olmaz. Böyle bir durumu olağan karşılarım. Zaman zaman benim de beğendiğim güzel kadınlar oluyor ve hatta eşime de gösteriyorum :) Birinin bana karşı arkadaşlıktan ötesini hissetmesi durumunda o kişinin hemcinsim ya da karşı cins olması arasında hiçbir fark yok benim açımdan. Aşk bu ne zaman, nerede, kime vuracağını bilemeyiz sonuçta :) Ama erkek olsam belki farklı bakardım olaylara, hiç bilemiyorum tabi ki :)
Biliyorum epeyce uzun bir yazı oldu, buraya kadar sabırla okuduysanız çok teşekkürler :)
*Yazı boyunca kullandığım tüm isimler değiştirilmiştir.
Pazar, Temmuz 25, 2021
Ağaç Ev Sohbetleri #100
Ağaç Ev Sohbetleri'nde 100. hafta!!!
Edischar ve Taha'nın başlattığı bu etkinlikte başta Deep ve Mr.Kaplan olmak üzere birçok bloggerın katkıları ile 100. haftaya gelinmiş bile. Bu haftanın konusu Deep'ten geliyor:
"Ağaç Ev Sohbetleri keyifli mi?"
Bu kez soru çok kolay yerden gelmiş :D Tabi ki keyifli hem de çooooooook keyifli :) Her hafta kendim yazmasam da mutlaka yazanları ziyaret edip okudum, yorum yazdım, keyif aldım. Katıldığım haftaları şuraya bırakayım :) O kadar güzel konular konuşuldu ki hangi birinden bahsetsem bilemiyorum. Her bir hafta ayrı güzeldi. Bazı haftalara yetişemedim ama konular o kadar güzeldi ki bazen sonraki haftayla birleştirip yazdım :D Bazen haftanın konusunu ben seçtim ki o haftalarda tüm sayfaları gezip soruyu sorarken hiç aklıma bile gelmeyen açılardan bakmak çok daha ufuk açıcı oldu benim için :) Şu an bu yazıyı yazarken bir yandan da eski yazılara bakıp haftalar öncesine yolculuk yapıyorum keyifle. Her haftayı, her yazıyı, her bir yorumu hatırlamak o kadar hoş ki... Bu etkinliğe katılıp da keyif almayan biri olduğunu düşünemiyorum bile :) Bu vesile ile katılan herkese ama öncelikle her hafta hiç aksatmadan yazan Deep ve Mr. Kaplan'a bir kez daha teşekkür edeyim. Çok Teşekkürler :)
Umarım aynı şevkle devam eder Ağaç Ev Sohbetlerimiz :)
Dipnot: 101. haftayı Mr. Kaplan yazacakmış, uygunsa 104. haftayı da ben almak istiyorum :)
Salı, Temmuz 13, 2021
*Aklımın yarısını orda bıraktım.
Perşembe, Temmuz 08, 2021
Yaz
Yaz en hızlı geçen mevsim bence. Diğer mevsimlerden farklı geliyor bana çünkü diğer mevsimler birbiriyle içiçe geçmiş gibi. Sonbahar, kış, ilkbahar keskin sınırlarla ayrılmıyor zihnimde (okul olduğu için olabilir :) Ama yaz öyle değil. Yaz farklı işte :) Keskin sınırları var.
Benim için yaz demek yolculuk demek, deniz demek, güneş demek, umut demek! Güneş varsa her şey yoluna girer nasılsa değil mi :) Ezelden beri severim güneşli günleri, dışım ışıkla parladıkça içim umutla dolar. Bugün de oldukça güneşli bir gün demek ki umut var :)
Yaza yakışır neşeli şarkılar dinleyelim öyleyse :)
Cuma, Temmuz 02, 2021
Erkek vs. Kadın
Yıllar içinde defalarca karşıma çıkan, çok merak ettiğim ama bir türlü okumadığım Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten kitabını sonunda okuyorum. İçinde bazı klişeler olsa da karşıt iki cinsin birbirini anlama çabası için genel olarak faydalı buldum kitabı.
Kitap bir çok örnekle kadın ve erkeğin birbirinden ne kadar farklı bakış açılarına sahip olduğunu anlatıyor. Okurken eşimle yaşadığımız bir çok tartışma/sorun gözümde canlanıyor. Genelde ben "A" diyorum, o "Z" diyerek karşılık veriyor çünkü bambaşka bir gezegenden geliyor ve onların gezegende "A" diyene "Z" deniliyor :))))
Biraz kitaptaki açıklamalardan bahsedecek olursam: kitaba göre kadınlar tüm dertlerini anlatarak çözmeye, çözemeseler bile anlatarak rahatlamaya çalışıyor; erkekler ise sorunlarını konuşmaktan pek hoşlanmıyorlar. Bir kadın gün içinde yaşadığı en ufak talihsizliği, ufak tefek sıkıntıları bile anlatarak sisteminden atmaya alışkınken bu durum erkeklere çok gereksiz geliyor. Kadın tüm bunları anlatıyorsa durumu çok ciddiye alıyor ve çözemediği için de erkekten yardım istiyor gibi algılıyor erkekler. Sorunların çok basit, gündelik şeyler olması yüzünden de kadının tüm o ufak tefek şeylere çok fazla takıldığını söyleyiveriyor. Oysa kadınlar sadece anlatmayı ve birinin onları dinlemesini istiyor. Yani duymak istedikleri en son şey "Aman canım, sen de her şeyi çok büyütüyorsun." minvalinde küçümseyici cümleler ya da sorunla karşılaştıkları an akıllarına gelen basit çözüm önerileri.
Kitabın dediğine göre erkeklerde durum çok farklı. Erkekler sorunlarını anlatmayı sevmiyor çünkü onlara göre bir sorunu anlatmak ancak kişi sorunu kendi kendine çözemiyorsa ve çözmek için yardıma ihtiyacı varsa mantıklı ki yardıma ihtiyacı olduğunu ima etmek bile erkeğin egosunu zedeleyebiliyor. Kadın bir sorunu olduğunu düşündüğü erkeğe yardım etmek için sorular sorup çeşitli öneriler sundukça erkek "Benim bu sorunu çözemeyeceğimi düşünüyor, çözmem için bana süre/alan vermiyor, bana güvenmiyor." diye düşünüyor hatta dahası "Beni yetersiz bulduğu için sürekli bana fikir sunuyor" diye algılayabiliyor.
Kitapta erkeklerin dönem dönem uzaklaşmaya ve yalnız kalmaya ihtiyaç duydukları ve öyle zamanlarda "mağara"larına çekildiklerinden bahsediliyor. Kadınların bu durumu algılayıp erkeğe ihtiyacı olan alanı vermeleri ve erkek kendini daha iyi hissettiğinde daha büyük bir ilgi ve sevgiyle geri gelmesini beklemeyi öğrenmeleri gerektiği vurgulanıyor. Aynı şekilde kadınların da gelgitler yaşadığını, birgün her şey yolundayken ertesi gün her şeyden şüpheye düşebildiklerini ve kendi "kuyu"larının derinliklerine gömüldüğünü söylüyor kitap. Bu durumda da erkeğin kadını sabırla dinlemesini, endişelerini küçümsememesini, aksini kanıtlamaya ya da ne kadar yersiz olduklarını söylemeye kalkışmamasını sadece dinleyip yanında olmaları gerektiğini söylüyor. Teselli vermeyin, endişeleri reddetmeyin, sadece yanındayım bana anlatabilirsin diyerek kuyunun dibine vurup tekrar yüzeye çıkmalarını bekleyin diyor. Ben bu "mağara" ve "kuyu" metaforlarını sevdim. Erkeklerin zaman zaman ilkel birer mağara adamı olması ve kadınların da bazen tam bir kuyu cadısı olması tesadüf olmayabilir :)
Kitapta kadın ve erkelerin 12 ihtiyacından bahsedilmiş. Kadınlar öncelikle "şefkat, anlayış, saygı, bağlılık, haklı görülme ve güvence" ihtiyacı hissederken, erkeler öncelikle güven, kabul, takdir, beğenilme, onay ve teşvik" ihtiyacı duyuyormuş. Yani temelde ihtiyaçlarımız ortak ama önceliklerimiz biraz farklı :D Her iki tarafın da kendi önceliklerine kavuşmasının tek yolu ise karşı tarafın önceliklerini anlayıp onları yerine getirmekte. Böylece her iki taraf da mutlu olabilir diyor kitap. Yani kadın kendini tutup adama önerilerde bulunmasın, alan/zaman verip kendi kendine çözmesini beklesin; adam da kadının endişelerinin yersiz olduğunu söyleyip geçiştirmeye çalışmasın, yanında olup dinlesin ve anlayış göstersin diyor kitap özetle. Bence mantıklı ve işe yarar bir öneri. Kitaptan hoşuma giden kısımları Evrim'e de okuyorum ve beni dinlerken "Aman takıldığın şeye bak, çok abartıyorsun" ya da "O zaman sen de şöyle yaparsın, çözülür sorunun" gibi cümleler kurmamasını rica ediyorum :) Aynı şekilde ben de onu sorunları konusunda sorular sorarak köşeye sıkıştırmamaya ve tavsiye istemedikçe gereksiz öneriler de bulunmamaya çalışıyorum. Henüz %100 başarı sağlayamadık ama en azından sorunu tespit edip üzerinde çalıştığımızı söyleyebiliriz :)
Çiftlerin birbirlerine karşı açık olmaları her zaman çok önemli. Bir şey yapmadan, bir beklentiye girmeden ya da bir işe kalkışmadan önce hedefler, istekler ve beklentiler konusunda açık açık konuşmak bir çok problemi daha oluşmadan çözmeyi sağlayabilir. Birbiriyle konuş(a)mayan çiftlerin sonunda birbirinden uzaklaşıp hiçbir şey paylaşmaz hale gelmeleri kaçınılmaz. işler o noktaya gelince geri döndürmek daha zor. Vakit varken oturup konuşmak, birbirini anlamaya çalışmak sorunlara çözüm bulmayı sağlayabilir ya da çok vakit kaybetmeden ilişkiyi dostça bitirmeyi kolaylaştırabilir.
Kadın ve erkeklerin birbirinin zıttı gibi görünen beklentilerini anlatan şu filmi çok severim. Orjinal adı "The Ugly Truth" yani "Çirkin Gerçek" :)
Sakin Kalabilmek
Bir süre önce olana bitene sinirlenmenin çok manasız olduğunu kabullenmiş ve olan biten şeyler karşısında sakinliğimi korumanın daha mantıkl...
-
Ay saçı burma Uzakta durma Gel ay sevgilim Boynunu burma Dağda duman yeri var Kaşta keman yeri var Yarim benden incinmiş ...
-
"Çok güçlüsün. Ben olsam onca şeye dayanamazdım." O kadar çok duydum ki bu cümleleri... Değilim! Dayanmamak gibi bi...
-
Bir önceki yazımda bahsetmiştim mutfak aşkıma geri döndüğümden. Epeydir uzak kalınca hamburger yapmak için düştüm netteki tariflerin peşine ...