Cumartesi, Nisan 30, 2022

Ordan Burdan

Dün'e kadar Blogger'ın mobil uygulaması olduğundan bihaberdim. Öğrenince hemen indirdim şimdi uygulama üzerinden yazıyorum. Aman aman süper değil ama idare eder. 

Dün gece netleşen tatil fiyaskosu yüzünden hâlâ canım sıkkın. Evrim'le yürüyüşe çıktık güya sağlıklı yaşam için ama yarı yolda izin mevzu yüzünden tartışıp ters istikametlerde yürüdük. O sinirle 6km yürüdüm. Eve gelince de diyet listemdeki spor sonrası ara öğün alternatiflerinden birini seçip yedim az önce. 

1/2 muz, 2-3 çilek, 2 yemek kşğ. ince öğütülmüş yulaf ezmesi, 4 yemek kşğ. yoğurt ve birazcık balı karıştırıp afiyetle mideye indirdim. 

Yürümek her koşulda iyi geliyor. Hava bugün kapalı ama bahar, ağaçlardan yayılan çiçek kokularıyla "Ben burdayım!" diyor adeta.


Arya yeni kıyafetlerini denerken çektiğim fotolarını da şuraya bırakayım (Kendisine sorup paylaşmak için izin aldım :) 


Bugün de böyle işte! 

Cuma, Nisan 29, 2022

Kraldan çok kralcılık!

Bizim ülkenin genel sorunu bu: Kraldan çok kralcılık!


(by Selçuk Erdem) 


Evrim her sene Temmuz'un 2. haftası yıllık izin kullanıyordu. Bu yıl vermiyorlar izin. Neymiş? Kimse Temmuz ve Ağustos'ta izin kullanamazmış, Evrim şimdiye kadar nasıl kullanmış, hiç anlayamamışlarmış! Zaten başka da kimse o aylarda kullanmak istemiyormuş. E tamam işte herkes başka zamanda kullanmak istiyorsa bir tek Evrim'in yokluğu ile firma batmaz ya! Ama yok efendim, kural böyleymiş!

Okullar 17 Haziran'da kapanıyor ama öğretmenler 1 Temmuz'a kadar çalışmaya devam ediyor. Sene başında da okul Eylül'ün 2. haftası açılır ama öğretmenler 1 Eylül'de çalışmaya başlar. Yani Evrim Haziran'da ya da Eylül'de izin kullanınca bize bir faydası olmuyor.

"Olmuşla ölmüşse çare yok." atasözünü severim. Şu an tam yeri geldi, yazayım. 

Son tahlilde Evrim, 17 Haz. - 1 Tem. için izin talebi yaptı. Baba-kız önden gidecekler ben de seminer döneminin sonuna doğru 1-2 gün izin almayı deneyeceğim. Bakalım bu yaz bizi nasıl bir macera bekliyor. 


Bazı günler...

Bazı günler sebepsiz yere huysuz oluyorum ben. Aslında sebepsiz değil tabi ama görünürde somut bir sebep olmuyor. Bugün de o günlerden biri: Huysuzum. Fizyolojik bir sebep olmadığına göre demek ki psikolojik bir sebep var.

Acaba neden böyleyim? Şöyle bir düşünüp bugünkü huysuzluk sebebimi tespit etmeye çalışayım. 

...  

Buldum sebebi ve gerçekten çok salakça bir şey. Şimdi bulduğum bu saçma sebeple yapmam gereken tek şey onu hiçe saymak :) Peki saçma olduğunu bildiğim halde canımı sıkan bir şeyi nasıl hiçe sayabilirim? Cevap basit: Sevdiğim bir şeyi yapıp zihnimi saçmalıktan uzaklaştırarak :) Fiziksel aktiviteler beni mutlu ediyor, bu yüzden şimdi kalkıp hemen spora gideceğim :) 

Dönüşte görüşürüz 🙋🏻‍♀️


*Fotolar Salı gününden. 

Pazartesi, Nisan 25, 2022

Her Güne Bir Mutluluk

Uzun zamandır - sömestr tatilinden beri - hemen hemen her gün mutluyum :) 

Bugünün mutluluğu Arya ile sahilde bisiklet sürmek :)



Sabah kahvaltı yaparken "Bugün okuldan sonra bisiklete binelim mi? Yemeği de dışarda yeriz. Olur mu?" diye soran Arya'ya mutlulukla "Olur tabi" dedim :) Bisiklet turumuz bitti, kurt gibi acıktık. Evrim'i uyandırıp yemeğe gideceğiz :)

Herkese iyi haftalar dilerim 🙋🏻‍♀️


Pazar, Nisan 24, 2022

Bitmeyen Coşku

Bu yıl 23 Nisan coşkusunu iliklerimize kadar hissettik :) 

4 farklı etkinlik ile 2 gündür kutluyoruz 23 Nisan'ı. Kutlamalara Cuma günü okul için hazırladığım törenle başladık ve umduğumdan eğlenceli geçti :) Son dakika programa dahil olan ana sınıfı ve özel eğitim sınıfı öğrencilerimiz programı renklendirdi. 6. sınıf öğrencim Buğra bağlaması ile çok güzel iki türkü çaldı. En son okulca halka olup söylediğimiz şarkılar ve devamında oynadığımız Hemşin ve erik dalı ile bitirdik eğlenceyi :D





Okuldaki tören bitince Hopa Kültür Evi olarak meydanda düzenlediğimiz çocuk şenliğinin heyecanı başladı. Ben oyun masası standı açtım. Masa oyunları dışında çuval yarışı, halat çekme, sandalye kapmaca, kaşıkla yumurta taşıma gibi geleneksel çocuk oyunları da oynattık. Şenlikte çocuk korosu, yüz boyama standı ve takı stantları vardı. Çocukların atölyede deniz kabukları ve kurumuş ağaç parçaları ile yaptıkları takı, anahtarlık ve çanta süsleri satıldı. Toplanan para sokak hayvanlarına mama almak için kullanılacak. Sokak Hayvanları Dayanışma Derneği ile iletişime geçip kültür evinde çocuklarla buluşmalarına sağlayıp bağışları onlara teslim edeceğiz.









Tüm şenliği şurada yorgun ama mutlulukla duran 9 kadın ve  işe dönmesi gerektiği için fotoğrafta aramızda olamayan 3 kadın birlikte organize edip tamamen kendi imkanlarımızla gerçekleştirdik.

Cuma günü yorgunluktan bayılırken bitti. Bugün Arya'nın da görevli olduğu ilçe kutlaması vardı. Sabah heyecanla hazırlanıp festival alanına gittik. Arya arkadaşlarının yanına gitti, ben de kendi okulumun öğrencilerinin yanına. Gösteriler coşkulu ve çok güzeldi.






İlçe töreninden sonra arkadaşlarımızla Fındıklı'daki çocuk şenliğine gittik. Orda da mendil kapmaca, yakartop ve masa oyunları vardı. Arya ve Meloş doya doya oynadılar. Şenlik sonrası bi' yarım saatte de parkta takıldılar. Yorulup kurt gibi acıkmıştık ki Fındıklı'nın meşhur tostçusu Orme'nin fanı olduğumuz özel tostundan yiyip eve döndük. 





Eve girdiğimizde saat 6 civarıydı. 6,5 gibi uyuyakaldım sanırım ve 9 gibi Evrim aramasa sabaha kadar da uyuyabilirdim. Çok yorucu ama bir o kadar da keyifli bir 2 gündü :)



Çarşamba, Nisan 20, 2022

Ne Yaparsan Yap Aşk ile Yap

Aşağıdaki videoyu 1.40 dk.dan itibaren izleyelim ve insanın sevdiği işi yapmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görelim. Ne kadar keyif aldıkları her hallerinden belli oluyor. Aşk'la dans ediyorlar! 


Hayatta ne yapıyorsak Aşk'la yapmalıyız. Aşk'la, tutkuyla, seve seve yapılan işler diğerlerinin arasından öylesine kolay sıyrılıyor ki! Aşk'la yapılan her şeyin kendine has bir ışıltısı oluyor. Diğer yandan zorla yapılan işler de bir o kadar kasvetli, bir o kadar tek düze oluyor.

Bu yıl her alanda nasıl daha iyisini yapabilirim diye zorluyorum kendimi. Yaptığım işi severek yapınca gerçekten iyi olduğunu görüyorum. Şimdi önümde Cuma gününe yetiştirmem gereken bir 23 Nisan programı var. Bir yanım "Yap gitsin!" diyor, diğer yanım "Nasıl daha eğlenceli yapabilirim acaba?" diye çırpınıyor.

Her yıl 23 Nisan için okulda tüm gün süren yemekli, şarkılı, oyunlu bir şenlik yapıyoruz ve gerçekten çok eğlenceli oluyor ama bu yıl Ramazan sebebiyle Mayıs ayına ertelendi şenliğimiz. Bu yüzden de bocalıyorum. Çocukları, klasik, çıkıp 3-5 şiir okunulan sıkıcı bir programa maruz bırakmak gelmiyor içimden. Sıkıcı kısmı kısa tutup programı şarkılarla bitirmeyi planlıyorum.

Programda öğrenciler tek tek sahneye çıkıp başta Atatürk olmak üzere ünlü yazar ve düşünürlerin çocuklar için olan sözlerini seslendirecekler. Sonra iki öğrencimiz şiir okuyacak. Bir öğrencimiz bağlama çalıp şarkı söyleyecek ve kapanışı da müzik öğretmenimiz eşliğinde tüm okul birlikte şarkı söyleyerek yapacağız. İçimden çoooook daha eğlenceli şeyler yapmak geçiyor ama 1 ders saatine sığdırılan ayak üstü bir program ancak bu kadar oluyor.

Umarım çocuklar sıkılmaz ve o gün olması gerektiği gibi gönüllerince eğlenirler :) 

Salı, Nisan 19, 2022

Şaşkınlık ve Hayal Kırıklığı

Geçtiğimiz haftalarda Arthur C. Clarke'ın Rama serisine başlamıştım ki serinin 2. kitabını bulamayınca uzun zamandır bir köşede beni bekleyen Zülfü Livaneli kitaplarına bakayım bari diyerek Serenad'a başladım ama kelimenin tam anlamıyla şok oldum. Bambaşka bir üslup, daha derin bir hikaye, daha incelikli işlenmiş karakterler bekliyordum. Şu an elimde çok amatörce yazılmış, tutarlılık problemleri olan, edebi olarak çok zayıf, anca sahilde okumalık çerez bir kitap var.



Hikaye üniversitede çalışan bir kadının ağzından anlatılıyor ama o kadar amatörce anlatılıyor ki sanki deneyimli bir yazar değil de yoldan geçen biri yazmış gibi. Gerçekten üniversite rektörlüğünde çalışan bir kadın yazsaymış bir ihtimal daha iyi olabilirmiş diye geçiriyorum içimden okudukça. Henüz başlarındayım kitabın ama ilerisi için de pek umut göremiyorum. Bakalım. Okudukça yazıyı güncelleyeceğim.

Kitabın üslubundan sonra beni rahatsız eden ikinci şey mantık hataları / tutarsızlıklar. Örnek vermem gerekirse, Maya'nın babaannesi ile ilgili bir sır varmış; bir takım istihbaratçılar(?) Maya'yı ajanlığa ikna etmek için bu durumu kullanıp hafiften şantaj yapmaya kalkıyorlar. Bu arada Maya Hanım'ın abisi harp okulunu bitirmiş ve istihbarat subaylığı yapmış. Hâlâ da orduda görevli ve yükselmeye devam ediyor. Madem ortada babaanneleri ile ilgili şantaj için kullanılabilecek şüpheli bir durum var o zaman abi için de problem olmaz mıydı bu durum? Olmamış. Bu, kitaptaki tutarsızlıklardan sadece birisi. İlerledikçe işler iyice sarpa sarıyor. Öyle saçma şeyler oluyor ki... Maya'nın çevresindekilere ilişkileri de gerçeklikten uzak, fazlasıyla yapay. Oğluyla, abisiyle, sevgilisiyle(?) olan diyalogları o kadar sakil ve manasız ki...

Eleştirilerim konusunda yalnız mıyım acaba diye nette şöyle bir dolandım ve yalnız olmadığımı gördüm. Beni rahatsız eden şeylere başka okuyucular da parmak basmış. Aşağıya ekşisözlükten bir alıntı ve farklı yorum daha bırakayım:

"... Kitap, bir roman yazayım da şu üstü kapalı kalmış konulara değinip insanları bilgilendireyim amacıyla yazılmış. Şu konuya da değineyim, şu düşünürün şu teorisini de buraya koyayım, eğitici olayım, düşündürürken öğreteyim vs. Bütün bunlarda sorun yok aslında, sorun Livaneli'nin Maya'nın ağzından anlatırken Maya'nın gerçekliğine beni inandıramamış olması. Adını koyamıyorum ama bir olmamışlık var Maya karakterinde, Livaneli'nin konu için oldukça fazla araştırma yaptığı çok belli. Belki de bu araştırmaların arasında Maya'nin karakterini oturtmak için düşünmeye çok vakti olamamış. Sonuçta Maya'ya gerekli önem verilmemiş. E bütün hadiseyi de Maya anlattığı için bende roman değil de bir öğreti hissiyatı uyandırdı... "

https://eksisozluk.com/entry/31173750

Katıldığım diğer bir yorum:

"... Erkek yazarların kadın karakterin ağzından hikaye yazmaması gerek, Murathan Mungan hariç (yüksek topuklarda anlatılan kadın, benden daha kadındı, hiç tartışmam). Kürşat Başar'ın Başucumda Müzik'inde de var aynı sorun, bunda da. Bir kadının takılacağı, deşeceği, sorgulayacağı ve dikkat edeceği şeyler farklıdır, bir erkekle prensip olarak aynı şeylere takılsa da takılma süresi, üzerinde durma süresi farklıdır. İnandırıcılıktan uzaklaştıran da bu zaten... "

https://eksisozluk.com/entry/37362674

Kitabın üslubu, üzerinde çok durulmadan, bir erkek tarafından çalakalem yazılmış bir kadın karakterin ağzından anlatılması sebebiyle oldukça yavan kalmış maalesef. Yukarıdaki üç farklı yorum okurken hissettiklerimi yansıtıyor diyebilirim. Kitap hayli uzun ve ben bir ümit bir yerlerde bir kırılma olur ve toparlanır diye sonuna dek okudum. Toparlanmadı. 

Kısacası daha önce hiç Zülfi Livaneli kitabı okumadıysanız bu kitapla başlamayın. Belki daha iyi kitapları vardır. 

Pazartesi, Nisan 18, 2022

(YENİ) Ağaç Ev Sohbetleri #139


Bu hafta konu benden ama çok düşündüğüm hâlde fazla bir şey gelmedi aklıma. Şimdi yazmaya başlayınca aklıma gelen ilk şeyi sorayım. 

Bizim kültürümüzde kendini anlatan / "öven" pek sevilmez. Karşı taraftan bir iltifat alınca bile "Yok canım, estağfurullah!" falan deriz hemen. Genelde iltifat özürlüyüzdür, maalesef iltifat etmeyi de pek bilmeyiz, kibarca kabul etmeyi de. Oldu da kendini öven birine rastlarsak da hiç vakit kaybetmeden "Amma da kendini beğenmiş" diyerek yaftalarız. Ama ben bugün bunu değiştirmek istiyorum. İyi yanlarımızı görmek ve kendimizi sevmek için bir egzersiz gibi düşünebiliriz bu haftanın konusunu. 

Eğer dışarıdan biri gibi kendine bakıp kendini övecek olsan ne derdin? Kendinin hangi özelliğini/özelliklerini takdir ederdin? (Belki de "İnsanların, senin en çok hangi niteliğinin değerini bilmesini istersin?" diye de düşünebiliriz soruyu) 

Dışarıdan kendime baksam, ilk olarak sorumluluk sahibi oluşumu, gerektiğinde elimi taşın altına koymaktan çekinmeyişimi takdir ederdim. Hata yaptığımda kabul edip rahatlıkla özür dileyebilişimin ve bir de aklımda ne varsa açık açık söyleyişimin yani insanların yüzüne söyleyemeyeceğim şeyleri asla arkalarından söylemeyişimin değeri bilinsin isterim. Sanırım biliniyor da :) 

Bazen kişisel olarak beni çok bunaltan bir şey olsa da bir işin sorumluluğunu üstlendiysem o işi hakkıyla, tam olması gerektiği zamanda, tam olması gerektiği gibi yapmak zorunda hissediyorum kendimi. Yapamama ihtimalim varsa o iş bitene dek Dünya dar geliyor bana. Bu yanımı birlikte çalıştığım insanlar da, arkadaşlarım da biliyorlar ve "İşi Rüya'ya verdiysen kontrol etmene gerek yok, sen unut, Rüya unutmaz" derler. Bu durum yüzünden çok strese girerim o iş bitene dek ama bitince de çok iyi hissederim :) Benim gibi olmayanlara da pek katlanamam ve bunu dile getirmekten de hiç çekinmem. 

Okul müdürümüz ben kendimi tutamayıp sinirlenince bile durup sakince dinler ve asla kızmaz. Hatta güler. Çünkü art niyetle değil tamamen açık yüreklilikle söylediğimi bilir. Odasına girip "İyi misiniz? Hiç böyle yapılır mı bu iş?" diye çıkıştığımda durur bir düşünür ve genelde "Sen böyle diyorsan, iyi değilimdir belki de. Bir anlat bakalım, ne yapmışım, nasıl yapılmalıymış." der. Sadece o değil, arkadaşlarım da bilirler fevri olduğum kadar art niyetsiz olduğumu ve kolay kolay alınmazlar dediklerimden. Ama işte bazen bu yanlarımı anlamayıp beni kaba, sinirli, katlanılmaz bulanlar da oluyor. Onları da anlıyorum aslında. 

Dış dünyada her şey o kadar eğilip bükülüyor ki insanlar alışmışlar sahte kibarlıklara, lafı dolandıranlara, doğruyu açıkça söylemek yerine binbir örtü ile süsleyip püsleyip saklayanlara... Söyleyecekleriniz işine gelmiyorsa ne düşündüğünüzü bilmek istemiyor insanlar. Eh herkesin kendi tercihi. Ben tam tersine gerçek dostun gerçekleri oldupu gibi söylemesini isterim. Yanlışsam "Rüya, yanlışsın!" diyebilmeli arkadaşım. 

İnsan dostunun yanlışlarını mümkün oldukça kırmadan açıkça söylemeli. Yanlışa düştü diye uzaklaşmak ve yanlışa düşen kişiyi yalnız bırakmak bence en büyük hata. Bak arkadaşım, yanlış yapıyorsun. Seni yargılamıyorum, senden vazgeçmiyorum. Yanındayım ama bu yanlışta seni desteklemiyorum. Gel, bu yanlıştan bir an önce dön." diyenden zarar gelmez insana. Bunu yapmadan çekip gidene zaten asla dost olmamıştır bence. 

Daldan dala konuğum bir ağaç ev sohbeti oldu kusura bakmayın.

Siz de lütfen dönüp şöyle bir bakın kendinize! Hangi niteliğinizin kıymetini bilsin işvereniniz, aileniz, sevdikleriniz? 

Pazar, Nisan 17, 2022

Aşk

Ama bildiğiniz "Aşk" değil. Benimki güllaç aşkı :)))) İngilizce'de "Sweet tooth" diye bir tamlama var, tatlıya düşkünlük anlamına geliyor. Ben de sütlü tatlılara çok düşkünüm. Benim için sütlü bir tatlının her lokması mutluluk kaynağı, Aşk gibi :) Bitene dek büyük keyif, bittikten sonra ızdırap olabilir :))) 

Çocukluğumdan beri güllaçı çok severim. Yalnız içinde mümkünse fabrikasyon, yapay kokulu gül suyu olmasın ya da varsa da en doğalından eser miktarda olsun. Her yıl ramazan ayını hevesle bekliyorum güllaç yemek için : D Bu sene beklerken soğuk baklava ile avuttum kendimi. O da müthiş bir tatlı 🤩 

Soğuk baklava yerken aklıma ilk gelen şey ne kadar da güllaça benzediği olmuştu, sanki güllaçın üstü kakaolu olanını yer gibiydim. Bu fikirden yola çıkarak kakaolu/çikolatalı güllaç yapmaya karar verdim. Temel güllaç tarifine bakarken Refika'nın hâlihazırda çikolatalı güllaç yapmış olduğunu görünce oranları üçte bire düşürerek orta boy borcamda hazırladım hemen. Yalnız evde olmadığı için hindistan cevizi ve kiraz koyamadım. Antep fıstığı yerine de evde var olan fındıkla idare ettim 😁

Şu an dolapta dinleniyor. Akşama yemeğe davetliyiz, elimiz boş gitmek olmazdı 😊

Refika'nın tarifini de şuraya bırakayım😉 




Cuma, Nisan 15, 2022

Ağaç Ev Sohbetleri #138


Bu hafta Mr. Kaplan:

"Sizce mutluluk nedir? Mutlu olmak için ne yapmak gerekir? Mutluluk, peşinden koşulması gereken bir hedef midir?" diye sormuş. 

Mr. Kaplan'ın blogunda fikir alışverişi yaparken fark ettim ki mutluluk da tüm kavramlar gibi tanımı çok geniş ve kişiden kişiye değişen bir mevzu. Tanımını yapmak yerine ne yapınca mutlu olduğumuza bakalım biraz. Soyuttan somuta geçelim :) Konuyu somutlaştırmak için şu soruları sordum kendime:

Küçük mutluluk kaynaklarım neler? Ne yapınca iyi hissediyorum? En mutsuz anımda yapsam/yaşasam beni mutlu edecek şey ne?

Sanırım benim temel mutluluk kaynağım "hareket" :) Eskilerin "Nerede hareket orada bereket" sözünü "Nerede hareket orada mutluluk" şeklinde revize edebilirim :)) 

Ben nedense yerimde durunca sıkılıyorum (Durduğum yer orman ya da deniz kıyısı değilse tabi, öyleyse sorun yok, sıkılmam :)) Koşunca, yüzünce, bisiklete binince, yürüyünce, dağ tepe tırmanınca mutlu oluyorum ben :) 

Deniz manzaralı bir evde yaşıyoruz, balkon değme manzaralı kafeye taş çıkarır ama ben ille de aşağıya, denizin dibine inmek isterim. Karadeniz'in her yanı yeşil ama ben ille de ormanın derinliklerine gitmek isterim. Evimizin önünde yürüyüş ve bisiklet yolu var ama ben ille de yollara düşmek, uzak diyarlara pedal çevirmek isterim. 

Tabi her daim hareket edemem. Ama eğer duruyorsam da durduğum yer önemli. Mutlu olduğum favori yerlerim var. Arka balkondaki salıncak, sahildeki kayanın hemen önü, Efkar tepesini geçince 2. taş eve gelmeden önceki elektrik direğinin dibi (evden tam 5,5km yürüyünce ulaşıyorum, 5,5km de dönüş yolu, etti mi sana keyif dolu bir 11 km :) Tabi ki bunların yanı sıra tüm sahiller ve tüm ormanlar :) Eğer illa ki duracaksam, bir süre duracağım o belli noktaya ulaşmak için, öncesinde mutlaka hareket etmem gerek :)) 

Hareket odaklı mutluluk kaynakları dışında beni mutlu eden durağan şeylere bakacak olursak, sevdiklerimle olmak ve kitap/blog okumak, yazmak ve yemek yapmak geliyor aklıma ilk olarak :) 

Mr. Kaplan'la mutluluğun 7/24 süren bir şey değil de anlık bir şey olduğu konusunda hemfikiriz ama bardağın boş/dolu kısmını görmek ve mutlu olmak için çabalamak/zorlamak konusunda tam fikir birliği sağlayamadık. Bence mutlu olmak için çabalayabiliriz - kendimizi zorlamak değil tabi ki kastım :) Sadece oturup mızmızlanmak yerine neyle mutlu oluyorsak onu yapmayı deneyebiliriz. Boş boş durup mutlu olmayı beklemek çok mantıklı değil gibi :)) Aslında bu konuda da benzer düşünüyoruz ama farklı ifade ediyoruz gibime geliyor, siz ne dersiniz Mr. Kaplan?

Önümüzdeki haftanın konusunu ben bulacağım ama henüz bulamadım. Sanırım bu gidilke "Yumurta kapıya gelince..." hesabı son dakikaya kalacak :))) Önerilere açığım :) 

Cumartesi, Nisan 09, 2022

Genetik Hata

Okul olmadığı halde alışkanlıktan sabah 7.30 gibi uyandım. 9'a kadar yatakta kitap/blog okudum. 9'da kızım uyandı, biraz yatakta çangaştık, biraz kelime oyunu oynadık. 10'da kalkıp ailecek kahvaltı yaptık ve 11 gibi günlerdir aklımda olan bahar temizliğine giriştim. Evet, bahar demek temizlik demek bizde nedense. Bence genetik kodlama hatası. Annemizden, anneannemizden, onlar da kendi annelerinden böyle görüp öğrenmişiz işte. İçimize işlemiş; bahar geldiyse bu güzelim havada yapılacak ilk şey temizlik!? 

Dün okullar 1 haftalık ara tatile girince ben de artık daha fazla karşı koyamadım genlerimize işlenmiş bu saçma takıntıya. Önce 1 yıldır adım atmadığım arka balkonu yıkayıp temizledim, Evrim de içerideki salıncağı dışarı çıkardı. Sonra yaklaşık 6 aydır bugün yarın diye ertelediğim yatak odasındaki pervane, dolap üstü, içi, dışı, cam, çerçeve, kıyı köşe neresi varsa temizledim. Niyetim Arya karateden dönene dek onun odasını da temizlemekti ama olmadı çünkü balkon ve yatak odası düşündüğümden çok daha uzun sürdü. 

Dün gece Arya'yla bugün hava güzel olursa çıkıp anne-kız gezmek ve dönüşte dışarıda yemek yemek için plan yapmıştık. O karateden gelince mecbur işi bırakıp dışarı çıktık :) Zaten tam o ara elektrikler de kesildiği için yapacak daha iyi bir şey de yoktu :D 

Şu an Arya parkta takılıyor ben de parkın dibinde sahilde oturup blog yazıyorum... derken elektrikler gelince yandaki lunaparka transfer olduk bir anda :)) Arya bardaklara top atıp 5 TL kazandı :) Hedefi 100 TL idi :))) Çarpışan arabalardan sonra şu an dönme dolapta keyif yapıyor :)



Sıradaki durağımız Arya'nın favorisi Garage Cafe :) O kadar acıktık ki biraz daha gitmezsek ben Arya'yı yicem zaten :D

Pazar, Nisan 03, 2022

Çekirge

Çekirge 1-2 değil en az 10-15 kere zıplamıştı oysa...

Evrim dün işten izin alıp test vermiş, bugün sonucu pozitif çıktı :( Ben de hastayım; test verdim, sonuç yarın 3-4 gibi çıkacak. Şimdilik hafif atlatıyor gibi.

Bu hafta okulda sınav haftası; ben sınavlarımı elde hazırlamıştım. Çoğaltmadım da :( Nasıl ileteceğim hiç bilmiyorum :( Fotoğraf olarak atsam, basılınca bozulur, okunmaz hale gelir. Taratıp göndermeyi deneyeceğim son çare. Cuma'ya kadar bir çözüm bulmalıyım. 

Dün ne kadar güzeldi oysa her şey...


Funda ile deniz olmasa da sahilde güneşlenme sezonunu açmış; kahvaltımızı deniz kıyısında yapmış, güneş açınca da radyolu nostaljik pikniğimizi bol bol güneşlenerek tamamlamıştık. Sonrasında gönüllü olarak çalıştığımız Hopa Kültür ve Sanat Evi'nde çocuklarla buluştuk. Kültür Evi bünyesinde Çocuk Meclisi kurulması ve bir temsilci seçilmesi için çocuklara bilgilendirme yaptık. Ardından da çocuklarla pankek ziyafeti çektik. İşte Evrim tam o sıralarda iş yerinde rahatsızlanmış ve hastaneye geçmiş. Bana haber verdiğinde akşam olmak üzereydi. Yine öncekiler gibi negatif çıkar dedik ama... Bu kez sıçrayamadı çekirge maalesef :( Sanırım ben de pek uzağa sıçrayamayacağım bu kez :(

Neyse... Bahsetmek istediğim başka bir şey vardı aslında...

Cumartesi günü 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günüydü. Biz de okulca farkındalık uyandırmak için tshirt yaptırdık ve Cuma günü giydik. Otizm gibi hastalıklarda erken tanı ve teşhis çok önemli olduğu için toplumun farkındalığını arttırmak çok önemli bir sorumluluk. Derslerde de otizm üzerinde durup semptomlarından ve otizmli bireyler için yapabileceklerimizden bahsettik. Ne kadar çok birey bilinçlenirse bu konuda yapılacak şeyler o kadar kolaylaşacak ve yaygınlaşacaktır.


Otizm konusunda daha detaylı bilgi için bkz. Tohum Otizm Vakfı

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...