Kendime soruyorum soruyu.
Bu saçma sapan yetişme tutkusu ya da takıntısı nereden geliyor anlayamıyorum. Neye yetişeceğiz acaba? Kaçan ne? Neden sürekli bir şeylerin kaçtığını ya da bir şeyleri kaçırdığımızı düşünüyoruz?
Durup düşününce saçma değil mi? Kaçan bir şey yok aslında. Sadece Hayat normal akışında akıyor. Her şeyi yakalamaya çalışmak yerine olabildiğince Hayat'ın akışına dahil olup keyfini çıkarmalıyız. Bundan öte yapabileceğimiz pek bir şey yok. Ne yaparsak yapalım her şeye yetişemeyiz.
Tüm kitapları okuyamam, tüm filmleri izleyemem, tüm podcastleri dinleyemem, gitmek istediğim her yere gitmeye yetecek zamanım yok. Bunu kabul etmek dünyanın sonu değil hatta tam tersine bunu kabul etmekle yepyeni bir hayata başlayabilirim tam burada, tam şu anda.
Kendime durmadan hedefler koyup o hedeflere yetişmek için koşmak zorunda değilim. Elimdeki kitabı bitirip üstüne kendime koyduğum 24 kitap hedefimi yıl bitmeden tamamlamak için 3 kitap daha okumak zorunda hiç değilim sanırım. Olmazsa olmaz değil. 24 değil de 21 kitapla, sayısız blog yazısı ve sayılı miktar dergi ile kapatırım bu yılı. Yine de kazanç haneme yazabilirim üstelik.
Her şeyi yapamayacağımı baştan kabul edince her şeye yetişmeye çalışmaktan da vazgeçebilirim. Misal her akşam dört başı mamur sofralar kurmaya yetişemem. Yetişmek zorunda da değilim zaten. O zaman sürekli bugün ne pişirsem diye kendimi paralamaya da gerek yok.
Her hafta pazara gidip en taze sebze-meyveyi almaya çalışmak sonra da onlar dolapta bozulmasın diye dert etmek zorunda değilim. Günler çuvala girmiş gibi hem evi temizleyip hem alışverişi halledip üstüne de akşama yemekli misafir ağırlamam gerekmiyor mesela. Temizliğin bir günde bitmesi bile gerekmiyor! Tamam, kabul; bu biraz zorlayıcı oldu bizim gibi temizlik deyince evin bir ucundan girip diğer ucundan çıkmayı marifet sanan bir nesil için :)))
Kendi kendimin iki ayağını bir pabuca sokma konusunda çok başarılıyım. Her şeyi aynı anda yapmak istiyorum mütemadiyen. Bir yandan çamaşır yıkansın, bir yanda yemek pişsin, bir yandan lavabolar temizlensin, okul işlerim de hallolsun... Hepsi bir gün de bitsin ki yarın bana kalsın. Bugün değil, yarın yaşayayım(?). Ne saçma!
Sahip olduğumuz tek şey "şu an". Şu an iyi olmaya, şu an yaşamaya, şu an mutlu olmaya bakmalıyız. Tam şu an tüm işleri bırakıp ailecek film izlemeliyiz, tam şu an aramalıyız sevdiklerimizi, tam şu an annemizle bir bardak çay, bir fincan sahlep içmeliyiz, tam şu an ellerimiz yana yana kestane ayıklayıp üfleye üfleye yemeliyiz.
Tam şu an arkadaşlarımızla buluşup telefonları kaldırıp sessiz sinema ya da tabu oynamalıyız. Tam şu anda bir kadeh şarap eşliğinde küvete dalmalı, mumlar yakmalı, en sevdiğimiz müzikleri çalmalıyız. Belki bir gün değil tam şu anda gitmeliyiz o en sevdiğimiz şehre... Gidemiyorsak da üzülmeyi bırakıp başka bir alternatif bulmalıyız kendimize tam şu anda.
Her şeye yetişmeye, Hayat'ı yakalamaya çalışmaktan tam şu an vazgeçmeliyiz. Şu an neredeysek tamamen orada olmalı, kaçırdığımız şeyleri düşünmeyi bırakmalıyız.
Hayat kaçmıyor; sadece akıp gidiyor kendi doğası gereği ve biz de kendi doğamız gereği o akışın sadece kısacık bir bölümüne şahitlik edebiliriz. Daha fazlası için yırtınmamızın anlamı yok. Hayat neyse o, biz de buyuz. Bu kadarız. Koskoca evrende bir toz zerresi kadarız ve göz açıp kapayana dek hiçliğe ya da her şeyliğe karışıp gideceğiz.
Bu satırlar bitince, tam şu anda, ne yapmamız gerekiyorsa onu değil de gerçekten ne yapmak istiyorsak onu yapalım, olur mu?
Japon İğdesi / Güz Zeytini
*Fotolar geçen haftasonu Fındıklı'dan...