Salı, Kasım 24, 2020

Ağaç Ev Sohbetleri #65 ve #66

Geçen haftaya yetişemedim. Bazen hayat yetmiyor bana, bazen ben yetişemiyorum hayata! Mr. Kaplan'a yazacağım bu hafta demiştim, geç de olsa sözümde durmak istiyorum. Bu haftanın konusu da ilginç, onu da yazmak istiyorum. Bakalım nasıl gidecek bu yazı...

65. haftanın konusunu Kırmızı Ruh önermiş. Konu internet arkadaşlıkları/dostlukları.

Mr. Kaplan'ın bloguna yorum yaparken düşüncelerimi yazmıştım ama bir de burada anlatayım.  Benim ara ara uğrayıp okumayı çok sevdiğim bloglar var; bir de çok sevdiğim, bir şeyler yazsa da okusam diye dört gözle beklediğim blogger arkadaşlarım var. Bir de candan ötem Sadece C. var ki, o yazmasa da olur yeter ki iyi olsun! (Yazar burda içten içe hem iyi olsa hem de yazsa ne güzel olur diyor ama işte hayat!)

Çok severek okuduğum blogların başında Sadece C, Mr. Kaplan, Handan abla ve Momentos var. Hepsinin tarzı başka. Candan ötemin yazıp yazıp sildiği hikayeleri, inanılmaz komik şekilde anlatmayı başardığı günlük maceraları, duygu/durum analizleri, önerileri;  Mr. Kaplan'ın kitap çevirileri, yazmak için seçtiği konular, verdiği son derece ilginç bilgiler; Handan ablanın fotoğrafları ve şarkı falları; Momentos'un birlikte olmak için yazılmış sözlerle müzikleri buluşturma yeteneği... Severek takip ettiğim tüm blogları buraya sığdıramayabilirim ama mutlaka yazılarını okuyup yorum bırakıyorum. Bir süre yazmasalar merak ediyorum. Kısacası blog arkadaşlarım benim için önemli.

Blogger dışında günlük hayatta tanımadığım kişilerle internet üzerinden arkadaş olmuyorum çünkü işin rengi çok çabuk değişebiliyor. Bu yüzden Instagram ve Facebook hesaplarım gizli hesap yani profilimi ve bilgilerimi sadece listemde ekli olan kişiler görebiliyor ve tanımadığım kişilerden gelen arkadaşlık isteklerini hiç kabul etmiyorum. Bu yüzden internet arkadaşlığı denilince aklıma tek gelen şey bloglar ve bloggerlar :)

...

Gelelim 66. haftanın konusuna:  "Ev, arsa, koltuk, dolap vs. malın-mülkün sahibi miyiz yoksa kölesi mi?" Konuyu Adadeniz önermiş ve çok da güzel anlatmış mevzuyu.

Bence kesinlikle kölesi oluyoruz malın, mülkün, evin, arabanın, paranın... Yaşamak, hayatını idame ettirmek için çalışıyor güya ama iş öyle bir hale geliyor ki çalışmaktan, biriktirmekten, ev-araba almaya çalışırken kredi ödemekten yaşayamaz hale geliyor insan. 

Bizim şu anda bir evimiz ve arabamız var. Biraz da birikmişimiz var yani tuzu kuru sayılabiliriz birçok kişiye göre. Ama yine de oturunca "Ev alın, iş kurun, yatırım yapın, paranızı harcamayın, kenara koyun, kenardakini arttırın" minvalinde sözler dönüyor ortamda. Neden? Niye? Ne için? Neyin garantisi var ki şu hayatta? İsteklerimizi yapmak yerine para biriktirerek ya da ikinci bir ev vesaire alarak ne kazanacağız? Evin duvarları ile ya da bankada yatan paranın sıfırları ile mi mutlu olacağız? Hayır. Ben olmuyorum öyle mutlu. Ben istediğimi istediğim anda yapınca mutlu oluyorum. Canımın çektiğini o anda yiyince, istediğim bir yere o anda gidince... Dağ tepe tırmanıp doğaya karışınca, koşunda, yüzünce, sahilde kamp sandalyelerimizi açıp kahvemizi içip müzik dinleyince... Her gün bıkmadan usanmadan gün batımlarını izleyince... Bunlarla mutlu olmak çok daha kolay!

Ev alıp gençlik yıllarını kredi ödemekle geçiren yaşlanınca da aldığı evden bir adım öteye gidemeyen insanlara dönüşmek istemiyorum. Zaten evimiz olduğu için böyle düşündüğüm söylenebilir. Evimiz olmasaydı da 1000 TL kira ödemek yerine (evet kiramız çok değil:) her ay 3000-5000 TL kredi ödemeyi göze alamazdım sanırım çünkü onu öderken nefes bile alamazsın. Ben nefes almak istiyorum!

Evle arabayla da bitmiyor. Ev alınca içinin eşyası var bir de! Bir yatak, bir koltukla bitmiyor. Salon takımı, yemek masası, konsol, tv ünitesi... Dolaplar, süsler, halılar... Yok hiçbiri mutlu etmiyor insanı. Kabul, ilk alındıklarında bir heyecan, bir heves ama sonra sıradan günlük hayatın içinde üzerinde pek de düşünülmeyen parçalar haline geliyor her şey eninde sonunda. Gün sonunda bizi mutlu eden şeylerse deneyimlerimiz, hislerimiz, paylaştıklarımız. İşte bu yüzden mal-mülk, eşya sahibi olalım derken tüm bunların kölesi olmayalım. Yaşamın ne demek olduğunu ve bizi alında nelerin mutlu ettiğini bulalım ve enerjimizi onlara ulaşmak için harcayalım.

Minimalist yaşama geçmek isteyip nereden başlayacağını bilmeyenler için bir Instagram sayfası bırakayım şuracığa: Turkishminimalizm


*You're a nobody till somebody loves you
You're nobody till somebody cares
You may be king, you may possess the world and its gold
But gold won't bring you happiness when you're growin' old

Biri seni sevene dek hiç kimsesin
Biri seni umursayana dek hiç kimse
Kral olabilirsin, dünyaya ve tüm altınına sahip olabilirsin
Ama altın yaşlandığında sana mutluluk getirmeyecek


*Şarkıya ufak bir dipnot düşmek istiyorum. "İllaki biri seni sevsin, sevmezse hiç kimsesin" fikrine katılmıyorum tabi ki ama mutluluğun parayla pulla, malla mülkle olmadığı da aşikar. Yani biri seni sevsin değil de sen birini, bir şeyleri sev ve ömrünü sevdiğin şeylerle, sevdiğin kişiyle geçir; paranın kölesi değil, mutluluğun avcısı ol :)




9 yorum:

  1. Evet bugün yaşamak, nefes alırken, dizim tutarken, elim-kolum beni hala taşırken gezmek. Dağ tepe aşmak, yüzmek, yeni yeni antik kentler keşfetmek, fotoğraf çekmek. Son 1-2 yıldır evde bunların mücadelesini verip bir türlü duvar aşamayan mutsuz ben.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben mücadeleyi bırakıp kendim yapmaya başladım. Çok iyi geliyor :) Doğa yürüyüş, dağcılık, gezi kulüpleri gibi şeyleri araştırıp onlara katılırsanız ortak zevkleri paylaşacağınız yeni arkadaşlarınız da olur. Yakın olsak beraber bile yapabilirdik :)

      Sil
  2. umarım bol bol zaman geçirirsiniz doğada ve yolculuklarda, en güzeli bu ikisi benceee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En güzeli yol, yolculuk, doğanın derinliklerine karışmak...

      Sil
  3. Blog arkadaşlıklarını çok seviyorum. 15 yıldır blog yazan biri olarak sanki aynı mahallede oturuyormuşuz gibi hissediyorum. Burada yaştan, baştan, sosyal statüden, dış görünüşten öte, yürekten bir yerlerde buluşuyoruz sanki.

    Ve ikimci konuya gelirsek. Bizim evimiz yok. Çünkü ev almak için konsere gitmekten, gezmekten,kitap almaktan, keyfimce misafir ağırlamaktan,sevdiklerime hediye almaktan, canımın çektiğini yemekten mahrum kalmak istemiyorum. Bunları yapamadıktan sonra yaşamanın ne anlamı kalıyor ki?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle her kelimene katılıyorum can-ı gönülden <3 Keşke herkes böyle baksa hayata!

      Sil
  4. Merhaba Mrs. Kedi:)
    İki sohbet konusunu bir arada yazmışsın, ben konuları karıştırmamak için önce ilk konuyu, sonra ikinci konuyu okuyup yorumlamayı düşündüm. Yazdıklarına aynen katılıyorum. Blog arkadaşlığı bambaşka bir dünya. Güzel sözlerin için çok teşekkürler, biliniz ki aynı duygular içindeyim. Sadece C. için parantez içinde yazdıkların dahil:)

    Gelelim 66. Hafta konusuna; Ben malum işlerden dolayı bu hafta sohbetinde çok geri kaldım. Yarın ben de yazacağım. Az önce Deep'in yazısını okudum, kendini aşmış bu kız:) Konuyu yazıma yazdığın yorumdan öğrenmiş ve çok beğenmiş, bu konuda senin de yazacağını tahmin etmiştim.

    Evet, ne yazık ki paranın ve malın tamamen kölesi olduğumuz doğru. Ancak kapitalist sistem bunu zorunlu kılıyor. Ayrıca kişiye göre farklı düşünceler olabiliyor bu para ve mülk sahibi olma konularında. Yarını düşünmek, hastalık hallerini düşünmek değil sadece. Eğer çocuğunuz varsa, onun gelecekte rahat etmesini de düşünüyoruz. Özellikle eşim bu konuda aşırı diyebileceğim derecede tutkulu. Bugün dünyanın bir ucuna gidip her şeyden mahrum kalacağın bir yerde iyi para kazanma imkanı doğsa şimdiden bavulunu hazırlamaya başlar:) Kendisi için mi? Hayır, çocukları için sadece. Pandemi nedeniyle yaşadıklarımız ortada. Eğer eviniz yoksa ve işinizden olduysanız sokağın ortasında bulursunuz kendinizi. Demek istediğim ne paranın ne de mülkün kölesi olmak istiyorum ama bu isteğim mevcut düzende gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.

    Mutluluk kişiye göre değişiyor bir de. Mesela eşim takıya pek meraklı değil ancak bir züccaciye dükkanına girdiğinde dünyası değişiyor ve mutlaka alacak bir şeyler buluyor. Bunları yazdığımı duysa öldürür biliyorum:) Bir ev taşıdık, evden eve taşıma isyan etti. Şimdiye kadar bu kadar eşya ilk kez taşıyoruz dediler. Üstelik Ankara'dan İzmir'e geldiğimiz andan beri sürekli küçülüyoruz. Ankara'da dağıttığımız bir sürü eşya vardı (10 tekerlekli kamyona sığmayanlar) Tire'den İzmir'e gelirken oradaki evimizin en az 25 m2 lik bir odasını eşyayla doldurup kapattık.

    Neyse eşimi mutlu eden her şey beni de mutlu eder mantığıyla ilerliyoruz. Şahsi fikrim bir evimizin olması. Kiraya verilen paraya acıyorum. Bazı patronlarımın oturdukları ev kiraydı ama onlar parayla ticaret yapıyorlardı. Ev sahibi olurken sıkıntı çekmeyen şanslı azınlıktaydık. Fakat sürekli para biriktiriyorduk. Derken ikinci, üçüncü evimiz oldu. Belki kırklı yaşlarda Mercedes arabaya binebilirdim ama ev sahibi olmak bize daha mutlu etti. Gençken yurt dışını gezemedik ama emekliliğimize yakın gezmeye başladık.

    Kafam karışık bu konuda biraz. Evet, parayı mülkü sevmiyorum. Fakat gelir getiren bir mülk hatta iki, üç mülk beni niye mutsuz etsin. Eğer bunları elde etmek için bazı şeylerden vazgeçmek belki en güzel çağınızı deliler gibi çalışarak geçirmek gerekiyorsa yine yaparım sanıyorum. Bugün kimseye muhtaç değilsem ve bundan sonra gururumu ayaklar altına almaksızın çalışmak zorunda kalmıyorsam dünkü çalışmam sayesinde. Keşke insanoğlu yerleşik düzene geçmeseydi de mülkiyet nedir bilmeseydi. Fakat bu var olduğu sürece tersini düşünmek bana biraz kendimizi kandırmak gibi geliyor. Bakalım yarın yazımda ben neler zırvalayacağım:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mr. Kaplan öncelikle hoşgeldiniz, taşınma işlerinizi yoluna koymanıza sevindim :) Tabi ki başkasına muhtaç olmamıza engel olan birikimlerimiz olmalı. Bu konuda size katılıyorum ama en güzel yıllarımızı da nefes almadan yarınları düşünerek harcayacak boyutlara varmamalı birikim ihtiyacımız. Birikim yapmak için üstümüzde hissettiğimiz baskıya bir yerde dur diyebilmeliyiz. Hep yarını düşünürken yarına varamadan göçüp gidersek neye yarayacak o birikim?

      Annem vefat ettiğinde 42 yaşındaydı ve hiç gün yüzü görmedi. Onu kaybettikten sonra bende bir "yaşama açlığı" başladı. Yarın değil bugün; sonra değil şimdi yaşamak istiyorum. Bu durum çevremdekileri, özellikle eşimi çok zorluyor ancak benim de elimde değil bu histen kurtulmak. Mal mülk neye yarar ben yaşamadıktan sonra diyorum. Her anımı, her saniyeyi doldurmak istiyorum. Tabi ki halihazırda evimiz, arabamız olduğu için biraz rahatız. Biz de ilk kez 2 yıl önce çıktık eşimle birlikte yurt dışına. Geçtiğimiz yaz büyük İspanya turu yapacaktık ama Corona yıktı hayallerimizi. Bir daha da ne zaman fırsat buluruz belli değil. İşte bu yüzden fırsat varken içimden geçen her şeyi ertelemeden yapmak istiyorum. Kısacası malın mülkün kölesi olmak yerine isteklerimin, hayallerimin kölesi olmak, yeni maceralara atılmak istiyorum :)

      Sil
    2. Sizi anlıyorum. Kimin ne zaman bu dünyadan göçeceği belli değil. Ben öldükten sonra "Hay Allah keşke şunu da yapsaydım, şurayı da görseydim" diye düşünemeyeceğimi biliyorum. Sonuçta iyisiyle kötüsüyle, uzunuyla kısasıyla yaşadığımız bir ömür. Ben çocuklar kendi başlarını kurtardıktan sonra kalan yaşamımı üç aşağı beş yukarı garanti edip erken sayılabilecek bir yaşta kendimi emekli ettim. Mesleğimi sevmeme rağmen ülkemizde çalışma ortamındaki saygısız davranışlar beni mutsuz ediyordu. Daha fazla malım mülküm olması için buna katlanıp çalışmaya devam edebilirdim ama tercihim o olmadı. Şimdi son derece huzurluyum:) Yalnız şunu söylemek istiyorum. Çalışırken param çok onu harcayacak zamanım yoktu, emekli olduktan sonra zamanım çok ama harcamak istediğim parayı bulamıyorum. Mesela bütün dünyayı gezmek yeni yerler görmek isterim, şimdi bunu yapmaya zamanım var ama param yeterli değil, kaldı ki bu paraya sahip olmanın kölelik olduğunu sanmıyorum.

      Sil

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...