Salı, Kasım 19, 2019

Azıcık Derin Mevzular

Epeydir yaklaşmadığım derinlere gitme vakti gelmiş. Ağaç Ev Sohbetleri'nin 12.si için yazdığım şu yazı sonrası bir şeyler anlatma isteği oluştu içimde. O yazıdan başlarsanız düşünce akışımı takip etmek daha kolay olur :)

Ruhtan bahsedince ister istemez din ve ibadet konuları da geliyor aklıma. Aslında özünde bağlantılı değil ama ben ruhumla ve nefsimle din sayesinde tanıştım. Ama yıllar içinde din kavramından uzaklaştıkça ondan soyutlandı ruh ve nefs benim için. Din kavramından uzaklaşmamda en büyük etkense sorguladığım konulara aldığım cevaplar oldu. Misal ibadet mevzusu hep soru işaretleri ile dolu. Özellikle de toplu ibadetler. Benimle Allah (adını sen seç) arasında olan bir şey niye herkesin gözü önünde olsun ki?

Namaz kıldığım dönemde en çok yatsı namazını sevmiştim. İş güç bitmiş, günün koşuşturmacası geride kalmış, el ayak ortamdan biraz da olsa çekilmiş... Sadece ben ve O. İlk önceleri eğilip kalkmanın manası ne ki diye düşünürken cevabı bulunca eğilip kalkma mevzusuna takılmaktan vazgeçtim ama en çok namazın sonunda oturup dua ettiğim kısmı sevmeye devam ettim hep. Çünkü o an, zihnim açılmış, dünya yok olmuş, bedenim orada, ruhum uzayda gibi hissediyordum. Sadece ben ve sonsuz bir uzay boşluğu var; ben soruyorum, O cevaplıyor. Ne baş örtüsü, ne kıyafet, ne ibadet...Asıl olan gönül bağı, gönül gözü, şefkat ve istek.

Ortaokul yıllarımdan sonra yıllarca kılmadım namaz. Sonra üniversitenin ilk yılında teravih namazına gittim ama özlediğim o huzuru ve iletişimi yakalayamadım. Çünkü çok kalabalıktı. O kalabalıkta ne ben uzaya çıkabildim ne de kulağıma gelen bir ses duyabildim. Sonrası ise bambaşka bir hikaye ama bir daha dönemedim namaza. Bununla da kalmadı terk ettiğim alışkanlıklarım. Yavaş yavaş mantıksız bulduğum tüm zorlamalardan sıyrıldım.

Yıllardır karşılaştığım inançlı insanların namaz kılma, oruç tutma, kurban kesme, hacca gitme gibi ibadetleri yapma sebebini öğrenmeye çalıştım. Üzülerek yazıyorum ama bir çoğu temelde sadece İslamiyetin farzı olduğu için yapıyor tüm bu ibadetleri. Peki hiç mi yok o anları yaratıcı ile birebir iletişim fırsatı olarak gören? Var elbet ama biliyorum ki çoğu kişi robot gibi eğilip kalkıyor, anlamını bile bilmediği duaları ezberden okuyup üzerine düşen görevi(?) yerine getirip bitiriyor. Namaz gibi diğer ibadetler de böyle. Gönülden yapanı, bağ kuranı ayrı tutuyorum tabi ki. İbadetin amacını anlayıp ona uygun yapan ayrı, sırf "diğer tarafta cayır cayır yanacak yapmayanlar" diye korkuyla hareket eden ayrı. Niye yaptığını durup bir kez bile düşünmeden yıllarını geçirenler... Sorgulamadan uygulayarak yaratıcıyı memnun etmek! Ya arkadaşlar deli misiniz? O kadar güçlü, her şeye muktedir bir yaratıcı var inanıp savunduğunuz ve senin neden yaptığını bilmeden yaptığın bir takım hareketlerle mutlu mu olacak? Buna ihtiyacı olabilir mi ya cidden? Bir dur, bir düşün! Ben neyim, kimim, ne yapıyorum, neden yapıyorum? Kendinle çelişme bari!

Yıllar önce bir arkadaşımla tartışmıştık bu konuyu. Ailesinin zoruyla kapanan ve ibadet eden kişi ne kadar doğru yapıyor, bunun Allah nezdindeki yeri nedir diye. Israrla sebep ne olursa olsun namaz kılanla kılmayanın bir olmayacağını, kılanın her koşulda üstün olacağını savunmuştu arkadaşım. Yani iki insan her şeyde eşit ama biri zorla namaz kılıyor, ibadet ediyor; diğeri sadece bildiği doğrularla yaşıyor. Namaz kılan üstün diyenler çok çıkacaktır eminim. Çünkü diğeri Allah'ın sözünden çıkıyor! Bense yaratıcının bu kadar köşeli bir bakış açısı olacağına inanamıyorum.

Olay namaz kılıp kılmamak, imanın şartlarını, İslam'ın fazlarını yerine getirip getirmemek de değil aslında. Asıl olay tüm bunları yaparken ya da yapmazken içinde olduğumuz bilinç hali - state of mind* - Neden yaptığını bilmek, yaptığının amaca hizmet etmesi. Yaptığın bir eylem seni daha iyi biri yapmıyorsa ne anlamı var ki? Sana ya da ihtiyacı olana bir faydası yoksa kime faydası var? Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Yaratıcı'ya mı faydası olacak? Komik değil mi biraz? Bu sözlerim kesinlikle bilinçli kişiler için değil. Yanlış anlaşılma olmasın. Yaptığı tüm ibadetlerin kendisine ve çevresine olan faydasını somut şekilde anlatabilene lafım yok. O zaten konuyu düşünmüş, sorgulamış, cevapları biliyor. Ama onlara da şunu söylemek istiyorum. Herkesin yolu başka, kiminin kitapta yazılı yöntemlerle elde ettiğini kimi çok başka yöntemlerle elde edebilir ve benim inandığım yaratıcı için yöntemler değil varılan sonuçlar önemli. Yani Hristiyan, Müslüman, Yahudi, Deist, Hindu, Budist, Taocu olmak değil mesele! Asıl olan "iyi olabilmek", "doğru olabilmek", "doğru kalabilmek"! İster meditasyonla, ister namazla, ister oruçla, ister müzikle, ister resimle, ister okuyarak, ister yazarak nefsi terbiye edip ruha ulaşabilmek asıl mesele.

Nefs ile yeni bir cenge tutuştuğum şu günlerde Ruh'un kendini bana bu sohbet konusu sayesinde hatırlatması da çok manidar aslında benim için :) Azıcık derin mevzular dedim ama aslında baya dipsiz kuyu buralar. Yazsam günlerce yazarım. Yıllar önce Ruh'um ve Nefs'im arasında kalıp verdiğim mücadeleden başka bir yazıda bahsedeyim. Şimdilik bu kadarla (sanki az yazmış gibi!) yetineyim :)


*state of mind: "halet-i ruhiye / ruh hali" diye çevrilir Türkçe'ye. Güzel, bazen yerine göre iş görür ama aslında zihinden bahseder bu kavram "ruh hali" değil "zihin hali"dir aslı

20 yorum:

  1. Söylediğin gibi gerçekten çok derin mevzular ama çok güzel yazmışsın. Katılmamak, onaylamamak elde değil. Kalemine, emeğine, ruhuna sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler. Kimseyi kırıp gücendirmeden kendi hissimi anlatmak tek isteğim o yüzden içimden geldiği gibi yazdım gitti :)

      Sil
  2. gandhi yi getirdin aklımaaa sona doğruuu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gandhi'nin bazı sözlerini severim. Belki de Ruh'tan duymuştur o sözleri ;)

      Sil
  3. "... ibadetlerin özündeki amacın güzel erdemler olduğuna inanıyorum. Yardımlaşma gibi, maneviyata yönelme gibi."

    Tam da bu işte. İbadetin özü, amacı bence de böyle. Bu amaçla yapana saygım sonsuz. Yoksa ne 5 vakit yat kalkla ne de ele güne ayıp olmasın, bir kurban kesmediler denmesin diye kesilen koyunla, inekle, deveyle ibadet olmaz bence. İlla ibadetten söz edeceksek hakkıyla edilen içten bir dua ya da iyiliğe yönelik bir niyet en büyük ibadet olabilir bence ki duayı edenin / iyi niyet besleyenin Müslüman olmasının da ön şart olduğunu sanmıyorum asla. Herkesin inancı kendisine; herkes kendi yolunu, yöntemini seçmekte ve anlatmakta özgür tabi ki. Dediğiniz gibi konuşabilmek, fikirlerimizi ifade edebilmek çok güzel.

    YanıtlaSil
  4. Öncelikle Evgeny Grinko'nun klibi konuyla tam örtüştüğünü söyleyebilirim. Oradaki insan figürünün varoluşun nedenlerini ararken içine düştüğü çaresizliği hissettim.
    Konuya girmeden önce de, yazınızdaki naifliği, samimiyeti, kimseye inancınızı empoze etmek gibi bir çaba içine girmediğinizi ve sizinle aynı fikri taşımayanlara karşı hassasiyetinizi tadir ettim. Korkarım ki her ne kadar aynı hassasiyetlere sahip olsam da meramımı anlatmada ben sizin derecenizde o zerafeti gösterecek kadar kabiliyetli değilim.
    Yazdıklarınızı dikkatle okudum. Çok küçük yaşlardan itibaren yaz tatillerinde ben de gittim kuran kurslarına. Arapça kuran okumayı on yaşında öğrendim, uzun yıllar uzak kaldığım kuran'ı Arapçasından hâlâ okuyabilirim. Çocukluğumda daha kısaydı insan hayatı. Özellikle erkekler emekli olana kadar her haltı yerler, ellili yaşlarda emekli olunca birden hidayete erip kendilerini dine adayıp ibadetlerini eksik etmezlerdi. En fazla on bilemedin on beş yıl sonra terkederlerdi dünyayı. Bu yüzden camilerdeki yaş ortalaması ellinin üzerindeydi. Ben o ihtiyarların arasında onların dini konularda anlattığı kıssalaŕla geçirdim çocukluğumu. Camiden arkadaşım! mahallemizin bakkalı Rüstem Efendi, "Selâmün Aleyküm" demediğimde sokmazdı beni dükkândan içeri. Hepsi severlerdi beni, takdir ve gittiğim yolda teşvik ederlerdi.
    Korkardım o dönemde çarpılmaktan. Dini, inandıklarını sorgulamak ne kelime, aklıma gelse bile bir takım sorular, zihnimden kovalar günâha girip cezalandırılmaktan korkardım. Öyle böyle degil yani, Allah'ın gücüne gidecek bir şey geçirsem aklımdan ellerimle yüzümü kontrol eder, hâlâ çarpılmadığını görünce tövbe üstüne tövbe ederdim. Gidip sonra aynaya bakar, yüzümü inceler, eğer bir düzensizlik görmezsem, Allah dualarımı, tövbelerimi kabul etti derdim.
    Liseye giderken bir arkadaşımın dini konularda ve peygamberimiz hakkında ileri geri sözler sarfetmesi beni şoka uğratmıştı. Dikkatlice yüzüne bakmıştım ertesi günü. Yüzünde bir değişiklik yoktu, yamulmamış, çarpılmamiştı. Oysa onun çarpılması gerekiyordu bana anlatılanlara göre. İkinci bir şoktu benim için bu durum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizden farklı olarak benim bir şansım çok yakınımda körü körüne inanmak yerine sorgulayan ve yanlışları ayıklayıp içindeki doğrularla devam eden inançlı kişiler vardı. "Sen bakma o safsatalara, içimdeki sese kulak ver, doğrudan şaşmadıkça hiç bir ateş dokunmaz sana. Allah'tan korkma, onu yanlış anlayıp onu kırmaktan sakın sadece" anlayışı hakimdi bizde. Yani Allah gözünde ateş elinde yaba olan bir zebellah değil, gönlü büyük şefkatli bir büyüğümüz gibi öğretildi. Yani ibadetini yerine getirmezse cehennemde yanarsın, sorgularsan çarpılırsın falan denmedi bana hiç. İçinden geliyorsa, geldiği şekliyle, geldiği kadar yap kızım manasında öğretti anneannem bana. Kendi isteğimle başlayıp yine kendi isteğimle bıraktım her şeyi. Çünkü sizin dediğiniz gibi aradığımla o kitaplarda yazanlar aynı şey değil. Ama bozulmuş olanı görmeyip orada takılı kalanlara derdimi anlatabileceğimi sanmıyorum. İlla ki beni çürütmeye çalışacaklar anlamak yerine. O yüzden hiç girmem tartışmaya :)

      Sil
    2. Haklısınız, korkutmak yerine şrvkat göstermek, sevmeyi teşvik etmek çok daha iyi olurdu.

      Sil
  5. Ramazanda oruç tutmaya, akşamları bir arkadaşımla birlikte teravih namazı kılmak için cami cami dolaşmaya, oralarda vaazları huşû içinde dinlemeye, fırsat buldukca Arapça hatim indirmeye, yasin okumaya devam ettim liseyi bitirene kadar.
    Orhan Veli'yi güzel havaların mahvettiği gibi ODTÜ de benim inanç dünyamı mahvetti. Yani sizden çok daha sonra sorgulamaya başladım dini, inançlarımı, yurt yatakhanelerindeki arkadaş sohbetlerinde.
    Hayat Yolu koşularında attım üzerimden taşıyamaz hale geldiğim dinsel inançlarımı. Bu sayede kurtardım kâinatın sahibini. Sizin benden çok daha küçük yaştaki kendinize sorular zihnimi allak bullak etti. Aldatılmışlık hissine kapıldım. Niçin bize anlamadığımız bir dille ibadet yaptırılıyor? Bir benzeri olmayan kutsal kitabımızda kölelik, cariyelik nasıl normal görülüyor, kısas, şiddet, cinsler arasında eşitsizlik, kadına bakış açısı gibi mevzular yerin ve göğün sahibi bir tanrının sözleri nasıl olabilir?
    Burada bir parantez açayım. Yazdıklarım tamamen kendi düşüncelerim. Benim de aynı sizin gibi başkalarını rencide etmek gibi bir niyetim yok. Diğer inanç sahiplerine saygılı mıyım? Eğer inançlarında iki yüzlü değillerse evet. Ama dindarım deyip kendilerini ve başkalarını kandıran, dini siyasi, ticari veya herhangi bir menfaatleri için kullananlara hayır. Çok yakınlarımdan biri namaza durduğumda aklıma her türlü şeytanlık geliyor derdi. Beş vakit namaz kılan, orucunu tutan ve bil cümle müslümanlığın bütün gereklerini eksiksiz yerine getiren biriydi. Geçenlerde hac görevini de yerine getirdi. Gel gör ki, iş yerinde mobbing, hırsızlık, yalan, rüşvet, vehasılı akla gelen her türlü kötülüğü yapan böyle birinin inancına nasıl saygı gösterebilirim. Ya da saçının bir telini nazarimdan kaçırıp bilmem neresini cömertçe sergileyenlere ne demeli?
    Evet, uzun yıllar o ruhla, ilahi enerjiyle, yaratıcıyla (her ne ise adı sizin dediğiniz olsun) baş başa kaldım. Bütün çabam ona ulaşmak, ona nedir senin amacın diye sormak. Ya da madem bir parçasıyız onun, kendimize, birbirimize sormak, birbirimizden öğrenmek. Biliyorum bunun boşuna bir çaba olduğunu. Ama yine de vazgeçemiyorum bu sevdadan.

    YanıtlaSil
  6. Uzun bir yazı, karakter sınırını aşmam nedeniyle bolmek zorunda kaldım.Yazdıktan sonra kontrol amacıyla bir kez okumadım, hatalar olabilir, affola:)

    YanıtlaSil
  7. Bizim ailede 1 müslüman, 1 hıristiyan, 2 de ateist var. Geniş ailede müslüman tarafın iki kuşak öncesinde yine hıristiyanlar, karşı tarafta ise hıristiyanlar arasında katolik ya da protestan bölünmeler var. Ben Kuran'ı da diğer tek tanrılı dinlerin kitaplarını da merakla okudum, hala da okuyorum. Allah'a inanıyorum ama işim düştüğünde değil, senin yatsı namazındaki hislerinle inanıyorum. Hıristiyan kısımla konuşunca bakıyorum aynı şeye inanıyoruz sadece inancımızı gösterme şeklimiz farklı. Ha yok mudur iki tarafta da Hz.İsa'yı tanrıya eş tutan ya da başın bağlı olmazsa cehennemde yanarsın diyenler de var ama genel olarak bakıyorum herkesin ortak noktası; inancı aslında merhamet ve sevgide birleşiyor.. O nedenle dinler konusunda kafam çok karışık değil artık. İsrail'de ağlama duvarında bir müslüman olarak hüngür hüngür ağlayabilirim, kiliselerde oturup düşünebilir, ilahilere katılabilirim ya da camide kendi dilimden türkçe duamı okur, bir köşede düşünebilirim. Bunu kafa karışıklığı olarak görmüyorum, bilakis, benim için inanç böyle bir şey; düşünmek, düşünerek inanmak. Tabii ki başkasının inancına saygılıyım, orucunu tutanın önüne geçip su içmem, ileri geri konuşup sorgulamam, sırf başörtüsü var diye o insanı kategori içine atmam. Ama kimseyle din konusunu da tartışmam, ancak sorulursa kendi inancımı anlatırım, tartışırım, fikir alışverişi yaparım, yanlış bilinen bir şey varsa kanıtını göstererek düzeltirim en çok.. Ama üstelemem. Çünkü bence de inanç, insanın içinde ve sadece inandığı şeyle kendisi arasında..
    Ölümden sonra bir hayat var mı emin değilim. Ama varsa da sanırım bizim algımızın ötesinde bir şey olsa gerek..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Denize Bakan Ev,
      İşte püf noktası bu düşünerek inanmak, yani tefekkür etmek. Düşününce bazı yollar kapanır, yenileri açılır. İnanmak isterken neye inandığımı bilmek, onu tanımak istiyorum. Sapık bir takım düşünceleri, dini menfaatlerine alet edenleri bir tarafa bırakırsak, gerçek manada olayı özümsemiş sizler gibi kişilerden faydalanmak istiyorum.
      Konu inancınızı sorgulamak veya onu eleştirmek değil, bu haddim de değil zaten. Dua edelim, edelim de nasıl, nasıl bir varlığa, neden, ihtiyacı mı var buna? Neden varız, amacımız ne olmanın? Sadece vicdanımızın sesini dinlesek, bir insan olarak iyi olamaz mıyız? Nedir başka dinlerin rolü? O büyük ilâhi güç niçin göz yumuyor adaletsizliğe, şiddete, kaosa? Ruh mudur o güç sahibi, Mrs Kedi'nin dediği gibi, içimizdeki ses mi, hepimiz o büyük gücün parçaları mıyız? O mu buluşturdu bizi, bunları konuşmak için. Bütün radarlarım açık, inanmak bu bilinmezlik içinde bir çare belki ama kalben inanmak, göstermelik değil, cennet için hiç değil.

      Sil
    2. Denize Bakan Ev'im, canım, candan ötem, tam senin anlattığın şeyler işte benim de içimden geçenler <3

      Mr. Kaplan,
      Sizinle aynı soruları sordum zamanında. Aldığım cevapları sizle seve seve paylaşırım ama sizi tatmin etmez bendeki cevaplar. Siz kendiniz sorup kendiniz almalısınız cevapları. Ama şu kadarını söyleyeyim ki neden göz yumuyor diye isyan ettiğimiz noktada karşımıza çıkan soru: "İzin vermezse insanın özgür iradesinden söz etmek mümkün olur mu?" Yaratıcı kötü olan hiçbir şeye göz yummayıp tüm kötülüklere engel olsa hangimiz özgür iradeden söz edebiliriz? Şöyle düşünün: bir bahçenin yanından geçiyorsunuz; çok güzel elmalar/şeftaliler/çilekler var o bahçede. Siz bir tane almayı/çalmayı düşündünüz; elinizi attınız ama o da ne alamıyorsunuz! Çünkü o ilahi yaratıcı izin vermiyor. E nerede şimdi özgür irade? Siz kendi kararınızı veremiyor, kendi savaşınızı kazanamıyorsanız yaşamanın anlamı ne? Her şey baştan belli olsa bu oyuna ne gerek olur ki? Seçimler bize ait, hayatı öyle ya da böyle biz yazıyoruz. Evet hepimiz kendi seçmediğimiz bir yerde, seçim hakkımızın olmadığı koşullarda dünyaya geliyoruz ama ondan sonrası için tercihlerimiz bize kalmış. Kime kulak verip neyi seçeceğimiz bizim elimizde. Yani madem o kadar güçlü neden engel olmuyor deyip tüm sorumluluğu O'na yıkmak da çok mantıklı değil kanımca. Her şeye O engel olacak ya da tüm kararları O alacaksa bizi niye yaratsın ki en başında? Dedim ya benim cevaplarım sizi tatmin etmeyecektir muhtemelen. Ama belki içinizdeki sese kulak vermeye bir parça ikna ederim sizi :) Ben kendimi toplayıp soru sormaya cesaret ettiğim zaman içten içe cevabı zaten bildiğimi fark ediyorum. Epeydir soru sormuyor oluşuma rağmen, ne zaman o kapıyı çalsam sorgusuz sualsiz içeri buyur edileceğimi biliyorum. Belki de bu yüzden hep erteleyebiliyorum bazı soruları sormayı. Kim ne der, kim ne düşünür bilmiyorum ama ben sorularımın cevaplarını başka yerde değil hep kendi içimde arayıp buluyorum. Bence siz de o noktadasınız ama cevapları duyasınız yok pek :) Dini yanlış yorumlayanları, kitapları yanlış tercüme edenleri, geçmişte kalmış, o zaman için belli bir düzen sağlamayı amaçlayan öğretileri ciddiye alanları örnek gösterip içimizde olandan vazgeçmek doğru değil. Belki konuştukça daha duyulur olur bazı sesler. Bahsettiğim dine , imana dönmek değil. Ben şu saatten sonra ilahi dinleri ve kitapları en baştan keşfedip onlara göre yaşayamam ama içimdeki sesten asla tamamen vazgeçmeyeceğimi biliyorum. Eninde sonunda durup dinleyeceğim şey o ses işte :) Ama o sesi dinleme zamanı konusunda sıkıntı yaşıyorum inkar edemem.

      Sil
  8. Değerli Mrs Kedi, sizi pekala anlıyorum. Mantıken olması gereken de o zaten. Eğer hesap sorulacaksa özgür irade karşılığını buluyor. Fakat o vakit kader konusu gündeme gelmiyor mu? Özgür iradeyle ilgili söyledikleriniz kader konusuyla çelişmiyor mu?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mr. Kaplan, bu yorumu 5. kez yazıyorum :( her defasında tam sonunda bir şey oluyor ve tüm yorumum uçuyor. Umarım bu kez öyle olmaz.

      Kader bir kelime, "kader"i bulan insan, tanımını yazan yine insan. Peki o kaderi belirleyen kim? Ben içine doğduğumuz, yani dünyaya geldiğimiz koşullar dışında değiştirilemeyecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Nerede, nasıl, ne zaman dünyaya geldiğimize karar veremiyoruz ama hayatın akışı içinde geri her şeyin değiştirilebileceğine inanıyorum. Yani bence kader kurbanı değil de tercihlerimizin kurbanıyız. Ama... Evet kocaman bir AMA var! Benim de cevap bulamadığım, bulsam da o cevaplardan tatmin olmadığım bazı sorular var. Çocuk ölümleri, hastalıklar, sakatlıklar, zihinsel rahatsızlıklar gibi... Bunlar kimsenin özgür iradesi ile seçtiği ya da birilerinin özgür iradesi ile aşabileceği sorunlar değil. Öyleyse bile henüz o yollar çözülemedi kimse tarafından. İşte bu noktada "Nerede kaldı adalet, merhamet, şefkat, yücelik...?" diyorum ben de tabi ki. Ama dedim ya henüz gözümü kulağımı dört açıp dinlemiyorum. Dinlesem belki bir açıklaması vardır. Sadece şunu duyuyorum şimdilik: "Bir dünya düşünün içinde kötülük, hastalık, sakatlık, hatta ölümler bile yok! Her şey tıkır tıkır işliyor, açlık yok, kavgalar yok, sıkıntı yok. Peki ne var? Hep iyilik mi? E o dünyada tüm bu kurallar en başından belliyse özgür irade yok zaten. Özgür iradenin olmadığı bir yerde de "iyi" - "kötü" kavramından söz etmenin anlamı yok.

      Maalesef henüz tüm cevaplar yok elimde ama "Kader utansın" demeyeceğim :D Öğrenmek, anlamaya çalışmak, sorgulamak bizim elimizde :) Belki bir gün ya doğru cevapları ya da iç huzurumuzu buluruz :)

      Sil
    2. Kader konusu oturdu yerine:) "AMA" konuları müphem. Umarım en kısa zamanda gözünü kulağını açıp dinlersin onu. Söyledikleri seni ikna ederse beni de ikna eder, birleşir düşüncelerimiz. Özgür irade faslında anlaşmıştık. Lakin sakat doğan bir çocuk, Afrikada açlık çeken bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmek, umarsız hastalıklar ya da en basitinden her şey tıkırındayken yolda yürürken başınıza taş düşmesi. Özgür iradenin altından kalkacağı işler olmamalı. Anladığım kadarıyla bunun cevabı sizde de yok. Neyse sizi fazla üzmeyeyim. Yorumu beş kez yazmak zorunda kalmanız da belki bir işaret:)

      Sil
    3. "... sakat doğan bir çocuk, Afrikada açlık çeken bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmek, umarsız hastalıklar ya da en basitinden her şey tıkırındayken yolda yürürken başınıza taş düşmesi. Özgür iradenin altından kalkacağı işler olmamalı"

      İnanır mısınız bilmem ama demiştim ya 5 kez yazdım silindi diye. O yazdıklarımdan birinde bu cümlenin neredeyse aynısını yazmıştım. Bu soruya cevap arayacağım. Bulunca ilk iş anlatmak için sizdeyim Mr. Kaplan :)

      Sil
    4. Size minnettar olurum bunu yaparsanız, Mrs Kedi:)

      Sil
  9. İçsel konular. Bu tip düşünceler yalnızca kişiyi bağlamalı zorlama olmaz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle. Hepimiz başkasına zarar vermemek ve farklı inançlara/fikirlere saygı duymak kaydıyla kendi içimizden geldiği gibi davranmakta özgür olmalıyız. Zorla güzellik olmaz diye boşuna denmemiş.

      Sil

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...