Pazartesi, Mart 02, 2020

Kimsin Sen? - Ağaç Ev Sohbetleri #27

Ağaç Evi çok seviyorum. Okumak, yazmak, yorum yapmak, diğer yorumları okumak, yeni bloglar keşfetmek... Her yönüyle çok şey katıyor insana. Bu hafta konuyu seçme şansı benim oldu :)

Haftanın soruları şöyle: 

1) Kimsin sen? Kendini ne kadar tanıyorsun? 

2) Sahi, nasıl tanırız kendimizi? Nasıl buluruz hayattan ne istediğimizi? 

3) Ne kadar gerçekten "ben" olabiliriz acaba? 

Daha önceki özgürlük konusunu çağrıştırıyor ama şöyle düşünebiliriz belki: Tut ki toplum baskısı yok. Sen biliyor musun kim olup ne yapmak istediğini? Yani bazen insan daha ne istediğini, kim olduğunu bilmeden tüm suçu topluma ve toplum baskısına atabiliyor. Bence birçoğumuz bilmiyor hayattan ne istediğini. Yani toplum "Hadi, buyur! Yap istediğini!" dese ne yapacağını bilemeden öylece mal gibi pardon şaşkın bir halde kalabiliriz çoğumuz.

Hadi beraberce düşünelim şimdi kim olduğumuzu.

1) Kimim ben?

33 yaşında evli barklı, çoluklu çocuklu bir kadınım. 

Evlenmek için sevgilisini 6 yıl beklemiş bir kızdım, şimdi birlikte yapacağımız bir şeye 10 dk geç kalmaya dayanamıyorum. 

Mutlu ama acemi bir anneydim, şimdilerde mutsuz anneler kulübünün en gedikli üyesiyim. 

3 dil biliyordum, Dünya'yı gezecektim. Netflix olmasa İngilizce'yi bile unuturum ki İngilizce öğretmeni olduğum halde!

Eskiden kitap canavarıydım. Kitap kurdu değil, bildiğin kurabiye canavarı gibi yalar yutardım bir günde 500-600 sayfalık kitapları. Şimdilerdeyse kitap okuma özürlüsüyüm.

Yazardım, şairdim. Sayfalarca, dizelerce yazardım. Şimdilerde bölük pörçük, sonu olmayan hikayeler anlatıyorum sadece.

Peki tüm bunlar yeterli mi "beni" tanımlamaya? DEĞİL!

2) Sahi, nasıl tanırız kendimizi? Nasıl buluruz hayattan ne istediğimizi? 

Mr. Kaplan'ın şu yazıya yaptığı bir yorumu buraya taşımak istiyorum.

"Kendimizi nasıl tanırız Mrs. Kedi? Koklayarak? Hayır, anlamsız. Tadımıza bakarak? Komik :) Görmek suretiyle? Eh, ne kadar tanıyabilirsek? Ayna ayna güzel ayna, söyle bana benden güzeli var mı dünyada? Aynalar da aldatabilir bazen bizi, taktığımız maskelerle.

Dokunmak? Zannetmem. Kendi sesimizi dinlemekle tanır mıyız kendimizi? İç sesimiz değil bu, dikkatinizi çekerim :) Yok, bu da mümkün değil. O zaman bütün bu duyu organlarının merkezi olan beynimizde tanımak zorundayız kendimizi. Hiçbir organımıza ihtiyaç duymadan, aracısız, doğrudan. Düşünerek, aklımızı kullanarak sadece. O da yetmiyor işte!"

Keşke kavun gibi koklayarak anlayabilsek, tanıyabilsek kendimizi. Ama ne mümkün!

Kendimizi ne zaman tanırız biliyor musunuz? Başkalarını uzaktan izleyip eleştirdiğimiz bir durumda bulunca tanırız! İşte tam o anda gerçek yüzümüz, gerçek benliğimiz ortaya çıkar. Hiç bilmeden ahkam kestiğimiz şeylerle burun buruna gelince işler değişir. Örnek vereyim.

Kızım 2 yaşına girene dek bizzat ben baktım 7/24. Ama 2 yılın ardından evden kaçacak hale gelmiştim ve işe girdim. O sıralar henüz bebek sahibi olmayan bir arkadaşım "Ayy, nasıl kıyacaksın bebeğine? Ben bırakamam kreşe falan, kendim bakarım." demişti. Sonra çocuğu oldu ve bam 6. ayda işe başladı. Tabi ki yüzüne vurmadım ama kendisi "Rüya, hiç öyle sandığım gibi değilmiş. İşe gitmesem deliririm." dedi. Gördüğümüz üzere farazi varsayımlarla "mükemmel" olmak, her koşulda "doğru" olanı yapmak kolay ama iş başa gelince pek de öyle değil.  

Daha önce bir yazımda bahsetmiştim. Sevmediğimiz bazı kişilerde -her zaman ve herkes için demiyorum- ya kendimizden bir parça vardır, inkar edip görmezden geldiğimiz ya da olmak isteyip de olamadığımız bir hal. O kişiyi eleştirir dururuz. Ama elimize fırsat geçse tam da o kişinin yaptığı/yapacağı şeyi yapma olasılığımız çok yüksektir aslında.

İyi günümüzde tanıyamayız kendimizi. İhtiyaç da hissetmeyiz. İşin sırrı kötü günde ne yaptığımız. Hani bir söz vardır, "Birini tanımak için onunla ya alışveriş etmeli ya yola gitmeli." diye. Kendimizi tanımak için de yolculuğa çıkmamız, kendimizle bir alışveriş yapmamız gerekir. Şimdi "ben"den mevcut yaşam koşullarımı, imkanlarımı alsam, dımdızlak sokağa bıraksam beni, ne olur? Ne kalır geriye ve o kalan nasıl devam eder hayat yolculuğuna? diye düşününce tanıyabiliriz kendimizi bence. Ama tek bir kural var: "Dürüstlük" Kimseye anlatmasak bile sadece kendimize karşı dürüst cevaplar vermeliyiz. 

3) Ne kadar gerçekten "ben" olabiliriz acaba? 

İşte geldik en zor kısma. Hadi tanıdık kendimizi, hayattan ne istediğimize de karar verdik. Peki bunu gerçekleştirecek cesaretimiz var  mı? Bu aşamada yol çatallaşıyor. Bana göre 3 yol var.

1) İstediklerimizi elde edip kendimiz olmak için elimizden geleni yapmak,
2) Cesaretimiz olmadığını, "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" istemediğimizi kabul edip k.çımızın üstüne oturmak.,
3) Kaçak oynamak. Yani hem durumdan şikayet etmeye devam etmek, hem de komple değiştirmeye yanaşmadan sistemin açıklarından faydalanmaya çalışmak. Bu üçüncü seçenek en zoru. Çünkü her sistemin bir kırılma noktası var.

Ben kendim olmakla ilgili halihazırda uzun uzun yazdım. Onu da Şuraya bıraktım.

Dipnot: "Müzik önerilerine açığım. Acilen çıkmam gerek, siz yazın ben ekleyeyim." dedim ve bu şahane şarkı geldi sevgili DBE'den :) kalp... kalp... kalp...






            

26 yorum:

  1. Güzel konu seçmişsin kedicim, herkesin fikirlerini ben de merak ettim, bulabildiğimce okumaya çalışacağım. Müzik konusunda ise.. Seni düşününce aklıma hep şu şarkı geliyor uzun süredir, bakalım beğenecek misin? Andrew Bird - Sisyphus.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şarkıyı çok sevdim <3 Sisyphus ile ortak noktamız da süper. Tepeye çıkıp çıkıp iniyoruz. O kayayı itiyor tepeye, ben kendimi taşıyorum ite kaka :) Ah bir durabilsek o tepede, neler yapacağız da Hayat işte :)

      Sil
  2. yani zor diyosun kendini bulmak ben olmaaak :)

    YanıtlaSil
  3. Konu çok güzelmiş!! Bu sorunun cevabını çok aradım, benim cevabım baya bir spiritüel olurdu bunun için. Belkim ilerleyen günlerde katılırım. Soruları çok beğendim.
    Bence anne olmak dünyadaki en fedakar ve en güzel şey.. Anne olabildiğin için şanslısın. Olamayanları düşün..

    YanıtlaSil
  4. 1) Kocaman bir "ama neden?" sorusuna vereceğiniz cevabı duyar gibiyim. Ah, Mr. Kaplan bunu bir bilebilsem:) Bu merak bizi öldürecek Mrs. Kedi:)
    2) Elimize fırsat geçse eleştirdiğimiz kişilerin yaptığı/yapacağı bazı şeyleri yapma olasılığımızın çok yüksek olduğuna inanıyorum ben de. Mesela 1100 odalı sarayda oturmak hiç fena fikir değil:)
    3) Gerçekten "ben" olmak zor bu memlekette.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kediyi öldüren merak :)))) Mr. Kaplan iyi ki yazıyoruz çiziyoruz. Yazdıkça "ben" oluyoruz bence.

      Sil
    2. Bak "kediyi öldüren merak" sözü gerçekten her şeyi açıklıyor aslında. Belki bu merak ölümden de beter ediyor insanı. Başta "ben" imizi, yani kendimizi merak ediyoruz. Sorularımıza cevaplar arıyoruz. Cevaplayamadığımız sorular karşısında bunalıyoruz. Sonra bunların cevabını niçin bulamadığımızı merak ediyoruz. Yeni sorular üretiyoruz "ben" imize. Bu döngü devam ediyor. Dediğim gibi biri çıkıp gelse, dese ki;
      "Ey insan, bu dünyaya gelmenin sebebi şu, yaşamın süresince sana düşen görevler şunlar, eğer görev sahanın dışına çıkıp kafana göre başka işler çevirmeye kalkarsan şu sonuçlara katlanmak zorundasın."
      İşte bilse bunu insan, ne olduğunu bilir, tanır kendini. Asırlar boyunca bu soruları sormuş kendine insan. Kimi ateşe bağlamış ümidini, kimi de güneşe. Bakmış ki bunlar kendini tanımaya yetmiyor, sorularına kendince cevaplar verdiğine inandırdığı dinler doğmuş. Belli bir süre kendini artık tanıdığını, kafasında beliren önemli sorulara cevap bulduğunu düşünmüş. Bazıları, biraz düşününce, durup bakmış ki durum hiç de kendisine anlatıldığı gibi değil. Yeniden kısır bir döngünün içinde bulmuş kendini. Merak ve cevabı olmayan sorular...

      Sil
  5. İnsan hiçbir zaman eski hali olmayacağın için kendini asla tanıyamaz. Çöz çöz bitmez... Değiş değiş durmaz. Ancak; insan eğitilmiş bir hayvandır, neticede. Herkes her şeyin doğrusunu, ahlaklı olanını bilir. Sonuçta küçükken beri bize nasıl yaşamamız gerektiğini belletirler. Koşullar, durumlar, duygular da atlamamız gereken engellerdir. Eğer düşersen, sebebi engeller değildir; ki eğer herkes her sınavı verebilse hayat çok kolay olurdu... İşte düşünce hem kendini hem de etrafını tanırsın. Ama dediğin gibi en önemlisi önce kendine sonra da başkalarına an be an dürüst olmaktır. Şikayet etmek yerine olanı kabullenmek ya da kimseyi yormadan ben buyum deyip çekip gitmek, baş ağrıtmadan... Ben de mızmız insanları hiç sevmem. Nacizane, bence böyle bu işer:P Güzel yazıydı. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi durup bir düşünün: çok sevdiğiniz, canınız ciğeriniz, en kıymetliniz "mızmız"lanmaya başladı. Çekip gitsin mi? Yoksa her haliyle kabulünüz mü? Soru farazi olduğu için gitsin diyebilirsiniz ama iş gerçek olsa öyle olur mu acaba? Emin olamayız :) yorumunuz için teşekkürler :)

      Sil
    2. İnsanın canı ciğeri(aile, evlat, ana, baba) farklı elbet, sorumluluklar var. Ama onlar dışında kimseyi vallahi de billahi de çekmiyorum. Herkesin bir kredisi mevcut.
      25-27 yaş arası bir dönem var, bilirsiniz. Gençlik, okul, stajlar, tecrübe kazanmak için çalışılan işler biter artık. Hadi uç derler, acımazlar. Hayat böyle, biriktir, kur, hatta borçlarını öde artık zamanı geldi demeye başlarlar ama aslında çok toysunuzdur. İşte benim en zor dönemim, o dönemdi, duygularıma yenilmiştim. O aralar çok şikayet ederdim; etrafımdakiler de sünger gibi emerdi. Sonra bir baktım sessizce yükünü çekenler; olmuş, pişmiş, yenmiş ama ben hala çırpınıyorum. Etrafımı, sevdiklerimi, ailemi kendi hezeyanlarımla nasıl mutsuz ettiğimi, maddi-manevi suistimal ettiğimi anladım.
      Zaten biliyorsunuz, insan kendine tahammül edeni buluyor, ona yapışıyor. Öyle zamanlar birine şamarı patlatması gerekiyor ki kendinize gelesiniz! : Çok bencilce geldi yaptıklarım. Kendinden tiksinince ve isteyince değişebiliyormuşsun.
      Gel zaman, git zaman bir baktım ben sünger olmuşum. "Mızmızlanmaya" meslek edinenler beni buluyor ve yapışıyor. Biliyorum aslında gel başımı okşa, karnımı doyur, elimden tut, beni pohpohla, hatalarımı hoş gör, benimki benim seninki bizim olsun, seni yiyem yiyem bitirem öylece dur diyor! diyor. Yok kapıyı göstereceksin. Kendine gelsin. Biz de artık usulü böyle. :) Ben teşekkür ederim.

      Sil
  6. Sınanma halinin gerçeği ,gerçekte ne olduğunu açığa çıkarmada ki etkisinin büyüklüğüne inanırım ben de.ne denir,kimse sınanmadığı günahın masumu değildir:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel bir sözmüş:

      "Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir."

      Sil
  7. Evet başkasına diyemesek bile kendimize diyebilmeliyiz "Ben buyum, böyleyim!" diye. Biraz cesaret, biraz dürüstlük :)

    YanıtlaSil
  8. Samimi cevaplar bizce..Deep teyze de yazmıştı,ordan geliyoz..Emeğinize sağlık..😊

    YanıtlaSil
  9. çok zor bi konu ama düşündürücü olmasını da sevdim :) cevaplarını da sevdim :) ben bu hafta da yazamayacağım ama sizleri okumaya devam ediyoruum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düşünmek de yazmak kadar güzel bir yolculuk :)
      Kendimizi keşfetmeye uzanan manzaralı bir yol...

      Sil
    2. manzaralı bir yol hımm :) ama ne güzel bir ifade bunu sevdim :)

      Sil
  10. Zor bir konu olmuş bu hafta..Cevapların çok içten. Bakalım ben kendimi nasıl tanımlayacağım...

    YanıtlaSil
  11. Çok güzel yazmışsın! Katıldığın için çok teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim için bir zevk :) Edis'le Taha başlattığından beri zevkle okuyor, şevkle yazıyorum Ağaç Ev Sohbetlerini :) Arada yazmadığım haftalar oluyor ama hayat işte! Bir yerlerden yakalayıp devam ediyorum :) Yazmak kadar yazılanları okumak, yorum bırakmak da keyifli :)

      Sil
  12. Merhaba bende buradayım artık yorumlarda

    YanıtlaSil

Mutluluk Veren Küçük Şeylere Devam

Her Güne Üç Güzel Şey blogunu severek takip ediyorum. Bu serinin ilham kaynaklarından biri o blog olabilir :) Bugünkü küçük mutluluk kaynakl...