Hafta sonları kendini dağa, tepeye, olmadı denize, göle, dereye vurmaya başlayalı neredeyse 10 yıl oluyordu. Bu kez rotası Öküz Yaylası'ydı. Gazel, bu yaylanın adını şans eseri duymuş ve peşine düşmüştü. Yaylanın koordinatlarını bulmak yıllar sürmüştü ama sonunda çabalarının karşılılığını alacaktı.
Dünyanın tüm göğse oturan öküzleri Öküz Yaylası'nda besleniyor, dinleniyor, bir sonraki hedeflerinin göğsüne oturmak için bu yayladan yola çıkıyorlardı. Gazel'in amacı belliydi: Göğse oturan öküzlerden sonsuza dek kurtulmak. Bunun hiç kolay olmadığını biliyordu tabi ki. Ama Gazel başaracaktı. Başarmaktan başka çaresi yoktu. Üstündeki tüm öküzlerle birlikte Öküz Yaylası'nı yok edecek ve göğsündeki öküzden sonsuza dek kurtulacaktı. Başaramasa bile göğsündeki bu öküzle yaşamaktansa ondan kurtulmaya çalışırken yok olmayı göze alıyordu.
Yaylaya varacağı zamanı çok iyi ayarlamak zorundaydı. Zamanlamada yapacağı ufacık bir hata tüm planını suya düşürebilirdi. Her şeyi düşünüp ince ince planladı. Öküzlerin belirli aralıklarla yaylaya uğramak zorunda olduklarını çözmüştü. Kendi öküzü bir süredir yaylaya gitmemişti ama Gazel hissediyordu gidiş zamanı yakındı.
Göğsündeki ağırlık bir anda hafifleyince doğru vaktin geldiğini anladı Gazel. Tüm hazırlıkları tamamdı. Yaylaya varması çok sürmedi. İşte tam karşısındaydı Öküz Yaylası ve göğse oturan öküzler! Yaylanın bu kadar güzel olacağı aklına gelmemişti. Manzaraya bakarken nefesi kesildi. Bir an tereddüt ettiyse de göğsündeki ağırlıkla nefes almanın ne kadar zor olduğunu hatırlayınca yaylanın güzelliği nefessizliğin yanında sönükleşti giderek.
Gazel yıllardır içinde biriktirdiği tüm acıyı, sızıyı, "keşke"leri, "belki"leri, hayalleri, hayal kırıklarını elindeki patlayıcı fünyelere bağlayıp yaylanın dört bir yanına yerleştirdi. Her şey yolunda gidiyordu. Güvenli bir uzaklığa çekilene dek bekleyecek sonra da uzaktan patlatacaktı Öküz Yaylası'nı.
Gazel yayladan uzaklaştıkça hafiflediği, sanki ayaklarının yerden kesilir gibi olduğunu hissetmeye başladı. Çok garipti. "Belki de göğse oturan öküzlerden temelli kurtulma fikri yüzünden hafifledim de ondan böyle hissediyorum." diye düşündü. Yeterince uzaklaştığına kanaat getirince patlayıcıları ateşledi. Göğse oturan tüm öküzler boş birer balon gibi patlayıp havaya, toza, buluta karıştılar.
Patlamayı izleyen Gazel'in ayakları o daha ne olduğunu anlayamadan yerden kesildi ve kendini havada salınırken buldu. O kadar hafiflemişti ki bunun göğsündeki ferahlamadan kaynaklı geçici bir durum olduğunu düşündü. Oysa yanılıyordu. Öküz yaylasındaki öküzler toza dumana, havaya buluta karışınca dünyanın ve insanın kütle çekim merkezi değişmiş, ayakları yere basan kimse kalmamıştı yer yüzünde.
Öküz Yaylası'ndaki patlamayı takip eden günlerde tüm dünya ne olduğunu anlamaya çalışırken Gazel ömrünün en mutlu günlerini yaşamaya başlamıştı. Bir daha asla bir öküzün gelip göğsüne oturamayacağını bilmek paha biçilemezdi. Üstüne üstlük yıllardır imrenerek izlediği kuşlar gibi uçabiliyor; gökyüzünü, bulutları, güneşi, yağmuru iliklerine kadar hissedebiliyordu. Gazel halinden memnundu ama yeryüzündeki herkes onun gibi hissetmiyordu.
Göğüslerine oturan öküzler tarihe karışınca ayakları yerden kesilenlerden bazıları ne yapacağını bilemez olmuştu. Bir süre sonra ayakları yeniden yere bassın diye kocaman kocaman taşlar alıp bağladılar göğüslerine. Çünkü alışmıştı insanlık yüzyıllardır göğsünde bir öküzle birlikte yaşamaya. Şimdi göğüslerinden kalkan öküzün boşluğunu dolduracak bir şey gerekiyordu. Ama Gazel ve Gazel gibi binlercesi bir daha kimsenin ve hiçbir şeyin göğüslerine öylece oturmasına izin vermeyeceklerine ant içmişlerdi.
Zaman aktı; insanlar bağrına taş basanlar ve özgürce uçanlar olarak ikiye ayrıldı. Göğsüne taş basanların bir kısmı bir süre sonra taşları bırakıp uçmaya alıştı ama bazıları göğüslerindeki öküzlerle yaşamaya o kadar alışmıştı ki yokluklarına ancak yerlerine koydukları taşlarla avunmaya çalışarak dayanabildiler. Her şeye rağmen Öküz Yayalası'nın ve insana özgürce nefes alma fırsatı veren cesur kadın Gazel'in öyküsü nesilden nesile anlatıldı; Gazel yüzlerce yıl boyunca uçan, uçmayan herkese ilham olmaya devam etti.
...
Şu öküzleri göğsümüzden, sırtımızdan, zihnimizden atabilirsek; gerekirse bir süreliğine, alışana dek bağrımıza taş basıp devam edebilirsek yolumuza; doya doya nefes almayı, özgürce yaşamayı hatta kuşlar gibi uçmayı bile başarabiliriz belki bir gün.
Öykümü bitirirken Sevgili Ceren'in şu sözlerini tarihe not düşmek istiyorum:
Ceren tam 12'den vurmuş yine. Bazen tek yapmamız gereken düşünmeyi bırakıp yaşamak ama yapamıyoruz ki... Düşüncelerimizin, düşlerimizin esiri oluyor, deştikçe düşüyoruz derinlere. Tüm evlerde tüm odalarda bizden bir parça var. Parça parçayız ama en büyük parçamız neredeyse oraya çekiliyoruz. Dağıldığımız tüm o odalardan toplanıp tek bir eve, tek bir odaya dönmek zor. Mecburen bırakacağız böyle dağınık kalacak her şey. Belki zamanla su akacak, biz yolumuzu bulacağız. Alışacağız belki de bölünüp çoğalmaya, toplanıp dağılmaya.
*Fotoğraf Facebook sayfasından alıntıdır. Tam nette hikaye için görsel ararken canım Ceren şu yukarıdaki görseli yolladı. Ismarlama olsa ancak bu kadar güzel olurdu sanırım.