Bir fincan kahve umduğumuzdan çok daha iyi gelir bazen.
Cuma, Ocak 29, 2021
Pazartesi, Ocak 25, 2021
Kalkanları İndirip Yere Yığılınca Elini Uzatan Hayat
Dün çelme takıp düşüren hayat, bugün elini uzatıp "Hadi kalk, daha bitiş düdüğü çalmadı. Hem bak o kadar yanlışın içinde doğru yaptığın bi'şeyler de var işte!" diyor sanki.
Arya ile şöyle yanyana oturup kitap okumak... Hayal gibi ama gerçek :)
Annelik bir günü bir gününü tutmayan çok engebeli bir yolda çok acayip bir serüven. Çoğu zaman çok zor ama kısacık anlar var ki ne olursa olsun ayağa kalkıp yola devam etmek zorunda olduğunu hatırlatıyor insana. Tünelin ucunda ışık bir görünüp bir yok oluyor. Umarım sadece bir göz yanılması değildir :p
Keşke...
Arya uyuyor, ben onu izliyorum.
Keşke sadece gerçekten hak edenler anne-baba olsa...
Hak etmediğim şeylerin ve hakkını veremediğim ünvanların - "anne"lik bunlardan sadece biri- ağırlığıyla eziliyorum. Teselli bulacağım mucizevi bir karşılık yok maalesef. Bazen sadece öylesine yazıyorum işte.
Pazar, Ocak 24, 2021
Gelenin Gideni Arattığı Yıllar
Corona olmasaydı neler yapılırdı şu tatilde...
Siz neler yapıyor olacaktınız Corona olmasaydı?
Mevcut koşullarda neler yapıyorsunuz evde?
Perşembe, Ocak 21, 2021
Keçinin İstemediği Ot
Salı, Ocak 19, 2021
Evlilik ve Radyo Tiyatrosu
Uzun süreli ilişkilerin rutinleri bellidir. Ara sıra yapılan sürprizlerin bile aslında belli bir düzeni olduğunu fark edersiniz büyük resme bakmayı bilirseniz. İki taraf da birbirinin zevklerini, alışkanlıklarını bilir; ortak alanlar bellidir. Birlikte yapılan aktiviteler vardır, bir de ayrı ayrı yapılanlar.
15 yıllık ilişkimizde Evrim'le o kadar çok şey paylaştık ki... Artık birbirimizi oldukça iyi tanıyor, neyi sevip neyi sevmediğimizi biliyoruz. Aktivitelerimizi buna göre planlıyoruz. Ama bu hafta ortak hayatımıza bir yenilik(?!) girdi :))
Daha önce radyo tiyatrosu sevdiğimi anlatmıştım; farklı bir yazımda da Agatha Christie sevdiğimden bahsetmiştim. Geçen akşam gitar çalışmak için YouTube'ta video ararken şans eseri karşıma Agatha Christie'in "Beklenmeyen Misafir" hikayesinin radyo tiyatrosu kaydı çıktı. Evrim de duyunca merak etti ve açıp dinleyelim dedi. O gece heyecanla dinleyip bitirdik. Sonra ertesi sabah başka bir Agatha Christie öyküsü olan Katil Kim'i dinledik. Bu sabah da "Porsuk Ağacı" hikayesini dinledik. Böylece birlikte yapmayı sevdiğimiz, bizim için yeni, dünya içinse biraz eski bir hobi edinmiş olduk :)
Linkleri şuraya bırakayım. Belki sizin de ilginizi çeker :)
Agatha Christie'in dedektiflik hikayelerini severim ama radyo tiyatrosu bana göre değil derseniz, sizin için başka bir tavsiyem var: 1989 - 2013 yılları arasında yayınlanan, toplamda 13 sezon ve 70 bölümden oluşan Hercule Pairot dizisi. İnternette arayarak bölümlerine ulaşabilirsiniz. Görüntü kalitesi kötü olur diye düşünmeyin, görüntü umduğunuzdan çok iyi :)
Pazar, Ocak 17, 2021
Kusuru açıkta işleyip özrü kuytuda dileyenler...
Cuma, Ocak 15, 2021
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli...
O kadar güzel ki Nazım şiirleri... Hangisini seçip paylaşayım bilemiyorum.
Hasret
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekliyor beni
bir şehirde bir kadın.
Aynı, daldaydık, aynı daldaydık
Aynı daldan düştük ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüzyıllık.
...
Seni Düşünmek
“Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum…”
...
Seviyorum Seni
Seviyorum seni
denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
Seviyorum seni
‘Yaşıyoruz çok şükür!’ der gibi.
...
Kar Kesti Yolu
Kar kesti yolu
sen yoktun
oturdum karşına dizüstü
seyrettim yüzünü
gözlerim kapalı
Gemiler geçmiyor
uçaklar uçmuyor
sen yoktun
karşında duvara dayanmıştım
konuştum, konuştum, konuştum
ağzımı açmadan
Sen yoktun
ellerimle dokundum sana,
ellerim yüzümdeydi
...
Yine Sana Dair
Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
Ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin.
Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
Fakat asla ümitsizliği değil…
...
Tahir’le Zühre Meselesi
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
...
Yaşamaya Dair
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Perşembe, Ocak 14, 2021
Hayat ve Hayati Kaptan - 15. Bölüm
Mutfak tezgahıyla masa arasında, o daracık alanda ne kadar süre birbirlerine kenetlenmiş olarak kaldılar bilmiyordu Hayati Kaptan ama sonunda kendine hakim olup ayrıldı Hayat'tan.
- Özür dilerim. Ben... Ben hislerime hakim olamadım Hayat.
Hayat bir an karşısında duran adamın gözlerine baktı ve hıçkırıklara boğularak tüm benliğiyle aşık olduğu adamın göğsüne gömdü başını. Hayati Kaptan onu nasıl teselli edeceğini bilmiyordu. Bir eliyle sıkıca sarılırken diğer eliyle Hayat'ın saçlarını okşuyordu. Bir süre sonra Hayat'ın yüzünü ellerinin arasına alarak gözyaşlarını sildi.
- Lütfen daha fazla harap etme kendini. Gel biraz otur, lütfen.
Hayati Kaptan, Hayat'ın elini tutup onu salona götürdü. Birlikte kanepeye oturdular. Hayat ne yapacağını, ne diyeceğini, elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Hayati Kaptan, Hayat'ı kendine çekti, Hayat başını Hayati Kaptan'ın göğsüne koyup usul usul ağlamaya devam etti.
- Hislerimizin karşılıklı olması ne acı!
- Göz göze geldiğimiz o ilk anı, o hisleri... Hepsini silip atmak için o kadar çok mücadele ettim ki... Başaramadım.
- Ben de gecelerce zihnimde kavga ettim kendimle Hayat. "Olacak iş değil, delirme, kendine gel Hayati!" dedim ama nafile! Deliliğim öyle bir boyuta geldi ki kendimi Ada'ya taşınırken buldum. Sonrasını az çok biliyorsun. Başlarda sadece seni her gün uzaktan da olsa görebilmek yeter sanmıştım ama... Seni Rıfat'la gördükçe kendime hakim olamaz hale geldim. Biliyorum buna hakkım yok.
- Rıfat'la aramızda düşündüğünüz gibi bir şey yok. Yalan söylemeyeceğim size. Bana karşı hisleri olduğunu, benimle evlenmek istediğini söyledi Rıfat. Ama ben Rıfat'a şimdiye dek arkadaşlıktan öte bir şey hissetmedim. Rıfat'ı seviyorum evet ama aynı değil hislerimiz.
- Bunu duymak beni öyle mesut etti ki... Bu bencilliğimi affet lütfen.
- Hayır bencillik değil. Anlayabiliyorum. Benim durumumsa sizinkinden çok daha zor.
Söyleyecek çok söz, konuşulacak çok şey vardı. Hayat ve Hayati Kaptan uzun zamandır kalplerinde tuttukları, kendilerine bile itiraf edemedikleri hisleri birbirlerine açmış olmanın verdiği rahatlamayla uzun uzun konuştular kanepede. Hayati Kaptan Hayat'ın saçlarını okşuyor, yüzünü ellerinin arasına alıyor, öpüyor, sonra tekrar göğsünde teselli etmeye çalışıyordu sevdiği kadını.
Saatler geçmiş, gün ağarmaya başlamıştı. Uykusuz iki aşık günün ilk ışıklarıyla oldukları yerde uyuyakaldılar sarmaş dolaş. Kanepenin tüm rahatsızlığına rağmen karşılaştıkları günden beri ilk kez bu kadar huzurla uyumuştu ikisi de. Uyandıklarında dün gece içine düştükleri masaldan çıkıp gerçek dünyaya dönmek zorunda olmalarınım ağırlığı çökmüştü ikisine de. Hayati Kaptan birden Hayat'ın ellerini yakaladı:
- Hayattan bir gece çaldık. Neden bir gün daha çalmayalım? İzin alabilir misin iş yerinden?
- Şey... Alabilirim ama...
- Bir gün! Ben şimdi vapur iskelesine gidip döneyim. Sen de iş yerinden izin al. 1 saat sonra görüşürüz.
Hayati Kaptan, Hayat'ın karşı çıkmasına fırsat vermeden hızlıca evden ayrıldı. Şanslarına hava koşulları hala vapur seferlerine izin vermeyecek kadar kötüydü. Hayati Kaptan iskeleye gidip evi aradı.
- Yasemin ben iyiyim. İskeledeyim ancak seferler hala yapılamıyor. Akşama hava düzelirse ne alâ! Düzelmezse yine gelemeyeceğim, beni merak etme. Sen ve çocuklar iyisiniz değil mi?
- Biz iyiyiz hayatım ama sen ne yapacaksın? Nerde kalacaksın?
- Beni merak etme. Bakıyorum ben başımın çaresine. Hadi Allah'a emanet olun!
Telefonu kapatırken bir yanı içimden taşan coşkuya kapılıp gitmek istiyor, diğer yanı dalga dalga büyüyen bir vicdan azabıyla boğuşuyordu. Aynı dakikalarda Hayat, iş yerini arayıp o gün için izin almıştı.
Sonunda Hayati Bey, eve döndü. Zil çalınca Hayat da içindeki çocuksu sevince kapılıp gitmekle vicdan azabına yenik düşmek arasında gidip geldi. Sonra ikisi de aynı anda içlerinden "Bir gün! Hayattan çalacağımız bir güncük!" diyerek bıraktılar kendilerini duygularının seline.
*Şarkı biraz fazla dramatik oldu galiba. Aslında başka bir şarkıyı not almıştım bu bölüm için bulamadım notumu, aklıma da gelmiyor hangi şarkı olduğu :( Hatırlasam ekleyeceğim o şarkıyı da.
Saracak yer arıyorum
O kadar çok sıkıldım ki... Offff...
Evde olmaktan, okula gidememekten...
Blogtan bloga gidip yorum bırakıyorum. Telefon elimde cevap bekliyorum ki yenisini yazayım. Sıkıntıdan çıldırmak üzereyim. Kendimi nereye vurayım, neye sarayım bilmiyorum :(
Blogunuzda her şeyi okuyup yorum bırakan bir deli görürseniz korkmayın, zararsızım. Yani galiba emin de değilim pek...
Cidden çok bunaldım! Anlatılır boyutta değil :(
Salı, Ocak 12, 2021
Pazar, Ocak 10, 2021
Çocukluk Çağının Sonu - *Revize
Cumartesi, Ocak 09, 2021
Sevgilim...
Cuma, Ocak 08, 2021
Algıda Seçicilik
İngilizce'de bir kelime belirli bir context içinde net bir anlam kazanır. Yani tek başına bir çok anlamı olan kelimelerin bir parçada ya da cümlede ne anlamda kullanıldığını anlamak için söz konusu metne bütün olarak bakmak gerekir. Mesela "miss" kelimesi otobüs kelimesi ile birlikte kullanılırsa yani eğer "She missed the bus." dersek "Otobüsü kaçırdı." demiş oluruz. Ama aynı kelimeyi kullanarak "She missed him so much" dersek "Onu çok özledi." demiş oluruz. "run" kelimesi de kullanıldığı cümleye göre farklı anlamlar taşır. "She wanna run. " cümlesi duruma göre "Koşmak istiyor." ya da "Kaçmak istiyor." anlamına gelebilir. Bu durumda sadece cümleye bakmak yetmez, tam anlama ulaşmak için öncesine-sonrasına bakmak gerekir.
Birden fazla anlama gelen bazı İngilizce kelimeleri sevdiğimden daha önce de bahsetmiştim. Önceki yazılarımda bahsettiğim "Fall" kelimesinin her anlamını ayrı ayrı seviyorken "Love" kelimesine gelince hissiyatım biraz değişiyor çünkü sözlükteki anlamı "aşk, sevgi", "birini sevmek, birine aşık olmak" diye geçiyor. Aşk ve sevginin birbirinden farklı şeyler olduğunu bile bile bir kelimenin her iki anlamı da taşıması birazcık rahatsız ediyor beni. Şimdi eminim "Aşk"ın içinde sevgi de vardır diyeceksiniz ama işte cıks, içime sinmiyor. İngilizlerin de çok umrumda olur ya benim içime sinip sinmemesi :)))))
Neyse :D
Gerçi "Sana aşık oldum" demek için genelde "I fall in love with you" ifadesi kullanılıyor ki en sevdiğim cümlelerden biri olabilir sanırım. Bu ifadede geçen fall düşmek anlamını taşıyor, "Fall in love" yani "Aşka düşmek". İngilizce'yle tanıştığım gün aşka düşmüştüm ben de :) Benimkisi ilk görüşte aşk anlayacağınız.
İngilizce aşkım öğretmenlikteki en büyük sınavım. Ben ilk görüşte aşık olmuşken başkalarının İngilizceyi sevmemesini, öğrenmek istemeyişini ya da çok zor olduğunu söylemesini anlamakta çok zorlanıyorum. Kendi sevmediğim derslerle bağdaştırmaya çalışıp empati yapayım diyorum ama şimdi fizikle de İngilizce'nin ne alakası var canım? :D
Peki ya siz? Var mı böyle anlamına taktığınız kelimeler?
Perşembe, Ocak 07, 2021
Yok böyle lezzet!
Arya kurabiye yapmayı çok seviyor ama ben bu konuda çok beceriksizim. Mutfakta kendime hiç güvenmediğim 3 şey var: Poğaça, kurabiye ve Türk kahvesi.
Sabah arkadaşlarıma limonlu kek yaparken Arya gelip kurabiye yapalım deyince o kadar uğraşcaz bari güzel bir kurabiye yapalım diye internette birkaç farklı tarife ve videoya baktım. Aşağıdaki video çok samimi geldi ve hadi bir deneyelim dedim. Videodaki her şeyi neredeyse birebir yaptım ve sonuç çok başarılı :) Farklı yaptığım tek şey hamuru dolapta daha uzun süre bekletmekti. O da canlı dersim olduğu için mecburen oldu :D
Malzemeler karışınca oluşan hamur başta çok cıvık gibi oluyor ama dolapta kendini topluyor. Yani hamur cıvık kaldı deyip fazladan un eklemeyin. Bir diğer önemli nokta kesinlikle 11-12 dk'dan fazla fırında bırakmayın. Videonın sahibinin de dediği gibi çıkınca pişmeye devam ediyor ve tam kıvamını buluyor kurabiyeler :)
2 tepside pişirdim ve 24 adet kurabiye çıktı. Teneke kutuya koydum bayatlamasın diye ama zaten bayatlamaya kalmadan biteceği kesin :))))
Çarşamba, Ocak 06, 2021
Tarihe Adını Yazdıran Kadınlar
Bu sabah okul müdürümüz ortaokul öğrencileri için düzenlenen bir yarışmanın bilgisini paylaştı okul grubumuzda: "Nakiye Elgün Öykü Yarışması"
Kimmiş acaba diye merak edip araştırdım ve iyi ki de öyle yapmışım çünkü Nakiye Hanım çok ilginç biriymiş. Osmanlı döneminden başlayarak Cumhuriyet sonrasında da kız çocuklarının eğitiminin yaygınlaşması için çalışmış çok önemli bir eğitimci ve ilk kadın milletvekillerimizden biriymiş. Daha önce adını duymamış olmama hem şaşırdım hem de üzüldüm. Nakiye Hanım'dan sonra araştırmaya devam ettim ve Cumhuriyet tarihimizde bir çok alanda öncülük eden birbirinden değerli kadınlara ulaştım. Bazılarından burada bahsetmek istiyorum. Mesela ilk "il belediye başkanı" olan Müfide İlhan da Nakiye Hanım gibi çok değerli bir eğitimci. İlk kadın "belde belediye başkanı" olan Sadiye Hanım ise şu an yaşadığım şehirden biri. Sadiye Hanım, 1930 yılında Artvin ili, Yusufeli ilçesinin Kılıçkaya beldesinde seçilmiş başkanlığa. Düşünün ki kadınların seçme seçilme hakkının olmadığı bir yerde aday olan ve seçilen ilk kadınsınız! Nasıl bir başarı, nasıl bir kıvanç!
Belki de belediye başkanlarından önce bahsetmem gereken biri Türkiye'nin ilk kadın köy muhtarı Satı Kadın. Satı Kadın'ı, Atatürk'ün doğum tarihini sorması üzerine 19 Mayıs 1919 diyen kadın olarak hatırlayabilirsiniz belki de. Kendisi daha sonra Atatürk'ün tavsiyesi üzerine milletvekilliğine aday olup meclise giren ilk kadın milletvekillerimizden bir başkası.
Tüm bu tarihimiz için çok önemli kadınları araştırırken aklıma gelen Türkiye Cumhuriyet'in ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu'ndan bahsetmeden geçmemek gerek. Süreyya Ağaoğlu, İstanbul Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1921 yılında, hukuk eğitimi görmek için Darülfünun'a başvurmuş. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başvuran ilk kız öğrenci olarak fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü rol oynamış ve 1925'te bu fakülteden mezun olduktan sonra 5 Aralık 1927'de Ankara Barosu'na kaydolmuş ve 1928'de serbest avukatlık ruhsatını alarak, “Türkiye'nin ilk kadın avukatı” unvanının sahibi olmuş.
Süreyya Ağaoğlu'nu da yine Atatürk'le olan bir anısından hatırlıyor olabilirsiniz. Süreyya Hanım'ın iş yeri evine uzak ve öğle aralarında arkadaşı Melahat Hanım ile ne yapacaklarını çözemiyorlar. Sonunda Süreya Hanım'ın babasına da danışarak yakınlardaki İstanbul Lokantası'na gidiyor iki arkadaş. Ancak İstanbul Lokantası'nda yemek yiyen bu iki yalnız(?!) kadından rahatsız olanlar onları şikayet ediyor. Süreyya bu durumu ilk fırsatta Mustafa Kemal Atatürk'e anlatıyor. Atatürk hemen ertesi gün Süreyya'yı iş yerinden alıyor ve lokantanın önünde durarak herkesin duyacağı yüksek ve keskin bir tonda “Bu gün Süreyya’yı bize götürüyorum ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.” diyor. O günden sonra kadınlar da rahatça lokantalara gidip yemeklerini yiyebiliyorlar. Ben sanırım okul yıllarımda okumuştum bu anektodu.
Şimdilerde bizim için çok normal olan çoğu şey Cumhuriyet'in ilk yıllarında o kadar sıradışıydı ki! Düşünün senelerce evlere kapatılmış, erkeğin iki adım gerisinden yürümeye mahkum edilmiş kadın artık erkekle yan yana eşit haklara sahip olmaya başlıyor. Tabi ki karşı çıkanlar çok, Atatürk'ün müdahil olduğu ve kadınları öne çıkmak için desteklediği birçok olay var.
Özellikle kız çocuklarımıza beyaz atlı prenslerin gelip prensesleri kurtardığı hikayeler yerine en zor zamanlarda bile dimdik ayakta durup düzene kafa tutarak haklarına sahip çıkan kadınların hikayelerini anlatmalıyız. Konu ilginizi çeker umuduyla aşağıya başka kadınların hikayelerine ulaşacağınız linkler bırakıyorum.
Suat Berk, Fatma Beyhan Nil, Melahat Ruacan, Handan Dalay Kaftancı
Fatma Aliye Topuz'un 17 yaşında evlendirildiğini ve 10 yıl boyunca ancak kocasından gizlice kitap okuyabildiğini öğrendiğimde kendi adıma hissettiğim özgürlüğü ve mutluluğu anlatamam. Düşünsenize 10 yıl boyunca kitaplarınızı saklamak zorunda olduğunuzu!
Ayrıca şu linkten Türkiye'nin Öncü Kadınları Kampanyası kapsamında yapılan illüstrasyonlara ve bilgilere de ulaşabilirsiniz.
Pazartesi, Ocak 04, 2021
Deniz
Denizden gelmişti. Denizin tuzu teninde, mavisi gözlerinde, dalgaları saçlarında saklıydı. Adı yoktu, "Deniz" diyelim sana dediler.
Öylesine hırçın, öylesine deli dolu, öylesine açtı ki yaşamaya... Hatalar yapıyor, kimisinde ders alıyor, kimisini fark etmiyordu bile. Yolun başına sonuna bakmıyor, sadece yol almaya çalışıyordu. Laftan anlamıyor, yaşayarak öğrenmek istiyor; geçtiği yerlerde fırtınalar, yıkık haneler bırakıyordu.
"Elbet dinecek bu fırtına, durulacak bu deniz ama geç olacak" diyordu bilenler. Duymuyordu. Dünyanın tüm denizleri onu çağırıyor, oysa yeni yeni öğrendiği hayata doymak bilmiyordu.
Yıllar geçiyor, Deniz'in mavi gözleri derinleşiyor, karanlıklar yakın, güneşli günler uzak bir hayal oluyordu. Durmak istiyor ama bir türlü durulamıyordu Deniz. Yorgun, kırgın, ama hala dalgalı, hala hırçın...
Sonunda hırçın dalgaların kayalıklara çarpması gibi çarptı hayatın sınırına. Adı Deniz olsa da deniz gibi değildi. Kırıldı. Köpük köpük geri gelmek yerine bin parçaya bölünüp dağıldı dört bir yana. Artık ne teninde tuz, ne gözünde mavi, ne saçında dalgalar vardı. Geriye yanlızca adı kaldı.
Deniz...
...
Denize kızabilir miyiz deniz olduğu için, dalgalandığı için, fırtınalarda nicelerini yuttuğu için? Kızsak ne fayda? Deniz vazgeçebilir mi denizliğinden?
Şimdi diyeceksin ki "Eee? Yoksa sen kendini deniz mi sanıyorsun? Deniz misin? Denizin dengi misin?"
Değilim! Değiliz! Kimse kimsenin dengi, eşiti, aynısı değil. Olmak zorunda da değil. Kendimizi açıklamak, aklamak ya da kimseden saklamak zorunda değiliz. Öyleymişiz gibi hissettirilmesine boyun eğmeyelim.
Ben bugün çok üzüldüm ve ne yapsam, ne desem boş. Çünkü yaşamayan çok istese bile anlayamaz bazen karşısındakini hatta en yakınındakini. Anlatma isteğimi bastıramıyorım ama biliyorum ki anlatsam da anlaşılmayacağım.
Sussam gönül razı değil, konuşsam ne çare...
Pazar, Ocak 03, 2021
Özlem ve Ortaya Karışık Bi'şeyler
Cumartesi, Ocak 02, 2021
Kime Neyi Kanıtlamaya Çalışıyoruz?
Ben bir bağımlıyım!
Sosyal medya bağımlısıyım maalesef. Gözümü açıyorum Instagram, kapatıyorum Instagram. Saatlerce gözümü kırpmadan o foto senin, bu video benim bakıyorum. Bu konuda ciddi ciddi tedaviye ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Üstelik yalnız olmadığıma da eminim.
Peki bu bağımlılığın sebebi ne? Ne arıyoruz Instagram'da? Fotoğraf paylaşınca ne oluyor? Paylaşmazsak eksik mi kalıyor yaşadıklarımız, deneyimlerimiz, aldığımız tatlar? Neyi paylaşıyoruz? Kime, neyi kanıtlamaya, neyi göstermeye çalışıyoruz? Ya başkalarının paylaştıklarına neden bakıyoruz? Can sıkıntısından mı? Arkadaşlarımız nerede, n'apıyor görmek, bilmek için mi? Hiç bilmediğimiz, asla da bilemeyeceğimiz başka başka hayatları röntgenlemek için mi? Paylaştıklarımızı görenlerin/"like"layanların sayısı arttıkça mutluluğumuz katlanıyor mu? Takipçi sayımız neşemize neşe, ömrümüze ömür mü katıyor? Yoksa hepsinden bir parça mı?
Canım Ceren şu yazısında "Neden?" sorusuna 5 ya da 7 kez (sayıyı tam hatırlamıyor) dürüstçe cevap verirsek sorunun kökenine ineceğimizden bahsetmişti. 5 soruya bile gerek yok. Neden ve nasıl bağımlı olduğumu dürüstçe yazayım. Hayatımdaki bazı şeylerin eksikliğini Instagram ile kapatmaya çalışıyorum, can sıkıntımı unutmak için Instagram'a sarılıyorum. Neden fotoğraf paylaştığıma gelince, bazen başkalarını adım adım izlerken ben bir şeyler paylaşmazsam tek taraflı röntgencilik olacak gibi geldiği için paylaşıyorum, bazen de herkes yaşıyor ve paylaşıyor, ben paylaşmazsam yaşamıyormuşum gibi algılanır mı acaba endişesiyle paylaşıyorum. Bazen herkes ne kadar da mutlu görünüyor, ben de mutlu anları paylaşmazsam mutsuzum sanılır mı endişesiyle paylaşıyorum. Kısacası kafamdaki saçma sapan senaryolar, endişeler, hatta belki de korkular yüzünden paylaşıyorum. Aslında kimsenin umurunda bile değil biliyorum. Sizin sebeplerinizi ve tutumunuzu bilmiyorum ama benim Instagram'la olan bağım giderek hastalıklı bir hâl aldı sanırım.
Eskiden canım sıkılınca kitap okurdum, yürüyüşe çıkardım, Evrim'le oyun oynardık ya da bi'şeyler izlerdik. Arkadaşlarım ne yapıyor diye merak edince arar konuşurdum. Yaptığım bir şeyi birileri ile paylaşmak istiyorsam yüz yüze görüşüp konusu açılana dek bekleyebilirdim. Arkadaşlarımızlayken ya da ailemizleyken telefona hiç bakmazdık. Kısacası haberleşmek dışında pek telefon ihtiyacı duymazdık. Sonra bir fotoğraf çekme, her şeyi kayıt altına alma merakı başladı hepimizde. Sanki buluşunca, yemek yapınca, sofra hazırlayınca, bir yere gidince, bir şey alınca, bir şey okuyunca fotoğrafını çekmeyince eksik kalacak bir şeyler. Aslında öyle değil tabi ki ama bugün bir konsere gidip de video paylaşmamak, canlı yayın yapmamak olacak iş değil gibi geliyor birçoğumuza. Ben de her şeyin fotoğrafını çektim, çekiyorum. Umarım bugünden sonra "çekiyordum" diyeceğim.
2021'de daha çok okumak, arkadaşlarımı daha çok görmek/konuşmak, sevdiklerimle yüz yüze daha çok şey paylaşmak istiyorum. Genel değil, kişiye özel anlarımız, anılarımız olsun. Bu yüzden az önce telefonumdan Instagram uygulamasını sildim. Instagram'a bakma isteği duyunca kitap okuyacağım, Arya ile oyun oynayacağım ya da çıkıp koşacağım :) Umarım bu bağımlılıktan kurtulabilirim.
Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...
Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...
-
Ay saçı burma Uzakta durma Gel ay sevgilim Boynunu burma Dağda duman yeri var Kaşta keman yeri var Yarim benden incinmiş ...
-
"Çok güçlüsün. Ben olsam onca şeye dayanamazdım." O kadar çok duydum ki bu cümleleri... Değilim! Dayanmamak gibi bi...
-
Bir önceki yazımda bahsetmiştim mutfak aşkıma geri döndüğümden. Epeydir uzak kalınca hamburger yapmak için düştüm netteki tariflerin peşine ...