Çarşamba, Haziran 24, 2020

Vicdan Azabı İçimizden midir, Dışımızdan mı?*

Konuyu eşimle konuştuktan sonra vicdan ve vicdan azabını birbirinden ayırmaya karar verdim. Benim derdim vicdanla değil de "vicdan azabı" ile.

Vicdan azabı nedir? İçimizden mi kaynaklanır yoksa kaynağı dışarıda mıdır?

Sözlükteki anlamlara bir bakalım:

Vicdan: 

Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri(?) üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.

...

Bu tanımı baz alırsak aklıma takılan sorular var."Kişinin kendi ahlak değerleri" nasıl oluşuyor? Ahlak toplumsal düzeni sağlamak için toplum tarafından oluşturulan bir şey. Bir şeyin ahlaka uygun olup olmaması yaşanılan toplumla alakalı. Yani vicdan azabı yanlış bir şey yapıp rahatsız olma hissi ise peki doğru nedir, yanlış nedir? Kim belirliyor? Sadece kendimiz diyemeyiz çünkü yetiştiğimiz toplumun etkisini asla hiçe sayamayız. Demem o ki tüm kavramlar yapay, toplumlar tarafından bireyi kontrol etmek için yaratılmış suni şeyler. Doğru ve yanlış kavramları olmasa yanlış yaptım, vicdan azabı çekiyorum durumu da olmayacaktır.

...


Vicdan azabı:

Yapılan bir işten dolayı duyulan acı, üzüntü.

...

Vikipedi'ye göre ise:

Vicdan, kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir. Vicdan, birçok dinde, birçok felsefi akımda, mistisizmde önem verilmiş bir kavramdır. Günümüzde kimileri "kamusal vicdan" ifadesini kullanmaktaysa da, dinsel, mistik vb. alanlarda böyle bir kavram bulunmaz, vicdan kavramı bu alanlarda hep bireysel vicdan anlamında kullanılmıştır. Felsefeye göre, iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil, kişinin bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri sürer, seküler anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer. Friedrich Nietzsche'ye göre vicdan, borçlanma ahlakına bağlı olarak gelişmiş, "söz verebilen bir hayvan yetiştirme" amacıyla icat edilmiş bir kavramdır.[1] Neo-spiritüalist görüşe göre ise, ruhun ancak belirli bir gelişim aşamasında (hayvanlık ara aşamasından sonraki insanlık aşamasında) açığa çıkan, ruhun gelişimi oranında derece derece gelişen bir yeteneğidir.

Vicdan azabı başkasına zarar verdiğine inanan bir kişinin duyduğu pişmanlık duygusunun bir ifadesidir. Vicdan azabı suçluluk duygusuyla ilintili bir duygu olup kişinin kendi kendine yönelttiği bir kızgınlık halidir. Vicdan azabı kişinin geçmişteki bir eyleminden kaynaklanabildiği gibi eylemsizlikten (parmağını bile kaldırmamak) de kaynaklanabilir.

Vicdan sahibi olmayan (vicdanı olmayan) insanlara genellikle sosyopat veya psikopat denilmektedir. Mahkemelerde vicdan azabının varlığı zaman zaman hakimler tarafından ceza hukuku ilkeleri çerçevesinde hafifletici neden olarak kullanılır. Bu gibi durumlardan vicdan azabının varlığının diğer kişiler tarafından saptanması zorunluluğu ortaya çıkar. Vicdan azabı duyan kişi genellikle özür dilemek yoluyla vicdan azabı duygularını kanıtlamaya çalışır.
...

Vicdan azabı kavramı söz konusu olduğunda çeşitli görüşler var görüldüğü üzere. Ben seküler anlayışın önermesini destekliyorum. Ama Neo-spiritüalistler haklı olabilirler. Belki de benim ruhum henüz o kadar gelişmemiştir ve bu yüzden kaynağını dışarıda sanıyorumdur. Bilemiyorum. Ama ne düşündüğümü paylaşmak istiyorum.

Bence vicdan, biraz şefkat, acıma, sevgi gibi kavramlarla karıştırılıyor. Şefkatli, sevgi dolu, anlayışlı insanlar vicdanlı da oluyor gibi gibi...

Vicdan azabı toplum baskısının bir ürünü. Kimsenin bilmeyeceği ya da kimsenin yargılamayacağı garantisi verilse insanların çoğunun zerre vicdan azabı çekmeden bir sürü şey deneyeceğini düşünüyorum -tabi ki canilikten, bir cana zarar vermek gibi şeylerden bahsetmiyorum-. Çoğu zaman asıl sorun birileri öğrenirse ne düşünür, ne der mevzusu. Tam bu noktada bu sözlerime itiraz edenler olacak. Eşim ve Mr. Kaplan kesin :) Diyecekseniz ki kimse bilmese de kendim bileceğim ve yine kendimi rahatsız hissedeceğim. Bir çok örnek verebilirim ki aslında yanlış olduğu halde vicdan azabı vermesin. Misal çok zengin bir adam var ama zenginliği çalıp çırpmakla, başkalarının hakkını yiyerek son derece haksız yollardan elde edilmiş. Yaptıkları yanlış. Şimdi elimize fırsat geçti, bu adamı soyup soğana çevirebileceğiz ve kesinlikle yakalanmayacağız. Hırsızlık yanlış olmasına ve normal koşullarda vicdan azabı çekilmesine neden olması gerekirken koşullar değiştiğinde azap değil neredeyse haz verecek hale geliyor. Görüldüğü üzere koşullar değişince her şey değişiyor. Bir şey değişiyorsa genel geçer değildir demek ki. Yani vicdan bazı koşullarda aktif bazı koşullarda pasif kalan bir olgu. Örnekleri çoğaltabiliriz.

Ben ahlaksal ve vicdani konular söz konusu olduğunda evrensel doğrular olduğuna inanmıyorum. Aslına bakarsanız bence en genel anlamda insan yaşamına, bedensel bütünlüğümüze ve kişisel tercihlerimize kast edilmediği sürece ne yanlış ne doğru herkesin kendi bileceği şeyler.

*Bu yazı çok uzun zamandır taslak halinde duruyordu. Mr. Kaplan'ın blogunda yazdıklarından da ilham alarak bitirip yayınlamak istedim.


Şarkı günlerden kulağımda çalıyor...


16 yorum:

  1. Bence de vicdan azabı yaşamak toplumsal bir yaptırım sonucu meydana geliyor. Eğer toplum tarafından ayıplanılmayacağı, kınanmayacını düşünen bir kişi vicdan azabına çekmeyecektir. Ama bunun yanın da kişinin inançlarını görmezden gelemeyiz diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kişinin inançları da bir ölçüye kadar toplumdan etkileniyor. İşin içine toplum girince de evrensel genel geçer şeyler olmuyor, her toplum farklı, her toplumda dayatılan inanç ve ahlak sistemleri farklı. Dolayısıyla vicdan azabına sebep olan şeyler de toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Sonuç olarak ben tam bir toplum karşıtıyım sanırım :)))))

      Sil
  2. Bu kez deplasmandaymışım gibi hissediyorum kendimi:)))
    Öncelikle, tanımlar ve felsefi görüşlerle olaya girmeniz yerinde ve güzel olmuş.
    Vicdan sözlük anlamında bold gösterdiğiniz kişiye özel ahlâk anlayışı bana göre doğru. Genel olarak ben de toplum karşıtı olmama, ve her ikimiz de dinle ilişkilendirmememize rağmen vicdan konusunda niye farklı düşünüyoruz, bu da başlı başına bir araştırma konusu bence:)

    Sanırım anahtar kelime "ahlâk" tan kaynaklanıyor bu ayrışmamız. Sizi ilk kez anladığımı düşünüyorum bu konuda. Çünkü iki terim karşılığını bulmuyor ve bence yanlış!
    Birincisi kişisel ahlâk; kişinin kendi ahlak değerleri,
    Ikincisi ise kamu vicdanı; toplumda yapılan bir haksızlık nedeniyle duyulan rahatsızlık.

    Ahlâk toplumun genel değer yargılarına göre belirlenmiş, zamana ve bölgeye göre değişiklik gösterebilen doğru ve yanlış hareketler diyebiliriz. Dolayısıyla kişisel bir kavram değildir. İnsanın kendi öz değer yargılarını tanımlamak için başka bir sözcük bulunmlıdır. Bu yüzden kişisel ahlâk terimi kavram kargaşı yaratıyor olabilir.

    Keza, kamu vicdanı için aynı durum geçerlidir. Kamu halk, toplum demektir. Oysa vicdan, doğuştan var olan, kişiye özel bir özelliktir. Çoğunlukla politikacıların kullandığı uydurma, yanıltıcı ve yanlış bir terimdir.

    Seküler biri olmama rağmen seküler görüşten değil felsefi görüşten yanayım. Nietzsche'ye de katıldığım söylenemez.Neo-spiritüalist düşünceye yakın olduğum söylenebilir.

    Verdiğin örnekte, ben o işi yaparım. Sosyal adaleti sağlamak için eğer bana zarar gelmeyecekse zenginden çalar, fakire dağıtırım. Bu toplum nazarında hırsızlık olarak görülse bile benim vicdanımı rahatsız etmez, bilakis vicdanım rahatlar. Yani, gördüğün gibi ben olayı toplumsal ahlâk kurallarına göre ele almıyorum:)

    Son olarak evrensel doğru derken toplumsal ahlâkı mı kastettin bilmiyorum ama değişimin esas olduğu bir evrende mutlak doğrudan bahsedilemez.

    Umarım bu kez birbirimizi biraz daha anlayabilmişizdir:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel bir paylaşım ve sizin değerli yorumunuz için teşekkürler ancak bu hususta sanırım herkesten farklı görüşler çıkabilir gibi gözüküyor.

      Bana göre;
      zenginden alıp fakire dağıtmak diye bir şey ne vicdan rahatlatıcıdır ne de toplum ahlakında veya dini ahlaka uyar. Suç her zaman suçtur ve mutlak doğrudur.

      Sana ait olmayan sana ait değildir bu koşulu her hangi bir şuç, uygunsuzluk veya başka bir neden aklamaz ve doğru kılmaz aksi takdirde adalet ve yargı sistemi bozguna uğrar kişi kendi vicdan ve ahlak yargılarına göre her hangi bir malı, canı vs. gasp edemez.

      İnsan öldürmek suçtur, ancak topraklarınıza saldıran bir orduyla savaşırken insan öldürme suçluluğu kalkar.

      Kişinin yolsuzlukla sağladığı kazancı devlet gasb edip kamu malı yapabilir (halkın malını halka teslim eder.) bu durumda gasp etmek suçluluğu kalkar.

      Ancak yukarıda bahsettiğim gibi bu tip işler bireysel anlamda yapıldığında suç sayılır ve bu tip işler adaleti temin etmek için yargı tarafından sağlanmalıdır.

      Kişinin kendi başına yargı dağıtmaya çalışması toplumda da suç sayılmış ve bu tip iş yapanlara örnek olarak eşkiya denmiştir. eşkiyanın yaptığının vicdanen doğru olmasına karşın hiçbir zaman doğru değildir ve suç olarak kabul edilir.

      (eşkiya'dan kasıt bugün ki terör örgütü mensupları değildir. eşkiyaya egenin eferleri örnek olarak verilebilir.)

      Kendi görüş ve konu hakkında fikrimi sunmaya çalıştım, yanlış sözlerimden dolayı özürlerimi peşinen dilerim.

      Sil
    2. Mr. Kaplan anlaştık :) İşte bu yüzden çok seviyorum sizle tartışmayı. Uzlaşmak zorunda değiliz, birbirimizi anlamamız yeterli :) Sizin fikrinize saygı duyuyorum. Birçok noktada aynı düşünüyoruz ama ben sanırım biraz uyuzum bazı noktalarda ve bazı mevzularda :D Bunu da kendiliğimden kabul ediyorum :))

      Sil
    3. Özür dilemenize gerek yok, bilâkis fikirlerinizi içinizden geldiği gibi, özgürce bizimle paylaştığınız için memnun oldum:)

      Yasalar adil, bağımsız ve herkese eşit olarak uygulanması ve yasaların da aynı özelliklere sahip olması gerekir ki toplum tarafından benimsensin, herkes severek ve isteyerek üzerine düşen vatandaşlık görevini yerine getirsin, aynı zamanda haklarını da bilsin. Bu böyle olduğu zaman suç oranı azalır, kaos ve kargaşa çıkmaz.

      Benim buradaki yorumum tamamen bireyseldir. Toplum ahlâkı ve dini ahlâktan tamamen bağımsız olarak ele aldım. Vicdan bana göre bireysel bir kavramdır.

      Gerek toplumu düzene sokmaya çalışan yasalar gerekse ahlâk kurallarının mağdura ve yoksul kesime hizmet ettiğinin farkına varmamız gerekir. Hem yasalar hem de ahlâk kuralları, hatta adet, örf ve gelenekler, özellikle gücü elinde tutan insanların elinden çıkmıştır. Bu yüzden o kurallar manzumesinin birçoğu kişisine göre uygulanır.

      Eşi aldatmak, hem ahlâk, hem dini yönden kabul görmez, yasalar da bunu boşanma nedeni sayar. Fakat erkek yaparsa adı çapkına çıkar, çoğu kez övünülecek bir özellik kazanır, kadın yaparsa adı lekelenir. Kadın fakirse, o. derler, varlıklıysa seviyeli birliktelik.

      Dinde zekât vardır, malının 40'ta birini her yıl dağıtmak imanın gereğidir. Sadece bunu uygulansa bile memlekette fakir kalmaz.

      Yani işin özünde, insanların refah içinde, özgür, adil ve eşit olarak bir dünya düzeni hedefimiz olmalı. Yasalar hapis ve para cezalarıyla sadece güçlüyü koruyan ve onları hizaya sokan kurallar. Ahlâk desen kişiye göre değişebilen bir kavram.

      Benim zengini soyup fakire dağıtma fikrim elbette karikatürize edilmiş bir form ve içinde bulunduğumuz güçlülerin yasalarına aykırı olduğu için cezai müeyyideleri var. Bunu devlet yapmalı diyorsunuz, evet bu devletin görevi. Gelirde adaleti sağlamak zorunda devlet, yolsuzluğu, suistimali ve hırsızlığı önlemeli. Onun fiilen yapamadığının hayalini kurmak da bize kalsın müsaadenizle:)

      Sil
    4. Sevgili Mrs. Kedi,
      Ben de seviyorum sizinle tartışmayı, sizin fikirleriniz de benim için önemli. Olayı farklı boyutlarıyla görmemi sağlıyorsunuz, Evet, hep aynı şeyleri düşünürsek, birbirimizden hiçbir şey öğrenemeyiz;)

      Sil
  3. Çok derin sorular var yazıda:) ama kendimce vucdan azabı denilen şeyi şöyle tanımlıyorum.

    Her hangi bir davranış, hata ya da yanlış diye tanımladığım ve başkaları tarafından da hoş karsılanmamış olan, zamanla unutulmuş ve hatta affedilmiş olsam dahi, insansın olur oyle şey diye hoşgörü ile yaklasılmıs olsa dahi , ve dahası başkaları tarafından onemsenmeyip bunu mu dert ettin diye olan bir durum olsa bile ,kendimle baş başa kaldigimda beni huzursuz etmeye devam eden ve başkalarının bana gösterdiği toleransı ve anlayışı kendime karşı gosteremedigim , adalet kılıcı gibi tepemde kendini hissettiren bir duygu hali.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O hissi çok net anlatmışsınız. Benim de öyle hissettiğim / düşündüğüm anlar oluyor tabi ki. Ama işte yine de bilemiyorum o hissin kaynağı tam olarak ne. Varoluşumuz mu yoksa sonradan maruz kaldığımız yargılar mı?

      Sil
    2. Evet, vakt-i dem güzel anlatmış. Her şeyden önce çevreyi ve başkalarını devreden çıkarmış, kendimle başbaşa kaldığımda diyor. Başkası affetse veya önemsiz görse de bu bizim içimize dert olabiliyor, doğru.

      Bana göre o hissin kaynağı varoluşumuzda gizli. Bunu derken Allah bize bu duyguyu yükledi demek istemiyorum. İnsanın genlerinde var gibi geliyor bana. Meselâ acıma duygusu da öyle. Meselâ bu tür duyguların hayvanlarda bulunduğunu sanmıyorum. Aslan ceylânı yakalayıp afiyetle yediğinde, ya tüh, keşke yemeseydim, bak garibin küçücük yavrusu varmış demez herhalde:)

      Hatırlar mısın bilmem, Yeni Bir Hayat dizimdeki vurulma sahnem. Adam esrarı çekmiş, bulut gibi, her şeyi göze almış yani. Beni ayağımdan vurmadan önce son sözü neydi? Kaç çocuğun var? Beni oracıkta öldürebilecek iken verdiğim cevabın hayatta kalmamın sebebi olduğunu düşünüyorum.

      Sonradan maruz kaldığımız yargılar, din ve ahlâk kuralları, adet, örf ve gelenekler olabilir. Ama vicdan bence, yine kişiye göre değişen bir iç hesaplaşma. Belki de ben olmayan dini duygularımın boşluğunu dolduruyorum bu şekilde, insan olmanın gereklerini yerine getiriyorum ki, en az dindar insanların dinine verdikleri önem kadar önemsiyorum bu konuyu. O olmasa, her türlü fenalığı yapmam mümkün çünkü. Başkalarının ne düşündüğü umrumda bile değil:)

      Sil
  4. Vicdan ve azabı kesinlikle bilişsel süreçlerle, kişinin empati yeteneğiyle olduğu kadar nörofizyolojideki ödül/ceza süreçleriyle de alakalı ve sonunu inan tamamen fizyolojiye bile indirebilirsin. Fakat toplumsal vicdan devreye giriyor ve kişi kendi vicdan örüntüsünü toplumundan etkilenerek gelişimsel süreçte "öğrenerek yapılandırıyor" bu anlamda da etik ve ahlâk ve bu ikisi arasındaki farkla ele alınması gereken kavram oluyor vicdan. Bir örnek vereyim, yıllar önce bir kadın kendisini bebeği ve köpeği önünde öldürmüştü ve köpeğin yaşadığı travma tartışılmıştı, köpek terapiler almıştı. Bebekse "bilişsel sürecin başında olduğundan" direkt babasıyla eve yollanmıştı. Vicdansız kadın, köpeğin önünde intihar etti diye de günün işte halk gazetesi başlık atmıştı. Oysa bakarsan asıl vicdansız bunu bu başlıkla haber yapan gazete de dyebiliriz. Ya da vicdansızlık belki de postpartum depresyon geçirdiği aşikar olan karısını tedaviye yollamayan kocada. Hatta belki devamlı ağlayıp anasını intihara sürükleyen bebeğe bile vicdansız denebilir alternatif bir evrende. Yani vicdan biraz nereden baktığınla alakalı.
    Ben vicdan konusunda sadece şu kuralı uyguluyorum: "başkasının / karşındakinin sana yapmasını hoş harşılamayacağın şeyi ona yapma". Ha bu sorunlu bir ifade çünkü biri çıkıp "ama ben kocamı aldatmak istiyorum ve o da beni aldatırsa sorun etmem" diyebilir çünkü buna kendini inandırmıştır, savunma mekanizmaları devreye girmiş ve çocukluktan kalma bir "acımadı kiiiii" ruh hali kuşanılmıştır. O derin mevzuu. Ama genel geçer hallerde evet, karşındakinden görmek istemediğin muameleyi sen de ona yapma... Bu kadar basit sanırım.
    Ekleme: F.'yu da kattım şimdi bu tartışmaya bak onun vicdannı da şöyle çalışıyormuş, çok ilginç: "bu davranışı herkes yaparsa genel için sonuç ne olur" diye soruyormuş yani "herkes karşısındakini öldürse kimse kalmaz geriye demek ki öldürmek etik dışı, herkes birbirini aldatsa yalan söylese kimse kimseye güvenemez demek ki etik dışı, herkesişe geç kaldığında yalan uydursa çok da bişey olmaz :D gibi. Tabii son örnekte her gün geç kalmamak kaydıyla dedi Almanımız :D
    Uzun zamandır yazmıyordun, okumayı özlemişim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Empati yeteneği ile bir ilgisi olmasından sebep ben gıcığım belki de bu mevzuya. Malum ben de o da eksik :))))

      Anlattığın mevzuda bebek bile olsa kesinlikle ortamdaki korkunç acıyı hissetmiştir. Bitkiler bile etkileniyor bulundukları ortamdaki olaylardan. Ama dediğin gibi orda olay vicdan değil ki, kadının psikolojisi. O haberi yapanın mevzudaki en vicdansız kişi olduğu net!

      "Maruz kalmak istemediğini karşıdakine yapma" da yeterli olmayabilir verdiğin örnekteki gibi :)) F'nin fikrine hiç katılamadım. Herkes yaparsa ne olur kısmı beni hiç ilgilendirmiyor, kim ne yaparsa yapsın bem kendi bildiğimi yapmak istiyorum :D Tabi yine vurgulayayım ki sözkonusu olan şeyler asla bir canlıya zarar vermek gibi şeyler değil.

      Sil
  5. Öncelikle merhaba, son paragrafta dediğiniz gibi kesinlikle evrensel olmayan konular. Bana göre ahlak genel, vicdan bireysel bir mesele. Toplumsal ahlak dediğimiz ve herhangi bir yanlış hareketimizde kendimizi kötü hissettiren duygular aslında ayıplanma, dışlanma korkusu gibi geliyor bana. Kimseye duyurmadan ya da 'rezil olmadan' işin içinden sıyrılırsak bununla beraber gelen kötü hisler de zaman içinde unutulur. Ancak vicdan insanın kendi içindedir, iç yüzleşmesidir. Toplum unutabilir ama o içimizi yiyip duran şey vicdan azabıdır, tıpkı Vakt-i Dem' in yorumu gibi. Verdiğiniz örnek belki de toplumsal ahlaka uygun ancak benim vicdanıma ters, ellerinize sağlık çok güzel yazmışsınız :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vicdanın bireysel olduğunu ancak bir ölçüye kadar kabul edebiliyorum. Yine de ailenin, çevrenin, toplumun. maruz kalınan şeylerin etkisi var vicdan üzerinde bence. Ama tabi ki herkesin vicdanı başka, vicdan azabı çekmeye başladığı seviye başka :D

      Sil
  6. Mrs. Kedi, öyle bir konu attın ki ortaya, iki gündür içinden çıkamıyorum. Akkurttaha,nın yorumu da bana uyar ama ben bu olayı sil baştan ele almalıyım:)))
    Çünkü, vicdan sözcüğü Arapça ve etimolojik olarak "bulma" dan türemiş. Yani, özünde Tanrı'yı bulma. İngilizce'de bilinç kelimesi kullanılmış, birkaç tane daha var vicdan yerine kullanılan fakat hiçbiri benim kafamda canlandırdığım tanımın yerini tutmuyor.

    Ben vicdan sözcüğünü ağzıma aldığım anda, içim sızlıyor. Benim gibi birinin bu sızlamayı ilâhi bir güçten alması söz konusu bile değil.

    O halde nedir bu? Sanırım benimki spesifik bir vicdan anlayışı, bilinenden farklı. Ancak, çoğu kişi de benim anladığım gibi değerlendiriyor olayı. Eğer vicdan senin düşündüğün gibi toplum tarafından yaratılan bir algıysa, benimkisi ne?

    Bugün bir makalede okudum, kamu vicdanı konusunu araştırırken. Eskiden eskimolar, yaşlanıp, belli bir yaşa gelen akrabalarını, rahata erdirmek için öldürürlermiş! Bu bir gelenekmiş onlarda. Dolayısıyla hiç kimsenin bu olayda vicdanı rahatsız olmazmış. Bu örnek, vicdan tanımında seni haklı çıkarıyor gibi. Bir de o kadar lâf ettim:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha önce de bahsetmiştim Mr. Kaplan, iç sesimiz var ya hani... Ruh... İşte ruhumuz doğruyu yanlışı söylüyor biz duymak isteyince. Kulaklarımızı tıkamak ya da iyice açıp dinlemek elimizde. İşimize gelmeyenleri kulak ardı etmek de elimizde tabi :D Ben soruyorum, "Rahatsız olmayacaksan yap bakalım" diyor. Rahatsız olmadığım bir sürü şey var, yapıyorum. Rahatsız olduklarımı yapmamaya çalışıyorum, rahatsız olacağımı bildiğim halde yaptıklarım da var :D Vicdanımı sızlatan bir şey var mı diye dönüp bakıyorum hayatıma... Keşke annemle ilişkim daha farklı olsaydı diyorum sadece. Gerisi geçip gitmiş :)

      Sil

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...