Neredeyse tam 1 yıldır online eğitim veriyorum. Başlarda bunun geçici olduğunu düşünerek eski usul kitap kullanarak ders anlatmaya devam ettim ama maalesef umduğum gibi olmadı ve bir türlü yüz yüze eğitime geri dönemedik. Hâl böyle olunca online dersleri geliştirmenin, öğrenciye ulaşmanın, dersleri interaktif kılmanın yeni yollarını arar oldum. Z-kitap, online oyunlar, quiz uygulamaları, videolar, youtube kanalları... Bir sürü şey denedim. Bazıları işe yaradı, bazılarını denemedi bile öğrenciler. Ne yapsam hep bir şeyler eksik kalıyor gibi hissediyorum söz konusu uzaktan eğitim olunca maalesef.
Geçen hafta Artvin RAM tarafından gerçekleştirilen online bir eğitime katıldım. Eğitimin konusu "Ders Anlatımında Dijital İçerik Üretme"ydi. Öğretmenliğe başladığımdan beri aldığım en iyi eğitimlerden biriydi. Online eğitime başladığımız ilk günlerden itibaren sürekli Web 2.0 araçlarını kullanın diyordu birileri bize. İyi de nedir bu Web 2.0 denen şey? Yapılan şeyin interaktif olmasını sağlayan çeşitli site ve uygulamalara genel olarak Web 2.0 araçları deniliyor. Daha detaylı öğrenmek için şuraya tıklayabilirsiniz. Web 1.0 denildiğinde karşımızdakiler sadece izleyiciyken web 2.0 denildiğinde izleyicilerin de dahil olduğu etkinlikler sayesinde katılımcılar interaktif hale geliyor. Web 1.0 monolog ise Web 2.0 için diyalog diyebiliriz :)
Eğitimi veren Kubilay Tutar, BİLSEM 'de İngilizce öğretmeni. Kendi kullandığı web 2.0 araçlarını tanıtıp nasıl kullanıldıklarını anlattı. Bu sayede ben de yeni nesil öğretmenler için çok faydalı olacağını düşündüğüm bazı uygulamaları öğrenmiş oldum. Eğitimi sosyal medyada paylaşacaklar mı henüz bilmiyorum ama eğitimi veren Kubilay Tutar'ın kendi Youtube kanalına şuradan ulaşılabilir. Bahsettiği site ve uygulamalardan bazılarını aşağıya bırakıyorum.
unsplash.com
Bu site tüm bloggerlerın çok işine yarayacak bir site. Site kullanıcılarına çok geniş bir telifsiz görsel arşiv sunuyor. Telif hakları sebebiyle yazılarımıza koyacak görsel bulamadığımızda bu site tam bir can simidi :)
pexels.com
Pexels de yine unsplash sitesi gibi bir telifsiz görsel kaynak. Bu sitede fotoğrafların yanı sıra videolar da mevcut.
lottiefiles.com
Telifsiz gif (hareketli görsel) sitesi.
canva.com
Aklınıza gelen her şeyi yapmak mümkün: sunum, afiş, logo, kartpostal... İçinde binlerce şablon, görsel ve işe yarayacak özellik var.
educandy.com
Çoktan seçmeli quizlerden bulmacalara, eşleştirme aktivitelerinden hafıza oyunlarına kadar farklı etkinlikler yapmayı çok kolay hale getiren bir site. Sadece kelimeleri ve anlamları siteye yazınca, site kendiliğinden bir sürü farklı online oyun oluşturuyor.
whiteboard.fi
Adı üstünde bir beyaz tahta uygulaması. Öğretmen olarak beyaz tahtaya istediğimizi yazabildiğimiz gibi bağlantıyı paylaştığımız her öğrencinin kendi bireysel tahtasını da görebiliyoruz.
Ben şimdilik educandy sitesini kullanıp birkaç basit oyun/alıştırma hazırlayıp paylaştım öğrencilerimle. Siteleri kurcaladıkça daha verimli kullanabileceğimi düşünüyorum.
Son dakika bir aksilik çıkıp da iptal olmazsa *1 Mart Pazartesi günü okullar kademeli olarak açılacak ama online dersler artık hayatımızın kaçınılmaz bir parçası olmaya devam edecek. Sanırım bunu kabul edip yeni koşullara hızlıca uyum sağlamamız gerekli.
*Yazıyı yazdığımda öyleydi ama bugün gelen bilgiye göre pazartesi yapılacak kabine toplantısı sonrasında netleşecek durum. En iyi ihtimalle Salı günü açılabilir ilkokullar ile 8. ve 12. sınıflar. Çok umutlanmak istemiyorum yine de.
En büyük hayali evlenip mutlu bir yuva kurmaktı Zeynep'in. Bu yüzden hiç anlamıyordu evin hanımının bu mutsuz hallerini. Filiz Hanım, dünyanın en şanslı kadınıydı, eşi Kemal Bey** boylu poslu, yakışıklı üstelik de çok iyi kalpli biriydi. Filiz Hanım'ın bir dediğini iki etmez, çocuklarla ilgilenir, etrafına neşe saçar, huysuzluk nedir bilmezdi. Ama Kemal Bey'i tanımıyorsanız, Filiz Hanım'ın haline tavrına bakarak dünyanın çilesini çektiğini sanabilirdiniz.
Zeynep 2 yıldır çalışıyordu Kemal Beyler 'in evinde. Cumartesi öğleden sonra ve Pazar günleri izinliydi. İsterse hafta başında bildirmek şartıyla hafta içi de yarım gün izin kullanabiliyordu, bu keyfe keder hafta içi izinleri için herhangi bir kesinti de yapılmıyordu ücretinden. Kemal Bey o kadar iyi bir işverendi ki... Zeynep'in maaşı olağandan yüksekti, üstelik diğer iş verenlerin aksine sigortasını da tastamam yatırıyordu Kemal Bey. Zeynep sonsuza dek çalışabilirdi bu evde.
Filiz ve Kemal'in ikiz çocukları vardı: bir kız ve bir oğlan. Ne kadar şanslılardı! Zeynep gün bitip evden ayrılacağı zaman gelince ince bir hüzün hissederdi içinde. Bu evin bir parçası olmayı isterdi bir anlığına. Kapı, pencere ya da şu köşedeki fiskos masası... Belki de Kemal Bey'in kütüphanesindeki bir kitap!
Kemal Bey kitapları çok severdi. Eskiden Filiz Hanım da çok severmiş ama son yıllarda hep okuyamadığından şikayet eder olmuştu. Evin dört bir yanında kitaplar yarım halde Filiz Hanım'ı beklerdi okunup bitirilmek ve kütüphanedeki yerlerine geri dönebilmek için. Zeynep'e kütüphaneden istediği kitabı ödünç alabileceğini söylemişlerdi. Zeynep en çok dedektif romanlarını seviyordu. Evdeki işleri erken biterse kitabını açıp maceraya dahil olduğunu hayal ediyordu; cinayetleri, soygunları çözmeye çalışan dedektiflerin hikayelerini okurken bazen hikayedeki evin genç hizmetçisiyle ne kadar benzeştiklerini düşünüyor, bazen de o hikayelerde erkeklerin başını döndüren güzellikte kadınlardan biri olmanın nasıl bir şey olacağını hayal ediyordu. Ama bunların hepsi zaman geçirmek içindi sadece. Dedim ya Zeynep'in en büyük hayali mutlu bir yuvasının olmasıydı. İşte bu yüzden Filiz Hanım'a hayır diyememişti.
Bir gün Zeynep mutfakta çok sevdiği Hercule Pairot'un hikayelerinden birini okurken Filiz Hanım girmişti içeri.
- Bakıyorum da sen tam bir Hercule Pairot hayranı olup çıktın Zeynep.
- O kadar sürükleyici ki maceraları Filiz Hanım, bir solukta okumak istiyor insan.
- Biliyorum. Ben de gençliğimde Agatha Christie hayranıydım. Tüm kitaplarını okudum.
- Gerçekten mi?
- Evet gerçekten. Dünyadan kaçar, kitaplara sığınırdım o zamanlar. Biliyor musun Kemal de sever Hercule Poirot'yu.
- Öyle mi?
- Zeynep... Sen aslında göründüğünden çok daha akıllı bir kızsın. İstersen hayallerinden bile fazlasına kavuşabilirsin.
- Ben... Ben anlayamadım Filiz Hanım.
- Anlatayım Zeynep.
Filiz Hanım, o gün Zeynep'e doğru adımları atar ve sabırlı olursa hayalini kurduğu o mutlu yuvaya ve dahası hayalini bile kuramadığı bir sürü şeye sahip olabileceğini söyledi. Bunun için ona yardım edebilirdi eğer isterse.
Zeynep lise mezunuydu. Lise bitince çalışmaya başlamış, üniversiteye gitmeyi aklından bile geçirmemişti. Filiz ilk iş Zeynep'i bir üniversite hazırlık kursuna yazdırdı. İşten erken çıkması için izin veriyor, evde olduğu zamanlarda da derslerine yardımcı oluyordu. Kemal de Filiz'in Zeynep'e yardım edip yol göstermesine memnun olmuştu. Hatta zaman zaman o da Zeynep'e yardımcı oluyordu. Zeynep'in kendine güveni günden güne artıyordu. Sonunda sınav günü gelip çattı. Zeynep sınava büyük bir heyecanla girdi. Sınav sonuçları iyi gelmişti. Tercihlerini yaparken yine Filiz Hanım yardımcı oldu. Sonunda reklamcılık ve pazarlama bölümünü kazandı Zeynep.
Filiz'in planının ilk aşaması gerçekleşmişti. Şimdi sırada Zeynep'in evdeki işinden ayrılıp şirkette çalışmaya başlamasına gelmişti. Bu aşama da sorunsuzca halledildi. Zeynep bir yandan üniversitedeki derslerine devam ediyor, bir yandan da şirkette çalışıyordu. Filiz'in Zeynep'le ilgili ön görüsü doğru çıkmıştı, Zeynep elini attığı her işin altından başarıyla kalkıyordu. Kemal de memnundu bu durumdan. Zeynep şirkete yeni bir soluk getirmişti, bitmek bilmez azmi ve çalışkanlığıyla diğer çalışanlara da örnek oluyordu.
Zeynep şirkette çalışmaya başlayacağı zaman Filiz Hanım onu alışverişe çıkarıp yeni işine ve üniversite hayatına uygun kıyafetler almasına yardımcı olmuştu. Zeynep günden güne değişip gelişiyordu. Kısa sürede girdiği tüm ortamlarda duruşu ve tavırlarıyla dikkat çeken genç bir kadına dönüşmüştü. Filiz'in planı tıkır tıkır işliyordu. Sıra son adıma gelmişti.
İlerleyen günlerde Filiz kendini çocukların eğitimine, evin idaresine, yıllardır çizdiği portreleri derleyip düzenlemeye, yarım bıraktığı kitapları bitirmeye verdi. Kemal de şirketi büyütmeye karar vermiş harıl harıl çalışıyordu. Çoğu zaman geç saatlere kadar ofiste kalıyor, yeni stratejiler belirleyip planlama yapıyordu. Her ikisi de o kadar yoğundu ki birbirlerini zor görür olmuşlardı.
Zeynep'ten sonra içlerine onun kadar sinen bir yardımcı bulamamışlardı. Filiz evle ve çocuklarla eskisinden daha çok ilgilenmek zorunda kalıyor, çoğu zaman iş yemeklerinde ve sosyal toplantılarda Kemal'e eşlik edemiyordu. Böyle durumlarda Filiz'in ricası üzerine Zeynep yardıma koşuyor, Kemal Bey'i yalnız bırakmıyordu. Zeynep girdiği her ortamda güzelliği, samimiyeti ve aklı başında tavırları ile ilgi odağı oluyor ve giderek daha çok dikkat çekiyordu.
Filiz ve Kemal için işler bireysel hayatlarında ne kadar iyi gidiyorsa ortak hayatlarında aralarına bir o kadar mesafe giriyordu. Sonunda bir gün Kemal, Filiz'e evlilikleri hakkında konuşmak istediğini söyledi.
- Bunu söylemenin kolay bir yanı yok Filiz. O yüzden uzatmadan söyleyeceğim. Boşanmak istiyorum.
- Nedenini öğrenebilir miyim? Hani evliliğimizde hiçbir sorun yoktu? Her şey yolundaydı... Öyle demiştin ben boşanalım dediğimde.
- Evet biliyorum. Ama o konuşmamızın üzerinden çok zaman geçti ve geçen bu zamanda aramız giderek açıldı. Eski sıcaklık yok aramızda. Sen de biliyorsun.
- Evet, biliyorum.
- İkimizden biri geri dönüşü olmayan bir hata yapmadan dostça ayrılalım.
- Nasıl istersen Kemal.
- Biliyor musun Filiz, bir gün sonumuzun böyle olacağını hiç düşünmezdim.
- Her şey umduğumuz gibi gitmiyor hayatta Kemal.
Bundan sonraki günler çok hızlı geçti. Filiz ve Kemal ilk duruşmada anlaşmalı olarak boşandılar. Filiz evden ayrılıp kendine çok sevdiği bir semtte küçük bir stüdyo daire tuttu. İçini zevkle dayayıp döşedi. Evine yakın küçük bir ofis açarak yıllardır dönmek istediği mesleğine sarıldı dört elle. Bir yandan da yıllardır yaptığı portreleri için bir sanat galerisiyle görüşerek ilk sergisini gerçekleştirdi.
Kemal boşanmanın üzerinden çok geçmeden Zeynep'e evlilik teklif etti. Zeynep ne diyeceğini bilemedi. Kemal Bey'e hayrandı hatta içten içe ona aşıktı yıllardır ama kendisine onca yardımı dokunan Filiz Hanım'ın yüzüne nasıl bakacaktı? Kemal acele karar vermemesi, iyice düşünmesi için zaman tanıdı hatta bir süre işe gelmemesi için izin verdi Zeynep'e. Tam o günlerde Filiz aradı Zeynep'i ve sergiye davet etti.
Zeynep telefonda anlatamamıştı ama yüz yüze geldiklerinde olan biteni anlatıp göğsünü sıkıştıran bu yükten kurtulmak istiyordu. Filiz neşeyle karşıladı Zeynep'i:
- Hoş geldin Zeynep! Seni gördüğüme çok sevindim.
- Merhaba Filiz Hanım. Ben de sizi gördüğüme çok sevindim. Sergi için tebrikler.
- Çok teşekkürler. Sen biraz etrafa göz at. Ben hemen geliyorum olur mu?
- Tabi.
Zeynep sergiyi gezdikçe serginin belirli dönemlere ayrılmış olduğunu gördü. Filiz Hanım'ın ve Kemal Bey'in tanıştığı yıllar, evliliklerinin ilk yılları, çocukların portreleri, aile büyükleri, aile dostları.. İlerledikçe Kemal Bey aynı kalırken Filiz Hanım değişiyordu. Portrelerdeki çizgiler karmaşıklaşıyor, gölgeler çoğalıyordu. Kemal Bey ve çocuklar adeta ışık saçarken Filiz Hanım'ın oto portreleri soluklaşıyordu. Bir süre sonra Filiz geldi Zeynep'in yanına:
- Umarım sıkılmamışsındır. Gel seni en sevdiğim bölüme götüreyim.
Az sonra camdan bir küpün içine girdiler. Cam duvarlarda yaşlı ve hüzünlü bir kadının portreleri vardı. Zeynep'e çok tanıdık geldi bu kadın ama çıkaramıyordu kim olduğunu.
- Tanıdın mı Zeynep bu kadını?
- Tanıyor gibiyim ama çıkaramıyorum.
- Benim bu kadın Zeynep. Yıllardır aynaya bakınca gördüğüm kadın işte bu portrelerdeki. Gel, çıkalım.
Cam küpün dışında da portreler asılıydı. Bu kez tanıdı Zeynep portrelerdeki kadını.
- Sanırım bunlar da hapsolduğu küpün dışına çıkmış, özgür kalmış bir kadının oto portreleri.
- Evet Zeynep, tam da söylediğin gibi. Eminim nasıl olduğumu merak etmişsindir ve bundan sonra nasıl olacağımı. Ben iyiyim, Zeynep. Bu olup bitenlerde kimsenin suçu yok. Kemal gerçekten çok iyi biri. Sadece artık hayat bakışımız aynı değil, aynı pencereden bakamıyoruz hayata. Kendimizi zorlayıp baksak bile, o pencereden gördüğümüz manzara aynı değil.
- Filiz Hanım, ben sizin hayatınıza, evliliğinize, ailenize gıptayla bakardım hep. Anlayamıyorum.
- Birinin en büyük hayali başka birinin en sancılı kabusu olabilir Zeynep. Sakın benim için endişelenme. Ben iyiyim ve daha da iyi olacağım. Şimdi önemli olan senin ne yapacağın ve nasıl olacağın. Lütfen bundan sonra alacağın tüm kararları kendi hislerini ve hayallerini düşünerek ver.
- Çok iyisiniz Filiz Hanım. Her şey için çok teşekkürler.
- Umarım hep mutlu olursun.
...
Kimin hayaliydi gerçekleşenler?
Kim çiziyor hayat çizgimizi acaba?
...
Şarkı: Mucize - Eda Baba
* Aslında bölüm bölüm yazacağım, daha derinlere dalacağım uzun soluklu bir hikaye olabilirdi ama devamını getiremeyip yarım bırakırım endişesi ile yazıp bitirdim.
** Bu öykü Mr. Kaplan'ın Son Dans serisindeki Kemal Bey'den alınan ilhamla yazılmıştır.
İlham verdiğiniz için çok teşekkürler Mr. Kaplan :)
Küçükken çok düşerdim ve babam her defasında "Geçince bir şey kalmaz." derdi. Çocukken bu söze gıcık olurdum. Büyürken "Of yine aynı bayat espri!" diye düşünüp göz devirdiğim anlar oldu ama yaş aldıkça anladım ki babam haklıymış.
Geçince bir şey kalmıyor gerçekten de ve geçmesi sadece bir zaman meselesi. Her şey gelip geçiyor şu kısacık hayatımızda. Acılar, sevinçler, zorluklar, başarılar... İyisi de kötüsü de bitiyor. Sadece zaman meselesi!
Eski yaralarınıza bakın, ilk andaki gibi acı vermiyorlar değil mi? Kısacası şu anda her ne oluyorsa hayatınızda, çok takılmayın. Boş verin! Geçince bir şey kalmıyor :)
Kendi kendime tekrarlıyorum sık sık: "Geçince bir şey kalmayacak! Dayan! Elbet geçecek!"
Günlerdir dilime dolandı şu şarkı :)))) Başa alıp alıp dinliyorum hatta bağıra çağıra söylüyorum. Kendimi ritme bırakıp salınıyorum da hafiften :D
Biz yıllardır kutlamıyoruz "Sevgililer günü"nü. Sadece bize özel olan doğum günü ve evlilik yıl dönümlerimizi kutluyoruz ki bence en mantıklısı da bu zaten. Tabi ki kutlayanların hevesini kırmak değil amacım. 2016 yılında Yıldız Tilbe'li Turkcell reklamı tüm hissiyatımı yansıtıyor adeta :)))))))
Aşk her an kutlanılası, bulunca yakasına paçasına yapışılası, bitene dek içe çekilesi çok değerli bir lütuf! Öyle yılda bir gün özel olsun, günü gelsin de kutlayalım diye beklemeye gelmez. Varsa beklemeyin her an her saniye kutlayın, yoksa hiiiiiiç zorlamayın :D
Bu haftanın konusu yine Sayın Makbule Abalı'dan gelmiş. Yazısına şuradan ulaşabilirsiniz.
Konu başlığımız: "Çocuklara ve gençlere kitap okuma alışkanlığının kazandırılması. Alt başlıklarımızda ise aşağıdaki sorular var.
Okuma yazma öğrendikten sonra okuduğunuz ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Evet hatırlıyorum: "Cin Ali" ve "Ayşegül" serileri :)
Uykuya geçmeden önce masallar dinlediniz mi? Size de bir kitap okuyan oldu mu, şimdi siz çocuklarınıza okuyor musunuz?
Evet, dinledim. Büyükannem (annemi bakıp büyüten, evlat edinen öz teyzesi), her gece uyumadan masal anlatırdı bana. Annem de Ayşegül serisinin tüm kitaplarını okurdu tekrar tekrar benim ısrarlarım yüzünden :))) Ben de kızıma bu seriyi aldım ve severek de okudum. Doğduğundan beri her gece yatmadan kitap okuduk kızımıza. Okumayı öğrendiğinden beri de o bize okuyor yatmadan önce :)
Tam bu noktada kitap okuma alışkanlığının nasıl kazandırılacağına da cevap vermiş olayım: canlı örnek oluşturup, rol model olarak kazandırılır okuma alışkanlığı. Evde kimse kitap okumazken çocuklara "Hadi kitap oku." demek komik ve karşılığı alınamayacak bir eylem bence. Ben gerçekten bu konuda şanslı bir çocuktum çünkü hem annem hem de babam okumayı çok sever. Evin her yerinde kitaplar vardı ben büyürken.
Sizi en çok etkileyen çocuk kitabı ve gençlik kitabı hangileriydi?
Bilinçli bir kitap aşığı olmam ortaokul birinci sınıfın sonunda okul üçüncüsü olmamla başlayan bir süreçti diyebilirim. O zaman bana 3 adet kitap hediye edildi ve bu kitaplardan birigerçek bir yaşamı anlatanMavi Saçlı Kız, Burçak Çerezcioğlu kitabıydı. Beni bu kadar etkileyen başka bir kitap oldu mu emin değilim. Bu kitabı öyle hislerle okudum ki... Bu kitapla günden güne büyüdüm diyebilirim. Bittiğinde o kadar çok ağladım ki... Şimdi hatırlarken bile gözlerim doluyor yine.
O kitaplar bitince babamdan yeni kitaplar almasını istedim ve bir daha da kitaplardan kopamadım. Yine çok sevdiğim serilerden bazıları da şunlar oldu:
Agatha Christie tüm eserleri ama özellikle Hercule Poirot kitapları
Bir doğum gününüzde size kitap hediye edildi mi, ne hissettiniz? Siz sevdiklerinizin doğum gününde kitap armağan ettiniz mi?
Birçok doğum günümde kitap hediye edildi ve her defasında çok çok çok mutlu oldum. Çok şanslıyım ki doğum günüm dışında da kitap hediye eden arkadaşlarım var :) Hatta hediye olarak gelen en son kitabı canım Ceren'im kendi kütüphanesinden eliyle seçip gönderdi. Ben de sevdiklerime kitap hediye ederim özel günlerde. Hatta arkadaşlarımın çocuklarına da sık sık kitap alıyorum, malum ağaç yaşken eğilir :)
İlkokul veya ortaokulda eğitsel kol çalışmalarınız oldu mu Örneğin sınıfınızda kitaplık kolu kuruldu mu?
Okuduğum tüm okullarda sınıf kitaplığımız hep vardı. Lisede ise öğretmenler odasında büyükçe bir kitaplık vardı ve benim okumayı çok sevdiğimi fark eden bir öğretmenim oradaki kitapları ödünç almam için bana izin verdi. Oradaki kitaplar bitince beni evine davet edip kendi kütüphanesini açtı. Hatta yukarıda bahsettiğim Ramses serisi de o öğretmenimin kütüphanesinden ödünç alıp okuduğum kitaplardan. Çok sevdiğim Ayşenur Hocam'ın kulaklarını da böylece çınlatmış olayım :)
Gençlik çağında hiç kütüphaneye gittiniz mi, ya da eski Halk Evleri gibi küçük kitaplıklardan yararlandınız mı? Bir Kitap Fuarını ziyaret ettiniz mi?
Kütüphanelere bayılırım. Manisa İl Halk Kütüphanesi'nin en sadık üyesiydim ortaokul ve lise yıllarımda. Normalde 3 kitap ödünç alabiliyorduk ama ben 3 günde bir gidip kitap değiştirdiğim için oradaki görevli halime acımış ve üstlerinden izin alarak bu hakkımı arttırmıştı. Böylece haftada 2 kez gitmek zorunda kalmıyordum :) Agatha Christie'nin kitaplarını da bu kütüphane sayesinde okudum. Üniversitede de İstanbul Üniversitesi'nin kütüphanesini kullandım defalarca kez.
Kitap fuarları deyince ağlamak istedim bir an. O kadar çok severim ki... İstanbul'da defalarca gittim kitap fuarlarına :) Son yıllarda kitapları hep internet üzerinden alıyorum ama yine imkan olsa yine giderim kitap fuarına :)
Şimdiye kadar toplu taşıma araçlarında kitap okuyan kaç kişiye rastladınız? Tatile çıkarken yanınıza kitap alma ihtiyacı duyar mısınız?
Üniversitedeyken rastlıyordum toplu taşımada kitap okuyanlara ama artık daha çok telefonuna gömülen insanlar görüyorum her yerde. E-kitap okuyordur belki diye de düşünebiliriz tabi, herkesin de günahını almayalım :)
Kitapsız tatile çıkılır mı hiç? Tatile çıkmayı geçtim, ben kitapsız sokağa bile çıkmam neredeyse. Artık tatile giderken e-reader götürüyorum. İçinde yüzlerce e-kitap taşıyabiliyorum, çok pratik oluyor. Yazılı kitabın yerini tutmaz diyenlere de ön yargılı olmamak lazım demek istiyorum. Ben de öyle sanmıştım ama aslında çok büyük avantajları var. Sayfa çevirmek yok, sayfa kapanmasın diye tutmak zorunda değilsiniz, ekstra bir ışık kaynağı gerekmiyor, tek kitap boyutunda bir cihaz içinde yüzlerce kitabı yanınızda taşıyabiliyorsunuz. Ben Kobo Aura kullanıyorum ama farklı bütçelere göre bulunabilecek çoooook çeşit var.
...
Bu haftaki konuya ba-yıl-dım :) Soruları cevaplamak çok keyifliydi. Yemek yapmam gerekirken boş verip bu satırları yazıyor oluşum da ayrı bir konu tabi :D
Ana konuya son kez dönecek olursak çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için ilgilerini çekecek kitaplar bulmamız ve önce kendimiz düzenli kitap okuyarak onlara örnek olmamız gerekiyor. Çocukların yaşlarına göre ilgilendikleri konular değişiyor. Küçük yaşlarda hayvanlar, güneş, ay, gökyüzü, yıldızlar, periler, dinazorlar... gibi tek bir şeye odaklanabilirler. İlerleyen yaşlarda yaşıtlarının maceralarını anlatan kitaplar olabilir. Gençlik yıllarında dedektif serüvenleri, macera kitapları olabilir. Zaten küçük yaşta okumaya alışan çocuklar zamanla kendi sevecekleri kitapları bulma konusunda da deneyim kazanacaktır. Diyelim ki çocuğunuz büyük ve nereden başlayacağınızı bilmiyorsunuz. O zaman izlediği filmlerin tarzına bakıp ona paralel tarzda kitaplarla başlayabilirsiniz.
Konuyu çok sevdim, bitiremiyorum ama evdekiler yemek için beni bekliyor :)
...
Geri geldim, daha da gelip gelip yazacağım sanırım :D
Şuraya çocuklar/ergenler için birkaç kitap önerisi bırakacağım, linkler sadece göz atmanız için. Mutlaka farklı sitelerdeki fiyatlara bakın almadan önce :)
Sherlock Holmes kitapları* - Yine okumayı çok sevmeyen gençlere özellikle önerebilirim çünkü dedektif hikayeleri sürükleyici oluyor.
Lupin - Malum son dönem kitaplardan esinlenilerek dizisi de çekildi.
*Benim aksime kitap okumayı hiç sevmeyen kardeşimin arka arkaya kitap okumasını sağlamıştır bu kitaplar. O büyürken anne-babam ayrılmış, babam ortalarda yok ve annem de kitap okuyamayacak kadar hastaydı. Yani rol model eksikliği vardı. Okuma yazma öğrendiği ilk senelerde ben başka şehirde üniversitedeydim. Kitap okuma alışkanlığı olmadığını bizimle yaşamaya başladığında fark etmiş ve hemen çare aramaya başlamıştık. Ahmet Ümit'in kitaplarını kardeşimin lisedeki edebiyat öğretmeni ve benim de arkadaşım olan Hakan'ın yönlendirmesi üzerine almıştık, onun da kulaklarını çınlatalım. Ardından Sherlock Holmes ile devam ettik. Görüldüğü üzere demek ki kitap okuyan öğretmenlere sahip olmak da önemliymiş kitap okuma alışkanlığı kazanmak için :)
...
Bir ekleme daha yapacağım :)))))))))))) Günümüz teknoloji bağımlısı gençlerinin kitap okuma alışkanlığını pekiştirmek için çeşitli site ve uygulamalardan da faydalanabiliriz. Goodreads bunlardan birisi. Goodreads'e okuduğumuz kitapları ekleyip puan verebiliyor, arkadaşlarımızla paylaşabiliyor, arkadaşlarımızın okuduğu kitapları ve değerlendirmelerini görebiliyoruz. Ek olarak okumak istediğimiz kitapları da işaretleyip okunacaklar listesi oluşturabiliyoruz. Biz arkadaşlarımızda Whatsapp'ta bir kitap grubu kurduk. Sene başında yıllık hedeflerimizi paylaşıp okuduğumuz kitaplar bittikçe kaç kitap bitirdiğimizi yazıyoruz, sevdiğimiz kitapları birbirimize öneriyoruz.
Hikayemizin bundan sonraki kısmında olaylar bir süre tam da olması beklendiği gibi gelişti. Hayat yeni bir ülkede yeni bir hayata adım attı. Rıfat hep yanındaydı. Çocukluktan beri süregelen dostlukları sevgiyle harmanlanıyordu günden güne. Hayati Kaptan'a duyduğu aşk gibi değildi belki ama Rıfat'ı seviyordu Hayat. Sonunda beklenen gerçekleşti ve evlendiler. Hayati Kaptan ise kendini çocuklarına, eşine, ailesine adayarak benliğini saran aşkı unutmak için elinden geleni yaptı. Yıllar geçip gitti ancak içlerindeki aşkın külleri yitip gitmedi. Tozlu raflar arasında saklanan nice hazine gibi yıllarca kalplerinin bir köşesinde saklı kaldı.
Günün birinde Rıfat eve gelip Hayat'a üzücü bir haber vermesi gerektiğini söyledi. O anda Hayat'ın kalbine düşen ateşi anlatmaya sözler yetmez. Hayati Kaptan kansere yakalanmış ve teşhis konulduğunda her şey için çok geçmiş. Doktor kalan günlerini sevdikleriyle geçirmesini söylemiş. Hayat duyduklarına inanamıyordu. Ortada bir yanlış anlaşılma vardır mutlaka diye umarak hemen telefon rehberine sarılıp Hayati Kaptan'ın evini aradı. Telefonu Yasemin Hanım açtı. Hayat'ın korka korka "Nasılsınız?" demesiyle Yasemin Hanım'ın ağlamaya başlaması bir oldu. Hayat da usul usul, için için ağladı ama dudaklarını ısırıp Yasemin Hanım'ı teselli etmeye çalıştı tüm acısına rağmen. Telefonu kapatır kapatmaz araştırmaya, dünyanın dört bir yanındaki tedavi merkezlerine ulaşmaya çalıştı. Birkaç yorucu gün ve gecenin ardından henüz uygulanmaya başlanan deneysel bir tedaviye dair bazı bilgilere ulaştı. Rıfat, Hayat'ın çabalamasını sessizce hiç müdahale etmeden izlemekle yetiniyordu. Ufacık bir umut ışığı nasıl da aydınlatmıştı Hayat'ın yüzünü bir anda!
Hayat aklına gelen her yolu deneyerek sonunda tedavinin uygulandığı kliniğe ve yetkili kişiye ulaşarak çalışmayı yürüten ekibi Hayati Kaptan'ın durumunu değerlendirmeleri için ikna etmeyi başardı. Tüm bunları yaparken bir yandan sürekli Yasemin Hanım'la ve Hayati Kaptan'ın doktoruyla görüşüyordu. Sonunda Hayati Kaptan'ın tedavi grubuna katılması için kliniğe yatırılmasına karar verilmişti. Bundan sonrasındaki tüm işlemleri Rıfat'ın çalıştığı firmanın avukatları hızlıca hallettiler ve Hayati Kaptan kliniğe yatmak üzere yola çıktı. O akşam Rıfat ve Hayat sessizce oturup masada el değmeden soğuyup giden yemeklere bakarken Rıfat birden:
- Hayat, haydi valizini hazırla seni ilk uçağa yetiştireceğim.
- Rıfat... Ben...
- Hiçbir şey söyleme. Anlıyorum.
Rıfat gerçekten de Hayat'ı ilk uçağa yetiştirmiş ve Hayati Kaptan'ı karşılamasını sağlamıştı. Hayat, kendi uçağından iner inmez Hayati Kaptan'ı karşılamak için beklemeye başladı. Yıllar sonra ilk karşılaşmalarının böyle bir sebeple olması çok acıydı. Selamlaşıp tokalaştılar. Hayati Kaptan çok şaşırmıştı. Hayat'ın ve Rıfat yaptığı onca şeye bile inanamazken bir de karşısında Hayat'ı görmeyi beklemiyordu. Hayat:
- Sizi yalnız bırakmaya gönlümüz el vermedi. Rıfat da sizi çok sever bilirsiniz. Onun işleri çok yoğun olduğu için hemen gelemedi ama ilk fırsatta geleceğini iletmemi istedi.
- Size epeyce zahmet verdik zaten. Buraya kadar gelerek beni daha da mahcup ettiniz.
- Lütfen şimdi bunları hiç düşünmeyin. Önceliğimiz sizi bir an önce sağlığınıza kavuşturmak.
İlerleyen günlerde Hayati Kaptan tedaviye cevap vermeye başladı ancak tedavi iyice zayıflamış olan bünyesini hırpalıyor, Hayati Kaptan'ı yürüyemeyecek kadar halsiz düşürüyordu. Yine de sonuçlar umut vericiydi. Doktorlar olumlu konuşuyorlardı. Tedavi sürecinde Hayati Kaptan'ın ateşlendiği, bilincini yitirdiği, zaman zaman sayıkladığı günler geceler oldu. Hayat bazen günlerce gözünü kırpmadan baş ucunda bekliyor, "Dayanmalısın!" diyerek hayatta kalması için saatlerce dua ediyordu. Bir süre sonra bu ateşli sayıklama nöbetleri azaldı, günlerce süren bilinç kayıpları bitti.
Aylar süren yoğun tedavi sürecinden sonra Hayati Kaptan hastalığı yenmiş sağlığına kavuşmuştu kavuşmasına ama hemen yurda dönmeden önce bir süre kliniğe bağlı bir sanatoryumda kalıp gücünü toplaması gerekiyordu. Bu süreçte de Hayat onu hiç yalnız bırakmadı. Sanatoryumun yakınındaki bir çiftlikte kalmaya başladı ve her gün Hayati Kaptan'ı ziyarete gitti. Hayati Kaptan yeniden destek almadan yürüyebiliyor ve bahçede ufak gezintilere çıkabiliyordu. O gezilerden birinde Hayati Kaptan usulca Hayat'ın elini tuttu ve ikisi de tek kelime etmeden yürümeye devam ettiler. Sonraki günlerde kah el ele bahçede gezintiye çıktılar, kah Hayati Kaptan'ın yatağında uzanıp birbirlerine kitap okudular.
Her şey bir rüya gibi giderken bir gece Hayati Kaptan aniden ateşlendi ve o andan sonra hiçbir şey iyiye gitmedi. Hastalık olanca şiddetiyle geri dönmüştü ve bu sefer tedaviye yanıt vermiyordu. Hayat tüm umutların tükendiği anda gerekli ayarlamaları Rıfat'ın İstanbul'daki bağlantıları sayesinde ivedilikle hallederek Yasemin Hanım'ın kliniğe gelmesini sağladı. Yasemin Hanım, neredeyse tanıyamayacaktı Hayat'ı. Karşısında erimiş tükenmiş bir kadın görünce bir an ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Sonunda iki kadın sarılarak aynı acıyı paylaştılar sessizce. Artık sözlere gerek yoktu. Hayati Kaptan ömrünün son günlerini gözünü her açtığında onu seven iki kadından birini başucunda dua ederken gördü. Gözlerini son kez kapadığında ise iki kadını da teselli edecek tek bir şey kalmadı geriye.
Rıfat ölüm haberini alır almaz kliniğe gelmiş Hayati Kaptan'ın naaşının nakil işlemlerini halletmişti. Hep beraber yurda döndüler ama iki kadını gören herkes evden bir değil üç cenaze çıkmış diye geçirdi içinden. Sonunda her şey bittiğinde Hayat ve Rıfat evlerine geri döndü. Rıfat, Hayat'a hiçbir şey sormadı ve yasının bitmesini sabırla bekledi. Hayat, yeniden nefes almayı başarana dek yataktan neredeyse hiç çıkmadı. Sonra bir gün yataktan çıktı, aylardır kapalı olan perdeleri açtı ve Rıfat'ın iş yerine gidip ona sıkı sıkı sarıldı. Tüm kalbiyle Rıfat'a minnettardı ve aşık olmasa da Rıfat'a beslediği sevgi ve sohbetin aşktan az kalır bir yanı yoktu.
Rıfat emekli olduğunda adaya geri dönüp Rıfat'ın büyüdüğü eve yerleştiler. Upuzun sağlıklı bir hayat yaşadılar. Son günlerinde zaman zaman Hayati Kaptan'ı hatırladı Hayat. Bir zamanlar Hayati Kaptan'ın yürüdüğü sokaklarda yürürken aklından ve kalbinden tarifsiz bir sızı geçti zaman zaman. Sonunda Hayat da yolun sonuna geldi ve Hayati Kaptan'ı ilk kez gördüğü andaki gibi tam da vapura binerken son nefesini verip ayrıldı aramızdan. Rıfat Bey, Hayat'ın arkasından 1 yıl ya yaşadı ya yaşamadı. Onu, Hayat'ın çok sevdiği sallanan sandalyede, kucağında Hayat'ın kendi elleriyle ördüğü battaniyeye sarılmış halde buldular. Kimin kimi daha çok sevdiğini, hangi aşkın daha acılı olduğunu asla bilemeyeceğiz ama en azından bu dünyadan aşkı, sevgiyi, pişmanlığı ve mutluluğu tatmadan ayrılmadıkları için bir nebze teselli bulabiliriz belki de.
*Şarkı: Elbet Bir Gün Buluşacağız - Zeki Müren
Dipnot: Hikaye boyunca beni yalnız bırakmayan, yorumlarıyla yanımda olan tüm blogger arkadaşlarıma teşekkür ederim. Başlarken bu kadar uzun soluklu olacağını düşünmemiştim. Bitirebildiğim için mutluyum :)
Yeni görenler içinse hikayenin 1. bölümüne şuradan ulaşabilirsiniz.
İlerleyen günlerde Hayat durmaksızın çalıştı, yarım kalan işlerini bitirmek için gece gündüz kitaplara gömüldü. İş yerine istifasını vermiş ancak gidene dek kalan işlerini bitireceğini belirtmişti. Yeni iş fırsatını ve yurtdışına gidecek oluşunu ailesine anlatması umduğundan kolay olmuştu. Raife Hanım ve Ali Bey kızlarından ayrılacak olmalarına çok üzülseler de sonunda evden ayrılıp kendine yeni bir hayat kurmaya karar vermesine çok sevinmişlerdi. Üstelik yalnız olmayacaktı, Rıfat her zaman yanında olacağına söz vermişti. İkisi de Rıfat ile Hayat'ın eninde sonunda evleneceğine inanıyordu ama Hayat'la bitmeyecek bir tartışmaya girmemek için bunu dile bile getirmediler. Raife Hanım usul usul yanağından damlayan yaşları silerken Ali Bey, o çok bilindik "Gözüme toz kaçtı sanırım" bahanesine başvurmuştu gözünde biriken yaşlardan kurtulmak için.
Seferler iptal edildiği o günden beri Hayat'ı hiç görmemişti Hayati Kaptan. Bir kaç kez Yasemin'e sormaya niyetlendiyse de vazgeçti. Ama Ada küçük bir yerdi ve haberler çabuk yayılıyordu. Bir akşam Yasemin Hanım çocuklar uyuduktan sonra haberleri Hayati Kaptan'a anlattı.
- Biliyor musun? Hayat, Rıfat Bey'le yurtdışına gidiyormuş. Ben sana demiştim de inanmamıştın!
- Anlamadım. Nasıl? Evleniyorlar mı?
- Yok. Şimdilik evlilikten bahseden olmamış. Hayat, Rıfat Bey'in arkadaşlarının yurtdışında yeni kurduğu bir yayınevinde çalışacakmış. Cağaloğlu'ndaki işinden istifa etmiş. Rıfat Bey'in buradaki işleri biter bitmez gideceklermiş. Pasaport, vize, hazırlıklar derken...
Hayati Kaptan, bundan sonrasını duyamaz olmuştu. Kulakları uğuldamaya, gözleri yanmaya, başı dönemeye başlamıştı. Yasemin Hanım eşinin renginin solduğunu fark edince telaşlandı.
-Hayati! Hayati iyi misin hayatım? Rengin attı, bembeyaz oldun? N'oldu? Tansiyonun mu düştü acaba? Doktor mu çağırsak? Ay ne yapsak? Bilemedim ki şimdi...
- Dur, Yasemin. Telaşa mahal yok. Yemek ağır geldi herhalde, çok yedim. Geçer şimdi, otur Allah aşkına...
Yasemin hemen koşup kolonya getirdi ve Hayati Kaptan'ın bileklerini, şakaklarını ovaladı. O kadar korkmuştu ki... Onun bu halini gören Hayati Kaptan kızdı kendine, içinden sövdü saydı, lanet etti kaderine.
...
Gitme günü geldiğinde Hayat ve Rıfat eşyalarını alarak iskeleye indiler. Aileleri ve yakınları onları uğurlamak için gelmişti. Hayati Kaptan'ın izin günüydü o gün. Aksi halde tüm varlığıyla aşık olduğu kadını sonsuza dek kaybetmesinin ilk somut kanıtı olan bu sefere kalbi dayanamazdı.
Ertesi gün Rıfat, Yasemin Hanımlara gitmek üzere Hayat'ı almaya geldi. Hayat tüm gece uyuyamamış, yastığına kapanıp ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu. Onun bu halini gören Rıfat ne diyeceğini bilemez halde kaldı bir anlığına. Ama kendini hızlıca toparlayıp ne yapacağına karar verdi.
- Beni bekle, Hayat. Yasemin Hanım'a gidemeyeceğimizi haber verip hemen döneceğim ve neler olduğunu bana anlatacaksın.
Rıfat, hızlıca Hayati Kaptan'ın evine gitti ve acil bir işinin çıktığını söyleyerek başka bir gün için tekrar haberleşmek üzere oradan ayrılıp Hayat'ın yanına geri döndü. Hayat onu dışarıda bekliyordu. O halde daha fazla evde kalamazdı.
- Hayat neler oluyor? Lütfen anlat bana!
- Lütfen Rıfat, bana bir şey sorma. Sadece biraz evden uzaklaşmaya ihtiyacım var.
- Tamam bize gidelim, bizde dinlenirsin. Toparlanana dek soru sormayacağım. Söz veriyorum.
...
Eve vardıklarında Hayat, Rıfat'ın yatağına uzandı; Rıfat hiç konuşmadan üzerini örtüp odadan çıktı. Tüm gecenin yorgunluğu ve içine düştüğü umutsuzlukla uyuyakaldı Hayat.
Uyandığında akşam olmuş, hava kararmıştı. Kendini daha iyi hissediyordu. Rıfat'ı mutfak masasında eski fotoğraf albümlerine bakarken buldu.
- Uyanmışsın. Daha iyi görünüyorsun.
- Teşekkür ederim Rıfat. O halde evde kalsaydım annem...
- Biliyorum, Raife teyze ne olduğunu öğrenmeden seni rahat bırakmazdı. Ama şimdi bana anlatacaksın neler olduğunu.
- Rıfat, lütfen ısrar etme. Anlatabileceğim bir şey yok. Yalnız... Şu bahsettiğin yayınevi... Kabul ediyorum. Seninle yurt dışına geleceğim ama beni yanlış anlamanı istemem. Yani seni arkadaşlığımız konusunda boş yere ümitlendirmek istemiyorum.
- Anlıyorum Hayat. Bu konuyu sen istemedikçe bir daha hiç açmayacağım. Beni her zaman yanında olacak bir dost olarak görmen yeterli benim için.
- Ne zaman gidebiliriz? Ben.. Ben bir an önce uzaklaşmak istiyorum.
- Seni böylesine üzen, adeta kaçar gibi gitmene sebep olan şeyi öğrenmek için neler vermezdim. Ama endişe etme, ısrar etmeyeceğim. Burada halledilmesi gereken çoğu şeyi hallettim, kalan işleri kısa sürede toparlayıp gidiş için tarihi öne çekmeye çalışacağım. Bu sürede senin pasaport ve vize işlemlerini tamamlarız.
- Tamam. Anlayışın ve desteğin için çok teşekkürler Rıfat. O kadar iyisin ki...
Önce Hayat indi usulca vapurdan. İskelede bekleyen Yasemin Hanım'la Rıfat'a doğru attığı her adımda gerisin geriye koşmak, aşık olduğu adamı bulmak, kollarına atılmak, hayattan çaldıkları o bir güne geri dönmek istiyordu.
- Hoş geldin Hayat. Seni merak ettim.
- Hoş buldum Rıfat. Merak edilecek bir şey yoktu. Eskiden de olduğu gibi teyzemlerin evinde kaldım yine. Merhaba Yasemin Hanım.
- A hadi ama Hayat! Bırakmıştık "Hanım"ları. Hayati de gelemedi dün eve. Ne yaptı etti hiç bilmiyorum. Çok merak ettik biz de onu. Siz karşılaşıp konuştunuz mu?
Hayat'ın cevap vermesine gerek kalmadan Hayati Kaptan iskelede göründü; Yasemin, Hayat'ın sessizliğini fark etmeden kocasına doğru yöneldi. Rıfat ve Hayat da gayr-ı ihtiyari izlediler bakışlarıyla onu.
- Hayatım seni çok merak ettim, çocuklar da seni sorup durdular. Ne yaptın? Nerede kaldın gece? İyi misin?
- Telaşa gerek yok Yasemin. Baktım işte başımın çaresine. Merak etme iyiyim. Hadi bekletmeyelim çocukları.
Konuşurlarken Yasemin, Hayati Bey'in üstünü başını düzeltiyor, ara ara eliyle yüzünü tutuyordu. Hayat daha fazla dayanamayarak kafasını çevirdi.
- Rıfat, yorgunum. Gidelim artık.
- Tamam ama sizi beklerken Yasemin Hanım bizi çaya davet etti.
- Hiç rahatsızlık vermeyelim. Hayati Kaptan da dün geceyi dışarda geçirmiş zaten.
- Hayat! Hayat! Çaya bekliyorum sizi mutlaka akşama.
- Yasemin Ha... Yasemin, n'olur mazur görün bizi bu seferlik. Ben biraz yorgunum.
- Tamam o zaman yarın diyelim. Olur mu Rıfat Bey?
- Tabi, seve seve geliriz Yasemin Hanım.
- Görüşmek üzere o zaman.
- İyi akşamlar.
Hayat ve Rıfat uzaklaşırken Yasemin, Hayati Kaptan'ın koluna girdi.
- Ne kadar da yakışıyorlar. Sizi beklerken Rıfat Bey hep Hayat'tan bahsetti. Gözleri ışıldıyor adeta ondan bahsederken.
- Daha önce de söylemiştim Yasemin. Lütfen bu mevzuya karışma!
- Neden kızdığını anlayamıyorum Hayati. Üstelik ben bir şey yapmıyorum ki!
- Neyse, yorgunum zaten. Erkenden yatıp uyumak istiyorum. Lütfen birilerini evimize davet etmeden önce benim de fikrimi al.
- Tamam hayatım.
- Geçen sefer de böyle demiştin. Umarım bu son olur.
Yasemin, Hayati Kaptan'ın bu huysuzluğunu evinden, ailesinden uzakta geçirmek zorunda kaldığı geceye yorup üstüne pek düşmedi. Dinlenince geçer nasılsa bu hali diyerek eve kadar sessiz kalmaya çalıştı. Eve vardıklarında Hayati Kaptan banyoya, Yasemin mutfağa girdi. Aynı dakikalarda Hayat ve Rıfat, Hayat'ın evine varmışlar; Raife Hanım, Rıfat'ı bırakmayıp yemeğe kalması için ısrar etmişti.
Hayat kendini çok bitkin hissediyordu. Bir süre izin isteyip kendini banyoya attı. Sıcak suyun altında bir süre öylece durdu, gözünden süzülen yaşlar saçından süzülen sulara karışıyor; akan su az da olsa iyi geliyordu. Bir gayret kendini banyodan dışarı atıp giyindi ve yemek için aşağıya indi. Keyifsiz hali kimsenin gözünden kaçmamıştı ama Rıfat onu sorulardan kurtarmak için hemen o keyifli hikayelerinden birini anlatmaya başladı. Raife Hanım ve Ali Bey, Rıfat'ı dinlemeye dalınca Hayat Rıfat'a minnettar bir bakışla teşekkür etti sessizce. Rıfat çaktırmadan göz kırpıp devam etti hikayesine.
Yemek bitip sofra toplama faslı başlayınca Hayat, annesinin sorularından daha fazla kaçamayacağını anlamıştı. Hızlı hızlı mutfağa gidip gelip sofrayı toplarken soruları mümkün olan en kısa sürede savuşturmak için aklını toplamaya çalıştı.
- Hayat, halin gözümden kaçtı sanma. Rıfat Bey oğluma ayıp olmasın diye sofrada soramadım ama nedir bu halin?
- Bir şeyim yok annecim, merak etmeyin.
- Bana bir şeyim yok deme kızım! Annenim ben senin; nefesinden, duruşundan anlarım bir derdin olduğunu. Rıfat'la mı tartıştınız diyeceğim ama mümkün değil. Şu çocuk seni kıracağına kafasını kırar eminim. Ah kıymet bilsen keşke! Yıllardır süründürüyorsun çocuğu. Ada'nın tüm kızları sevinçten uçardı Rıfat sana gösterdiği ilginin yarısını onlara gösterse. Ama sen...
- Anne, lütfen başlama yine!
- İyi! Bildiğin gibi yap! Kız kurusu ol, kal başımıza!
- Bu kadar bıktıysanız benden, söyleyin gideyim.
- Onu mu diyorum ben şimdi? İşine gelmeyince nasıl çarpıtıyorsun konuyu! Ben seninle uğraşamayacağım. Bizim zamanımızda böyle değildi ki! Biz anamız babamız nasıl uygun görürse öyle yapardık. Şimdi gençlerde dil pabuç kadar maşallah!
- Ah anne...
- Tamam, tamam. Hadi bir kahve yap da götür babanla Rıfat Bey oğluma.
Hayat kahveleri götürdüğünde Rıfat'la Ali Bey tavlaya başlamışlardı. Ali Bey neşeyle Rıfat'a takıldı:
- Kızım, senin bu arkadaşın çok iyi, çok hoş da tavladan hiç anlamıyor yav!
- Sizin ustalığınız karşısında kim olsa kaybeder Ali Amcacım, benim hakkımı yemeyin şimdi!
Hayat gülümsedi. Rıfat annesiyle babasını mutlu etmeyi çok iyi biliyordu. Ne zaman gelse eve bir neşe hakim oluyor, Ali Bey ve Raife Hanım'ın yüzünde güller açıyordu. Belki de içlerindeki erkek çocuk özlemini gideriyordu Rıfat onların.
Tavla bitince Rıfat ayrılmak için izin isteyip ayaklandı. Kapıda içerideki güler yüzlü Rıfat'ın yerini endişeli bir Rıfat almıştı.
- Hayat, Raife teyzeler telaşlanmasın diye konuyu açmadım ama çok üzgün görünüyorsun. İş yerinde mi bir sorun oldu. Yayınevi mevzusundan bahsettin mi Raife teyzelere? Yayınevinin sahibi olan arkadaşım gelecek ay bazı yazarlarla görüşmek üzere Türkiye'ye gelecek. Sizi mutlaka tanıştıracağım.
- Henüz bahsetmedim Rıfat. Daha sonra konuşalım mı bu konuyu?
- Tamam. Yarın seni alırım evden.
- Yarın mı?
- Yasemin Hanım yarın kesin bekliyorum dedi ya...
- Ah! Aklımdan çıkmıştı.
- Tamam sen şimdi iyice dinlen. Yarın görüşürüz. İyi geceler Hayat!
Bazen dakikalar hatta saniyeler bile geçmezken tüm gün nasıl bu kadar hızla bitmişti? Akşam olmuştu işte! Hava durulmuş, fırtına dinmiş; eve dönme vakti gelmişti. Mutfaktan elinde bir bardak su ile dönen Hayat, tüm varlığıyla aşık olduğu adamı camdan dışarı bakarken görünce içini tarifi olmayan bir burukluk kapladı.
- Hava açtı. Ada'ya sefer yapılır artık değil mi?
- Evet.
Birbirlerine baktılar aşkla, acıyla, umutla, umutsuzlukla, tutkuyla, şefkatle...
- Bir gün ne kadar kısaymış meğer!
- Koskoca ömür yetmezken insana, sadece bir günün yeteceğine hiç inanmamıştım ben zaten, Hayat.
- Haklısın, yetmiyormuş. Çıkalım artık. Son sefere yetişemezsen seni merak edecekler.
- Çıkalım.
Hayat kapıya yöneldi, Hayati Kaptan ardından yetişip elini tuttu aşkıyla içini yakan kadının.
- Elimde olsa göğü yere indirir sonsuz bir fırtına koparırdım. Ama o kadar acizim ki Hayat...
- Biliyorum.
Birbirlerine son nefesleriymişçesine sarıldılar aşkla, acıyla, umutla, umutsuzlukla, tutkuyla, şefkatle... Sessizce ayrıldılar evden, zihinlerinde yankılanan yüzlerce kelimeye inat çıt çıkarmadan. Vapur iskelesine geldiklerinde bir kez daha düştü akıllarına ilk kez göz göze geldikleri o an. Dışardaki fırtına dinmişti ama yüreklerindeki fırtına dinecek gibi değildi. Ada'ya vardıklarında Rıfat ve Yasemin iskelede bekliyordu. Acımasız gerçekler ete kemiğe bürünmüş tam karşılarında duruyordu.
Şarkı: Biliyorsun - Sezen Aksu
*15.bölümün sonunda hayattan bir gün çalmaya karar vermişti Sevgili Hayat ve Hayati Kaptan. O gün ne yaptılar diye çok düşündüm. Aklımdan neler geldi, neler geçti ama hiçbirini yazmaya gitmedi elim. İstedim ki olan biten onların arasında kalsın. İster oturup ağlamış olsunlar, ister sevişip mesut olsunlar. Ben doğrusunu bulamadım, dilerim ki onlar bulmuş olsun.
Yazdığım tüm bölümlerin linki 1. bölümün sonunda mevcut.