Kadın kahve seviyordu. Şekersiz, sütlü. Hoş, yıllar önce şekerli içerdi ama başka bir zaman diliminde, başka bir aşktı ona şekeri bıraktıran. Adam "çay sever"lerdendi. "Kahveyle işim olmaz" demiyordu da işte gönlü çaydan yanaydı. Kadın bu kadar kırılgan, bu kadar eleştiri düşmanı olmasa "Aman canım, ne buluyorsun şu kahvede?" diyecekti belki de. Ama çaydan yana olan naif gönlü el vermiyordu kadını üzmeye. Konu her açıldığında "Canım kahvenin de kokusu güzel gerçekten." diyordu.
"Sana aşık falan değilim ama seni görmezden de gelemiyorum" demişti adam bir defasında. Uzun bir ayrılıktan sonra ilk kez görüşüyorlardı. Giderken kadın acıtmıştı adamın canını; dönüşte adam iade-i ziyaret yapmıştı elinde bir paket kalp acısı ile. Düşününce hak vermişti kadın adama. Bu kalp acısı ne ilki ne de sonuncusu olacaktı.
Biliyordu kadın. Bunun sonu yoktu. Her aşkın sonu vardı, her aşk bitiyordu ama bazı aşkların bitmek için fırsatı olmuyordu. Kelebeklerin birer birer hiçliğe gidişini beraber izlemeyince insan baharın bittiğine inanamıyordu. Hani çok sevdiğiniz bir akrabanızı kaybedersiniz de öldüğüne inanamaz, onu hep son gördüğünüz halindeki gibi kanlı canlı hatırlarsınız ya... Öyleydi bazı aşkların ölümü de. Sanki ölmemiş, son nefesini vermemiş, hala kalbi çarpıyormuş gibi... Ama biliyordu kadın her aşk biterdi eninde sonunda. Bu yüzden yutuyordu acıyı en tatlı şarapmışçasına. Yeter ki şu kelebekler gidene dek beraber kalsınlardı. Sonrası nispeten kolaydı, izleyecek kelebek olmayınca herkes dönüp kendi yoluna gidebilecekti. Ama o kelebekler böylesine güzelken, dansları hala devam ederken arkalarını dönüp gitmeleri mümkün görünmüyordu.
Sabahları göğsüne oturan bir öküzle uyanıyordu kadın. Sonra yavaş yavaş kendini avutuyor; öküzü kandırıp gönderiyordu dış dünyada kalp ağrısından sorumlu öküzlerin bekleştiğini düşündüğü hayali bir platoya. Kadın geceyi seviyordu, adam uykuyu. Kadına gündüz uyanık olmak ağır geliyordu, adama uykusuz geceler. Farklı zaman dilimlerine aittiler adeta. Kadının hayatı başlarken adam uykuya dalıyor, adam yaşarken kadın ölüyordu. Bazı akşamlar adamın göğsüne oturuyordu aynı öküz. Aynı öküz olduğuna emin olmuşlardı çünkü hiç ikisine aynı anda gelmiyordu. Bir de ağrısı, acısı, ağırlığı aynıydı. Demek ki her aşka bir öküz tayin ediliyor, o öküz aşıkların göğüsleri arasında mekik dokuyordu. Ne biçim aşktı bu? Bir kelebekler uçuşuyor, bir öküz oturuyordu göğüs kafeslerine. Dengelerinin bozulması normaldi bu koşullar altında. Zaten aşk ne zaman akıl kârıydı ki şimdi öyle olsundu?
Önce sonbahar bitti. Biterken epeyce bozdu hava. Yağmur, çamur, fırtına indi gökten yere. Kışı sevmeyi öğrendi kadın caanım sonbahar kadar olmasa da. Sonbahar bitince bu aşk da biter diye beklemişti oysa. Ama belli ki hayat mevsimleri sil baştan öğretmeye karar vermişti kadına. İlkbaharla başlayan bu serüven kış bitmeden bitmeyecekti belli ki. Zorla güzellik olmuyordu. Aklının iplerini saldı kadın, "Sen kendininkilere hakim ol" dedi adama. "Ben biraz havalanıp dönerim belki bir uçurtma misali."
Bazen seni seviyorum diyemez insan, onun yerine;
• Dikkat et kendine, der
• Fazla yorma kendini, der
• Hava soğuk, sıkı giyin, der
• Hız yapma dikkatli git, der
• Gidince beni ara, der
• Geç yatma erken kalkacaksın, der, der, der durur...
- Can Yücel -
Ya ne çalıntısı! Çok ayıp.... Metinlerarası!
YanıtlaSilİzinli intihal :)))
Sil<3 <3 <3
Her aşka bir öküz tayin ediliyor demek:)) Her öküz gördüğümde aşkı ve senin bu yazını hatırlayacağım bundan böyle:)
YanıtlaSilYa ben yazarken çok sevdim o öküzü :))))
Silİnsan böyle de garip bir varlık işte:)
Böyle yarım kalmış bir aşkım olmamasına rağmen hikaye beni hüzünlendirdi azizim :D Denize bakan ev'in hikayesinden esinlendiğinizi söylemeseniz kesinlikle bir bağlantı kuramazdım, ama söylemişsiniz kurdum bağlantıyı ki kesinlikle çalıntıya benzer bir şey olduğunu bile düşünmüyoruum:) Can yücel'in bu sözünü de pek bir severim
YanıtlaSilSevgili DBE'nin hikayesindeki çay ve kahve tezatından yola çıkarak yazdığım için başları biraz intihalimsi oldu ama tabi ki onun öyküsüne benzemiyor. Onun betimleme ve tahlilleri benim için çok zor. O severek, kelimeleri, cümleleri okşayarak, mırıldanarak anlatıyor; ben bir an önce sonu gelsin hikayenin diyerek :) Bu biraz da önceki Ağaç Ev konusunu hatırlatıyor bana, süreç-sonuç zıtlığı var üslublarımızda :)
Silbir an önce sonu gelsin diyerek... ya bu konuda yazmamız lazım, bunu bir çok alana yaydığımızı düşünüyorum haksız olarak.
SilEvet ya ben hep sonuna odaklanıyorum. Bu konuyu bir deşmek lazım di mi? Niye süreç insanı olamıyorum acaba? Neden öykülerin daha detayına inemiyorum ya da karakterlerin? Evrim de hep bunu sorguluyor? Hep dört nala "son"a koşuyorum ben galiba. Sonra da yoruldum diye şikayet ediyorum. Oysa sürecin içinde kalmaya, yavaşlamaya, hatta durup etraflıca etrafa bakmaya ihtiyacım var belki de :)
SilHikaye çok iyi ve benzetmeler ne kadar tanıdık. Umarım devamı gelir :) Öküze ne olacak merak ettim :)
YanıtlaSilBen bu ara hep kopuyorum; ilhamı geldiğine inandığım kolektif bilinçle bağlantım kesiliyor. Devamını duyamıyorum hikayelerin ama bakalım bu kez duyarım belki :)
Silah ah bitmeyen konu buuuuu hüzünlü de olsa yaşanıyor geçiyor işteee :)
YanıtlaSilElbet biter zamanı gelince yoksa neler neler bitiyor, hayatlar gelip geçiyor.
SilAhh ahhh, cok guzel olmus, derin ve icli...
YanıtlaSilÇok teşekkürler :) yazdıkça o derinlerden yukarı çıkıyor karakterleri hikayenin:)
SilÇooook güzel be Kedicik.. ben bu yazıya bayıldım 👏👏👏❤
YanıtlaSilHatta bu yazının bende esinlediklerini de aktarabilirim belki de.. ceylan ertem' in sarkısını sevdim. Biliyor musun; seni de seviyorum 😍
Çok sevindim :) ben de seni seviyorum :) Blogları bu yüzden de seviyorum, hiç görüşmeden, hiç tanışmadan ısınıyor kalplerimiz birbirine :)
SilHem de nasil.. inan bu yazı ile ilintili bir şey yazinca senin ve dbb nin de adinı gececegim 😊👍
SilBu aralar kısa şeyler yaziyorsun ya, bu sayfadaki etkinlik yazısı keyifli gelebilir, katılırsan da eminim süper birşey yazarsın 🤗😊
Silhttps://yagmursusuncabaslar.blogspot.com/2019/12/etkinlik.html