Bu haftanın konusu için Mr. Kaplan'ın şu yazısından ve yazının altında Deep'le yorumlaşmalarından yola çıkıyoruz :)
Sanat, sanat için midir, toplum için mi? Sanatçı toplumu düşünerek mi bir eser ortaya koymalıdır yoksa toplumu görmezden gelerek sadece sanat için mi oluşturmalıdır eserini? Mesela yazarlar, eserlerini yazarken okunma/beğenilme endişesi duyarlar ve ona göre mi yazarlar? Yoksa hiç tereddüt etmeden içlerinden geldiği gibi mi yazarlar?
Aslında bu soruya verilecek her cevap son derece kişisel olacak. Sanatçılar başka cevap, sanatseverler başka cevap verebilir. Her iki grup da kendi içinde ayrılabilir. Benim cevabıma gelince, bence sanat sanat için olmalı, beğenmeyen de kendi derdine yanmalı diyorum :)) İnsan bir şey yaparken bunu gören/okuyan/dinleyen ne anlayacak acaba diye düşünmeye bir başlarsa o işin sonu gelmez. Sanatçı sadece içinden geleni canının istediği şekilde aktarmalı eserine.
Üniversitede yaptığımız bir kitap incelemesini hiç unutmuyorum. D.H. Lawrence'ın yanılmıyorsam "Sons and Lovers" kitabında geçen bir kilise sahnesini analiz ediyorduk. Özellikle kilisede bulunan kırmızı güllerin tasvir edildiği bir paragraf üzerinde durmuştuk. Yazar, burada ne demek istiyor, neye gönderme yapıyordu acaba? Sınıfça anne sevgisinden, ilahi aşka, dini inanca kadar bir sürü farklı fikir öne sürdük ama hocamız hiçbirini onaylamayıp sonunda hepimizi şoka sürükleyerek bahsedilen sahnenin cinselliğe bir gönderme olduğunu anlatmıştı. O zaman bunu kesinlikle kabul edememiş baya saçma bulmuştum. Kilisede cinselliğin ne işi vardı bir kere? Yazarın o satırları yazarken asla cinsel bir gönderme yaptığına inanmamıştım. Aynı kitabı şu an okusam ne düşünürüm bilemiyorum. Peki ya yazar ne düşünmüştü gerçekte acaba o satırları yazarken? Belki de hocamız haklıydı. Bilemiyorum.
O günden bu güne çoğu düşüncem değişmiştir eminim. Ama hâlâ değişmeyen bir şey var: Yazarın yazarkenki düşüncesi ile bizim okurken hissettiklerimiz her zaman birebir uyuşmuyor. Bazen yazardan çok yazar, sanatçıdan çok sanatçı (?!) olup "Burda şunu demek istemiş aslında" gibi tahminler ya da yorumlar yapılıyor. Oysa sanatçının kafasının içinde değiliz ki, nereden bilebiliriz ne demek istemiş, içinden ne geçirmiş o yaratım sürecinde?
Soyut resimleri ele aldığımızda da benzer şeyler yaşanıyor. Tablonun karşısına geçen alıyor sazı eline başlıyor kendi türküsünü yakmaya :))
Sanatsal amaçla ortaya konan bir eser kendiliğinden toplumun faydasına olabilir, toplumun geneline hitap edebilir ancak sadece toplumun faydasına, yani sanata değil de özellikle toplum faydasına/zevkine hitap etmek için yapılan şeylere sanat diyebilir miyiz tam emin değilim. Ortaya konan esere göre değişir sanırım.
Yukarıda bahsettiğim çerçevede sanatçı eserini hangi amaçla ortaya koyarsa koysun o esere bakan herkes kendi görmek istediğini görecek, kendi kapasitesi kadar bir şey alabilecek. Bu yüzden sanatçının tüm kaygılardan arınarak sadece kendi ilhamına odaklanıp içinden geleni sansürlemeden ortaya koyması gerektiğini düşünüyorum.
Bazen hikaye yazarken "Böyle yazarsam yanlış anlaşılır, okuyanlar böyle düşünür, şöyle düşünür" diye değiştiriyorum yazdıklarımı, yazacaklarımı. Demek ki ben henüz yazar olmanın yakınından bile geçemiyorum. Yanlış anlaşılma kaygısı ile hikaye mi yazılır hiç!
Öz eleştirimi de yaptığıma göre bu konuda siz neler düşünüyorsunuz diyerek çekilebilirim şimdilik köşeme :)
Düşünecek bir şey bırakmamışsın ki!
YanıtlaSilSadece katılıyorum demek düştü payıma:)
Sevgili Buraneros, aynı fikirde olmamıza hiç şaşırmadım ama tamamen tersini savunanlar olunca da şaşırmayacağım :)
SilŞu dünyada her şey toplum için aslında! Yaptığımız bir çok şeyi toplum öyle istiyor diye diye yapıyoruz çoğu zaman farkında bile olmadan. Toplumun düzeni için, toplumun devemlılığı için o kadar çok şey yapıyoruz ki... "Toplum" denen şey öyle bir canavar ki kendi devamlılığı için elimizi kolumuzu bağlayıp ruhumuzu sömürmek istiyor adeta. En azından sanat bize kalsın, kendimiz için bir şeyler yapalım :)
Sanat, sanat içindir cümlesinin karşılığı yok bana göre :)
YanıtlaSilöyle olsa, kişi kendi ürettiği şeyi evinin ya da atölyesinin bir köşesinde tutar, bakar bakar dururdu. Anlaşılmak diye bir derdi olduğunu düşünüyorum sanatı icra edenlerin. Bir progamda, bir sanatçı "sanat, duygu aktarımıdır" diyordu. İşin birebir içinde olmayan kişiler için bu duygu aktarımı hadisesi net olmayabilir belki ama bir şeyler hissettiriyorsa, bir nebze de olsa duygu aktarımı konusunda başarıya ulaşmış demektir sanırım. Sanatçının çıkış noktası beğenilmek olmasa gerek zira bu nabza göre şerbet, siparişe dayalı iş gibi bir hal demek olur. Beğenilmek olsa olsa yaptığı işin anlaşılır olmasının yarattığı hoş bir getiri olur.
"Sanat, için sanat" derken bence tüketilme kaygısı olmadan ortaya konan sanat eserlerinden bahsediliyor. Yani illaki herkesçe beğenilsin, kabul görsün, çok satsın diye düşünülmeden, sadece içten gelen duygularla, ilhamla üretilen eserler. Toplum normlarına uyup uymadığını düşünülmeden, toplumun faydasına olup olmadığı ölçülmeden, önceden belirlenen kalıpların dışına çıkabilen, daha doğrusu o kalıplara uyuyor mu kaygısı bile taşımayan eserler. Bence kendi zamanında değeri anlaşılmasa bile eninde sonunda başarıya erişmiş bir çok sanatçının baş yapıtları tam da böyle saf bir ilhamla ortaya konmuş eserler.
SilSanatın bir duygu aktarımı olduğu konusuna katılıyorum ama esere yansıtılan duygular ile eserin bizde oluşturduğu duygular her seferinde aynı olmuyor. Yine de dediğiniz gibi, sonuçta bir eser içimizde bir yerlere dokunuyorsa, bize bir şeyler hissettiriyorsa değer kazanıyor.
İkisi de doğru. Sanatçı satmak istediğinde başka türlü bir eser yazabilir, yaratmak istediğinde başka türlü. Çoğu sanatçı geçim derdine düştüğünde tekniği farklılaşır, günümüzde bu sosyal medyada beğeni kazanmak için de yapılıyor. Fakat kendi için yazdığı / çizdiği / söylediği çok farklı oluyor, kimseye beğendirme amacı güdülmediğinde ortaya çıkan sanat bambaşka, satılan sanat bambaşka.
YanıtlaSilÇok güzel bir cümlesi vardır Abdülhak Şinasi Hisar'ın: "yazılan her eser edebiyat sayılmaz, bazısı kitap ticaretidir" diye :)
Anlatmak isteyip de toparlayamadığım şeyleri ne güzel toparlayıp anlatmışsın canım Ceren <3 Tüketim amaçlı üretilenle sanat amaçlı üretilen şeyler birbirinden farklı oluyor. Yani sanatçının kendini kısıtlamadan, sadece kendini dinleyerek, içinden geldiğince ürettiği şeyler daha başka oluyor bence.
SilAbdülhak Şinasi'nin dediği gibi "kitap ticareti" olan nice eser piyasaya çıkar çıkmaz toplumca çok rağbet görebiliyor. Ama ilk ortaya çıktığında içine doğduğu toplumu rahatsız eden,topluma ters düşen ya da anlamsız bulunan bir çok eser daha sonraki yıllarda baş yapıt olarak nitelendirilebiliyor. Mesela sefalet içinde yaşayıp ısınmak için tablolarını yakmak zorunda kalan ressamların tabloları, onlar öldükten çok sonra milyon dolarlık fiyatlarla satın alınıyor. O ressamların bir çoğu yaşadıkları çağın normları dışına çıktıkları için anlaşılmayıp hor görülmüşler belki de. Eğer o ressamlar kendi ilhamlarına sırt çevirip toplum için sanat yapsalardı belki refah içinde yaşarlardı ama isimlerini bugünün tarih sayfalarına yazdıramayabilirlerdi.
Deep'in konu önerilerini pazartesi günleri saat 23.55'te yapıp beni hacı bekler gibi ekran başına kilitlemesi, bu durumun bende alışkanlık yapmasının bir sonucu olarak sizin de geç saatlerde yazmayı düşüneceğiz gibi boş bir hayale sürüklendim:)) Dolayısıyla, bu kez ben geç kalmış oldum:)
YanıtlaSilMrs. Kedi, mükemmel bir yazı çıkartmışsınız, sizi tebrik ederim. Bu yazınız lisede ismini hatırlayamadığım ünlü bir edebiyatçının aynı konu üzerine yazdığı bir denemeyi getirdi aklıma. Belirttiğiniz görüşlere aynen katılıyorum. Belki ilâve edebileceğim birkaç küçük husus olabilir.
Öncelikle sanatçının ortaya koyduğu eseri yorumlayan sanatseverler (sanattan bir parça olsun anlayanlar desek daha doğru) pek çok konuda farklı değerlendirmeler yapabilir ve bunlar sanatçının asıl değinmek istediği hususların bir kısmını kapsayabilir, hatta sanatkâr bazen tamamen farklı bir mesaj da vermiş olabilir. Ahmet Haşim'in "Merdiven" şiirinde olduğu gibi. Bu şiir üzerine yapılan yorumlarda, yaşamı, ölümü anlatıyor demiş birçok kişi. Rivayet odur ki, Haşim bir röportajında, "Ya, ne abartıyorsunuz, karşımda merdiven vardı ona bakıp yazdım şiiri" demiş:)
Bence esas mesele şu: Biri operaya gider, ne konusunu bilir, ne oyuncusunu, ne yazıldığı dönemi, ne de opera hakkında en ufak bir bilgisi vardır. Resim için, müzik için, kitap için aynı şekilde alt yapısı olmadan kalkar yorum yapar. Önce toplumun sanatın ne menem bir şey olduğunu anlaması gerekir. Bu ise eğitimle olur. Eğitimsiz bir toplumda sanatın yeşermesi zordur. Eğitimli toplumda bile sanatçının her zaman toplumun önünde yer alması ona önderlik etmesi şarttır. Toplumun talebine göre yapılan sanat eseri, sanatsal yanı olsa bile bence sanatın tam karşılığı değildir.
Ben genelde Pazar gecesi yazıp saat 12'yi geçsin diye sabırsızlıkla bekliyorum Mr.Kaplan :)) Övgünüz için çok teşekkürler :)
SilAhmet Haşim anektodunu ben de duymuştum daha önce ve "Oh ya! Bu işte!" dediğimi çok net hatırlıyorum :))) Adamın canı istemiş merdivenleri yazmış işte :D Bazen cidden çok abartılıyor şu yorumlama işleri.
"Sanat ve sanatçı her daim muhalif olmalıdır." sözünü çok seviyorum. Sanat kanıksanan şeylerin dışına çıkmalı, yeni yollar sunmalı, yeni dünyalara açılan bir kapı olmalı bence. Yani birileri sevsin diye değil de birileri rahatsız olsun, mevcut olan düzen/kalıplar/normlar değişsin diye yapılan işler bence daha değerli. Düşünsenize yeni akımları başlatan cesur sanatçılar olmasa yüzyıllardır tekdüze bir sanat anlayışı sürer giderdi değil mi? Dediğiniz gibi sanatçıların her zaman toplumun en az bir adım önünde yer alıp toplumdan daha açık fikirli olması gerekli.
Tek cevabı olamayacağı kanısındayım ben de: Sanat için yapılan sanat, toplumdan bir karşılık bekleyebiliyor. Bu karşılık sadece hoş görülmek veya maddi bir beklenti de olabilir. Fakat icra ederken, kendi penceremden bakarsam eğer bir öykü yazarken başkalarını değil de sadece öyküyü düşünmek doğru olan. Toplum kaygısı köreltebiliyor öyküyü ve belki diğerleri için de böyledir, bilemiyorum.
YanıtlaSilBeğenilme kaygısı kesinlikle etkiliyor insanı. Sadece C.'nin, Mr. Kaplan'ın blogunda bahsettiği şeye katılıyorum ben de. Sanatçıların beğenilme kaygısı taşımayan erken dönem işleri ya da kendilerine sakladıkları geç dönem, ustalık işleri çok daha güzel oluyor bence de. Beğenilme isteğinde bir sorun yok, insanın tabiatında var tabi ki beğenilmek, onaylanmak için özel çaba sarfederek sanat yapılamaz bence. Tabi ki oluşum aşamasında elden gelenin en iyisini yapmak gerekiyor ama bunu kendi içimize sinmesi adına yapmalıyız bence. İşin ucu Deep'in aşağıda dediğine çıkıyor: "Sanatı, sanat için yapalım ama toplum da sevsin."
Silsanatı sanat için yapalım ama toplum da sevsin yaaa :)
YanıtlaSilAslında bu sözün mevzuyu tam özetlemiş. Sanatı, sanat için yapalım. Zaten ortaya çıkan iş eninde sonunda hak ettiği değeri görür gerçekten sanat değeri varsa.
SilKonu seçimi çok güzel olmuş bu haftayı ayrı bir sevdim ben :) herkes farklı bir bakış açısıyla çok güzel incelemeler yapıyor böyle konular hakkında :) Blog yazmaya vaktim yok ama bari yorumlarda bir şeyler söyleyeyim diye azcık uzun yazıyorum :) Senin incelemen de çok güzel olmuş evet bir eser üretirken herkes ne düşünür kaygısı gütmeden içinden gelenleri aktarmaya çalışmak ve sadece ürettiğin şeyi düşünmek gerçek sanat eserleri ortaya koymanın anahtarlarından biri bence de. zira bir eser üretirken mühim olan içindeki duyguyu açığa çıkartmaktır. Fakat sanat sanat için mi toplum için mi düşüncesinden önce ben sanatçının kendisi için ürettiğini düşünüyorum ama dışarıdan gelecek bakışlar da psikolojik olarak bilinçaltına etki edecektir az ya da çok şekilde ki bu bakışlar belki sadece kendisinin de olabilir. Bir kere insan neden sanat eseri üretme ihtiyacı duyar bu soruyu önemli buluyorum. İnsan yaşantısını ve ruhsal durumunu aktarma ihtiyacındadır her zaman. İster dağa taşa anlatsın, kendine saklasın isterse bir yerlerde topluma sunsun fakat hepsinin temelinde içindekini dışarıya aktarma ihtiyacı olmalı. bir resim bir heykel üretip bunu sadece evimizin içinde kimseye göstermeden tutuyorsak bile yine de bir duyguyu elimizdeki malzemeye aktarmış oluyoruz ve kendimiz için yine onu eleştiririz yargılarız ve beğeniriz bu durumda başkası görmese ve eleştirmese bile o görevi kendimiz yerine getiririz. kimse görsün veya görmesin sanatçının kaygısı anlaşılmaktır duygularını ifade etmektir ve bunun için icra ettiği sanatın mevcut üsluplarını en iyi şekilde bilip bunu kendi stilini yaratmak için kullanır. sonuç olarak da doğurduğu eserin önce kendinin beğenmesi ve sonra diğerleri üzerinde bir etki bırakması yine sanatçıyı tatmin edecektir diye düşünüyorum :)yani sanatçı eserlerini önce kendisi için üretir diye düşünüyorum daha sonra başka kaygılar devreye girer belki para kazanmak da artı bir getirisi olur :)
YanıtlaSilNe kadar güzel anlatmışsın, katılmamak mümkün değil! İnsan neden sanat yapma, yani bir şey üretme gereği duyar sorusu çok güzel, insanı derin derin düşünmeye sevk ediyor. Aslında insanın ortak derdi aynı: "Anlaşılmak". Hepimiz kendimizi, hislerimizi, fikirlerimizi anlatmak ve anlaşılmak için yapıyoruz yaptıklarımızı. Bazılarımızın ki o kadar iyi oluyor ki ortaya bir sanat eseri çıkıyor. Bence en içten gelen duygularla ortaya konan eserlerin değeri diğerlerinden daha yüksek çünkü yapan kişi varını yoğunu akıtıyor eserine. Tek derdi içindekini dışa vurmak oluyor o süreçte. İşte böyle durumlarda toplumun tepkisini düşünmek sanatçıya ket vurmamalı. Ortaya çıkan eser iyiyse zaten doğal olarak çeşitli getirileri de olacaktır.
SilSanat sanat için yapılmalı görüşününün savunucusuyum bende. Soyut resimler için de şunu söylemek isterim. Geçer karşısına bakarım; hoşuma gitmişse gitmiştir, gitmemişse gitmemiştir. ÜZerine bundan başka yapılan her yorum bana fazlaca geliyor. :)
YanıtlaSilKesinlikle katılıyorum soyut resimle ilgili söylediklerine :)
Sil