Pazar, Kasım 28, 2021

Öncelik Sıralaması (ya da Sıralayamamam mı Acaba?)

Günaydın :)



Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, yapmam gereken çok şey olunca nereden başlayıp hangi sırayla gideceğime karar veremiyor, karar versem bile yaptığım sıralamaya sadık kalamıyorum. Bugün de o günlerden biri maalesef. Yapacak bir sürü işim var ama anlaşıldığı üzere bilgisayar karşısına geçmiş bu satırları yazıyorum. 

Beni bekleyen işler listesi şöyle:

  1. Banyo ve tuvaletler temizlenecek, ✔️
  2. Dün yıkadığım 3 makine çamaşır katlanıp yerleştirilecek, ✔️
  3. Kalan 2 makinelik çamaşır yıkanıp kurtulacak, ✔️
  4. Okul-iş kıyafetlerimiz ütülenecek,
  5. Biraz daha beklerse bozulması muhtemel 4 farklı sebze işlenecek / pişirilecek ✔️
  6. Kasaba ve markete gidilecek, ✔️
  7. Arya'nın hafta içi öğle yemekleri ayarlanacak, ✔️
  8. Arya'nın saç diplerindeki konaklara* zeytinyağ sürüp iyice taranacak, ✔️
  9. Mısır patlatılıp ailecek film izlenecek, (Arya için mısır patlattım ama filmi yarın akşama erteledik) 
  10. Öğrenciler için 3. ünite özeti hazırlanacak (Of bu tamamen aklımdan çıkmıştı, az önce bilgisayarı kapatayım derken geldi aklıma :(((
*Hani bebeklerin saç derisinde sarı sarı konaklar olur, kabuk bağlamış gibi. Arya'da bir süredir o konaklardan oluyor. İnternetten araştırdım, alerjik bünyeli insanlarda olurmuş. Zeytinyağ sürüp yumuşayınca taramak ve sonra yıkamak gerekiyormuş. En az 3-4 kez tekrarlanması gerekiyormuş. Bakalım bugün deneyeceğim, işe yararsa farklı günlerde 2 kez daha yapmamız gerek. Tabi bir de bu iş için Arya'yı ikna etmem gerek ki en zor kısmı burası maalesef :(

"Güzel başlayan bir Pazar günü nasıl kâbusa döner?" sorusunun cevabını uygulamalı olarak öğrenmek üzere olduğumu hissediyorum. Bana şans dileyin lütfen :)

Şuraya pek de aileye uygun olmayan ama 2 gündür de dilimden düşmeyen eğlenceli bir şarkı bırakıp makûs talihime doğru yollanayım :)))


Son Durum: 4. ve 10. maddeler için zerre enerjim kalmadı :( Ayaklarımı uzatıp yayıldım koltuğa. Biraz kitap, biraz dizi sonrası uyku... 

Cuma, Kasım 26, 2021

Fake it until you make it*

"Fake it until you make it."

Türkçe'ye tam olarak çevirebilir miyim bilmiyorum. Üç aşağı beş yukarı "Gerçekten yapana dek / oldurana dek yapıyormuş gibi yap ya da olmuş numarası yap" gibi bir şey sanırım. 3 bira ve yüksek desibel müziğe maruz kalmış halimle bu kadar çevirebildim. Yarın yine düşünür, düzeltirim belki. 

Bu sözü ilk kez Canım Ceren'imden duydum, aldım kendime amaç edindim. Olana dek, oldurana dek olmuş gibi yapıyorum. Mesela bu gece kimseye ihtiyacım yokmuş gibi yapıyorum. Çok eğleniyormuş gibi, her şeyi bir kenara bırakmış gibi yapıyorum. İnanıyorum bir gün numara değil gerçek olacak bu söylediklerim. 



Perşembe, Kasım 25, 2021

İçimiz Isınsın :)

Dışarısı buz, kış geldi!

O zaman içimizi ısıtacak şeylere sıkı sıkıya tutunmak, sarılmak lazım :)

Benim epey uzun zamandır boşladığım bir yemek blogum var. Daha önce de bahsetmiştim, ismi "Rüya'nın Mutfağı" :). Eskiden aktif olarak tarif yazıyordum ama son yıllarda pek üstüne düşmedim. Geçenlerde Sevgili Handan'ın ilhamıyla yaptığım sarımsaklı ekmeğin tarifini az önce yazdım bloga. Onu yazarken domates çorbası tarifimi de yazdım. Üstüne de sıcak şarap tarifi yazarak mis gibi sıcacık bir kış gecesi için gereken üç temel şeyi yazmış oldum :P Sıcak şarap tarifi yılbaşı için de güzel bir seçenek olabilir. Ölçüleri iki katına çıkararak misafirleriniz için hoş bir sürpriz hazırlayabilirsiniz :) 

Blogda severek yaptığım ve severek yediğim tarifler var. Aklıma geldikçe yeni tarifler de eklerim. Maksat soğuk kış gecelerinde içimiz ısınsın :)


Çarşamba, Kasım 24, 2021

Unutulmayanlar

Eminim herkesin unutamadığı öğretmenleri vardır. Kimisini iyiliğiyle, sevgisiyle, bilgisiyle hatırlarız; kimisini eksiğiyle, yanlışıyla, bıraktığı kalp kırıklığıyla. Ama iyi, ama kötü, mutlaka izi kalır hayatımızda öğretmenlerimizin.

İlkokul öğretmen(ler)imizi unutamayız çünkü ilktir onlar bizim için. Şanslı olanlarımızın sevgi dolu ikinci anne-babaları olmuşlardır. Şanssız olanlarımız için okulla ilgili ilk travmalarımızın kaynağı... 

Ben 3, hatta 4 farklı öğretmen ile tamamladım ilkokulu. İlk öğretmenimi hiç hatırlamıyorum maalesef ve çok üzgünüm bunun için. 2. öğretmenim, Osman öğretmene aşıktım diyebilirim :) Bir keresinde çok konuştum sanıp bana ceza vermişti ama o gün konuşan ben değildim. Küstüm öğretmenime sonra "Hadi affettim, cezanı kaldırdım" dediği halde barışmadım. O kadar dert edinmiş ki akşam evimize gelip gönlümü almıştı. Çok şakacı, çok güleryüzlü bir öğretmendi. Öyle uzun süre küs kalmam mümkün değildi zaten :)

Sonraki ilkokul öğretmenlerimin ikisi de ilkokuldan sonraki yıllarda da beni hep arayıp sordular. İlkokuldaki 3. öğretmenim ben lisedeyken okuluma beni ziyarete geldiğinde arkadaşlarımın yaşadığı şaşkınlığı görmeliydiniz. İlkokuldaki son öğretmenim de daha geçtiğimiz Pazar telefonla arayıp halimi hatırımı sordu. Tabi ki ben de onları arayıp soruyorum, öğretmenler günlerini kutluyorum her sene.

Ortaokul öğretmenlerimden birkaçı hatırımda kaldı maalesef. Bazıları iyi, bazıları nahoş hatıralar. Hayatımdaki ilk 3'ü fen bilgisi yazılısında almıştım. Öğretmenimizin "Eh, her şeyin bir ilki vardır. Demek ki daha çok çalışman lazım." deyişi gözümün önünde hâlâ. 

İngilizce öğretmenlerim açısından her daim şanslıydım. Daha ilk derste sevmiştim İngilizce'yi. Kuralları öğrendin mi gerisi çorap söküğü :) Dilin inceliklerini lisedeki öğretmenlerimden öğrendim tabi ki. İngilizce dışında hayata bakışımın değişmesini, ufkumun açılmasını da yine İngilizce öğretmenlerime borçluyum diyebilirim. Kitap okumayı sevdiğim için önce okuldaki sonra da evindeki kütüphanesini bana açan Ayşe Nur öğretmenimin kalbimdeki yeri bambaşkadır. Yine İngilizce öğretmenlerim olan Mustafa Yörük ve İlhami İnan ile de hâlâ görüşüyorum. Hatta az önce Mustafa Hocam'la yarım saat sohbet ettik telefonda. Birgün onlarla meslektaş olacağımı hiç düşünmezdim ama Hayat işte! 

Lisede İngilizce öğretmenlerim dışında aklımda en çok yer eden öğretmenlerim Türkçe öğretmenleri. 4 farklı Türkçe öğretmenimin hepsi ayrı şeyler katmıştır bana eminim ama aklımda en çok yazma aşkımı fark edip beni destekleyen, bizi şairlerle tanıştırıp şiir gecesi düzenlememiz için motive eden Hüsniye öğretmenim kalmış. 

Üniversite yıllarım hazırlık senesi hariç büyük hayal kırıklığı diyebilirim. Hazırlık senemizde dersimize giren İpek Hoca sayesinde birçok kitaba, filme, sanata, yogaya, uzaya... kısacası hayata bakışım değişti, kesinlikle geliştim. Hazırlık sınıfındaki hocalarımız dışında fakültede sadece Özden Hoca'yı tavrıyla, tarzıyla, bilgisiyle hatırlıyorum gerisi için bir şey demek gelmiyor içimden. 

Kendi öğretmenliğime gelirsek, ilk yıllarım gerçekten zordu ama bu yıl ayaklarım daha sağlam yere basıyor. Dersin her dakikasını planladığımda işlerin çok daha iyi olduğunu biliyorum. İşler planladığım gibi gitmediğinde isyan etmek yerine doğaçlama yapıp yeni duruma ayak uydurmak gerektiğini biliyorum. Ders bitince her şeyi sınıfta bırakıp çıkıyorum. Sıfırlanıp tekrar başlıyorum elimden geldikçe. 

Bugün, geçen yıl ve ondan önceki yıl mezun ettiğimiz öğrencilerim arayıp öğretmenler günümü kutladı. Hatta birisi benim yüzümden İngilizce öğretmeni olmaya karar verdiğini söyledi. Bir diğeri İngilizce sınavından 89 aldığını ve o an beni hatırlayıp içinden bana teşekkür ettiğini söyledi. Bunun verdiği mutluluğu burada kelimeler ile anlatamam. Ben de hayatımda iz bırakan tüm öğretmenlerimi hatırlayıp teşekkür ediyorum tüm emekleri için. Mutluyum öğretmen olduğum için :) 




Yazımı geçen yıl öğretmenler gününde yazdığım şu cümle ile bitirmek istiyorum:

"Yapı taşlarımı tek tek dizen, beni ilkokuldan üniversiteye, çocukluktan erişkinliğe, öğrencilikten öğretmenliğe taşıyan tüm öğretmenlerimin ve canla başla çalışan tüm meslektaşlarımın günü kutlu olsun!"


Sevgili Leylak Dalı' ve Recep Altun' un yazılarını da okumanızı tavsiye ederim :) Linklerini de bırakayım:

Leylak Dalı

Recep Altun

Pazar, Kasım 21, 2021

Geleneksel "Evet Günü" Şenlikleri #2

Geçen ay ailecek "Yes Day" filmini izledikten sonra biz de Arya için "Evet günü*" yapmıştık. Kuralları baştan belirledik ve hiç bir problem yaşamadık. Gün güzel geçince her ay bir kez yapmaya karar verdik. 

Kasım ayına girdiğimiz andan itibaren Arya "Evet günü ne zaman?" diye sorup duruyordu, ara tatilde yaparız demiştim ama hava genel olarak yağmurlu olunca bugüne kaldı "Evet günü"müz. Bugün de Evrim hasta olduğu için ailecek olmasa da anne-kız olarak yapalım dedik. Ailecek kahvaltı yaparak başladığımız güne lunapark, borulu park ve Arya'nın favori restoranı ile devam ettik ve son olarak patlamış mısır eşliğinde Lego DC Super Hero Girls filmini izleyerek bitirdik günü. 








Lunaparktaki favorimiz çarpışan arabalar. Zaten küçücük bir lunapark olduğu için çok fazla seçeneğimiz de yok maalesef. Arya 3 tur çarpışan arabalardan sonra bir iki oyuncağa daha binip borulu parka geçmek istedi. O borulu parkta yeni edindiği arkadaşlarıyla oynarken ben de bir an önce Doppler'e kavuşma hevesiyle Volvo Kamyonları okudum :) Parktan sonra anne-kız cozutup en zararlı yiyecekleri seçerek karnımızı doyurduk. Pişman değiliz :)) Sahil boyunca yürüyerek eve geldik, mısır patlatıp filmimizi izledik. Film bitince "Evet günü" de bitmiş oldu :)  Arya şimdiden Aralık'ı iple çekmeye başladı :D Evrim de kendine özel "Evet günü" istiyormuş, çok güldük tabi Arya ile :))))

*"Evet günü": Gün boyunca anne-babaların her şeye "Evet" demek zorunda olduğu bir nevi ödül günü. Geleceği etkileyecek "Hadi köpek alalım" gibi isteklerin kabul görmediği, sadece o anlık yapılıp bitecek eylemlerin onaylandığı bir gün :)

... 

Neredeyse unutuyordum,  Arya'nın öğretmeni, Ödül öğretmenimiz bizden çocukluğumuzda oynadığımız bir oyunu tanıtmamızı istemişti. Biz de küçük bir video çektik ailecek :)


Cumartesi, Kasım 20, 2021

Mim - Blog Yorumları

Bir Yıldızın Hikayesi blogunun sahibesi Sibel Yıldız'ın da dediği gibi ben de uzun zamandır mim okumamış ve cevaplamamıştım. Bu mim iyi geldi :) 


Soru 1. Yaptığınız paylaşımla ilgili yorum alış-verişine önem verenlerden misiniz?

Evet. Paylaşmak için yazıyorum ve yorumlar bana iyi geliyor.  Bazı durumlarda sadece yalnız olmadığımı hissetmek bile iyileştirici oluyor. Yorum yapan biriyle tamamen zıt fikirlerde olduğumuzda da kaliteli tartışmalara her zaman varım. Takip ettiğim bloglara da yorum yazmaya çalışıyorum sık sık.


Soru 2. Yorum geldiğinde iade-i ziyaret yapar mısınız?

Benim yazımla alakalı tek kelime yazmadan sadece kendi blog tanıtımını yapmaya çalışan "Benim bloguma da beklerim" minvalindeki yorumlar hariç yazıma anlamlı yorum bırakan herkesin bloguna mutlaka iade-i ziyaret yaparım ve ilgimi çeken yazılarını okuyup yorum  bırakırım. 


Soru 3. Okumadan yorum bırakıldığını ya da hızlıca göz gezdirildiğini hissettiğiniz olur mu?

Evet oluyor. Olabilir de. Bu çok normal. Kimsenin her yazdığımı ciddiye alma zorunluluğu yok tabi ki. Okuyup geçebilir, yorum yazmayabilir ya da üstünkörü bir şeyler yazabilir rahatlıkla. AMA evet kocaman bir AMA öyle yapan biri de hiç utanıp sıkılmadan "Benim bloguma da beklerim" yazmasın lütfen. Sen beni kaale almazken ben neden seni alayım ya? Tüm blogları gezip aynı mesajı copy-paste yapanlara katlanamıyorum.



Soru 4. Önünüzdeki yazıyı okuduktan sonra o yazıya gelen diğer yorumları da okur musunuz?

Tabi ki okurum hatta araya kaynayıp yorum yapanla tartışmaya bile girebilirim :D


Soru 5. Yazınıza gelen yorumları cevaplar mısınız?

Eski yazılarıma bakıyorum ara sıra. Nedense cevaplamadığım yorumlar olmuş. Sanırım ruh halim cevaplayamayacak kadar kötüymüş. Ama uzun zamandır her yoruma cevap vermeye çalışıyorum. Gözümden kaçan olduysa da af ola.


Soru 6. Yorumları biriktirip hepsini aynı anda mı açarsınız? Neden?

Mail olarak gelince hemen okurum yorumları ama cevap vermek için rahat olacağım bir anı beklerim. Yani genelde birikmiş oluyor yorumlar. Ama bir yazının yorumlarına cevap vermeden yeni yazı yazıp yayınlamıyorum.


Soru 7. Yazıyı okuduğunuz halde yorum bırakmadan ayrıldığınız olur mu?

Oluyor çünkü ne yazacağımı bilemediğim anlar oluyor. 


Soru 8. En az ve en fazla yorum alan paylaşımlarınız hangileri hatırlıyor musunuz?

Maalesef hatırlamıyorum. 


Soru 9. Hiç yorum almayan yazınız oldu mu?

2000li yılların başlarından beri 2-3 farklı blogum oldu. İllaki yorum almayan yazım olmuştur. 


Soru 10. Daha önce hiçbir etkileşimde bulunmadan, tesadüfen tek bir yorumunu okuyup beğenerek takibe aldığınız biri oldu mu?

Evet oluyor. Bazen kendi blogumda bazen başka bir blogda yorumunu okuyup takibe aldıklarım oluyorum sık sık. 


Soru 11. Size göre yorum bırakmada en iyi ve en sürekli olan bloglar hangileri? (En az üç isim veriniz.)

Her blogu okuyup her yazıya yorum bırakan deyince aklıma ilk gelen Deep tabi ki. Onun dışında Mr.Kaplan'ın verdiği isimlere katılıyorum :)


Bu güzel mim için Bir Yıldızın Hikayesi - Sibel Yıldız'a teşekkürler :)

Cuma, Kasım 19, 2021

Doppler

Sevgili Buraneros'un blogunda okuyup merak ettiğim Doppler ile şahsen tanıştım :) Buraneros gibi anlatmam mümkün değil ama ben de elimden geldiğince bahsetmek istedim bu kitaptan :)


Doppler, 3 kitaplık bir serinin ilk kitabı. İsmini hikayenin baş kahramanından alıyor kitap. Doppler, evli ve iki çocuklu sıradan bir şehir insanıyken bir gün bisikletten düşmesi sonucunda ansızın her şeyi bırakıp ormanda yaşamaya karar veriyor. Bir süre sonra açlıktan avladığı bir geyiğin yavrusu da ona katılıyor. Aralarında dostluk diyebileceğimiz bir tür ilişki gelişiyor zamanla. Doppler, geyiğe Bongo ismini veriyor.

Yer yer çok gıcık olmakla beraber yer yer de çok kıskandım Doppler'i. Onun yerinde olmak, ormanda yaşamak, bir geyikle arkadaşlık etmek çok cazip geldi. Üstelik onun ormana kaçış sebebini de anlayabiliyorum. Doppler'in eşi olsaydım onunla çadıra taşınmak isterdim ama muhtemelen Doppler bundan pek hoşnut olmazdı :)) Ama n'apalım hayatta her zaman kendi istediğimiz olmuyor maalesef :D Gerçi dürüst olmam gerekirse bu kitabın herhangi bir kahramanı olacaksam Doppler'in eşi değil aksine Doppler'in taa kendisi olurum :D

Kitapta okurken altını çizdiğim bazı kısımları paylaşmak istiyorum.

"İnsanların arasına karışmak başını belaya sokmak demek."

"Bütün bu başarıların arasında yıllarca dolanıp durdum. Başarılarla yattım, başarılarla kalktım. Başarılarla uyudum. Başarı soludum ve yavaş yavaş yaşamımı yitirdim."

"Yalnız doğar, yalnız ölürüz. Buna bir an evvel alışmak lazım. Yalnızlık yapının temeli. Yani taşıyıcı kolonun ta kendisi, insan başkalarıyla bir arada yaşayabilir, ancak "bir arada" demek, kural gereği yan yana olmak anlamına gelir. Bu da iyi sayılır. İnsanlar yan  yana yaşar, şanslarının yaver gittikleri anlarda belki bir arada bile olabilirler."

"Ben de herkes gibi çalışması için ara sıra doğru bir şekilde yağlanması gereken bir makineyim."

"... tarihin belli bir noktasında doğmuş olmanın sonucuna katlanan diğer milyonlarca normal genç kadar normal biri olduğuna inanıyorum."

"Sen mevcut düzenin gerçek bir hamisiyken, ben halk düşmanıyım. Sen konuşmak istiyorsun, bense yıkmak istiyorum. Sen her şeyin olduğu gibi kalmasını isterken ben her şeyin son bulmasını istiyorum. Senin köpeğin, benimse geyiğim var. Sen satın almayı seviyorsun, bense takastan yanayım."

"Sürekli bir şeyler yapmak ya da yapacak bir şeyler icat etmek zorunda olduğumuz fikri içimize işlemiş. İnsanın bir meşguliyetinin olması iyi bir şey uğraştığımız şey çok aptalca olsa bile. Ne pahasına olursa olsun sıkılmak istemiyoruz ancak ben sıkılmaktan hoşlandığımı fark ettim. Sıkıntının hakkı yeniliyor. Gregus'a planımın mutlu olana dek sıkılmak olduğunu söylüyorum. Sıkıntının ötesinde tatmine benzer bir şeyin olduğuna şüphem yok."

"Birkaç parça kıyafetin ve eşyanın bu derece büyük bir anlam taşıdığını görmek şaşırtıcı. Doğru zamanda yeni bir eşya fark yaratıyor."

"Anlam ve birlikteliğe dair kırılgan yanılsamada delik açmaya yeltenen halk düşmanları, akıllarını başlarına toplasınlar diye anında yollanıyorlar. Mesela denizlere ya da dağlara sepetleniyor ya da üzerine bir kapı kapanıveriyor ya da benim durumumda olduğu gibi ormana yollanıyor. Bu, ödül hissi de uyandıran kurnazca bir ceza."

"Aslında doğru ya da yanlış diye bir şey yok. Mesele kim olduğun ve ne zaman olduğun."

"Ortada hayatı boyunca dünyevi şeyler toplayıp durmuş, düzeni korumuş zavallı bir sağcı vatandaş var ve birdenbire dağılıveriyor; hiç kimse durumunu anlayıp on yardım etmiyor. Uzun bir yaşamdan sonra gençliğine dönmek gibi bir şey bu. İnsan birdenbire kendini tanıyamaz oluyor. Beden kendini yabancı ve korkmuş hissediyor. Alışkın olduğun o hâl ve sahip oldukların birden itici gelmeye başlıyor ama öyle zırt diye başka biri de olamıyorsun; çoktan iş işten geçmiş sandığından da fazla. Allahın cezası iş işten geçmiş."

"Paranın her kapıyı açmasına alışmış; paranın kapıları kapattığını tecrübe edince, dünyanın başa çıkamadığı bir şekilde ona karşı olduğunu sanıyor."

"Yalan nadiren kullanılan muhteşem bir araç aslında. İnsanın söylediğiyle kast ettiği şey bambaşka. Fevkâlede."

"Kızların sorunu bu işte: Nerede durduklarını kestirmek mümkün değil. Uzun süre sorun olmayan bir şey birdenbire yanlış oluyor. Hem de zırt diye."

"Orman hem veriyor hem alıyor. Ona gelenleri de kendine benzetiyor. Ben orman olmak üzereyim, ormanın ta kendisiyim."

"...Bildiğim tek şey, harekete geçmemiz gerektiği çünkü orman bize sesleniyor."

"...Bu hayatın dışında başka hayatlar da var."

"Hangi başka hayat?"

"İşte tam da bunu keşfedeceğim. Cevabı bulduğumda sana da söylerim."

...

Biliyorum birazcık (?) uzun oldu ama buna rağmen yılmadan okuduğunuz için çok teşekkürler :)


Salı, Kasım 16, 2021

İcat Çıkarma!

Sevgili Handan'ın blogunda görüp aldığım 2 kitaplık "İcat Çıkarma" serisinin ilk kitabını bitirdim. Biraz uzun sürdü bitirmem :D Aynı anda 2-3 kitap okuyunca böyle oluyor maalesef.

255 sayfalık kitabın yazarı Albert Jack, çevirmeni Murat Çetinbakış. Yazar bizi Peter Ustinov'un "Dünya infilak etse duyulan son şey bir uzmanın `Bu yapılamaz` diyen sesi olur." alıntısı ile karşılıyor ve ilerleyen sayfalarda da dünyayı değiştiren icatlar ilk kez ortaya çıktıklarında nasıl tepkilerle karşılaştıklarını gösteren alıntılara yer veriyor.

Kitapta bugün hayatımızın vazgeçilmezi(?!) olan bir çok yeniliğin nasıl ortaya çıktığı, kimin bulup kimin geliştirdiği anlatılıyor. İcatlar konusunda beni her zaman en çok şaşırtan şey birçoğunun son 100-150 yıl içinde gerçekleşmiş olması. Sanki onca yüzyıl sonra bir anda sihirli bir değnek değmiş insanlığa ve o andan itibaren teknolojik icatların ardı arkası gelmez olmuş.

Her icat ortalama 1-1,5 sayfa içinde anlatılmış, okunması kolay, kullanılan dil nüktedan, hikayeler eğlenceli. Okulda teneffüslerde ve boş derslerde okudum keyifle hatta bazı icatların hikayelerini öğrencilerimle paylaştım. 

Kitabın sonlarına doğru olan "Engellenen İcatlar: Gerçek mi Şehir Efsanesi mi?" isimli bölüm oldukça ilginç ama beklediğimden çok daha kısa. Bence bu bölümde daha bir sürü icat vardır anlatılabilinecek. 

İcatların ortaya çıkış anları kadar insanların gösterdikleri direnç de ilginç. Mesela İngiliz Kraliyet Cemiyet Başkanı, İngiliz matematikçi ve Fizikçi Lord Kelvin (William Thompson), 1895 yılında "Havadan ağır makinelerin uçması imkansızdır." demiş.  Yanıldığını söylemeye gerek yok bildiğimiz üzere :))) 

Sonuç olarak ben kitabı severek okudum. Bazı icatların hikayeleri o kadar ilginç ki karşıma çıkan herkese anlatasım geldi. Anlattım da :)) Bence tam çantayı atıp yolda falan okumalık bir kitap. Gönül rahatlığı ile tavsiye ediyorum :)



Ağaç Ev Sohbetleri #117

Bu hafta konu Mr. Kaplan'dan geliyor:

"Kötülüğün kaynağı nedir? Size bilerek kötülük yapan birine tavrınız ne olur?" 

Kötülüğün kaynağı insandır. Yaradılışımızdan kaynaklı yaptıklarımız. Aslında kötülük denen şeyin ne olduğunu net olarak tanımlamak mümkün mü emin değilim. "İyi" ve "kötü" bence tamamen yapay kavramlar. Kime göre, neye göre karar veriliyor? Canlı yaşamına kasteden ve temel insan haklarına aykırı olan durumlar haricinde yapılan iyi ve kötü tanımlaması muğlak bence. Duruma göre değişir. Duruma göre değişiyorsa kararı kim veriyor? 

Kötülüğün kaynağı yaradılışımız dedim yukarıda. Peki neden bazılarımız daha kötü(?), bazılarımız daha iyi(?)? Bu noktada çevre ve yaşantılar giriyor işin içine. Bazıları şanslı, içine doğdukları hayat onları iyiye sevk ediyor ya da hayatta kalmak için kötülüğe bulaşmalarına gerek kalmıyor. Ama bazıları o kadar şanslı değil. İçine doğdukları ortam, çevrelerindeki insanlar ve yaşantıları onları toplumun "kötü" olarak nitelendirdiği şeyleri yapmaya itiyor. 

Biri bana bilerek kötülük yaptığında ne yapacağıma gelince... Zor bir soru. Açıkça söylüyorum aynı şekilde karşılık verme iç güdüm ağır basarsa ben de "kötülük" yapabilirim. Ama bu koşullarda kendimi haklı göreceğimi ve yaptığımı "kötülük" olarak değerlendirmeyeceğimi belirteyim. Bu kötülükten çok kötülüğe verilen bir karşılık olur. Baştan da söylediğim gibi bence iyilik ve kötülük oldukça muğlak ve öznel kavramlar. 

Mr. Kaplan'ın yazısına yaptığım yorumun bir bölümünü buraya taşımak istiyorum. Bazı durumlarda yapılan şeyin mutlaka somut karşılığı olmalı. Yoksa isteyen istediği gibi elini kolunu sallayarak istediğini yapar istediği kişiye. Hatta bazı konularda o kadar sert ki fikirlerim, cani olduğumu düşünebilirsiniz. Misal tecavüze uğrayan kadınlara kesinlikle tecavüzcüsünü istediği gibi kesip parçalama hakkı verilmeli diye düşünüyorum. Ya da küçücük yaşta çocukları kaçırıp türlü sapkınlıktan sonra öldürüp cesedini oraya buraya saklayanları o çocuğun ailesi linç edebilmeli mesela. Kanundu, hukuktu, mahkemeydi falan çok boş bazı durumlar söz konusu olduğunda. Bazı net kötülükler karşısında verilen hiçbir ceza insanın içini soğutmaya yetmez.

Gündelik hayatta yapılan çok daha önemsiz ufak tefek(?) kötülükler içinde hiç enerjimi harcamam döner sırtımı görmezden gelirim yapan kişiyi. Ama tabi arkadaşlarımla da oturup konuşurum bana yapılan kötülük hakkında. Anlatıp içimden atarım ve hayatıma devam ederim. İnsanların doğuştan bencil ve kötülüğe eğilimli olduğunu düşündüğüm için zaten yapılan kötülüklere de şaşırmam kolay kolay. 

Bu haftanın konusunu çok beğendim. Sayfalarca yazabilirim ama tutayım kendimi :) Hadi siz de anlatın küçük-büyük kötülükler karşısında içinizden geçenleri! 

Pazartesi, Kasım 15, 2021

Nehrin İki Yakasındaki Aşıklar

Bugün Arya'ya fotoğraf albümü yapmak için fotoğrafların içine daldım ama ne dalış! Bir sürü anı, bir sürü güzel gün... O günleri elde edene dek, hatta elde ettikten sonra da çektiklerimiz... Onca şey bir anda hücum edip fırtınalar kopardı içimde. Evrim'le 16. yılı deviriyoruz yeni yılda! Şubat sonu 10. evlilik yıldönümümüz. Ne zaman geri dönüp baksam şaşırıyorum, Evrim gayet sakin, her zamanki gibi :)) Onun bu sakinliği olmasa bunca yılı atlatamazdık zaten. Onun gibi bir adamın 8 milyarlık dünyada denk gele gele bana denk gelmesini, ben şansızlık olarak görüyorum ama o şansına sonuna dek güveniyor. "Deli mi ne?" diyorum sık sık içimden, hatta dışımdan da :))) Şu dünyada emin olduğum tek şey Evrim'in bana rağmen beni seviyor oluşu ki bazen ben bile beni sevmiyorum. "Umarım gözün açılıp nehirde boğulmazsın Evrim" diyorum sık sık.

Sözüme konu olan hikaye şöyle: Nehrin iki farklı yakasında yaşayan aşıklar gece olunca kadının yaşadığı taraftaki kıyıda buluşurlarmış. Erkek her gece nehri yüzerek geçermiş karşıya. Kavuşup hasret giderirler sonra erkek yine yüzerek geri dönermiş karşı kıyıya. Gecelerden birinde sevgilisinin yüzüne bakan erkek "Aman Allah'ın ne oldu sana? Gözlerin?.." deyip susmuş şaşkınlık içinde.  Kadının gözünden yaşlar süzülmüş. "Sakın bu gece yüzerek geçme nehri, sabaha dek sürecek olsa da köprüye kadar yürü." demiş ve gözyaşları içinde koşarak kaçmış oradan. Ne olduğunu anlayamayan erkek aklında bin türlü soru işareti ile atlamış nehrin azgın suyuna. Bu kez karşı kıyıya varamamış, yüzme bilmezmiş aslında. Günler sonra cesedini bulmuşlar. Erkeğin her gece yüzerek nehri geçtiğini bilenler bu işe akıl sır erdiremeyip sonunda kadına sormuşlar ne olduğunu. "Benim gözlerim doğuştan şehlâ, ama Aşk'ın gözü de kördü. Taa ki o geceye dek. O gece Aşk'ın gözü açılınca kalbi nehre karşı verdiği savaşı kazanamadı." demiş kadın.












Bu videoyu yıllar önce Evrim'in doğum günü için hazırlamıştım :)




Pazar, Kasım 14, 2021

Rüyalar

Gece 3 farklı Rüya gördüm. İlk rüyam ve son rüyam çok güzeldi, ortadakiyse biraz gıcıktı :))

İlk rüyamda Evrim'leyiz ama bir şeyler olmuş galiba aramız biraz limoni. Böyle olunca genelde Evrim türlü şirinlik yapıp güldürür, aramız düzelir ama bu kez Evrim çok cool takılıyor. Ben nasıl bozuluyorum, istiyorum ki benle ilgilensin ama o baya anlamaz ayağına yatıyor. Arya yanımıza geliyor, ben ona oyalanacağı bir şeyler arıyorum ki Evrim'le yalnız kalalım ama bir dönüyorum Evrim gitmiş. Peşinden gidiyorum, mutfakta kahvaltı hazırlıyor. Babası da bizdeymiş o sırada. Mecburen oturup kahvaltı yapıyoruz ama ben zor dayanıyorum kahvaltı bitsin de bir fırsat bulup Evrim'e sitem edeyim, o da dayanamayıp şirinlik yapsın, aramız düzelsin diye :))

İkinci rüyamda Arya'yı doktora götürmüşüm. Yanakları nasıl al al, böyle domates gibi kıpkırmızı yüzü, belli ki ateşi var. Doktor ateşini ölçüyor ve diyor ki "Hiç mi ölçmediniz evde ateşini? Ölçmemişsiniz belli, çocuk yanıyor!" Arya'ya bakıyorum, yüzündeki kırmızılık hariç çok iyi görünüyor, gayet bıcır bıcır yine. Doktora dönüp "Ölçmez olur muyuz hiç? Ölçtük tabi ki ama belki de ateş ölçerimiz bozuktur. Bilemiyorum." diyorum. Doktor tüm gıcıklığı ile "Yok, yok, ölçmemişsiniz işte!" diyor. O an böyle panter gibi üstüne atlayıp boğasım geliyor adamı. 

Üçüncü rüyamda yine Evrim var ❤️ Birlikte 2 günlük bir İstanbul kaçamağı yapıyoruz. Taksim'de ya da Maçka civarında bir otelde kalıyoruz. Sabah erken saatte kalkıp yürüyüşe çıkmışız ama şehir sessiz, sakin hava ılık... O kadar güzeldi ki... 

Sabah mutlu mutlu uyandım :) Dışarda mis gibi güneşli bir var. Arya ile Evrim bugünü baba-kız günü ilan etmişlerdi önceden, ben de okuldan arkadaşlarımla Fındıklı sahiline pikniğe gideceğim.

Herkese mutlu pazarlar dilerim :) 



Update: Gerçekten çok güzel bir gündü :) 





Cuma, Kasım 12, 2021

O zaman dans...

Günler süren yağmurdan sonra bugün güneş açtı. Güneş varsa, umut var ☀️☀️☀️

Çok ilginç bir hafta geçiriyorum. Vücudum her gün başka bir noktadan hata verdi ama hepsi de bir gün içinde kendi kendine geçip gitti. Dün gözlerim inanılmaz acıyordu ama öyle böyle değil. Eve zar zor gidip saatlerce yorganın altında karanlıkta yattım. Gece yataktan kalktığımda gözlerim hâlâ çok acıyordu ama bu sabah uyandığımda iyiydim.

Zor bir haftaydı ama şaşırtıcı şekilde giderek hafiflediğimi hissediyorum. Bugün içimden durmadan dans etmek, şarkı söylemek geliyor. Bulduğum her boşluğu müzikle, güneşle, dansla, neşeyle doldurmak istiyorum.

Güneşli günlerin tadını çıkarmak gerek :)




Salı, Kasım 09, 2021

İnsanlar Ölür, Fikirler Ölmez

Yarın 10 Kasım...

Kasım denince içime düşen ateş bambaşka... 

Bugün kendi bayrağımızın dalgalandığı topraklarda yaşayıp kendi dilimizi konuşabiliyor, özgürlükten, bağımsızlıktan bahsedebiliyorsak O'nun ve O'na inanıp kanlarının son damlasına kadar mücadele eden atalarımız sayesinde. Unutmayalım, unutturmayalım! O'nu anlatmak, ideallerini benimsemek, öğretmek ve gerçekleştirmek boynumuzun borcu. 




Pazartesi, Kasım 08, 2021

Ağaç Ev Sohbetleri #116

Bu haftanın konusu için Mr. Kaplan'ın şu yazısından ve yazının altında Deep'le yorumlaşmalarından yola çıkıyoruz :)

Sanat, sanat için midir, toplum için mi? Sanatçı toplumu düşünerek mi bir eser ortaya koymalıdır yoksa  toplumu görmezden gelerek sadece sanat için mi oluşturmalıdır eserini? Mesela yazarlar, eserlerini yazarken okunma/beğenilme endişesi duyarlar ve ona göre mi yazarlar? Yoksa hiç tereddüt etmeden içlerinden geldiği gibi mi yazarlar?

Aslında bu soruya verilecek her cevap son derece kişisel olacak. Sanatçılar başka cevap, sanatseverler başka cevap verebilir. Her iki grup da kendi içinde ayrılabilir. Benim cevabıma gelince, bence sanat sanat için olmalı, beğenmeyen de kendi derdine yanmalı diyorum :)) İnsan bir şey yaparken bunu gören/okuyan/dinleyen ne anlayacak acaba diye düşünmeye bir başlarsa o işin sonu gelmez. Sanatçı sadece içinden geleni canının istediği şekilde aktarmalı eserine. 

Üniversitede yaptığımız bir kitap incelemesini hiç unutmuyorum. D.H. Lawrence'ın yanılmıyorsam "Sons and Lovers" kitabında geçen bir kilise sahnesini analiz ediyorduk. Özellikle kilisede bulunan kırmızı güllerin tasvir edildiği bir paragraf üzerinde durmuştuk. Yazar, burada ne demek istiyor, neye gönderme yapıyordu acaba? Sınıfça anne sevgisinden, ilahi aşka, dini inanca kadar bir sürü farklı fikir öne sürdük ama hocamız hiçbirini onaylamayıp sonunda hepimizi şoka sürükleyerek bahsedilen sahnenin cinselliğe bir gönderme olduğunu anlatmıştı. O zaman bunu kesinlikle kabul edememiş baya saçma bulmuştum. Kilisede cinselliğin ne işi vardı bir kere? Yazarın o satırları yazarken asla cinsel bir gönderme yaptığına inanmamıştım. Aynı kitabı şu an okusam ne düşünürüm bilemiyorum. Peki ya yazar ne düşünmüştü gerçekte acaba o satırları yazarken? Belki de hocamız haklıydı. Bilemiyorum. 

O günden bu güne çoğu düşüncem değişmiştir eminim. Ama hâlâ değişmeyen bir şey var: Yazarın yazarkenki düşüncesi ile bizim okurken hissettiklerimiz her zaman birebir uyuşmuyor. Bazen yazardan çok yazar, sanatçıdan çok sanatçı (?!) olup "Burda şunu demek istemiş aslında" gibi tahminler ya da yorumlar yapılıyor. Oysa sanatçının kafasının içinde değiliz ki, nereden bilebiliriz ne demek istemiş, içinden ne geçirmiş o yaratım sürecinde? 

Soyut resimleri ele aldığımızda da benzer şeyler yaşanıyor. Tablonun karşısına geçen alıyor sazı eline başlıyor kendi türküsünü yakmaya :))


ABSTRAKTE BILDER SERIES, 
‘Soyut Görüntüler Serisi’  
Gerhard Richter, 1986

Sanatsal amaçla ortaya konan bir eser kendiliğinden toplumun faydasına olabilir, toplumun geneline hitap edebilir ancak sadece toplumun faydasına, yani sanata değil de özellikle toplum faydasına/zevkine hitap etmek için yapılan şeylere sanat diyebilir miyiz tam emin değilim. Ortaya konan esere göre değişir sanırım.

Yukarıda bahsettiğim çerçevede sanatçı eserini hangi amaçla ortaya koyarsa koysun o esere bakan herkes kendi görmek istediğini görecek, kendi kapasitesi kadar bir şey alabilecek. Bu yüzden sanatçının tüm kaygılardan arınarak sadece kendi ilhamına odaklanıp içinden geleni sansürlemeden ortaya koyması gerektiğini düşünüyorum.

Bazen hikaye yazarken "Böyle yazarsam yanlış anlaşılır, okuyanlar böyle düşünür, şöyle düşünür" diye değiştiriyorum yazdıklarımı, yazacaklarımı. Demek ki ben henüz yazar olmanın yakınından bile geçemiyorum. Yanlış anlaşılma kaygısı ile hikaye mi yazılır hiç! 

Öz eleştirimi de yaptığıma göre bu konuda siz neler düşünüyorsunuz diyerek çekilebilirim şimdilik köşeme :) 



Perşembe, Kasım 04, 2021

"İnsanı sarsıp kendine getiren an"larda bugün...

Az önce hastaneden geldik. 

Evrim akşamüstü arayarak nefes alamadığını söyleyip onu iş yerinden almamı istedi. Nasıl gittiğimi bilmiyorum. Evrim'i aldıktan sonra da hayatımda ilk kez kırmızı ışıkta duramayıp geçtim. Önce ışığı fark etmedim, fark ettiğimde frene bastım ama duramadım. Geçip gitmek zorunda kaldım. Hastanede Evrim'e Covid testi yaptılar, EKG ve bilgisayarlı tomografi çektiler. Nefes alamadığı için hava verdiler. Evrim'e hava verilirken ben eve döndüm çünkü Arya evde yalnızdı. Hastanedeyken aklım Arya'daydı, eve döndüğümde ise Evrim'de. Arya'ya yemek yedirip ödevlerine başlattım sonra hastaneye geri döndüm. Ama o kadar dalmışım ki hastanenin girişini kaçırıp yola devam ettim. Fark edince hemen sağa çekip geri döndüm. 

Evrim'i alıp eve dönünce çok rahatladım. "Üçümüz yan yana olalım da gerisi hallolur" diye geçirdim içimden. Evrim duş aldı, biraz çorba içti, şimdi dinleniyor. Arya'nın ödevleri bitti. Sanırım ben de biraz bittim. Uzanıp dinleneceğim. 

Bugün işler karışmadan önce çektiğim sonbahar fotoğraflarımı şuraya bırakayım:







Çarşamba, Kasım 03, 2021

P.S. I Love You

Ne zaman canım sıkılsa ya da kendimi kötü hissetsem önceden izleyip çok sevdiğim bir filmi tekrar izlerim (Yeni bir film izleyecek sabrım ve olmadık filmlerle kaybedecek vaktim olmadığı için tercihimi halihazırda bildiğim, sevdiğim, beni hayal kırıklığına uğratmayacak bir filmden yana kullanıyorum). Bugün de "P.S. I love you" filmini izledim kim bilir kaçıncı kez :) Filmin hikayesi, kanser yüzünden ölen genç bir adamın ardında bırakacağı eşinin bu kaybı atlatmasına yardımcı olmak için ölmeden önce yazdığı mektuplar üzerine kurulu. O kadar güzel ki izlerken aşkla, sevgiyle, hüzünle ve umutla doluyor insanın içi. 



Holly ve Gerry'nin filmin en başındaki kavga bana çooooook tanıdık birilerini hatırlatıyor nedense :D Filmin en anlamlı sahnelerinden birinde Daniel, Holly'e kadınların ne istediği soruyor ve Holly ona kadınların ne istedikleri hakkında hiçbir fikirleri olmadığı sırrını (?!) veriyor. 

Yağmurlu günlerde battaniyenin altına kıvrılıp izlemeyi sevdiğim bir kaç filmi daha yazayım :)

  • İlk 50 Öpücük
  • Senden Önce Ben
  • Aşk Sarhoşu
  • Stajyer
  • Julie  & Julia
  • Pretty Woman
  • Başımıza Gelenler
  • Kör Nokta

Pazartesi, Kasım 01, 2021

Jolene

İngilizceye olan aşkıma rağmen yabancı müzikle aramda hep bir mesafe var ama nedense country müzik seviyorum. Günlerdir dilimde olan şu şarkıyı paylaşmadan geçmek istemiyorum :)


Şarkının bestecisi ve ilk meşhur eden kişi 42 Emmy adaylığı ve 7 Emmy ödülü bulunan Dolly Parton. Dolly ismi eminim tanıdık gelmiştir.  İlk klon koyuna Parton'dan esinlenerek "Dolly" adı verilmiş :D
Parton, Miley Cyrus'un da vaftiz annesi.

Şarkının sözleri çok ilginç. 


Jolene, Jolene, Jolene, Jolene
Sana yalvarıyorum benim erkeğimi alma
Jolene, Jolene, Jolene, Jolene,
Lütfen sırf yapabiliyorsun diye onu alma


Güzelliğin benzersiz
Kumral saçlarının parlak bukleleri ile
Fildişi tenin ve zümrüt yeşili gözlerin ile
Gülüşün ilkbahar nefesi gibi
Sesin yaz yağmuru gibi yumuşak
Ve ben seninle yarışamam
Jolene


Uykusunda senin hakkında konuşuyor
Ve yapabileceğim hiçbir şey yok
Ağlamaktan başka, o senin ismini sayıkladığında
Jolene
Ve ben kolayca anlıyorum
Erkeğimi nasıl da kolayca alabileceğini
Ama sen onun benim için ne ifade ettiğini bilmiyorsun
Jolene


Sen istediğin erkeği seçebilirsin
Ama ben bir daha asla aşık olamam
O benim için tek
Jolene
Seninle bu konuşmayı yapmak zorundaydım
Mutluluğum sana
Ve sen her ne yapmaya karar verirsen ona bağlı
Jolene

Başka bir kadına yalvaracak kadar çaresizce aşık olan bir kadın... İstediği erkeği baştan çıkarabilecek kadar güzel olduğu halde ikinci kadın olmayı kabul eden başka bir kadın... Adam nasıl biri acaba? Ama yok yok! Bu o adamın hikayesi değil, bu iki kadının hikayesi sadece.

...


Aşağıdaki parçayı ise yakın zamanda tamamen tesadüf eseri dinledim ve sesi duyduğum ilk anda aşık oldum. Kelimelerle anlatmak zor. Jack Smith şarkıya giriş yaparken dünya bir anda değişiveriyor sanki. 



Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...