Çarşamba, Mayıs 15, 2024

*Beni Bekleme Kaptan

Pazartesi günü Rize'ye gidip bel ve boyun MR'ı çekildim. Belimde fıtığın yeri yine dolu; ya fıtık tekrarlamış ya da ödem varmış. Boynumda ise iki ayrı fıtık varmış.

Ödemdir, ondan bi' şey olmaz, geçer zamanla diyeceksiniz. Maalesef benim ödemler öyle ödem değil. Önceki ameliyatımdan sağ bacağımda ve dikişlerimin sağ tarafında kalan ve gözle görülür ödem 5 yıldır geçmedi. Bu ödemlerin geçmesi için ayrıca ameliyat olmam gerekiyormuş.

Boynumda fıtık olduğundan emindim ama iki tane olacağı hiç aklıma gelmemişti. C5-6 ve C6-7 arası iki tane fıtık kardeş kardeş takılıyorlar boynunda. Biri daha büyük, 3-5 seneye ameliyat mecburi olurmuş; şimdilik boynumu ve sol kolumu ağrıtmakla yetiniyor. 

Kısacası belimde fıtık yoksa bile aynı yerde ödem var ve hâlâ sinirlere, dokulara baskı yapıyor. Sonuç olarak ben fıtık varmışçasına ağrı çekiyorum. Doktor, önerebileceğim bir çözüm kalmadı, tekrar ameliyat olabilirsin ama sonuç yine değişmeyebilir dedi. 2 hafta daha fizik tedavi verdi; bir de yeni bir ilaç yazdı kullandığım ağrı kesiciler ek olarak. Geceleri uyumamı sağlayacakmış. İşe yararsa rapor çıkaracak, sürekli kullanacağım.

Fıtıklar, migren, bağırsaklarım... Düşünmeyip yaşamaya devam etmeye çalışıyorum ama sürekli migren atağı geliyor - muhtemelen boynumdaki fıtıklar ve ağrı tetikliyor - ve deli gibi midem bulanıyor; bağırsaklarım olur olmadık zamanda kıvrandırıyor. Böyle sürekli mızıklamak istemiyorum ama gerçekten çok yoruldum. 


Cem Karaca - Çok yorgunum
*Beni bekleme Kaptan
Sözler Nazım Hikmet'in Mavi Liman şiirinden. 


Sabah okula giderken yine deli gibi midem bulanıyordu. Hadi bugün izin alıp gitmedim diyelim; yarın? Ya bir sonraki gün? Haftanın en az 3 günü böyleyim. Yakında okullar kapanacak; dinlenirim, yüzerim, toparlanırım  diyerek normal rutinin içinde kalmaya çalışıyorum bir şekilde. 

Yazıyı güzel bir şeylerle bitireyim. Bugün okul çıkışı Arya'nın devam ettiği resim kursunun karma sergisi vardı. Şuraya bırakayım Arya'nın resimlerini:










Pazar, Mayıs 12, 2024

Tam da "Amaaaan hiç umurumda değil!" derken bir an sonra kendini mutfak tezgahının üstünde bulmak?!

Nedir bu arkadaşım? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

3 saat mutfak temizledim. Halbuki daha az önce arkadaşıma "Amaaan artık ev dağınıklıktan uçsa hiç umurumda değil, canım ne zaman isterse o zaman topluyorum, temizliyorum" demiştim. Sonra durduk yere aklıma buzdolabının üstü geldi; gelmişken de şu buzdolabının üstünü bir sileyim dedim. Orayı silerken dolapların üstü aklıma düştü ve kendimi bir anda tezgahın tepesinde mutfak dolaplarının üstünü silerken buldum. Tabi orayı silerken duvarlar gözüme çarptı; durur muyum? Tüm fayansları tavandan yere sildim. Yere inince buzdolabının altı gözüme çarptı. İte ite buzdolabını kaydırıp altını makinayla alıp sildim. Ordan camlar, camlar bitince dolap kapakları, kulpları... 

Yukarıdaki satırlar 2 gün önceden. Bugün de evin geri kalanını temizledim. 

Neyse temiz evin verdiği huzur da bi' başka azizim :))))

...

Dün Evrim'in doğum günüydü. Birlikte doğa yürüyüşüne gitme teklifimi reddetti ama aklımın uzun zamandır gidemediğim doğa yürüyüşlerinde kaldığını bildiği için hevesimi kırmayıp sen git akşam kutlarız beraber dedi. Ben de Fındıklı'ya gidip Çağlayan köyündeki eski patika yürüyüşüne katıldım. Çağlayan ara ara gittiğimiz bir köydü ama bu kadar gezme fırsatım olmamıştı. Genelde ordaki balıkçıda yemek yiyip ya da tanıdıklarımızın kafesinde kahve içip dönüyorduk. Bu kez köyün eski evlerini, çay fabrikasını, okulu ve derneğini gördüm. Yürüyüş yolu 4 etaptan oluşuyordu; ilk 2 etap köy içinde sonraki 2 etap orman içindeydi. 


Yakın arkadaşlarım Funda ve Fulya :)


Biz 4 arkadaş katıldık ama toplamda 42 kişiydik. Kalabalık ve keyifli bir etkinlik oldu :)


Yürüyüşten gelince Evrim'i yemeğe çıkmaya ikna ettim. O nereye gideceğimize karar verene dek evde yumurta kalmamış, sen düşün ben gidip alayım diyerek pasta almaya çıktım. Gelince pastayı dolaba sakladım; yemeğe gittik. Yemek bitti, Evrim etrafına bakındı ama baktı tık yok, Eti Karam'a mum dikip üfleyeyim ben bari dedi dudak bükerek :)) Hani pasta istemiyordum falan deyince "Yok canım, hâlâ istemiyorum. Öylesine söyledim" dedi. Tabi ki eve gelip de pastayı ve mumları görünce yüzündeki gülümsemeyi anlatmama gerek yok sanırım :) Dolu dolu 44'ü bitirip 45'e adım attı canım sevgilim. Birlikte nice senelerimiz olacak umarım :) 


Munzur sevgilim :))


Fotolar eski ama neşemiz aynı :)

Cuma, Mayıs 10, 2024

Yaşamak En Temel Haktır

Ne yazsam, nereden başlasam bilemiyorum. Bir öğrenci tarafından kurşunlanarak öldürülen bir öğretmenin arkasından ne denilir? Bu ilk değil ama dilerim son olur.

Bıçaklanan öğretmenler, veli tarafından yumruklanan öğretmenler, türlü zorbalıklara maruz kalan, haksız ithamlarla itibarsızlaştırılan öğretmenler... Son yıllarda yaşanan bir çok olayın üstüne bu cinayet... En saygın meslek olan öğretmenliğin getirildiği şu hâl can yakıcı. Hiçbir açıklaması ya da savunması olamaz. Okula planlı bir şekilde silahla gelip sonra da sanki bir anlık öfkeyle yapılan ufak bir hataymış gibi savunulmaya çalışılacak bir şey değil asla bu mevzu.

Bugün tüm öğretmen sendikalarının ortak kararı ile iş bırakma eylemi yapıldı. Sabah okullarımıza gidip pankartlar hazırladık ve belli noktalarda buluşarak alkışlar, düdükler, sloganlar ile elimizden zorla alınan saygının ve en temel hak olan yaşama hakkımızın peşine düştük.




Belki de ilk kez sendika fark etmeksizin tek yürek oldu tüm öğretmenler.



Sesimizi duyurmak, hakkımız olan saygınlığı geri almak ve bizi koruyacak yasaların peşine düşmek için sokaklara dökülmek zorunda bırakılmamız çok üzücü. Okullarda can güvenliğimizin kalmadığı, velinin elini kolunu sallayarak gelip öğretmen dövebildiği, öğrencilerin öğretmen bıçakladığı hatta silahla vurup öldürdüğü günleri görmek, böyle bir zamanda yaşamak çok acı. Eskiden "öğretmen" kelimesinin bile başlı başına bir ağırlığı vardı. Öğretmen deyince anne-babaları geçtim; ninelerimiz, dedelerimiz bile Öğretmen Hanım kızım, Öğretmen Bey oğlum diye hitap ederlerdi. Şimdiyse veliler, okula ağızlarında sakızla gelip "Ne var canım, çocuk bunlar. Siz de azıcık mazur görün, hatta görmezden gelin. Abartmayın." diye akıl veriyorlar çocuklarının yaramazlığını anlatan öğretmenlere. 

Bir öğretmeni vurup öldüren bir öğrenciyi savunanların, "İyi yapmış; öğretmen hak etmiştir kesin" diyenlerin varlığına aklım ermiyor. Ama bugün kendi çocuğunun yaptığı türlü türlü saygısızlıkları görmezden gelmemizi isteyen velilere bakınca yarınlar için daha da çok endişeleniyorum.  Nasıl bu hâle gelindi, nasıl düzelir diye düşünüyoruz sürekli ama sadece öğretmenlerin çabası ile olacak gibi değil maalesef. 

Umarım bu ölüm en azından toplumsal bir uyanışın başlangıcı olur ve İbrahim Oktugan Öğretmenimizin zamansız ölümü anlamsızcasına unutulup gitmez.

Çarşamba, Mayıs 08, 2024

İyileştiren Sevgi

"Seni sevmeyi dünyanın en güzel şiiri yapacağım" demiş Edip Cansever.



İnsan kendini sevilmeye layık görmeyince gerçekten sevildiğine inanamıyor, hep şüphe ediyor. En ufak eleştiride çılgınca saldırıya geçiyor; "Sevmezsen sevme beni, benim de çok umrumda sanki!" demeye getiriyor işi. 

Bazen acısından sevgiyi göremiyor, anlayamıyor insan. İyileştirmek için uzanan eli bile yaralamak, üzmek için sanıyor. Mevcut yaralar o kadar derin ki iyileşebileceğine ihtimal vermiyor.  Oysa koşulsuz sevgi tüm yaraları sarıyor sabırla, şefkatle, şiirle. Çare sevgiye teslim olmakta yatıyor. Benim Evrim'le ve ailesiyle ilişkim de böyle ama arada küçük bir fark var. 

Evrim, yıllar içinde benim içten içe sevilmeme korkumu anladı; asla yaramı dürtüp saldırıya geçmeme yol açmıyor. Önce sarıp sarmalıyor, sevgisinden emin olmamı garantiledikten sonra yalnızken ve ben sakinken yapıyor eleştirilerini. Sevgisinden şüphe etmediğim için, dediklerinin benim iyiliğime olduğunu kabullenmem daha kolay oluyor. Yine de ara ara savunmaya hatta saldırıya geçtiğim oluyor ama Evrim altta yatan sebebi bildiği için alınıp darılmıyor.

Büyüklerle işler biraz farklı maalesef. Ben, Evrim dışında birinden gelen eleştiriye verdiğim tepkileri kontrol edemiyorum çoğu zaman. Hemen "Ben böyleyim, beğenmeyen başka yana bakabilir" moduna geçiyorum. Asla anlayıp dinlemek, alttan almak istemiyorum. Çünkü zaten en başından sevildiğine inanmayan benim için eleştiri = sevilmemek.

Benim sinirim çok ani ve bir o kadar kısa sürüyor. Parlayıp sönüveriyorum. Parladığım an ateşe körükle giden olmazsa sönünce pişman olup süt dökmüş kediye dönüyorum zaten kısacık bir sürede. Ama işte parladığım an inatla üstüme gelinirse... Hayatta susup oturamıyorum, alttan alamıyorum. Gözüm dönüyor. Evrim bunu bildiği için benimle hiç muhatap olmuyor öyle anlarda. Ben kendi kendime esip gürlüyorum ve fırtına dinince usul usul kedi gibi sakinleşiyorum bir köşede. Tabi bunu bilmeyen ya da kabullenmeyenin vay haline...

İnsan mizacı değişmesi çok zor bir şey. Yani "Can çıkar, huy çıkmaz"; "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur" gibi güzide atasözlerimiz boşuna söylenmemiş. Ben yıllardır kendimi yontmaya ve sivri köşelerimi yumuşatmaya çalışıyorum. Az da olsa yol kat ettim ama hâlâ köşeler yanaşanı çizebiliyor bazen. En iyisi Evrim'in yaptığı gibi köşelerden uzak durmak :)

Her zaman söylediğim bir şey var: bir daha dünyaya gelsem evlenmem ama evleneceksem de sadece Evrim'le evlenirim :) Şu dünyada benimle yaşayıp bana rağmen beni sevecek ve mutlu olabilecek tek kişi Evrim bence. Benim kadar kendini sabote eden, benim kadar kendine zarar veren birini kendi kendinden korumak çok zor ve Evrim bunu başarıyla sürdürüyor 18 yıldır.  

Evrim, buralara pek uğramadığı için rahat rahat yazıyorum. Aman duymasın da şımarmasın :))



Can't take my eyes off you - Frankie Vallie and The Four Seasons

18 yıl önce Evrim'in bana mesaj attığı ilk şarkı :) 


Cumartesi, Mayıs 04, 2024

NeverEnding...

Sonu gelmez sorumluluklar...

Okulların kapanmasına son 1,5 ay! 

Sınavlar kapıda; tüm gün sınav hazırladım.

Her sınıf için reading&writing, listening ve speaking olmak üzere üçer tane sınav hazırlamak zorundayım. Beşinci sınıfların seçmeli dersi var, üçer sınav daha; beş ve altılarda olmak üzere toplam 11 tane kaynaştırma öğrencisi var, onlara da durumlarına göre en az 4 farklı sınav hazırlamak zorundayım :( Çoğunu hallettim; geriye seçmeli ders kaynaştırma sınavı kaldı. Onu da yarın yapayım.

8 yıldır öğretmenim ve bir kez bile hazır sınav indirip kullanmadım; derste işleyip anlatmadığım konudan, cevaplamadığım etkinlikten soru sormadım. Asla içime sinmiyor hazır sınavlar. Bazen keşke yapabilsem diyorum... 

...

Geçtiğimiz hafta 3 gün özel bir fizik tedavi merkezine gittim. Akupunktur ve kupa tedavisi yaptı fizyoterapist. Şu an boynumdan belime delik deşik ve morarmış vaziyetteyim. Az da olsa işe yaramış gibi geliyor ama eziklerin ağrısı normal ağrıyı bastırmış da olabilir. Emin değilim. Bakalım.

...

Bu yıl bitmeyen hastalıklarım, tahlillerim, kontrollerim yüzünden tatil planımız hâlâ belirsiz. Temmuz'un ilk haftası Antalya'ya arkadaşlarımızı ziyarete gitmeyi umuyoruz, sonrası muamma... Antalya otellerine bakıyorum bir süredir. Tam seçiyoruz oteli, hadi bi Tripadvisor yorumlarına da bakalım diyoruz ve otel patlıyor. Arkadaşlarımıza sorunca da durum değişmiyor. Geçen yaz Antalya'da tatil yapan 3 arkadaş da otellerin yabancı istilası altında olduğunu, yemek sırasına bile giremediklerini, malum turistlerin saygısızca otelin lobi bölümü dahil her yerde yatıp yayıldıklarını söylüyor. Sonuç olarak bir otel seçip karar veremiyoruz. Ne diyeyim, hayırlısı... Belki de plansız programsız, spontane ve şahane bir tatil bizi bekliyordur :) 

Yazacağım bir şeyler varmış da aklıma gelmiyormuş gibi hissediyorum ama... 

Neyse yazıyı Handan'ın şarkı falından şansıma çıkan parça ile bitireyim :)




Perşembe, Mayıs 02, 2024

Pazar Mesaisi ve Kendine Ait Bir Oda

Öğretmen olmak bazen eve sınav kağıtları ile gelmek, bazen gönüllü etüt yapmak, bazen gönüllü gözetmen olmak, bazen hem ana-baba olmak manasına gelebiliyor :) Geçen Pazar da öyle zamanlardan biriydi, gönüllü gözetmenlik için okuldaydım.


Önce soruları çözdüm sonra "Kendine Ait Bir Oda"ya daldım. 



Virginia Woolf'un Kendine Ait bir Oda'sı uzun zamandır rafta beni bekliyordu. Pazar okula giderken attım çantama.. Neden şimdiye kadar okumamışım acaba? Kitapta sevdiğim bölümleri paylaşayım :)

Woolf, benden, daha doğrusu bir Manx kedisinden bahsetmiş :D


Tam da Woolf'un dediği gibi sanki "... bir çimenliğin orta yerinde duraklayıp evreni sorguluyorum; bir şey eksik, bir şey farklı..." 



... tuhaf, güzel olmaktan ziyade ilginç...


 "Belki de evrendeki en çok tartışılan hayvan olduğu/n/m/uzun farkında mısınız?" 


Erkeklerin - sözüm meclisten dışarı, istisnalar var tabi ki - kendilerini nasıl dev "ayna"sında gördüklerini açıklıyor bu satırlar. 


Biraz acımasız bir eleştiri gibi görünebilir ama erkeklerin yüzyıllar boyunca kadınlar için "eksik etek", "saçı uzun, aklı kısa" gibi tanımlar kullandığı düşünüldüğünde pek de haksız denilemez. 


Kadının kendine ait bir odası olmasını geçtim, kendi hayatı üzerinde en ufak bir söz hakkı bile yokmuş. 



Hayatın içinde yok sayılan kadın, ne ilginçtir ki en büyük edebi eserlerde baş karakter oluveriyor. 


Kurmaca kralların kaderine hükmeden kadın gerçekte kurmaca yazma hakkına bile sahip değil. 
Ne yaman çelişki! 



Böyle bir dünyada yetişen kadınların kendilerini ifade etmeye çalışacak cesareti bulması mucize! 



Bugün bile toplumun büyük bir kesiminde aynı bakış açısı hakim. 



Woolf, kitap boyunca kadınların erkek egemen toplumda yüzyıllarca mütemadiyen ezilip, küçük ve değersiz görülüp arka plana itildiğini; kurmaca bir eser yazmak bir yana, kendilerini ifade edecek gücü bulmalarının bile ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyor. O zorlu süreçte bir şekilde yazan, gizli saklı da olsa yazmaya cesaret eden cesur kadınlardan bahsediyor. Woolf; Fanny Burney, Eliza Carter ve Aphra Behn'in kadınların edebiyat alanındaki öncüleri olduğunu ve Jane Austen, George Eliot ve Emily Bronte gibi kadın yazarların onlar sayesinde daha kolay kabul gördüğünden de bahsediyor. 

Kitap 160 sayfalık, kısa bir eser ama hemen bitmiyor. Biraz ağır gidiyor nedense. Belki de bahsi geçen konular insanı sık sık durup düşünmeye ittiği içindir. Kitap kadın yazarlara, tüm engellere ve zorluklara rağmen vazgeçmeyip yazmaya devam ettikleri için haklarının teslim edilmesi gerekliliğini hissettiriyor. 

Henüz okumayanlara tavsiye edilir :) 

Pazar, Nisan 28, 2024

Bahar Şenliği

Bu yıl 6.sını düzenlediğimiz bahar şenliğimizi dün gerçekleştirdik.



Mini Mini Beşler :) 

Şenlikte halat çekme, sandalye kapmaca ve çuval yarışı gibi klasik çocuk oyunları oynadık. Her sene olduğu gibi yine et-döner standı ve ücretsiz magnolya ikramımız vardı. Çocuklara piyasanın altında, uygun fiyata et-döner sunmak ve ücretsiz magnolya tatlısı yapacak gönüllü veli bulmak her geçen sene daha da zorlaşıyor. Biz her yıl aramızda para toplayıp birçok masrafı karşılıyoruz; magnolya da hazırlıyoruz ama yine de yeterli olmuyor bazen. Bu kez 5000 TL içerdeyiz. Bunu da aramızda halledeceğiz tabi ki ama ekonominin bu gidişi devam ettiği sürece gelecek yıllar için endişeleniyorum.

Şenlikte sadece çocuklar yarışmıyor;  öğretmenler için halat çekme, çuval yarışı, süngerle su taşıma ve sandalye kapmaca; veliler için halat çekme ve sandalye kapmaca yarışmaları da yapıyoruz. Okul müdürümüz özellikle çuval yarışı ve süngerle su taşımada çok iddialıydı. Çuval da olmasa da su taşımada bayrağı göğüsleyip birinci oldu :D




Tüm yarışmalar öğlen bitti; öğleden sonra karaoke ve dans gösterileri gibi sahne etkinlerimiz vardı. Tabi ki Karadeniz'in olmazsa olmazı Hemşin horonu da oynandı bol bol :) Arada biz horon tepemeyenler için Ankara havası ve halay parçaları da çaldık :)



Müzik öğretmenimiz sahne etkinliklerini başlatırken :) 

Şenliği beşinci sınıflar için yüz boyama etkinliği ile bitirdik. Her yıl Fulya ya da Evrim gelip yüz boyama etkinliğinde Funda'ya yardım ediyordu ama bu yıl gelemediler. İş başa düştü, aldım elime boya kalemlerini korsana çevirdim çocukları :)) 6-7 korsan, 1 Spiderman, 1 Batman, 1 arı-kız, 1 aslan çizdim. 



Çizimler fena olmadılar ama seneye yeni boyalar almayı planlıyorum :D Olur da başka bir okula ya da BİLSEM'e geçersem yine de şenliğe gidip yardım ederim :) 




Şenliği sorunsuz atlatınca bir rahatlıyoruz ki anlatamam :) Darısı önümüzdeki şenliklerin başına :) 

Yazımı şenlikte coşkuyla çalıp söylediğimiz "Parla" ile bitireyim 🇹🇷


Norm Ender - Parla



Pazar, Nisan 21, 2024

Son Günler

Salı günü yine Trabzon'daydık. HPV ve Smear sonuçlarım negatif yani temiz çıkmış. Bu güzel haber :) Ama - olmasa şaşarım - yaralar var; doktor kolposkopi ile biyopsi yapmak istedi. Kaşüstü'nden Numune kampüsüne geçtik. Kolposkopi yapıldı. 5 ayrı yara varmış üçünden parça alındı ama yeterli olmayabilirmiş. Sonuç 1 ay sonra belli olacak. İşlem detaylarını anlatmak bir yana komple silmek istiyorum hafızamdan. O kadar acı vericiydi ki düşmanım bile yaşamasın. Bu mevzuyu 1 aylığına rafa kaldırıyorum.

...

Sonunda Hopa'ya bahar geldi. Hava 26-29 derece ve günlük güneşlik. Tabi ki ben havalara uçuyorum. Uzun süredir baharı bekleyince eve sığamaz oldum :) Tüm boş zamanlarımda sahile indim. Evde olduklarında Evrim'i ve Arya'yı da ikna ettim, her fırsatta güneşin ve güzel havanın tadını çıkardık. Çarşamba günü deniz sezonunu açtım. Su soğuktu ama bir kez dalınca alışıyor insan :D Mühim olan güneşin, sudan çıkınca üşümeyecek kadar ısıtması. Denizden çıkınca güneşlenmek ve dergi okumak çok keyifliydi. Bugün de Arya ile komşumuzun dağ yolundaki evine, yeşilliklerin arasında meyve toplamaya gittik.



Şiiri üst tabakanın tekelinden çıkarıp halka indiren Garip akımının öncülerinden 
Orhan Veli, 110 yaşında!


Deniz sezonu tarafımca resmen açılmıştır :D


Erguvan yok ama baharın hatırına mor salkım paylaşıyorum Canım Ceren'im <3



Pazar günü ailecek kahvaltı edince değmeyin keyfimize :))






Arya da mor salkımlardan nasibini aldı tabi :)

...

Pazartesi akşamı çevrimiçi, Perşembe öğleden sonra ve Cuma tam gün yüz yüze Erasmus+ proje eğitimindeydim. Eğitim veren kişi alanında bilgili, eğitim vermeye uygun, tam donanımlı genç bir İngilizce öğretmeniydi. Eğitim benim için inanılmaz keyifli ve verimliydi. Online kısımda ve yarım günlük kısımda teorik olarak öğrendiklerimizi son gün gruplar halinde proje yazarak uygulamalı olarak pekiştirdik. 

Benim geçen sene bir başvuru denemem olmuştu ama yazım aşamasında deneyimsizlikten tıkanıp kalmış ve projeyi bitirememiştim. Eğitimde anladığım üzere o fikrin proje olabilmesi için epeyce yolu varmış. Ama vazgeçmek yok tabi :) Şimdi okulumuzda sayısı giderek artan özel gereksinimli öğrencilerin destek eğitimiyle ilgili bir proje yazmak istiyorum. Hatta eğitimde projenin taslağını yazdım bile diyebiliriz :) Tabi ki eksikler var ama halledilmeyecek şeyler değil. Bir daha ki proje döneminde okulda olursam bu proje ile başvurmayı düşünüyorum. Okulda değil de BİLSEM'de olursam bu kez benzer bir projeyi üstün yetenekli öğrencilere uyarlayıp oradan başvuru yapabilirim.

...

İkigai kitabından biraz daha bahsetmeden duramayacağım :D Kitap bitmesin diye yavaş yavaş okuyorum. Hatta bitmesin diye araya 3 dergi alıp okudum :) Kitabın büyük vaatleri ya da büyük bir edebi iddiası yok. Aksine çok basit, sade bir dille bildiğimiz şeylerden bahsediyor. Ama okumak ve üzerine düşünmek o kadar iyi geldi ki bana. İngiltere'deki arkadaşımla paylaşınca o da hemen okumaya başladı. Şimdi her gün birbirimize ikigai anlarımızı anlatıp birbirimizle paylaşarak ikiye katlıyoruz hayattan aldığımız keyifleri :) Ben  bu haftaki ikigai anlarımın çoğunu yukarıda paylaştım. Geçen yazıda belirlediğim birçok alanda harekete geçtim ve tam da düşündüğüm gibi çok iyi geldi ve tüm hafta mutlu mutlu gezindim etrafta. Her daim böyle olmayabilir ama olan zamanlar o kadar keyifli ki diğer anları görmezden gelecek gücü verebilir :)

Yazıyı sevdiğim, keyif aldığım anlardan biri ile bitireyim. Yalnız olduğum anlar dışında sevdiğim anların başında Arya ve Evrim ile geçirdiğim zamanlar var tabi ki. Her akşam Arya ile anime - bu ara "Deamon Slayer" ve "TheGrimm Variations" - izliyoruz. Bazen anime sonrası birlikte kitap okuma saati yapıyoruz.


Fotoğraf, dün geceden :)
Arya, Şermin Yaşar'ın "Dedemin Bakkalı" kitabını, ben de İkigai'yi okuyorum :)


Momentos'un bu haftaki Pazar müziği aklımdan çıkmıyor. 
Mutlaka Türkçe ya da yabancı bir popüler şarkı var bu melodi ile yazılmış, söylenmiş. 
Çok tanıdık, çok bildiğim bir melodi. 
Dilimin ucunda ama bir türlü çıkmıyor. Bir dinleyin lütfen, belki bilen çıkar aranızdan.

Cumartesi, Nisan 13, 2024

İkigai

İkigai, şu anda okuduğum kitabın adı.


Kitabın alt başlığı "her güne mana ve neşe katmak". 


Kısaca açıklamak için Wikipedia'ya başvuralım:

"Ikigai (生 き 甲 斐) "varlık nedeni" anlamına gelen Japonca bir kavramdır. "Ikigai" kelimesi genellikle kişinin hayatındaki değer kaynağını veya hayatını değerli kılan şeyleri belirtmek için kullanılır. Türkçeye çevrildiğinde kelime kabaca "uğruna yaşadığınız şey" ya da "sabah uyanma sebebiniz" anlamına gelir."

Kitaptan öğrendiğim birkaç şeyi hemen paylaşayım :)

Hakanasa: Gelip geçici, anlık, kısa süren. Bahar aylarında kiraz ağaçlarının çiçeklendiği dönem "hakanasa"ya örnek veriliyor.

Hanami: Japon kiraz ağaçları çiçeklendiğinde ağacın altında yiyip içme ve o nefes kesici manzaranın tadını çıkarma geleneği

Haiku: 17 heceden oluşan Japon şiiri. Haikular özel bir manzarayı ya da olayı tasvir etmiyor. Aksine günlük hayattaki minik detaylara odaklanıyor: mesela cırcır böceklerinin ya da çekirgelerin sesi gibi. 

Japonlar'ın gelip geçici, basit ama bir o kadar da güzel anlardan maksimum keyif almak için çeşitli gelenekleri var. Bizim yok mu? Bizim de var tabi. Bahar gelince biz de pikniğe gidiyoruz ama gölgesine sığındığımız ağacın, koynunda huzur aradığımız doğanın değerini biliyor muyuz? Orası tartışılır. 

Anime izleyenler bilir Japon kültüründe yemek ve çay çok önemlidir. Japon çay seromonisi desem ne demek istediğim az çok anlaşılır sanırım. Hâl böyle olunca ikigai mantığını anlamak kolaylaşıyor. Neşelenmek için illa ki özel bir şey olmasını beklemeden her gün karşılaştığımız gelip geçici, basit ama güzel olan şeylerden, ince detaylardan keyif almaya odaklanmak gerekiyor. Böylece günlerimiz kendiliğinden mana kazanır diyebiliriz.

İkigai üzerine düşünmek bana iyi geliyor. Kendi hayatımın minik detaylarını irdeleyip aslında mutlu olunacak ne çok şey olduğunu görüyorum. Daha önce şurda ve şurda yazmışım. Şimdi daha geniş bir pencereden bakıyorum mevzuya ve her andan maksimum keyif almak için detaylıca düşünüyorum. 

Neleri seviyorum; neler bana iyi geliyor; neyi, ne kadar yapabilirim?

  • Dil öğrenmeyi, öğrendiğim dilleri kullanmayı, başka dillerde okuyup yazmayı, test çözmeyi seviyorum. İngilizce kitap okuyarak, dizi izleyerek ve ev halkı ile İngilizce konuşarak - artık Arya ile de İngilizce sohbet edebiliyoruz - bu keyfi her günüme bir parça katıyorum. Ama Almanca ve İspanyolca'yı neredeyse unutmak üzereyim. Temelleri hatırlıyorum ama kelime bilgim buhar olmak üzere. O zaman biraz da onları hayatıma dahil etmeliyim.

  • İngilizce öğretmeni olarak görünürde sevdiğim bir şeyi yaparak geçimimi sağlıyorum. Yani görünüşte şanslı azınlıktanım ama işin aslı pek öyle değil maalesef. Okulda her günüm İngilizce öğrenmek istemeyen öğrencileri tam tersine ikna etmeye ve dirençlerini kırıp onlara bir şeyler öğretmeye çalışarak geçiyor. Oysa benim hayalim İngilizce öğrenmek isteyen ve öğrendiği en ufak şeyden bile keyif alan öğrencilerle canla başla çalışmak. Bunu sağlayamıyorum. BİLSEM'e geçebilirsem bu durumun değişeceğini düşünüyorum. İlk adımı attım, gerisi akışa güvenmek.

  • Yazmayı çok seviyorum, yazmak bana çok iyi geliyor. Her gün yazmalıyım. Bir deftere, kağıda, tahtaya belki de aynalara, duvarlara...

  • Yukarıdaki maddelerden anlaşılacağı üzerine bir şeyler öğrenmeyi, ders çalışmayı, not almayı, test çözmeyi seviyorum. Ruhum hep öğrenci ve hep aç :D Onu beslemek için yeni kaynaklar bulmalıyım. Daha doğrusu kaynak çok da ben doğru ilgi alanımı belirleyip o yönde ilerlemeliyim :)

  • Çocuklarım hayallerimin bir çoğunu gerçekleştirememiş olmak beni mutsuz eden şeylerden biri. Bazıları artık kesinlikle yapamayacağım şeyler ama bazıları için hâlâ umut var. Umut olan mevzular üzerine yoğunlaşıp diğerlerinin yükünü omuzlarımdan atmak işleri kolaylaştırabilir.

  • Doğayı, doğada olmayı çok seviyorum. Fıtık yüzünden çok hızlı yorulduğum ve sancılar hiç geçmediği için eskisi gibi doğa yürüyüşlerine katılamıyorum. Buna bir çare bulmalıyım. Düşüneyim bakalım.

  • Güneşli günleri çok seviyorum ve güneşli günlerde dışarda olduğumda çok mutlu oluyorum. Ne güzel işte, bahar geldi, tam mutlu olunacak zaman dediğinizi duyar gibiyim ama Karadeniz'de bahar biraz dengesiz: 3 gün güneş varsa 4 gün yağmur var. Güneşli günleri yakalayınca bırakmamak gerek. Bazen tembellik edip evden burnumu çıkarmıyorum. Bu uyuşukluğu acilen terk etmem gerek.

  • Güzel giyinmek, aynada kendimi beğenmek beni mutlu ediyor. Giysilerimi elden geçirip gardırobumu sadece sevdiğim, içinde kendimi iyi hissettiğim giysilerden oluşacak şekilde düzenlersem her güne gülümseyerek başlamak kolaylaşır. Giyimden bahsetmişken uzun zamandır merak ettiğim ve bugün öğrendiğim bir şeyi paylaşayım. İnternette hep karşıma çıkan cildinize, size en çok yakışan renkler neler uygulamasını yapmak istiyordum. Bugün yaptım. Benim renk paletim "deep/dark autumn" yani "derin/koyu sonbahar"mış. Tercih etmem gereken, tenime en uygun renkler şunlarmış:

Son yıllarda içgüdüsel olarak tercih ettiğim 
zeytin, haki, bej, kahve ve bordo tonların sebebini anlamış oldum :)


Mevsimlere göre tercih etmem gereken renklerim de bunlarmış :)


Keyif aldığım, ilgilenirken mutlu hissettiğim şeyleri belirleyince üzerine yoğunlaşmak daha kolay. Alanları belirlediğime göre sırada atılacak somut adımlar var :)

Yazımı bayramdan aile fotoları ve sevdiğim şarkılar ile bitireyim.


The Ozcan Family :)


Çekirdek :)


Gel de büyülenme! 




*Beni Bekleme Kaptan

Pazartesi günü Rize'ye gidip bel ve boyun MR'ı çekildim. Belimde fıtığın yeri yine dolu; ya fıtık tekrarlamış ya da ödem varmış. Boy...