Çarşamba, Şubat 05, 2020

Kaybederken Kazanmaya Çalışmak* - Ahmet'in Hikayesi

Kırgındı Ahmet. Kırgın olmakta haklıydı da kendince. Bunca yolu yalnız kalmak için kat etmemişti. Bunca yılı kaldırıp çöpe atmak için yaşamış olduklarına inanamıyordu. Tam yokuşun tepesine gelmiş rahat bir nefes alacakken eli boşlukta asılı kalmıştı. Boşluk Ayşe'nin içinde, derinlerde bir yerdeydi. O boşluk yolda bir yerde kara deliğe dönüşmüş, her şeyi içine çekiyordu şimdi. Öyle bir boşluktu ki Ayşe'nin içindeki ne yapsa, ne yapılsa dolmayacaktı. Ahmet yokuşun başından sonuna dek yanında da olsa Ayşe görmüyordu. Çünkü Ayşe yanına yöresine, eline, elindekilere, kalbinin içine bakmıyor, sadece boşluğa bakıyordu. Yokuşun tepesinde de olsa dönüş yolunu yarılamış da olsa, Ayşe'nin tek gördüğü boşluktu.

Ahmet kendi için tırmanmamıştı bu yokuşu. Ayşe için atmıştı her adımı. Aslında zamanında kendi için tırmanmalıydı zaten ama işte, içinden gelmemişti. Gerek duymamıştı. Ta ki Ayşe'yi görene kadar. Doğrudur, ilk başlarda belki görmemiştir Ayşe'yi ama o zamanlar kendinden hiç umudu yoktu Ahmet'in. Ama sonra Ayşe ondan vazgeçmedikçe Ahmet oldu, Ahmet. Anladı ki aynı yastığa baş koyacaksa Ayşe'yle önce bu yokuşu tırmanmalıydı. Yolda eksikleri tamamlamalı, fazlalıkları atmalıydı. Bilmiyordu ki o ne yaparsa yapsın Ayşe kendi yüklerini atmayacaktı; içindeki onulmaz boşluğu yolda kazandıklarıyla dolduramayacaktı.

İlk yıllarda boşluk itici bir güç olmuştu. Son yıllarda ise yıkıcı... O kadar sevdi ki Ayşe Ahmet'i, içindeki tüm boşluğun üzerine Ahmet'i serdi; hayata dört elle sarıldı. Ahmet o kadar sevdi ki Ayşe'yi yolun yarısında herkesi sildi, Ayşe'yi evi bildi. Yokuşu bile gözü görmedi Ahmet'in, yürümüyor kuş gibi uçuyordu. Ama yolun ikinci yarısında işler birden zorlaştı. Ayşe yoruldu. Ahmet geçmişin tüm yüklerini atmış, yenilerini ise nasılsa az ötede bunlardan da kurtuluruz diye gık demeden taşımayı öğrenmişti. Ama Ayşe görmezden geldiği yüklerine yenilerini ekliyor, yolda kazandıklarını değil, sadece yanından akıp geçenleri görüyordu.

Tek yokuş onlarınki değildi elbet. Yan yana bir sürü yokuş vardı ve her yokuşta başka manzaralar, başka mevsimler hüküm sürüyordu. Diğer yokuşlara baktıkça Ayşe'yi bir "Hayat akıp gidiyor" sanrısı sarmış, bu korkuyla yüküne yük eklemiş, içindeki boşluğu büyütmüştü. 365 gün doya doya yaşasalar kalan 6 saatte "Ölüyoruz işte, hayat akıp gidiyor yanımızdan, üstümüzden başımızdan! Herkes yaşıyor, biz ölüyoruz usul usul!" diyecekti Ayşe neredeyse. Ahmet ne yapsa yetişemiyordu. Kolunu kanadını açmış, Ayşe'nin içindeki kara deliğe siper olmaya çalışmış ama Ayşe'yi boşluktan uzak tutamamıştı. Şimdi hem yorgun hem kırgındı Ahmet. Ne yapacağını bilmez halde eli boşlukta asılı bekliyordu Ayşe'yi. Dayanacak çok gücü kalmamıştı. Son bir gayret gözünü, kulağını kapatıp kalbini açmış bekliyor; Ayşe'ye göre kaybederken, kendince elinde kalan son kaleyi savunarak kazanmaya çalışıyordu.


*Öykünün ilk versiyonu: Kazanırken Kaybetmek

Dipnot: Bu öyküde haklı ya da haksız yok bence. Bu öykü aynı zaman tünelinden farklı zamanlarda geçen, aynı yokuşta ayrı düşen bir çiftin hikayesi sadece. Taraf tutmak pek mümkün değil, kim haklı kim haksız bilmek de. Zaten haklı olmakla çözülse tüm problemler hayat bu kadar karmaşık olmazdı :)

2 yorum:

  1. İlişkiler..
    Alanda iyi bilinen bir ilişki terapisti vardır ve iki lafından biri şudur: "iki insan arasındaki sevgi devam ediyorsa ve çözmek için uğraşmak istiyorlarsa; çözülmeyecek sorun yoktur insanlar arası ilişkilerde".
    Şimdi ben buna şöyle bir ekleme yapmak isiyorum - haddime düşmeyerek - "sevmek" kelimesi Ahmet için ve Ayşe için mutlaka çok farklı anlamları olan bir kelime. Bunu acaba hiç aralarında konuşmuşlar mı? Ya da daha ilginci; mesela Ayşe Ahmet'in sevmek kelimesinden ne anladığını anlatmaya çalışsa, Ahmet "evet, tam olarak bunu düşünüyorum" mu der? Ya da bir ileri noktaya gidelim; Ayşe ve Ahmet birbirlerinin "iyi bir ilişki / beraberlik" tanımını biliyorlar mı? Kilit sorular bunlar ve bence her "çift"in konuşması lazım; ama dünya üzerinde "iyi bir ilişki" tanımını birbirine açmış kaç çift vardır acaba? Sorsan "ya ben biliyorum onun iyi ilişki ve sevgi tanımını..." der ama açmaya başladıkça sürprizler çıkabiliyor.
    Misal; Ayşe için iyi bir ilişki "1).Güven 2).Kişisel alanlara saygı 3).Tutku. Oysa Ahmet için bu 1). Sevgi görme ihtiyacının giderilmesi (öpülme okşanma canım cicimler havada uçuşsa fena mı olur?) 2). Ortak ilgiler ve hatta hobiler 3). Dinamizm olabilir. Görüntüde ve gerçekte de birbirlerini çok seviyor ve ortak bir yaşam paylaşıyorlar belki ama iki ayrı dünyanın tekil ihtiyaçları nasıl gideriliyor? Bir taraf diğerinden sarmaş dolaş haller beklerken diğer taraf belki şöyle bir çıkayım bir 15dk yalnız yürüyeyim ihtiyacı içinde? İşte bu iki farklı dünyayı br araya getirmek için bir moderatöre, bir medyuma, bir iletkene gerek var. Bu iletken de oturup birbirini dinlemek, karşılıklı iletişim.
    Ahmet ile Ayşe hikayesindeki çözüm bence şu; 1).Devam edilmek isteniyor mu? Evetse: 2).Ortayolu bulmak için ödün verilebilecek ya da asla verilemeyecek alanlar neler? 3). Bu alanlar belirlendikten sonra, yeniden birlikte orta noktada buluşmak için neler yapılabilir, karşı taraftan neler isteniyor ve kendinden neler katılacak bu "iyileştirme" sürecine. 4).Bu sürecin devamlılığı, süresi ve sınırları nedir? Yani Ahmet ya da Ayşe tam orta yerde kalkıp gitme özgürlüğüne sahip mi, yoksa bu süreç ne olursa olsun devam ettirilecek ve önceden belirlenmiş bir süre sınırında ne kadar zorlanılırsa zorlanılsın sürecin gereği olarak sonuna dek "denenecek" mi? 5).Bahsedilen "ödün verilmesi mümkün olmayan" konularda Ahmet ve Ayşe birbirlerini nasıl destekleyebilir, bu durumun "kabullenilmesi" için nasıl bir yol çizilebilir?
    Ahmetle Ayşeyi ben baya ciddiye aldım galiba :))
    Bu hikayenin 3. bölümü bence "sil baştan denemek" adı altında yazılabilir ;)

    YanıtlaSil
  2. Bu bölüm evet, bir muamma. Görünürde bibirlerini seviyorlar. Sevdikleri insanı her ikisi de farklı algılıyor. Belki aşk gözlerini kör etmiş, gerçeği değil de hayâl ettiklerini görmek istiyorlar. Bu yüzden birbirlerini anlayamamaları. Gerçeği bilseler çözüm olacak mı? Sanmıyorum. Hayâl ettiklerini bulamayınca dünyaları yıkılır. Bu korku nedeniyle bu ilişki gerçeklerden uzak, hayâller üzerinde yürütülmeye çalışılıyor zaten.
    Neden diye soruyor Ahmet, kendi kendine, nedir Ayşe'nin istediği? Ayşe de aynı sorularla meşgul ediyor kafasını. Cesaretleri yok birbirlerine sormaya, gerçekle yüzleşmeye, sonunda birbirlerini kaybetmeye...

    Kırgındı Ahmet, bütün hayatını adamıştı Ayşe'ye. Çünkü bunu Ayşe'nin görmesini istiyordu. Ayşe bunu biliyordu ama bildiğini gosteremiyordu. Birbirlerine olan duyguları örten, yalıtkan, görünmez bir perde vardı sanki aralarında.

    Ayşe de Ahmet'i seviyor şüphesiz. Öyle sanıyorum ki, onun sorunu Ahmet'le değil. Onun sorunu belki kendinden.

    Ayşe yorgun, tükenmiş fakat kırgın değil Ahmet'e. Belki isyanı yaşama, yaşamaya. Ahmet ise hem yorgun, hem de kırgın. Yorgunluğu belli, ya kırgınlığı. Ayşe'den mi, hayattan mı? Orası biraz muamma:)

    YanıtlaSil

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...