Cumartesi, Kasım 26, 2022

Adana - Hatay Gezimiz (Fotoğraflarıyla birlikte :)

Geziden geleli neredeyse 2 hafta oldu ama fırsat bulup yazamadım. Ara tatilde Arya ile Adana - Hatay gezisi yapacağımızı yazmıştım sanırım daha önce. Gittik, döndük :))

Ayın 12'sinde Trabzon'dan Adana'ya uçtuk. Havaalanında arkadaşım ve oğluyla buluşup şehri şöyle bir turladık. Taş Köprü'de fotoğraf çekilip o gece kalacağımız eve (Meltem'in bir arkadaşının annesinde kaldık) gittik. Üstümüzü değiştirip yemek için dışarı çıktık. 


Meltem'in abisi, Metin Abi, işi sebebiyle çok geniş bir çevreye sahip. Neredeyse her şehirde bir arkadaşı/tanıdığı var. Dolayısıyla biz gitmeden gezi planımız ve bazı rezervasyonlarımız yapılmıştı. İlk gece Adana'da "Mızdık Kazbaşı" diye bir restorana gittik. Mezeler salata, ara sıcaklar ve tabi ki Adana Kebap muhteşemdi. Mütemadiyen yediğim için çok foto çekemedim :)) 

Gezinin ikinci gününe meşhur Levent Börek'te kahvaltıyla başladık. Ben çıtır çıtır kızarmış börek sevdiğim için iç dokusu su böreğine benzeyen böreklere çok bayılmadım ama Meltem ve çocuklar çok sevdi. 

Kahvaltıdan sonra otogara gidip otobüsle Hatay'a geçtik. 2 çocuklu 3 saatlik bir seyahat biraz zordu ama sağ salim atlattık :) Hatay'da polisevinde yer ayırmıştım hem öğretmenevinden daha iyi oluyor, hem de zaten öğretmenevinde yer olmadığı için. Ama durum pek de umduğum gibi olmadı ve bugüne kadar gördüğüm en kötü polisevinde kaldık 2 gece. Otel olsa tek yıldız bile alamaz diyeyim siz anlayın. Neyse ki sadece uyumak için odada bulunduğumuzdan pek takılmadık bu noktaya.

Eşyalarımızı odalara bıraktıktan sonra ünlü Pöç Kasabı'nı denemek için hemen çıktık. Polisevinden yürüyerek çarşıya indik; Asi Nehri'nin üstünden geçerek navigasyon sayesinde Pöç Kasabı'n içinde olduğu çarşıya girdik ama neredeyse tüm dükkanlar kapalı olduğu için hafiften telaşlandık. Pazar günü olduğu için bir çok yerin kepengi kapalıydı. Çarşı terkedilmiş gibiydi. Sonunda Pöç Kasabı bulduk. Açıktı :) İnanılmaz güzel bir tepsi kebabı ve kağıt kebabı yedik. İçli köfte de söyledik ama onu beğenmedik.


Pöç çıkışı St. Pierre Kilisesi'ni görelim dedik ama saat 16.00 olmuştu. Navigasyon siz varana kadar müze girişi kapanabilir diye uyardıysa da şansımızı deneyelim diyerek gittik. İyi ki de öyle yapmışız. Giriş kapanmadan yetiştik. Kilise dağdaki ufak bir mağaradan ve dağın diğer tarafına ulaşılan bir tünelden ibaret. Tünel ziyaretçilere kapatılmış. Bu kilise Hristiyanlık'ın en eski kiliselerden biriymiş. Kiliseden çıkışımız günbatımına denk gelince keyfimiz manzarayla birlikte katmerlendi.

Kilisenin içine oyulduğu tepenin uzaktan görünüşü.

Kilise bu tepedeki ufak bir mağaranın içinden ve tünelden ibaret.


Fotoğrafın solunda bir kısmı görünen giriş dağın arkasına kadar devam eden tünelin girişi.
Sağ tarafta dağdan gelen doğal su kaynağı var. Kilisede yapılan vaftiz törenlerinde bu su kullanılırmış.


Kiliseden sonra polisevine dönecekken eğer yakınsa Museum Hotel'e de gidelim dedik. Çok yakın olmasa da gittik ve bayıldık. İnanılmaz bir yer olmuş. Dünyada böyle başka bir otel yok. Tarihi eser çıkan yerlere imar izni verilmediğini düşünürsek normal. Her ne kadar oteli çok beğenmiş olsam da tarihi eserlerin bulunduğu böyle bir yerin otel olmasını tam olarak kabul edemedim. Keşke tamamen müze olarak daha iyi bir şekilde korunabilse.





Müze çıkışı taksiyle çarşı tarafına geri döndük. Akşam yemeği için yine tavsiye üzerine rezervasyon yaptırdığımız Altı Kapı Restaurant'a gittik. Çok şık ve güzel bir mekan. Fiyatlar uygun, menü güzeldi ama mezeler bir "vay canına" etkisi yaratmadı. Ama kızarmış peynir ve kıtır yufkalı salata gerçekten çok iyiydi. Yemekten sonra tabi ki dondurmalı künefe yiyerek geceye vurucu bir nokta koyduk :))




Hatay'daki 2. günümüz için yine tanıdıklar aracılığı ile bize özel bir tur ayarlamıştık. Şoförümüz ve gönüllü rehberimiz bizi 9'da polisevinden alıp önce Hammuş'un Yeri'ne kahvaltıya götürdü. Kahvaltı harikaydı :)


Kahvaltıdan sonra ST. Symeon Manastırı'na a gittik. Rüzgar güllerinin dibinde olan bu manastırın bulunduğu konum muhteşemdi. 






Manastırdan sonra Harbiye Şelaleri'ne, Vakıflı Ermeni Köyü'ne ve içinde Musa Ağacı'nın bulunduğu Hıdırbey'e gittik. Hıdırbey'den sonraki duraklarımız ünlü Dor Tapınağı ve Titus Tüneli'ydi. Dor Manastırı'ndan Seleukos Krallığı'nın yerleşim alanına ve Türkiye'nin en uzun sahiline bakmak büyüleyiciydi. 




Şelaleler çok güzel ancak çevresindeki gecekondu benzeri cafe ve restaurantlar doğanın güzelliğini bozmak için yapılmış gibi maalesef.


Gidince Hıdırbey'in ev yapımı limon dondurmasını tatmadan geçmeyin :)



Musa Ağacı - Hikayesi ilginçti :)


Titus Tüneli





Titus Tüneli'ni görüp şaşırmamak mümkün değil. Çocuklar olmasa diğer tarafına kadar giderdik belki ama çocuklarla belli bir noktaya kadar gidip geri döndük. Bir dahaki sefere tamamlarız umarım :) 

Tünel çıkışında yine günbatımına denk geldik. Çevlik sahilinde günbatımı eşliğinde kalamar ve karides yiyerek soluklandık ve merkeze döndük. Bu arada söylemeden olmaz; Türkiye'nin en uzun sahil bisiklet yolu Çevlik sahilindeymiş. Bisiklet yolunu görünce içimin nasıl gittiğini, bisikletimle o yolda pedallamayı ne kadar çok istediğimi anlatamam. 

Antakya'daki 2. akşamımız için şiddetle tavsiye edilen Konak Restaurant'a rezervasyon yaptırmıştık. İyi ki de öyle yapmışız. Bu kez her şey mükemmeldi. Mezeler beni benden aldı. Antakya'nın yerel şarabı olan Antioche'yi de denedik. Tüm günün yorgunluğunu oracıkta attık :) 


Yemek bitiminde çocuklar tatlı isteyince garsonun önerisi ile peynirli irmik helvası söyledik ama hiçbirimiz sevmedik. Finali yine dondurmalı künefe ile yaparak geceyi taçlandırdık :) 



Antakya sokakları geceleri çok renkli ve hareketli :)

Ertesi sabah erkenden otobüsle Adana'ya dönüp Trabzon uçağına bindik Arya ile. Trabzon'dan Havaş ile Rize, ordan da dolmuş ile Hopa'ya döndük. Eve girdiğimizde pert olmuştuk ama şikayet ettiğimiz söylenemez :) 

Geziyle ilgili tek pişmanlığım gitmeden önce iyice planlamamış olmamız. Gittikten sonra fark ettim ki Hatay'da bir gün daha kalıp Antep'e geçebilir, orayı da gezdikten sonra Hatay - İstanbul, İstanbul - Rize yaparak eve dönebilirdik. İstanbul'a gitmişken annemleri de görüp az da olsa özlem gidermiş olurduk ama n'apalım bu seferlik böyle oldu. 

Dipnot: Telefonumla ilgili bir sorun yaşadığım için fotoğrafları geç yükledim ama çoğu fotoğrafı yine yükleyemedim. Fotolar çok iyi değil ama hiç yoktan yeğdir diyerek yükledim.


Cuma, Kasım 18, 2022

Leyla*

Evet, evet o Leyla!

İlk gençlikte aklımızı başımızdan alan, mahallenin tüm delikanlılarını Mecnun eden... İşte yıllar sonra tekrar gördüm onu. Bir köşe başında, başında ipek eşarbı, elinde kırmızı ayakkabıları... Nerden gelip ne yöne gideceğini bilmez bir hâlde... Çok uzun zamandır yolda gibi, geldiği yönü de varacağı yeri de unutmuş gibi. Yanına gittim, tanımadı beni. 

- Benim, Kuşlu sokaktan Ahmet. Köşedeki bisikletçinin oğlu. 

- Hatırladım. Kırmızı bisikletinle takılırdın peşime. 

- Şey... Evet. Nereye gidiyorsunuz? Eşlik edeyim size. 

- Nereye gidiyorum?.. Acaba geliyor muyum yoksa dönüyor muyum?.. Neyse... Gidelim de yolda hatırlarım belki. 

- Ne tarafa gidiyoruz? 

- Gülbahar'a gideceğiz. 

- Şişli Gülbahar mı? 

- Evet. 

Gülbahar'ı bilirsin, dik bir yamaçtır. Oradaymış evi. Bizim mahalleden ayrılınca önce İzmir'e gitmiş, bir süre sonra da İstanbul'a. Pek değişmemiş, gözlerinin ve dudaklarının etrafını saran çizgileri saymazsak. Hâlâ o bildiğimiz Leyla. 

Eve girince önce eşarbını çıkardı sonra incecik vücudunu saran siyah elbisesini. Öylesine doğaldı ki vücudunun her bir devinimi... Başımı çevirmek gelmedi içimden. Zaten onun da pek umrunda değildim. 

- İyiyseniz ben gideyim artık. 

- Otur. Geliyorum. 

Az sonra üzerinde saten gecelik ve sabahlığı, elinde iki kadeh ve bir şişe beyaz şarap ile geri geldi. 

- Herkes kırmızısını sever bunun ama ben beyazını seviyorum. İçersin değil mi? 

- Size eşlik edeyim. 

- Anlat.

- Siz anlatın lütfen. Mahallece çok merak ettik siz ansızın mahalleden ayrıldıktan sonra sizi. 

- En çok da Seher Hanım merak etmiştir değil mi? 

- Şey.. Bilemiyorum... 

- Tabi sen daha bıyıkları yeni terleyen bir delikanlıydın o zaman. Nereden bileceksin? Sen hiç aşık oldun mu? Sahi erkekler aşık olabiliyor mu? Yoksa gelip geçici heveslerinizin kölesi olmaktan öteye geçemiyor musunuz? 

- Afedersiniz. Sizi gücendirecek bir şey mi yaptım bilmeden? 

- Sen mi? Hayır. Sen istesen de gücendiremezsin artık beni. Benim kalbim yıllar önce kırıldı bir kez. Bir daha kimse kıramaz. 

- Anlatır mısınız bana olanları? Belki iyi gelir size de... 

- Neyi anlatayım? Fuat'a nasıl aşık olduğumu, evli olmasına rağmen bana nasıl umut verdiğini, daha dün "Beraber kaçıp gideriz buralardan" derken istediğini elde edince "Ailem, karım, çocuklarım... gidemem affet beni" deyişini mi anlatayım? Yoksa Seher Hanım'ın ayılıp bayılıp herkese "Gül gibi kocamı zorla ayarttı komşular, aman dikkat edin sizin kocalarınızı da baştan çıkarır bu şıllık" deyişini mi? Kırık kalbimle ordan oraya sürüklendiğim yılları mı?.. Anlatsam ne olur ki? Diner mi kalbimin acısı? 

- Ben.. Bilmiyordum. Çok üzgünüm. 

- Üzülme. Yine gelsem dünyaya yine Leyla olmak isterim. Yine sevmek, yine gözümü karartıp aşkımın peşine düşmek isterim. Hiç sevmeden hiç sevilmeden, kırılmadan, sızlamadan boşuna atacak bir kalp neye yarar ki? 

Ne diyeceğimi bilmeden oturdum öylece karşısında bir süre. Şarabı bitmiş, yenisini doldurmuştu. Tekrar sordu o soruyu:

- Peki sen? Sen hiç aşık oldun mu? 

Olmuştum. Sustum. Söyleyemedim.

*Sevgili Buraneros'un Leyla'sı ile tanıştık bu gece. Onu anlatacaktım aslında ama şişede durduğu gibi durmadı Leyla, öykü oldu döküldü parmaklarımdan. Öykü olası varmış demek ki Leyla'nın. Vesile olduğun için teşekkürler Sevgili Buraneros :) 

İsteyene:

Playlist

Cuma, Kasım 04, 2022

Yok böyle bir mutluluk!

Geçen hafta sonu önce arkadaşlarımızla çok hoş bir konağa kahvaltıya gittik sonrasında da ailecek Borçka Karagöl'e :) 



O renkleri, o manzarayı, yaklaştıkça içimde büyüyen coşkuyu ve o manzaraya karşı Evrim'in omzuna yaslanıp kahve içerken hissettiğim mutluluğu kelimelerle anlatamam. Sizi fotoğraflarla başbaşa bırakıp kenara çekiliyorum.







Arya'nın büyüme hızı beni benden alıyor. Söylemeden geçemeyeceğim :)



Dream A Little Dream of Me - Doris Day



Dream A little Dream of Me - Ella Fitzgerald

Bu versiyonu daha "jazz" :)


Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...