- Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar kızım Muallâ! Kaç kez söyledim ben sana tut şu çeneni, fikrini kendine sakla diye? Ah Mualla, ah! Tutamadın yine çeneni! Bu kaçıncı? Gidecek köy kalmayacak bu gidişle. Bakalım o zaman ne yapacaksın!
...
Muallâ, oldum olası tutamazdı o kemiksiz dilini, içinden geçen daha zihnin ince kıvrımlarındaki elzem yolculuğunu tamamlayamadan hop dışarıda buluverirdi kendini. Son pişmanlık fayda etmez, Muallâ ne yapsa yerine dikemezdi devirdiği çamları. Bir gün o devirdiği çamların altında kalıp son nefesini verecekti şüphesiz. Ne zaman yolunda gitmeyen bir şey görse kendini tutamaz sere serpe ortaya döküverirdi her şeyi bir çırpıda. Bu kez de öyle olmuştu:
- Aslında bu kadar üzülmenin bir faydası yok. Bazı insanlar böyledir, hedefine ulaşana dek yazar, çizer, büyük oynar. Hedefe ulaştıktan sonra söner, ufalır, orijinal haline geri döner. Sonra da haliyle hayatına orijinal haliyle devam eder. Sen, ben gibi hayal peşinde koşmaz. Tüm yazma, çizme, büyük oynama becerileri hedefe ulaşana kadardır bazı insanlar için. Onları da oldukları gibi kabul etmek gerekir.
Daha ağzını kapamadan pişman olmuştu söylediklerine. Artık ne yapsa faydası yoktu ama yine de denedi şansını:
- Yani, demem o ki; sen de niye öyle, niye böyle diye üzülme de önüne bakıver gari!
- Hah kelin ilacı olsa kendi başına! Madem hayatı olduğu gibi kabullenip devam etmek o kadar kolay sen baksana o zaman önüne! Madem o kadar kolay neden dönüp dönüp bakıyorsun kitapçı Sadi'ye?
Muallâ kapağını almış, tenceresini -pardon - ağzını kapatıp susmuştu. Bu çok görülen bir şey değildi. Kolay kolay susmazdı Muallâ. Ama elinden geldiğince denedi:
- Haklısın. Ta en başından belliydi bizden bir cacık olmayacağı. Zaten olsa olsa çorba olurdu bizden. Ekşi süzme yoğurttan terbiyesi kesik* yayla çorbası!
Bazen - hatta çoğunlukla - ileri doğru atılan bazı adımlar ne yapsak geri alınamaz. Muallâ ile Suzan'ın üzerinde yarenlik ettikleri o ince ip bir çırpıda sallanmış ve ikisi birden yere düşüvermişti işte. Konuşulacak bir şey kalmamıştı. Muallâ çantasını alıp ayaklandı. "Gitme" demedi Suzan, Zaten geç de olmuştu. Muallâ kendini karanlığın içinde buldu kapıdan çıktığı anda.
- Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar kızım Muallâ! Kaç kez söyledim ben sana tut şu çeneni, fikrini kendine sakla diye? Ah Muallâ, ah! Tutamadın yine çeneni! Bu kaçıncı? Gidecek köy kalmayacak bu gidişle. Bakalım o zaman ne yapacaksın!
Hızlı adımlarla evine gitti. Yıllar önce boşanmıştı eşinden. Kitapçı Sadi uğruna. Ama Sadi pek oralı olmamıştı. Önceleri inceden bir böbürlenmiş, egosu şahlanmış, Muallâ'ya ümit vermiş, sanki her şeyin mümkün olduğu fikrine kapılmasına karşı çıkmamıştı. Ama iş ciddiye binince gözünü kırpmadan paramparça edivermişti Muallâ'nın kuş gibi çırpınan kalbini:
- Sana aşık falan değilim ama seni görmezden de gelemiyorum!
Belki de okuduğu kitaplarda görüp öğrendiği tek bir cümleyle her şeyi anlatmıştı kitapçı Sadi. Tek bir cümleyle çiğneyip tükürmüştü Muallâ'yı. Muallâ, Sadi'nin yoldan geçerken görmezden gelemediği bir dilenciydi, sevgi dileniyordu. Sadi, Muallâ-sever değil de hayırseverdi sadece. Hayrına bakıyordu Muallâ'nın yüzüne. Bunu bile bile sevdi Muallâ, Sadi'yi, bile bile... Hâlâ seviyordu. Ne zaman kitap dükkanının önünden geçecek olsa sokağa terkedilmiş köpek yavrusu gibi hissediyordu kendini. Acaba onu görecek miydi? Acaba bakacak mıydı Sadi? Acaba o da onu özlüyor muydu? Ama hayır, içten içe biliyordu, Sadi'nin özlediği, Muallâ değildi. O arzulanmayı, sevilmeyi, uğruna hayattan vazgeçilen olmayı özlüyordu. Bunca yıl Muallâ ne zaman yoluna devam etmeye kalksa Sadi çıkıvermişti karşısına: "Keşke her şey farklı olsaydı, ben de böyle olsun istemezdim ama hayat işte" diyordu. Sanki hayat elini kolunu bağlamış da elinde olsa Muallâ ile olurmuş gibi... Oysa yalandı bu sözleri. Sadi sadece sonsuza dek, "giden" olmak istiyordu, arkada bırakılan değil.
Muallâ'nın günleri azap içinde geçiyordu. Şu dünyada içini dışını bilen, onu tüm kusurları ile seven tek dostuydu Suzan. Duymak istemediği ne varsa bir çırpıda söylemişti Suzan'a. Ne gerek vardı sanki? Ama dost acı söylemez miydi? Muallâ bu çok bilindik sözün zamanla unutulan kısmını zor yoldan öğreniyordu şimdi: Dost, acıyı tatlı söylemeyi bilmeliydi. Ne yazık ki Muallâ acı gerçeği tatlı sözlerle anlatmayı bilmiyordu henüz.
Günler geçtikçe Suzan da Muallâ'yı arar oldu. Kader arkadaşı, dert ortağıydılar. Çocuklarını beraber büyütmüş, zorlu zamanları beraber atlatmışlardı. Gerçi Suzan her zaman bir adım öndeydi. O kendinden önce başkalarını düşünür, onlar iyi olunca iyiyim derdi. Muallâ ise tam tersine "Ben iyi değilsem başkasına ne faydam olur? Kendimi iyi edemezken başkasına nasıl iyi gelebilirim ki?" derdi hep. Zaten böyle diye diye sözüm ona kendini seçip boşanmıştı kocasından. Ben o kadar mutsuzum ki ona da mutsuzluktan başka bir şey veremiyorum, bensiz daha mutlu olur, belki ben de onsuz diye düşünmüştü.
Muallâ'nın eski kocası çok mülayim bir adamdı. Bir kez sesini yükseltip bağırmamıştı Muallâ'ya. Evcimen bir adamdı Naci; evden işe, işten eve... Mahalleliye bakılırsa Muallâ'ya rahat batmış gül gibi yuvasını gözünü kırpmadan yıkıvermişti. Oysa başka türlüsü mümkün değildi. Muallâ'yı bu noktaya Hayat getirmiş; aldığı her nefes, attığı her adım onu kaçınılmaz sona taşımıştı. Geriye dönme ihtimali olsa yine aynı adımları atıp yine aynı noktada bulurdu Muallâ kendini. Bunu anlayalı beri mutsuzluğu azalmış, Hayat'ın getirdiklerine itiraz etmez olmuştu. Şu ölümlü dünyada her şey olacağına varıyor ve biz her an sadece elimizden gelen tek şeyi yapabiliyorsak suçlu aramanın ya da pişmanlık hissetmenin ne faydası olabilirdi ki?
Muallâ kafasında düşünceler yürürken ayakları onu Suzan'ın kapısına getirmişti. Kapıyı çalmak, "Hadi ama Suzan, seni üzmek için demedim. Sadece öyle düşündüğüm için öyle dedim. Düşündüğümü söyledim diye küsmezsin sen bana? Acaba ben bilmeden başka bir halt mı yedim?" demek istiyordu. Ama dememeye karar verdi. Çünkü biliyordu kapıyı çalsa, Suzan kapıyı açacak ve Muallâ iyi olsun diye özrünü kabul edip" Aman canım sen de! Ben sana kırılmadım ki, doğru söyledin zaten." diyecekti. Bu sözler Muallâ'ya iyi gelecek ama Suzan'a iyi gelmeyecekti. Suzan yine başkasını kendinin önüne koyup başkasına iyi gelmeye çalışacaktı. İşte bu yüzden belki de ilk kez bencilliğini bir kenara bırakmaya karar verdi Muallâ. Varsın özlesindi Suzan'ı; Suzan bir kereliğine de olsa kendinden önce başkasını düşünmek zorunda kalmasındı.
...
*Kesilmiş terbiye: Bazı çorbalara kıvam vermek için yoğurt, un ve yumurta sarısı çırpılarak hazırlanan terbiye çorbanın içine eklenir ama bu işlem için önce bu karışım çorbanın suyu ile yavaş yavaş ılıtılmalı ve çorbaya öyle eklenmelidir. Eğer ılıtılarak yapılmaz da direk sıcak çorbaya dökülürse terbiye kesilir, terbiye çorbayla özdeşleşmez, çorbanın içinde topak topak parçalar olur.
- Kızım sana diyorum Muallâ! Huuu!
Bu duyguları asla anlayamayacağım. Çünkü beni sevmeyeni ya da saygı duymayan insanları çok çabuk hayatından çıkarabilen bir yapıdayım ben. Siz güzel aksettirmişsiniz. Okurken acı ve üzüntü duydum. Hoş bir hikayeydi, kaleminize sağlık :)
YanıtlaSilResimde tam oturmuş cidden!
Ne güzel, ne şanslısın öyle hemen çıkarıp atabilidiğin için diyeceğim ama emin de olamadım tam. Belki henüz öyle bir kalemde silip atamayacağın biri çıkmamıştır karşına. Hayat bu, hiç belli olmuyor sağı solu, önümüze çıkaracakları :) Dilerim her daim seni sevip sayacak, değer verecek insanlar çıkar karşına :)
SilBir dakika sanırım yanlış anlattım. İki arkadaş arasındakiler için demedim bunu, Mualla ve Sadi arasındaki ilişki için dedim. Yaşadıklarım bunu öğretti çünkü. Kimse değişmiyor. O zaman bana saygısız davranan birini neden hayatımda tutayım ve üzülmeye devam edeyim? Üzülürüm bir süre de çıkarttıktan sonra. Ama çıkartılması gerekiyorsa bir an önce çıkartırım. Bunun neresi yanlış olabilir?
SilDemem o ki Mualla bıraksın bu Sadi'yi, önüne baksın:)
SilYok yok yo yanlış yok tabi ki ortada 😊 Yazım dili eksik kalıyor, ses yok, mimik yok. Ben aslında gıpta ettim sana 😊 tabi ki senin yaptığın doğru olan. Ama işte herkesin mizacı farklı, herkes öyle yapamıyor demek istemiştim sadece 🙂 ama emin ol herkes öyle yapabilmek ister. Mualla'nın hâlâ baktığı Sadi değil aslında, hiçbir zaman da Sadi olmamıştır gerçi. Mualla da Suzan da aslında var olmayan hayali adamlara aşık olmuşlar. Kendi kafalarında büyütmüşler ufacık adamları bence. Öyle olmasaydı bunca aşka karşılık o adamlar yanlarında olurdu değil mi? Aslında her aşk böyle, kafamızda kurup büyüttüğümüz hayali kişilere aşık oluyoruz. Zamanla gerçeği gördükçe aşk da azalarak bitiyor. O yüzden kavuşamayanlar hep aşık, bi kavuşsalar anlayacaklar anyayı konyayı :)))
SilÇok güzel açıkladınız, gerçekten aşk böyle bir şey. Kafamızda büyütmesek geçip gider hemen. Anlayışınız için teşekkürler:)
SilKuyruksuzKedim, ben çok beğendim. Ne zamandır başka bir şeyler anlatmanı bekliyordum :))
YanıtlaSilFotoğraf da cuk oturmuş. Ama "katnem" değil kaknem olacaktı. (çirkin, huysuz) :) Eline sağlık inşallah devamı gelir 😍👏👏💖
(nahif demek istemiş olmayasın Suzan için? ince, duygulu, hassas)
SilMomentoscum aynen senin dediğinden 😅😁 düzelteyim hemen 😁 iyi ki varsın 🥰😘
Silyaaa çok güzel yazıyorsunuzz, blog ortamını uzun süre bırakmış olmama rağmen eskiden yazdığınız hikâyeleri ve onların beni iyi hissettirdiğini hatırlıyorum. kaleminizi gerçekten çok seviyorumm. umarım devamı da gelir :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler :) Uzun zamandır öykü yazamıyordum. Bir anda geldi ve ben de bir avazda yazıp çıkardım içimden :) İyi hissetmenize azıcık katkım oluyorsa ne mutlu bana :) Bana da iyi geldi :)
SilGüzel hikayeydi. Mualla ilginç biri ama kötü niyetli de değil. Bir de boşanmışsa kime ne. Evin içinde yaşananları kim bilecek? Başkalarının melek gibi dediği insanlar cinayet işleyebiliyor. Bilip bilmeden konuşulmamalı. Neyse uzatmadan bitireyim. :) Kalemine sağlık.
YanıtlaSilMualla içimizden biri aslında. Her ailede, her mahallede vardır bir Mualla. Biraz patavatsız, yerli yersiz her işe karışan, teklifsiz her konuya dahil olan, kafasının dikine dikine giden bir kadın. Yoldan çıkmaya meyilli olduğunu anlar anlamaz "Laf gelecekse bana gelsin, arkamdan en fazla dul karı derler" diye düşünüp boşanıvermiş. Aklı sıra mutlu olacakken hepten hüzne boğulmuş. Ama tünelin ucunda ışık var galiba. Mualla hayata devam etmeye hazır gibi geldi artık bana :)
SilÇok teşekkürler :) Devamını yazar mıyım bilemiyorum ama muhtemelen Suzan dayanamaz, yine kendinden önce Mualla'yı düşünüp "Çay yaptım, hadi gel de karşılıklı içelim" deyiverir hiçbir şey olmamışçasına. Vakti dolup bitene dek paylaşırlar aşk acılarını umutsuzca :)
YanıtlaSilKeyifle okudum :)
YanıtlaSil🥰🥰🥰♥️
SilDün okudum...
YanıtlaSilDün akşam bir daha okudum...
Aklımda kelimeler döndü ama yeterli bulmadım ve yorum yazmadım.
Şimdi...
Diyorum ki!
A STAR IS BORN.
Çok teşekkürler Sevgili Buraneros 🥰 Uzun zamandır yazamıyordum öykü; tekrar yazabilmek çok iyi geldi 😊
Siliyi başladı, muallaya acıdım valla :) güzel bişeyler olsun barik bundan sonraki bölümlerde :)
YanıtlaSilBundan sonraki bölümler olursa kurtarırız Mualla'yı :)))
SilEpey yazınız birikmiş, geriden başlayayım dedim Mrs. Kedi. Öykülere dönüşünüz muhteşem:) Güzel karakterler yaratmışsınız. Ben burada Muallâ'yı beğenmedim. Aslında lisede en çok sevdiğim matematik öğretmenimin adıydı Muallâ. TDK'ya inat ısrarla inceltme işareti kullanıyorum. Aksi halde okunuşu çok kaba Mualla'nın:)
YanıtlaSilDiğer karakterler Naci ve nispeten Suzan öykünün iyi karakterleri bence. Muallâ, aşkı uğruna gül gibi kocası Naci'yi bırakmış, şimdi pişman. Ancak Suzan'ın tepkisini de yadırgadım biraz. Dost acı söyler, madem onca yıllık arkadaşı ayıp etmiş Suzan. Diyeceğim Muallâ ile Sadi'den artık bir cacık olmaz:)
Yoruma verdiğiniz cevaplardan birinde "anlarsın anyayı Konya'yı" derken "H" harfini yazmayı sehven unuttunuz sanırım. Bildiğiniz gibi Hanya Girit'te bir şehir. Bir Giritli olarak müdahale edeyim dedim:) Hanya nire Konya nire diyecek olursanız, bunu ben de merak etmiştim. Girit adasının Osmanlıların eline geçmesinden sonra Konya'da yönetime isyan edenler adaya sürgün edilmiş. "Görürsün Hanya'yı Konya'yı" sık kullandığımız bir deyim. Deyimin anlamı; işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, görmek, anlamak ve akıllanmaktır.
Girit'teki kötü muamele ya da mübadele sonucu Türkiye'ye göçen muhacirlerin asi ruhları Atalarından geliyormuş meğer:))
Muallâ bence de gerçekten tam bir kendinibilmez Mr.Kaplan. Saçmasapan bir adam uğruna gül gibi kocasını boşar mı hiç insan? Değecek biri olsa bari!
SilHanya ve Konya mevzusunu biliyordum aslında ama yazarken ya dalgınlığıma ya da unutkanlığıma denk gelmiş :) Siz söyleyince "Tüh ya biliyordum ben bu detayı!" dedim içimden :) Hatırlattığınız için çok teşekkürler :)
Suzan'a gelince, ben onu anlıyorum aslında. İnsan bazen içten içe bildiği gerçeklerin yüzüne vurulmasını istemez hiç. Suzan'ı hazır olmadığı bir zamanda yakaladı Muallâ, oysa Suzan'ın daha güçlü olduğu bir anda söyleseydi sonuç farklı olabilirdi. Ama işte Muallâ biraz fevri, düşünmeden pat diye söyleyiveriyor doğru bildiğini maalesef.