Bazı savaşları kazanamayız ama savaşmaktan da alamayız kendimizi. İşte yine tam ortasındayım muharebe meydanının! Kazanamayacağımı bile bile kendimle savaşıyorum. Oysa ufacık bir zafere razıyım. Biraz nefes almaya, biraz nefes aldırmaya, kendime olamasam da en çok sevenime nefes olmaya...
Neden bu kadar zor? Ben neden bu kadar zorluyorum? Anlayamıyorum kendimi. Yemin ederim anlayamıyorum. Alıyorum kendimi karşıma; soruyorum, konuşuyorum, anlatıyorum. AMA anlayamıyorum. Deli oluyorum, sinir oluyorum, kendi kendime düşman oluyorum.
Neden? Neden böyleyim? Neden huzursuzluk peşinde koşuyorum bile bile? Neden durduğum yerde, tam da olmam gereken yerde duramıyorum. Neden hayatın akışına ters yönde yüzmeye çalışıyorum? İstemiyorum böyle olmak!
İngilizce'de "self-destructive" diye bir sıfat var, "kendi kendini yıkan/yok eden demek. Ya da "kendine zarar" diye de çevirebiliriz. Tam beni anlatıyor. Kimse değil, bir ben yeterim beni yıkmaya, yakmaya, yok etmeye! Kendimi yolda indirip öyle devam etmek istiyorum hayat yolculuğuma. Nasıl olacak o dediğinizi duyar gibiyim. Bilmiyorum henüz ama bir şekilde olmalı, oldurmalıyım. Kendimle devam edemiyorum çünkü hayata.
Bazıları yemeden içmeden kesilir derdi olunca, ben okumaktan, yüzmekten, nefes almaktan, yaşamaktan kesiliyorum. 1 yıl önceki yazılarıma bakıyorum, bir arpa boyu yol alamamışım! 1 yıldır boğuşuyorum kendimle, hayat öyle de geçiyor böyle de ve ben bunu bile bile hala boğuşuyorum boş yere. Offfff gerçekten bıktım bu kısır döngüde boğulmaktan!
Belirsizlikten, düşünmekten ama işin içinden çıkamamaktan, her sene türlü saçmalıklarla uğraşmaktan çok yoruldum. Biaz derdimi anlatıp rahatlamaya ihtiyacım var.
İşten anlamayan bir müdür yüzünden 3 yıl önce durduk yere norm fazlası oldum okulumda. 3 yıldır doğum iznine ayrılan öğretmenler sayesinde öyle böyle kaldım okulda. Bu yıl bir öğretmen gitti ama sınıf sayısı da azaldı. Yine fazlayım ama bu yılı atlatırım, seneye de bir öğretmen daha gidecek zaten diye avutuyordum kendimi. AMA Mevcut derslerin bize bile yetmediği okulumuza son dakika havadan norm kadro açılıp başka bir öğretmen daha atanmış. Hesapta eş durumu ile il merkezine gidecekmiş ama gidemedi.
Şu an yine norm fazlasıyım ve artık bıktım bu belirsizlikten. Hepimiz kendimiz için iyisini istiyoruz tamam biliyorum da bu kadar da olmaz ki! Kendi çıkarımız uğruna bir şeyler yaparken başkalarının hakkını gasp etmeyelim lütfen!
Kanser geçirmiş, 6 ayda bir kontrole giden kadınım, 2. sınıfa giden ve okullar kademeli açılırsa ne olacağını bilmediğim bir çocuğum var. Kendi derdim bana yetiyordu zaten. Ah etmek istemiyorum ama bana bu stresi yaşatanlara da hakkım helal olmasın!
Taha ve Edischar'ın başlattığı, devam etmesi için birçok bloggerın katkıda bulunduğu, Deep ve Mr. Kaplan'ın istisnasız her hafta yazdığı Ağaç Ev Sohbetleri'nde bir yılı geride bıraktık! Vay be! Nasıl da akıp gidiyor hayat! Bu sohbetler sayesinde blog arkadaşlığımızın güçlendiğini düşünüyorum, birbirimizi daha iyi tanıdık sorular ve cevaplar sayesinde :) Bu hafta ben yazmak istedim Ağaç Ev'i. Aklıma uygun konular geldikçe not almıştım bir köşeye. Bu haftanın konusu bir ihtiyaç listesi.
Hadi gelin bir liste yapalım, en basit şekilde yaşamımızı idame ettirmek için nelere ihtiyacımız var? Mesela kaç giysiye, kaç ayakkabıya, hangi mobilyalara/eşyalara? Bir bakalım içimize dışımıza, neler olmadan yaşayamayız ya da nelerden kolayca vazgeçebileceğimiz halde kendimize yük ediyoruz? Liste tamamlanınca elimizde ihtiyacımızdan fazla olan şeyleri ihtiyacı olanlarla paylaşırız belki de her birimiz :)
Amaç sadece eşyalardan kurtulmak değil tabi ki. Amaç aslında ihtiyacımız bile olmayan ne kadar çok şeye sahip olduğumuzu ve onların bizi nasıl da esir aldıklarını görebilmek. Bizim yılda bir ya da iki kez kullanıp kaldırdığımız herhangi bir şeyi belki başka biri her gün kullanıyor olabilir. Keşke bazı şeyleri sadece ihtiyacımız olduğunda ödünç alsak ve geri verebilsek tekrar :)
Ben listemi üzerinde detaylıca düşünerek ve cidden minimuma indirmeye çalışarak hazırladım. Tiny House Nation* tarzı programlardaki evlerden birine sahip olduğumu ve o küçücük eve sığmak zorunda olduğumu hayal ettim büyük bir zevkle :) Siz daha genel olarak da yazabilirsiniz tabi ki :)
İşte benim listem:
- 1 çift spor ayakkabı
- 1 çift bot
- 1 çift günlük rahat bir ayakkabı
- 1 çift rahat sandalet
- 1 sırt çantası
- 1 siyah, 1 mavi olmak üzere 2 adet jean
- 1 adet blazer ceket
- 1 adet siyah kumaş pantolon ve şık beyaz bir gömlek / bluz
- 1 adet siyah elbise
- 1 adet renkli her şeyle kombinlenebilir tarzda elbise
- 2 adet şort
- 1 yağmurluk
- 1 kışlık kalın mont
- 5 t-shirt
- 5 uzun kollu bluz / sweat
- 2 adet hırka
- 10 çift çorap
- 3 çift yazlık pijama
- 3 çift kışlık pijama
- 2 takım bikini
- 1 adet deniz havlusu
- 1 adet banyo havlusu
- 2 adet el-yüz havlusu
- 2 adet mutfak havlusu
- 1 adet yatak olabilen kanepe ve yastık
- 1 adet çok amaçlı masa ve sandalyeler
- 1 laptop
- 1 telefon (Öyle son model falan değil, basit iş gören bir model olması yeterli)
- E-reader (Elektronik kitap okuyucu)
- Salıncak (Bu yılki doğum günü hediyem ve yeni vazgeçilmezim :)
Benimki bundan ama küçük eve taşınsak şu aşağıdaki model de uyar bana :D
- 1 düdüklü tencere
- 1 granit tencere
- 1 tava
- 1 kepçe
- 1 spatula
- Basit işlevsel bir yemek takımı ve çatal-bıçak
- Buzdolabı
- Çamaşır makinesi - Olmazsa olmaz :D
- Bulaşık makinesi - Olmasa da olabilir :)
- Fırınlı ocak - Alternatif çözümlere açığım :)
Düşünüyorum bundan başka da elzem bi'şey bulamıyorum. Hatta bunları bile azaltabilirim biraz zorlasam :D Basitleştikçe kolaylaşır hayat ve geriye bir sürü zaman kalacağı için yaşamdan zevk almayı öğrenmemiz için daha çok fırsatımız olabilir belki de :) Ben hemen başlıyorum basitleştirmeye! Size de kolay gelsin :)
*Baktım program Netflix'te de varmış, meraklılarına duyurulur :)
**Fotoğrafları internetten aldım. Çoğunlukla Tiny House Nation ve Küçük Cennet programlarındaki evlerin görsellerini kullandım.
*7. Bölüm çok uzun olmuş. Okunmasını ve takibini kolaylaştırmak için ikiye bölmek istedim.
...
Raife Hanım sofrayı hazırlamak için mutfağa giderken iyiden iyiye ümitlenmeye, bu kez Rıfat'ın Hayat'ın gönlünü kazanıp mutlu bir yuva kurmaya ikna etmesi için dua etmeye başlamıştı. Raife Hanım ve Ali Bey, yıllarca Hayat'ı evlenip kendi yuvasını kurmaya ikna etmeye çalışmışlar ancak muvaffak olamamışlardı. Hayat yıllarca onların ilk görüşte aşk hikayesiyle büyümüş ve gerçek aşkı bulmadıkça evlenmeyeceğini söylemişti. Yıllar su gibi akıp geçmiş, Hayat 30'lu yaşlarına gelmişti. Artık ümidi kesmiş olan Raife Hanım ve Ali Bey'in umutları Rıfat'ın gelişi ve Hayat'la ilgilenmesi ile yeniden yeşermeye başlamıştı.
Raife Hanım mutfağa gidince yalnız kalan Rıfat ve Hayat'ın arasında uzayıp giden sessizliği Rıfat bozdu:
- Hayat, sanırım bu ani rahatsızlığında benim payım göz ardı edilemez. Dün akşam söylediklerimle seni zor bir duruma düşürdüysem çok üzgünüm. Lütfen özrümü kabul et. Dilersen seni daha fazla rahatsız...
- Hayır Rıfat beni rahatsız etmiyorsun. Sadece bana söz ver, daha fazla emrivaki yapmak yok. Anlaştık mı?
- Tamam söz veriyorum. Hatta dün akşam yaptığım hatayı bile düzelteceğim. Söz veriyorum, yeter ki sen iyi ol.
Rıfat ve Hayat konuşurken Ali Bey eve gelmiş ve geldiğini önceden belli edecek bir öksürükten sonra salona girmişti.
- Ooo Rıfat Bey oğlum, hoşgeldin! Görüşmeyeli ne çok oldu, ne iyi ettin de geldin.
- Hoşbulduk Ali Amcacım. Sizleri çok özlemiştim, böyle habersiz, davetsiz rahatsız ettiğim için kusuruma bakmayın lütfen.
- O nasıl söz! Sen yabancı mısın oğlum? Kapımız sana her daim açık. Sen de bizim oğlumuz sayılırsın.
- Çok teşekkürler Ali Amcacım.
- Hayat, kızım sen nasıl oldun? Daha iyisin ya?
- Daha iyiyim babacım. Siz Rıfat'la biraz sohbet edin, ben de sofra için anneme yardım edeyim.
- Tamam kızım. E anlat bakalım Rıfat Bey oğlum, neler yapıyorsun?
Hayat mutfağa yönelirken Ali Bey, Rıfat'a hayatıyla ilgili sorular soruyor, aralarındaki sohbet koyulaşıyordu. Hayat ve Raife Hanım sofrayı hazırlarken kendini daha fazla tutamayan Raife Hanım:
- Rıfat da senin gibi hâlâ bekar anlaşılan.
- Anne, lütfen!
- Bi'şey demedim ki kızım. Rıfat iyi çocuk, ailesi adanın yerlilerinden, çok da iyi insanlar. Onlar da yıllardır bizim gibi evlatlarının mürüvvetini görmeyi bekliyor. Herkes sizi birbirinize çok yakıştırırdı eskiden. Çok da iyi arkadaştınız, okula beraber gider, sınavlara beraber çalışırdınız.
- Evet anne, çok iyi arkadaştık. Hâlâ da arkadaşız. Lütfen bu bahsi daha fazla uzatmayalım.
- Hanımlar, acıktık. Sofra hazır mı acaba?
- Buyrun Ali Beycim, hazır her şey.
- Yemeklerinizi yemeyeli yıllar oldu Raife Teyzecim ama elinizin lezzeti hâlâ damağımda.
- Sen hep böyle tatlı dilliydin Rıfat Bey oğlum, bir gün evlenirsen eşin çok şanslı olacak.
- Uygun gördüğünüz müstakbel gelin adaylarıyla bu düşüncenizi paylaşırsanız belki şansım artar Raife Teyzecim.
- İlahi Rıfat Bey oğlum...
- Lütfen sadece "Rıfat" deyiniz. Siz böyle "Bey" dedikçe ben kendimi yaşlanmış ve yabancılaşmış hissediyorum.
- Eh aslına bakarsan elimizde büyüdünüz, sen de Hayat gibi bizim evladımız sayılırsın. Hadi afiyet olsun Rıfatcım.
- Teşekkürler Raife Teyzecim.
Rıfat'ın neşeli sohbeti sayesinde pek keyifli bir akşam yemeği olmuş, Hayat bile düşüncelerden sıyrılmış, anne babasının şen kahkahaları ile mutlu olmuştu. yemekten sonra çaylar içilmiş, sofradaki keyifli sohbet salonda devam etmişti. Gecenin sonunda Hayat, Rıfat'ı kapıdan yolcu ederken Rıfat kendini affettirmiş ve Hayat'ı gülümsetmiş olmanın verdiği rahatlama hissiyle şansını denemeye karar vermişti:
- Hayat, yarın işe gideceksen sabah seni alayım beraber gidelim. Benim de erkenden şirkette olmam gerekiyor.
- Sanırım yarın da dinlensem iyi olur Rıfat. Kendimi evden çıkamayacak kadar bitkin hissediyorum.
- Peki. Belki sonraki gün görüşürüz.
- Tamam. Ziyaretin ve çiçekler için tekrar teşekkürler. Çok zarifsin.
- Rica ederim. İyice dinlenip bir an önce iyileşmeni diliyorum. İyi geceler.
- İyi geceler.
Şimdilik şans Rıfat'ın yüzüne gülmemişti ama Rıfat'ın bu kez vazgeçmeye hiç niyeti yoktu.
Hayat'ın üzgün halinden çok etkilenen ve onu üzdüğü için kendine çok kızan Rıfat, gönlünü almak umuduyla ertesi gün Hayat'ı görmeye Cağaloğlu'ndaki iş yerine gitti ancak Hayat orada değildi; sabah arayıp hasta olduğunu işe gelemeyeceğini bildirmişti. Bunu öğrenen Rıfat iyice endişelenerek kendi iş yerine döndü. İçi rahat etmeyince de Hayat'ı aramaya karar verdi. Telefonu Hayat'ın annesi Raife Hanım açıp Hayat'ın çok halsiz olduğunu ve uyuduğunu söyledi. Rıfat rahatsız ettiği için özür dileyerek telefonu kapattı ama içindeki huzursuzluk iyice artmıştı. Akşam iş çıkışı bir buket çiçek yaptırarak vapura bindi ve adaya döndü.
Her zamanki gibi Kaptan köşkünden vapura binenleri izleyen Hayati Kaptan, Rıfat'ın elinde bir buket çiçekle vapura bindiğini görünce uykusuzluktan ve iç hesaplaşmasından harap olmuş sinirleri bir darbe daha aldı. Adaya varana dek içi içini yese de elinden gelen bir şey yoktu. Ada iskelesine yanaştıklarında Rıfat aceleyle vapurdan inmeye çalışıyordu. Hayati Kaptan kendine daha fazla engel olamayarak arkasından seslendi:
- Rıfat Bey, bekler misiniz beni, hemen geliyorum.
- Şey... Peki bekliyorum.
Hayati Kaptan, aceleyle işini halledip mümkün olan en kısa sürede Rıfat'ın yanına gitti. Rıfat'ın endişesi ve sabırsızlığı yüzünden okunuyordu.
- Kusura bakmayın sizi beklettim ancak sizinle önemli bir konuda konuşmak istemiştim. Vaktiniz varsa...
- Çok isterdim ancak şimdi olmaz. Hayat rahatsızlanmış, bugün işe de gidememiş. Onu ziyarete gidiyorum da...
- Öyle mi? Peki, ben sizi tutmayayım o zaman. Geçmiş olsun dileklerimi iletirseniz sevinirim.
- Teşekkürler, iletirim tabi ki. Görüşmek üzere!
Rıfat koşar adımlarla giderken Hayati Kaptan'ın elinden çaresizlikle ardından bakmaktan başka bir şey gelmiyordu. Rıfat'ın uçarcasına gidişinin aksine Hayati Kaptan son derece ağır adımlarla gitti evine. Kapıya vardığında hislerinin ağırlığıyla iyice ezilmiş adeta bir gemi enkazına dönüşmüştü. Eve nasıl girdi, yatak odasına nasıl gitti, kendini yatağa nasıl attı hiç bilmiyordu. Tek bildiği kendini uykunun sakin limanlarına bırakmak için can attığıydı.
Rıfat, Hayat'ın kapısını çalıp içeri girmişti. Annesi Rıfat'ın geldiğini haber verince Hayat giyinip aşağıya indi. Rıfat, Hayat'ı görünce az da olsa rahatladı. Raife Hanım:
- Rıfat Bey oğlum öğlen aramıştı seni, hasta olduğunu öğrenince endişelenmiş, içi rahat etmemiş, seni görmeye gelmiş. Bu güzel çiçekleri de getirmiş.
- Teşekkürler Rıfat. Endişelenmene mahal yoktu. Buraya kadar zahmet etmişsin. Şimdi daha iyiyim.
- Daha iyi olmana çok sevindim. Ben seni daha fazla yormadan kalkayım.
- Aaa olur mu hiç Rıfat Bey oğlum! Buraya kadar gelmişsin yemek yemeden bırakmayız seni. Değil mi kızım?
Hayat son günlerde giderek artan bu emrivakilerden bunalmış olsa da belli etmemeye çalışarak:
- Tabi ki! Yemeğe kal lütfen Rıfat.
- Size zahmet vermek istemem Raife Teyzecim, hem Hayat da halsiz zaten.
- Zahmet olur mu hiç çocuğum? Siz küçükken de hep beraber yerdik yemek, ne soframızın ne de ailemizin yabancısı değilsin. Allah ne verdiyse yeriz beraber. Hadi siz oturun, ben sofrayı kurarım. Ali Bey de gelir neredeyse.
Hayat ve Rıfat gittikten sonra Hayati Kaptan'ın asılan yüzüne şaşıran Yasemin Hanım:
- Daveti kabul ettiğim için mi asıldı yüzün Hayati? Sen Rıfat Bey'i eve davet ettiğine göre ailecek görüşmemizde bir sakınca olmayacağını düşünerek kabul ettim ama...
- Ben Rıfat Bey'in Hayat Hanım'ı da peşinden sürükleyeceğini düşünmemiştim.
- Aaa neden öyle söylüyorsun? Hayat Hanım, çok tatlı biri! Bence birbirlerine de çok yakışıyorlar.
- Yasemin lütfen bu işe karışma sakın! Rıfat Bey'in uçarı olduğu belli, yarın öbür gün çekip gidecek. Umarım Hayat Hanım'ın boş umutlara kapılmasına yol açmaz.
- Ben hiç de öyle olacağını sanmıyorum. Bence bu kez niyeti giderken Hayat Hanım'ı da götürmek. Yine de sözünü dinleyerek bu işe karışmayacağım. İstersen yarın Hayat Hanım'a gelemeyeceğimizi söylerim ya da sen Rıfat Bey'e söylersin.
- Bir kez kabul ettik daveti, şimdi geri çekilmek kabalık olur.
...
Hayati Kaptan, başını yastığa koymuştu koymasına ama adı gibi biliyordu gözüne uyku girmeyeceğini. Bir yandan Rıfat'ın yemek masasında söyledikleri ve Hayat'a imalı bakışları, bir yandan eşinin ikisini birbirlerine çok yakıştırması... Tüm bunları düşünürken kendi kendine "Sana ne be adam! Sen kendi işine baksana!" diyor; diğer yandan "Hayat Hanım tüm adanın sevgisini kazanmış, iyi biri. Göz göre göre uçarı bir yalı çapkını yüzünden üzülmesine göz yumulmamalı." diyerek kızgınlığına uygun bir sebep bulmaya çalışıyordu.
Hayati Kaptan düşüncelerinden sıyrılıp uyumaya çalıştı ama o da Hayat gibi, sabahın ilk ışıklarına dek içindeki hislerle ve zihninde yankılanan gerçeklerle yüzleşip kendine kızmaktan öteye geçemedi. Uykuya daldığında aklından geçen son şey Hayat Hanım'la göz göze geldiği o ilk andı.
Hayati Kaptan ve Yasemin Hanım'ın ev sahipliğinde yenilen yemekte sessiz fırtınalar kopmuş ama görünürde deniz süt liman kalmıştı. Gecenin sonunda Rıfat ve Hayat misafir oldukları ve sevgiyle ağırlandıkları evden ayrılırken Rıfat bir sonraki görüşmelerini garantiye almayı kafasına koymuştu.
- Yasemin Hanım, yemekleriniz inanılmaz lezzetliydi. Hayati Beyciğim, misafirperverliğiniz için çok teşekkürler.
- Ne demek Rıfat Bey, yine bekleriz.
- Şimdi sıra bizde! Önümüzdeki hafta sizi bizde ağırlamak isterim. Şahane balık yapacağım sizlere, mezeler de Hayat'tan. Onun eli de Yasemin Hanım gibi lezzetlidir.
- Aman Rıfat Bey hiç zahmet etmeyiniz. Hem validenizi de rahatsız etmeyelim, Hayat Hanım'a da böyle bir emrivaki yapmış olmayalım.
- Annem önümüzdeki hafta şehirde, teyzemlerde olacak, Hayat'ın da bizleri kıracağını hiç sanmıyorum.
Hayat daha ağzını açamadan Yasemin Hanım, Rıfat Bey ve eşi arasındaki bu sohbete dahil olup kendince çok yakıştırdığı Rıfat Bey ve Hayat Hanım'ın tekrar görüşmelerine yardım etmek için mevzu-bahis bu planı sevinçle kabul etti.
- Hayat Hanımcım, ben de mezeler konusunda yardımcı olurum size eğer sizin için de bir mahsuru yoksa.
Zor durumda kalan Hayat, hislerini bastırıp gülümsemeye çalışarak:
- Ne demek! Birlikte planlar hazırlarız tabi ki Yasemin Hanım.
Planın detayları netleşince vedalaşıp ayrıldılar. Rıfat, Hayat'ın kızıp yolda ona söyleneceğini sanıyordu ama tam tersi olunca Hayat'ın sessizliğine çok şaşırdı. Kızmasına hazırdı ama üzgün olduğunu görünce ne yapacağını bilemedi.
- Hayat, seni zor durumda bıraktıysam gerçekten özür dilerim. Ben Yasemin Hanım'la anlaştığını ve tekrar görüşmekten rahatsız olmayacağını sanmıştım. Yanıldıysam... Bir şekilde iptal edebili...
- Önemli değil Rıfat. İptal etmek büyük kabalık olur. Sorun yok, önümüzdeki hafta görüşürüz.
Hayat tüm gecenin gerginliği ve yorgunluğu ile yatağına uzandıysa da sabahın ilk ışıklarına dek gözüne uyku girmedi. Gece boyu içindeki hislerle ve zihninde yankılanan gerçeklerle yüzleşse de kendine kızmaktan öteye geçemedi. Uykuya daldığında aklından geçen son şey Hayati Kaptan'la göz göze geldiği o ilk andı.
Hak ettiğinden fazlasına layık olamıyor insan. Bu yüzden kimseyi hak ettiğinden çok sevmeyin. Biliyorum sevgiye sınır konulmaz, kalpten gelir, gözlerden okunur ama işte tutun içinizde, belli etmeyin hak edilenden fazlasını. Oldu ki belli ettiniz, başınıza geleceklere hazır olun.
İnsanın sevme kapasitesi kişiden kişiye değişiyor. A kişisinin sevme kapasitesi sonsuzken, B kişisinin sevme kapasitesi sınırlı olabiliyor. A kişisi B kişisini sonsuz severken B kişisi ne yapsa o kadar sevemiyor. Hâl böyle olunca ne kadar çok sevilirse, o kadar çok sevmek için kapasitesinin sınırları ile boğuşurken yorgun düşüyor insan.
İnsan hak ettiğinden fazla olan sevgiye karşılık vermeye, tam karşılığını veremese bile en azından layık olmaya çalışmaktan yorulunca ne yapacağını bilemiyor. Bunalıyor, eziliyor, hatta bazen kaçacak yer arıyor. Kaçamazsa da mahcubiyetinden kurtulmak için o sevginin hak ettiginden fazla olan kısmını yok etmeye, bile bile kendini sabote etmeye çalışıyor. Olmadık yerden sorun çıkarıyor, durduk yere huzursuzluk yaratıyor. "Bu kadar sevme beni" çığlıkları atıyor sessizce. Demem o ki, sevginin fazlası da yaramıyor.
Biliyorum sevgi karşılık beklemez, hesap kitap bilmez. Biliyorum sayılara, skorlara, sonuca odaklanmaktansa süreçten keyif almak lazım hayatta. "Oh ne çok seviliyorum, ne güzel!" deyip sevgi seline bırakması lazım insanın kendisini belki de ama işte siz yine de hak edilenden fazlasını kendinize saklayın ki sevginiz yük olmasın sevdiğinizin omuzlarına.
Hayat ile Rıfat'ın bakkalda karşılaşmalarının üzerinden çok geçmeden bir gün Hayat'ın kapısı çalındı. Gelen Rıfat'tı.
- Hayat, hadi hemen hazırlan, akşama yemeğe davetliyiz.
- İlahi Rıfat, sen ve senin şu şakaların...
- Hayır, şaka yapmıyorum bu kez! Kaptan Hayati Bey'le ahbap olduk, beni akşam evlerine yemeğe davet ettiler. Eşi Yasemin Hanım, "Rıfat Bey dilerse bir arkadaşını da getirsin" demiş. Rasim Amca'yla konuşurken aklımıza sen geldin. Hem zaten daha önce seni de davet etmiş Yasemin Hanım, Rasim Amca öyle söyledi.
Bu durum Hayat'ın hiç hoşuna gitmemişti.
- Böyle emrivaki olur mu hiç? Olmaz, ben gelmeyeyim Rıfat.
- Hadi ama Hayat! Beni yalnız mı bırakacaksın? Hem Yasemin Hanım'a da ayıp olur tüm akşam bizim sıkıcı muhabbetimizi mi dinleyecek kadın sofrada? Kaç yıllık arkadaşız, kırma beni!
- Peki. Akşam orada görüşürüz o zaman.
- Ben seni alırım, beraber gideriz.
- Peki öyle olsun.
Rıfat'ın gidişiyle Hayat istemeyerek de olsa aksam için hazırlanmaya başladı. İçindeki sıkıntı giderek artıyordu. Sebebini düşünmekten bilerek kaçındı. Birkaç saat sonra sözleştikleri gibi Hayat'ı almaya geldi Rıfat:
- Hadi ama Hayat! Gören de yemeğe değil cenazeye götürüyorum sanacak. Bu kadar surat asacaksan hiç gitmeyelim.
- Onu emrivaki yapmadan önce düşünmeliydin Rıfat.
- Anlaşıldı bana güler yüz göstermeyeceksin ama n'apalım, Yasemin Hanım'ı görünce düzelirsin muhakkak.
Hayat ve Rıfat gidecekleri yere vardıklarında Rıfat elinde bir buket çiçek ile kapıyı çalarken Hayat derin bir nefes aldı. Kapıyı Yasemin Hanım açtı.
- Hoşgeldiniz.
- Hoşbulduk Yasemin Hanım. Çiçekler sizin yanınızda soluk kaldı ama...
- Aman efendim! Ne kadar incesiniz, çok teşekkürler. Buyrun lütfen, sofra hazır sizi bekliyorduk.
Hayat ve Rıfat yemek odasına girdiklerinde Hayati Kaptan'ın şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Yasemin Hanım:
- Hayati, bak Rıfat Bey ve Hayat Hanım tanışıyorlarmış. Ne güzel oldu, ben de Hayat Hanım'ı bize davet etmiştim geçtiğimiz günlerde.
- Öyle mi? Ne iyi olmuş o zaman. Tekrardan hoş geldiniz.
- Hoş bulduk. Biz Hayat'la ortaokul ve liseyi birlikte okuduk. Tabi o bir edebiyat sevdalısı, ben iflah olmaz bir matematikçiyim.
- Demek arkadaşlığınız eskiye dayanıyor. Ne güzel yıllardır kopmamışsınız.
- Evet Yasemin Hanım, biz Rıfat'ın da dediği gibi okul arkadaşıyız. Rıfat liseden sonra yurt dışına gitmiş olsa da yazları hep adaya dönerdi. Ama son birkaç yıldır gelmiyordu. Doğrusu ben de sebebini sormak için fırsat arıyordum.
- Belki de gönlünü yabancı bir hanıma kaptırmıştır. Ne dersiniz Rıfat Bey?
- Hayati Beyciğim, keşke öyle olsaydı. İşin aslı gönlümü birine kaptırdığım için gelmediğim doğru ama hiç yabancı değil o hanım.
Rıfat bu cümleleri söylerken yarı muzip gülümsemesi ile Hayat'a bakıyordu. Hayati Bey bir soruyu sorduğuna ancak bu kadar pişman olabilirdi. Rıfat ile Hayat'ı ilk andan beri birbirlerine çok yakıştıran Yasemin Hanım söze girerek:
- Eh geçmişi bir kenara bırakalım o zaman. Şimdi burada olduğunuza göre neler yapmayı planlıyorsunuz Rıfat Bey? Ne kadar kalacaksınız Türkiye'de?
- Aslında uzunca bir süre burada kalmayı planlıyorum Yasemin Hanım. Çalıştığım şirket İstanbul'daki bir şirket ile ortaklık aşamasında. Ben de bu ortaklığın sorunsuzca gerçekleşmesinden ve devamında yürütülecek bazı projelerden sorumluyum.
Bugün kendimi çok sevmeye hatta kendimi şımartmaya karar verdim 🤗 Neden mi? Çünkü insan önce kendini sevmeli ki başkasını sevecek, hayatı sevecek gücü, enerjisi, sevgisi olsun. Dahası biz kendimizi sevmezsek başkası nasıl ve neden sevsin ki bizi? Hadi sevdi diyelim, biz o sevginin gerçekliğinden şüphe etmez miyiz? Birinin gerçekten bizi sevebileceğine inanmamız da zor olmaz mı? Her şeyden önce kendi öz değerimizin farkına varmalıyız bence. "Ben değerliyim" diyebilmeliyiz hiç tereddüt etmeden. Değerimizi bilmeyene üzülmeyi bir kenara bırakmaktan bahsetmiyorum bile :)
Tabi ki narsistleşip kendini beğenmiş biri olup çıkmaktan bahsetmiyorum 😅 Demek istediğim her birimiz olduğumuz gibi değerliyiz gerçekten. Ama istersek daha iyi olabiliriz. Başkaları bizi sevsin, kabul etsin, takdir etsin diye değil de biz kendimizi daha çok, daha kolay sevebilelim; öz değerimizi bilelim diye değişebiliriz 😊
Hadi soralım kendimize? Memnun muyuz kendimizden? Değiştirebilsek neyi değiştiririz kendimizde? Ben cevapları buldum, listemi yaptım 😊 Başlamak bitirmenin yarısıysa yolu yarıladım bile 😃 Hadi hepimize kolay gelsin! 🍀🍀🍀🍀
Dipnot: Yazımın çıkış noktasında tabi ki candan ötem Ceren'le yaptığımız günlük sohbetlerimiz var :) Bir de yine Ceren'in önerdiği bir blogta okuduğum şu yazıyı siz de okuyun, çok eğlenceli bence :))