Nasıl çarpıyordu kalbi delicesine... İşte oradaydı! Sokağın karşısındaki lambanın altında duran şu arabanın içinde, "Gel" demesini bekliyordu.
Gel demek zordu. Dese bile gelen kalmayacak, gidecekti. Bu oyunun kuralları en başında açık açık yazılıp çizilmişti. Gelme demek mi daha zordu yoksa gel deyip de sonra gidenin arkasından bakmak mı karar veremiyordu. Kalbini dinlese "Gel" derdi ama kalbini dinleyecek hâli kalmamıştı kulaklarıyla duyduklarından sonra.
Keşke bir kulağından girip diğerinden çıksaydı acı gerçek. Oysa kağıt kesiği gibi ince bir yara açmış, usul usul içine akmış, tam kalbine saplanmıştı gerçek: Aşk değildi bu; adı yoktu, sanı zaten hiç olmamalıydı.
Keşke o gece "Gel diyemem" dediği gibi sonraları da karşı koyabilseydi Sevda bu adsız sansız işgale. Gücü yetmedi Sevda'nın. Gelen, gitmeyi bilmedi. Sevda'nın kağıt kesiği hiç iyileşmedi. Kalbindeki hançeri yerinden söküp almayı göze alamadı Sevda. Yarasını sarıp kapatamayacaktı. Oluk oluk kanamaktansa varsın sızım sızım sızlasın kalbim diyordu. Öyle de oldu.
Yavaş yavaş öldü Sevda. Eridi, bitti, küle döndü. Aşk değildi; adı da sanı da bilinmedi.
*Tam bi hikaye değil ama bu satırları canım arkadaşım Derya'ya ithaf ediyorum. Epeydir bişeyler karalamıyordum, Derya yazsana deyince yukarıdaki satırlar çıktı elimden :)