Cumartesi, Şubat 29, 2020

Kabul Etmekten Geçiyor Tüm Yollar

Kabul etmek zor ama aslında tek seçenek bu. Daha doğrusu tüm seçeneklerden önce mevcudu kabul etmek gerekiyor. Her durumda seçenek var tabi ki ama işte "keşke öyle olsaydı"  ya da "keşke böyle olsa" bir seçenek değil sadece gerçekleri inkar etme yolu. Mevcudu kabul edince işler basitleşiyor.

Mevcudu kabul ettikten sonra ne yapabileceğimize bakabiliyoruz. Seçenekler belli her durumda. Her seçim farklı sonuçlarla birlikte geliyor. Sonuçları baştan kabul edersek istediğimizi yapmakta özgürüz. Kimse aksini iddia edemez. Dedim ya mühim olan kabul etmek.

Peki, nerde ve neden tökezliyoruz?

Mevcut durum hoşumuza gitmeyince ve durumu değiştirecek cesaretimiz de olmayınca bunu kabul etmek yerine inkar ediyoruz. Bir mucize olsun, her şey kendiliğinden çözülsün, ne şiş yansın, ne kebap! Oldu canım :) Öyle bir Dünya mevcut değil maalesef. Olsa dünya senin :p Hayır, yani ben de karşı değilim öyle bir dünyaya, olsa ben de atlarım direkt :)))

Diyelim ki mevcudu olduğu gibi yatırdık masaya, gerçekleri kabul ettik ve yüzleştiğimiz mevcuttan memnun değiliz. Bu durumda yapılacak iki şey var: birincisi durumu değiştirmek için elimizden geleni yapmak, ikincisi ise cesaretimiz olmadığını, "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" istemediğimizi kabul edip k.çımızın üstüne oturmak. Aslında üçüncü bir seçenek de var bazılarımız için: Kaçak oynamak. Hem durumdan şikayet etmeye devam etmek, hem de komple değiştirmeye yanaşmadan sistemin açıklarından faydalanmaya çalışmak. Bu üçüncü seçenek en zoru. Çünkü her sistemin bir kırılma noktası var.

Tahta bloklardan kule yapılarak oynanan Jenga'yı bilirsiniz. Kuleyi devirmeden tahta blokları almaya çalışır oyuncular ama kulenin bir noktada devrileceği en başından bellidir. Deviren kaybeder. İşte yukarıdaki üçüncü seçeneğin sonu da başından belli. Sistemde delikler açıldıkça sistemin komple çökmesi an meselesi haline gelir. Elbette kule yıkılmadan bir yerde durmak da mümkün ama egolarımız o kadar büyük ki "Bu parçayı da alayım, bu son olsun. Buraya kadar gayet iyi gittim, bir tur daha giderim ben ya!" diye diye bir bakmışsın kule yerle bir.

Demem o ki mevcut durumun gerçekliğini ve bu durum karşısında seçtiği yolun sonuçlarını kabul ettikten sonra ne isterse yapabilir insan. Al sana özgürlük!

Kabul ediyor musun?

...

İstersen aşağıdaki şarkı eşliğinde kendini kandırmaya da devam edebilirsin tabi :)



Dipnot: Bu yazıyı Sevgili DBE'nin bir yazısına yaptığım şu yorumdan yola çıkarak yazdım.

"Bir çaresi olduğuna, bir yolu olduğuna, bir çözümü, bir ferahlama noktası olduğuna inandığımız ve o çareyi bulamadığımızı sandığımız için bu kadar zor oluyor belki de. Ama bazen kabul etmek lazım. Olduğu gibi. Çare yok, çözüm yok, varolup da bizim göremediğimiz bir bir yol yok ortada. Her şey şu an neyse o. İrdeledikçe karışıyor işler. Sadece yaşamak lazım bazen. Her gece uyuyup birbirinin aynı günlere uyanarak, sadece nefes alıp vererek... Evet aldığın her nefes göğse batsa bile! Kabul etmek ve devam etmek lazım belki de. Neden diye sordukça, ne olacak diye bekledikçe, ya öyle olsaydı ya da şöyle olsa diye bir çare aradıkça zorlaşıyor işler. Sadece koyverip gitmek lazım bazen belki de :) Her türlüsü zor. Kolay yol olmadığına göre o zorlar arasından en basit -bak kolay değil sadece basit- olanı seçmek lazım belki de :) "


13 yorum:

  1. Yazdığın en güzel yazılardan biri bu! Basitleştirilen ve üzerinde çok yazılıp çizilen "kabul etmek" kavramından yola çıkıp çok güzel düşünceler ortaya atmışsın, o kadar dolu ki, her bir cümlesini ayrı ele alıp düşünebilirim.. 3. seçenek konusundaki Jenga benzetmeni de sevdim. Eninde sonunda yıkılacağını bile bile yine de devam ettiren güce ait nörobilişsel mekanizma da çok ilginç bence.
    Ghrelin hormonu pek bilinmez. Acıktığımızda salgılanan bir hormondur. Ama aynı zamanda, karar verme yetimizi ve dürtüsel kontrolümüzü olumsuz etkiler. Sadece yemeğe karşı değil, insanın çektiği başka duygusal açlıklarda da dürtü kontrolü ile karar verme yetisindeki düşüşler ilginç. Yani "açlığımızın neye karşı olduğunu" bulabilirsek, belki dürtüsel değil mantıklı kararlar verme şansımızı da arttırabiliriz..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah Denize Bakan Ev'im, saatlerce konuşsak yetmez! Her kelimeden, her cümleden beslensek ama yaraları deşmesek. Sadece iyileştirebilsek keşke.

      Ne kadar gelişirsek gelişelim özümüz değişmiyor. En ilkel dürtülerimiz, hormonlarımız, atalarımızdan miras genlerimiz, iç güdülerimiz yönetiyor bizi hâlâ. Karşı durmaya çalıştıkça yıpranıyoruz. Toplumu düzenleyen kurallar benliğimizi ya da zihnimizi düzenleyemiyor maalesef her zaman. Hayatta kalma içgüdümüz "Nefes al!" diyor, "Açsın. Doyur kendini!" diyor. Bunlar olmadan ölü olacağımız için ait olmaya çalıştığımız toplumun bir önemi ya da anlamı kalmayacak zaten. İşte böyle anlarda dışardan bakıldığında anlaşılamayan şeyler yapıyor insan ama içinden bakınca engellenemez olana teslim oluyor sadece. Konu nasıl uzar aslında ama işte Hayat!

      Sil
  2. Zaten karışık olan kafam bu yazınızla daha da karıştı Mrs. Kedi:)
    İlk paragraftaki iki cümlenizi alıyorum:
    "Kabul etmek zor ..."
    "... kabul edince işler basitleşiyor(kolaylaşıyor)."
    Şimdi kabul etmek zor mu kolay mı? Son Ağaç Ev Sohbetleri konusuna döneceğim. Kabul etmek, sıradan ve sistem, bünyemiz, tecrübelerimiz, ruhumuz, belki tembelliğimiz bizi sıradanlığa zorluyor. Durumu değiştirmek, en azından buna çaba sarf etmek ise bizi farklı yapıyor.
    Durumdan memnun olmadığımız zaman tercih ettiğimiz üç farklı seçenek sunuyorsunuz. Şimdi ben dürüstçe hangi seçeneğe yakın durduğumu düşünmeye çalışıyorum.
    1)Durumu değiştirmek için elimden geleni yaptığımı zannetmiyorum. Daha genç olsaydım belki bir şeyler yapabilirdim sanki. Belki buna bağlı olarak o gücü bulamıyorum kendimde.
    2) Cesaretim olmadığı için ya da evdeki bulguru korumak uğruna k.çımın üstüne oturmak ve durumu kabullenmek. Toplumsal açıdan adaletten yoksun bir ülkede yaşadığımdan dolayı durumu kabul etmesem de k.çımın üstüne oturmak zorundayım. Bireysel açıdan ise bu seçenek bana uymaz. Pire için yorgan yakarım:)
    3)En zor olarak değerlendirdiğiniz seçenek ise, durumdan şikayet etmeye devam ederken onu komple değiştirmek yerine sistemin açıklarından faydalanmak. Ben dahil çoğumuz bunu yapmıyor muyuz? Hem işimize hem de kolayımıza gelmiyor mu bu? Durumun değişmesinden umut kesen insanların yaptığı bu aslında, ayakta kalabilmek için en kolayı.
    Yoksa konuya mı giremedim sevgili Mrs. Kedi?:)
    Özetle, durumu kabullenemediğim hallerde onu değiştirebilecek gücü kendimde bulamadığım zaman şikayet etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Belki de utanılacak bu durum mutsuzluğumun kaynağı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mr. Kaplan iyi ki varsınız!

      Takıldığınız yer tam da anlamamız gereken yer aslında. Yani "Kabul etmek zor." ama işte "Zor da olsa olduğu gibi kabul edince gerçekleri basitleşiyor işler." Çünkü artık oyalanmak, inkar etmek, avunmaya çalışmak yerine "Şimdi ne yapılması gerek?" ya da "Ben ne yapacağım?" diye soruyor insan kendine. Evet, sizin de dediğiniz gibi genelde birinci ve ikinci seçeneği es geçip üçüncüyle deniyoruz şansımızı :) İşe yaradığı sürece sorun yok gibi, günü kurtarıyoruz. Ama kulenin sağını solunu boşalttıkça Hayat'ın temeli de sarsılmaya, taşıyıcı kolonlara fazla yük binmeye başlıyor. Eh Hayat bu, eli kolu bağlı değil ki! Boş duracak hali yok. Elbet ektiğimizi biçtiriyor bize eninde sonunda. İşte bunu baştan kabul eden özgür, edemeyen esarete mahkum Mr. Kaplan. Henüz vakit varken tadını çıkarmak lazım vakitli özgürlüklerimizin :)

      30'dan sonra anladım ki hayatta utanılacak çok başka şeyler var ve maalesef ne sizin ne de benim onları tek başımıza değiştirecek gücümüz yok. Misal çocuk tacizlerinden utanıyorum ben, açlıktan, hastalıktan ölen insanlara, öyle ya da böyle zorda olan, ezilen insanlara seyirci kalmaktan utanıyorum. Daha sayabilirim insanlık adına utanç duyduğum durumları ama kendi adıma ben olmak için yaptıklarımdan utanmıyorum. Şu dünyada dürüst olacaksam, ilk önce kendime karşı dürüst olmalıyım. Neysek oyuz ve utanmak zorunda da değiliz böyle olduğunuz için :)

      Sil
  3. Yorum okumayı, yorum yazmayı en az okumak, yazmak kadar seviyorum Mrs. Kedi. Dün yazdığınız yazıyı silmişsiniz yine:) Ama ben okumuştum ve yorum yazmak için demleniyordum. Bir arsız kedi gibi yayından kaldırdığınız yazıya yorum yapmam kızdırmaz sizi umarım:)
    Evet, modlardan bahsetmiştiniz. Ve liste başındaki "kendim" modunda daha fazla kalmaya çalıştığınızı ve bunun size iyi geldiğini belirtmiştiniz. Buraya kadar tamam:)
    Fakat aslında bu noktadan sonra problemin başladığını görüyor insan. Gerçekten de nedir yapmak istediğim, ne mutlu eder beni gibi müteakip sorularınız sadece size özel bir durum değil bence. Pek çoğumuz bu ve benzer soruları kendimize soruyoruz sanırım.

    Binlerce, belki milyonlarca soru içinde en önde geleni belli, belki de bunun cevabını bulsak cevaplanmayan soru kalmayacak.

    Düşünebilen bir varlık olarak, acısıyla, tatlısıyla dünyada bir ömür sürmenin amacı ne?

    Diğerleri cevabını aradığımız, pek çoğunu yine bulamadığımız tali sorular... Ne istiyorum, neden hoşlanıyorum, nedir beni mutlu eden, ne yapmam lâzım vs. Bahsettiğiniz diğer modlar belki daha anlaşılır ve cevabını az çok bildiğimiz şeyler. İyi bir anne ya da baba, iyi bir doktor, öğretmen ya da mühendis, iyi bir eş nasıl olur üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Gerek kendimizden kaynaklanan, gerekse dışarıdan aldığımız etkilerle her zaman bu modlarda istediklerimizi gerçekleştiremesek de biraz düşündüğümüzde ya da bazen dışarıdan destek alarak nedenlerini buluyor ve çareler üretebiliyoruz.

    En zor olan kendimiziz galiba. Karşımızdakini ya da çevremizi tanımadan önce kendimizi tanımamız gerekiyor. Sevgili DBE'nin de dahil olduğu önceki tartışma konularını refere ederek "tanımak" ve "sevmek" kavramlarını hatırlayalım. Bir kişiyi ya da bir şeyi tanımayı beş duyu organımızla yapabiliriz ancak. En sevdiğim yasemin çiçeğini kokusundan, pamuğun yumuşaklığını dokunarak, sevdiğimiz bir tatlıyı tadına bakarak, güzellikleri ve çirkinlikleri görerek, duyarak tanırız. Kendimizi nasıl tanırız Mrs. Kedi? Koklayarak? Hayır, anlamsız. Tadımıza bakarak? Komik:) Görmek suretiyle? Eh, ne kadar tanıyabilirsek? Ayna ayna güzel ayna, söyle bana benden güzeli var mı dünyada? Aynalar da aldatabilir bazen bizi, taktığımız maskelerle.

    Dokunmak? Zannetmem. Kendi sesimizi dinlemekle tanırmıyız kendimizi? İç sesimiz değil bu, dikkatinizi çekerim:) Yok, bu da mümkün değil.
    O zaman bütün bu duyu organlarının merkezi olan beynimizde tanımak zorundayız kendimizi. Hiçbir organımıza ihtiyaç duymadan, aracısız, doğrudan. Düşünerek, aklımızı kullanarak sadece. O da yetmiyor işte! Ne zaman ki yaşamımızın sebebini ortaya koyacağız, belki o zaman. Belki bazıları bulmuş kendince, çoğu bulduğunu zannedip kandırıyor kendini. İşte o yaşama sebebini bulanlar için kolaydır kendini tanımak. Tanıyınca seversin kendini, karşındakini, çevreyi. Cennete inanmıyorum ama sanki onu tarif ediyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşamımızın sebebi. Ah..
      Belki de insanların çoğunun kendilerini hiç tanımamak istemelerinin sebebi, ne olmadıklarını ve dahası ne olduklarını görmekten korkmalarıdır?
      Manxcat bu anlamda çok cesaretli, kendini didikliyor, bunun ona iyi gelmediğini bilse de merak ediyor, anlamaya çalışıyor.. Korkmuyor!
      Birçoğumuz kendimizi ancak başkalarının yaptıkları tanımlamalar ya da idealler üzerinden tarif ediyoruz. Mesela "çocuğuma bağırdım, ben iyi bir anne değilim" diyebiliyoruz ama asıl soru "neden?", belki çocuk sokağa fırladı, bu durumda bağırmaman kötü bir anne yapar seni.. Yani sıfatlar hep bir alt planla anlaşılır, hayatlar da bence bu şekilde. Ancak sonunda anlayabiliriz hayat nedenimizi, ancak o resim tamamlandığında. Ama tabii ki bu demek değil ki bırakalım yaşayalım görelim.. Aksine, bence işimiz gücümüz kendimizi tanımak, kabul etmek ve sevmeyi öğrenmek olmalı.. Mesela sen beni seviyorsun ama ben kendimi sevmedikten sonra.. ne bu sevgiyi anlayabilirim, ne de karşımdakine tüm potansiyelimle yaklaşablirim.. Evet ben de katılıyorum, insanın kendini anlamaya çalışması, tanıması... Çok önemli (ve en zor iş).

      Sil
    2. Mr. Kaplan, ben de yorumları çok seviyorum, yazmayı da okumayı da. Yorumlar sayesinde sohbet ediyoruz ne güzel :) Yazımı kaldırdım çünkü Hayat'tan korktum. Ne zaman "İyiyim, mutluyum, işler yolunda." desem, Hayat'a bir haller oluyor, bana çelme takası geliyor :p Ki yine öyle oldu ama orası başka bir mevzu. Ama yazıyı yayınlayacağım tekrar Nasılsa olan oldu :)

      Yorum yapmanıza kızmak ne demek? Aksine seviniyorum siz yorum yapınca :) Hatta şu cümleleri kahkahalar atarak okudum:

      "Kendimizi nasıl tanırız Mrs. Kedi? Koklayarak? Hayır, anlamsız. Tadımıza bakarak? Komik :) Görmek suretiyle? Eh, ne kadar tanıyabilirsek? Ayna ayna güzel ayna, söyle bana benden güzeli var mı dünyada? Aynalar da aldatabilir bazen bizi, taktığımız maskelerle.

      Dokunmak? Zannetmem. Kendi sesimizi dinlemekle tanır mıyız kendimizi? İç sesimiz değil bu, dikkatinizi çekerim:) Yok, bu da mümkün değil.

      O kadar iyi hissettim ki okurken ve düşünürken ilham oldunuz bana ve bu haftaki Ağaç Ev Sohbetleri'ne. Evet bu haftanın konusu "Kendimizi tanımak, kendimiz olmak". Bakalım ne gibi öneriler gelecek kendimizi tanımak için :D

      Sil
    3. Sevgili DBE,

      Önce kendimi didik didik ediyorum. Kendim oluyorum ve çoooook mutlu oluyorum. Sonra dışarıdan bakıyorum kendime, başka biri olup bir daha didik didik ediyorum kendimi. Çok mutsuz oluyorum. Cesaret neresinde bu işin diye düşünüyorum. Dışarıdan bakıp didik didik ettiğimde bile kendimden vazgeç(e)mediğim için cesur muyum? Yoksa tam bir deli mi? Vazgeçemediğim kendim de matah bir şey olsa bari! İnsanlar "ideal" olana evrilirken ben evrim sürecini idealden ilkele doğru geri sarmaya çalışıyorum :)))) Olmayacak duaya amin demekse cesaret, cesurum tüm aptallığımla :p

      Aslında yazarken anladım cesaretin nerede olabileceğini. Tüm bu süreci gözler önünde yaşamayı tercih etmiyor sanırım aklı başında insanlar. Yani kendilerine saklıyorlar. Mantıklı olanı da odur belki :) Yani her halükarda benimki cesaretten çok içinde tutmayı da ucunu bırakmayı da becerememekten kaynaklı :)

      Sil
  4. ağaç ev 27 sende bugün unutmağğğğ :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman haftanın sorusu şöyle olsun:

      "Kendimizi ne kadar tanıyoruz? Ne kadar kendimiz gibiyiz? Ne kadar toplumun dayattığı gibi olmaya çalışıyoruz?"

      Az daha düşünüp son halini yazarım olur mu?

      Sil
    2. okki dokkiii akşam yazarım ben daaa :)

      Sil
  5. Kaystros' un yaptığı yorumdan cesaretlenerek ben de sildiğin yazı için bir şey yazmak istedim :) Blog listesinde yazılara bakarken orda bir yayın görüyorum ve okumak için tıkladığımda "pat" o yazı ortadan yok oluyor :) O kısımda bir kaç cümle okumuş oluyorum ve ilgimi çekiyor halbuki.. Silme yahuuu.. ya da yayınlamadan önce biraz bekle, ne bileyim 10 a kadar say falan :) ama (benim) bizim gözümüze değince o harfler gitmesin işte.
    (bu arada bu yazına da haksızlık etmeyeyim. enfesti.. hangisine demeyeyim ki zaten bilemedim) <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yayınladım yazımı tekrar :) O kadar hızla değişiyor ki ruh halim... Bazen yazdıktan sonra daha 24 saat geçmeden tepetaklak oluyor her şey. Öyle olunca da o yazım komik geliyor gözüme, hayatın dengesizliğine şaşırıyorum her seferinde :) Bir yazıya tıklamak ve o yazıyı bulamamak cidden gıcık bir durum oluyor. İnsan merak ediyor. Dediğin gibi en güzeli yazınca biraz beklemek, azıcık düşünüp ondan sonra yayınlamak yazıyı :)

      Sil

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...