Salı, Eylül 28, 2021

Ağaç Ev Sohbeti #110

Haftanın konusu Deep'ten geldi:

"Sevgi elde edilir mi, kullanılır mı, paylaşılır mı?"

Sevgi deyince herkesin anladığı şey az da olsa farklı nedense. Deep, "Belki de insan sayısı kadar farklı sevgi türü vardır: şefkatli, bağımlı, özgür, tek taraflı..." demiş yazısında. Bir de çeşitli yüzleri vardır demiş: tutku, ihanet, romantizm... "Sevgi" kavramını tüm duygular için genel bir çerçeve kelime olarak görmüş sanırım. Bu bakış açısına pek katılmıyorum.

Biz Mr. Kaplan ile daha önce bir çok kez tartıştık aşk - sevgi kavramlarını. "Sevgi" deyince benim aklıma bencilliğin tam tersi olan bir fedakarlık hali geliyor. Bence gerçek sevgi, gerekirse kendini hiçe sayıp her koşulda her şeyden önce sevilen kişinin mutlu olmasını istemek. "Sevdiğim mutlu olsun, benimle olmasa da olur", "Oğlum/kızım iyi olsun, beni aramasa sormasa da olur" diyebilmek sevgi benim için. Yani olay "ben" değil, tamamen "o" demek sevgi. Eğer tutkudan, ihanetten, bahsedeceksek işler değişir. Bunlar "aşk"a dair kelimeler bence. Aşık olanın sözündür "Ya benimsin, ya kara toprağın".  Bu noktada bu söze bakışımı netleştirmem gerek sanırım. Kesinlikle öldürmek, kendinde öldürme hakkını görmekten bahsetmiyorum tabi ki. Demek istediğim aşık kişi, aşkının başkasıyla olmasını görmek istemez. Kavuşamıyorlarsa da ayrılık acısını karşılıklı çeksinler ister. Yoksa asla "ya bana yar olur ya da öldürürüm" gibi saçma sapan bir bakış açısını desteklemiyorum tabi ki

Konuyu toplayacak olursam - becerebilirsem - sevgi karmaşadan uzak, durağan, güvenli, sakin bir limansa aşk, tutku dolu fırtınalı bir denizdir diyebilirim.

Gelelim sorularımıza;

"Sevgi elde edilir mi?" Edilir ama kalıcı olmaz. Zorla güzellik olmaz denilir ya, aslında olur da yatsıya kadar yanan yalancının mumu gibi çok uzun dayanmaz. Yani sevdiği kişiyi elde etmek için olmadığı biri gibi davranan kişi amacına ulaşır ama sonsuza dek olmadığı biri gibi davranamayacağı için bir noktadan  sonra o sevgi de kaybolmaya mahkum olur. Sevgi organik olarak kendiliğinden var olunca sürekli ve değerli olur. 

"Sevgi kullanılır mı?" Evet maalesef kullanılır. Çok seven tarafın sevgisi illa ki kullanılır. "Annem, bana hiç kıyamaz. Ne istesem yapar." ya da "Eşim ben ne istesem alır/yapar. Bir dediğimi ikiletmez. Beni hiç üzmez." gibi cümleler ne kadar masum(?) görünse de aslında daha çok sevenin kim olduğunu da gösterir bir anlamda. Yine de bunlar en masum "kullanım" şekilleri ki bir de hiç masum olmayan, aksine çok acımasızca olan "kullanım" şekilleri vardır sevginin maalesef. Bir tarafın gözü sevgiden kör olmuşken diğer taraf o sevgiyi lime lime eder, gözünü kırpmadan her zerresini kullanır, hunharca harcar o sevgiyi de seveni der.

"Sevgi paylaşılır mı?" Bu soruya bakış açısına göre farklı cevaplar verebiliriz. Sevdiğimizi paylaşmaksa söz konusu olan biraz zor. En sevdiğimiz arkadaşımızı başkalarıyla paylaşmak da zor gelebilir mesela. Ama söz konusu aynı kişiyi canımızdan çok sevmekse paylaşabiliriz o sevgiyi. Mesela evladımızı canımızdan çok severiz ve isteriz ki herkes onu canından çok sevsin, gözünden sakınsın. Kısacası nereden baktığımıza ve kimi sevdiğimize göre değişebilir paylaşma mevzusu :))

Eminim ki herkesin konuya bakışı çok değişik olacak ve her ses ufkumuzu açıp yeni düşüncelere salacak zihnimizi. Hadi yazın hemen siz de, bekliyorum hevesle :)


Şarkı: Oya & Bora - Sevme Zamanı

Pazar, Eylül 26, 2021

İyi gelen şeylere devam...

Önceki yazımda yapılacaklar listesi hazırladığımdan ve listeyi tamamlayıp işleri bitirmenin iyi geldiğinden bahsetmiştim. Bugün için de bir liste hazırladım ve ilk maddesi bitti bile :)

Update: Bittikçe gelip gidip tik atacağım 😁

- 7 kg taze fasulye ayıklanıp buzluğa kaldırılacak ✅

- Süt mayalanacak ✅

- 1,5 kg taze fasulye ayıklanıp pişirilecek ✅

- Balkondaki dolap düzenlenecek ✅

- Balkon yıkanıp temizlenecek ✅

- Arya ile aktivite ✅ (Mangala oynadık :) 

- Ütü yapılacak ✅

- Market alışverişini unutma, erteleme! ✅

Şarkı: Fatih Erkoç - Sensiz Olamam

Yukarıdaki şarkı dün temizlik yaparken radyoda çaldı ve ben mest oldum :) Aşağıdaki şarkı ise Momentos'a denk gelmiş radyoda, önceki yazının yorumuna yazınca onunda açıp dinledim :)

Şarkı: Kayahan - Başı Boş Saatlerde


Cumartesi, Eylül 25, 2021

Sevdiğim Anlık Hisler

Uzun süredir ertelenip durulan işler yapılıp bitince gelen "Aman canım bu muymuş? Başlayınca bitiverdi!" hissi 😏

Yapılacaklar listesi hazırlarken gelen "Önemli bir iş yapıyorum" hissi 📝

Yapılacaklar listesinde halledilen maddelerin yanına tik atarken gelen "Bir işi daha hallettim, aferin bana" hissi 👏👏👏 

Liste tamamen bitince gelen "Offff yine süperim be!" hissi 🦸🏻‍♀️

İşleri bitirip duş alıp kendimizi koltuğa/yatağa bıraktığınızda gelen ferahlama ve rahatlık hissi 🧖🏻‍♀️

Amaçsızca etrafa bakarken sevilen birini görünce içimize yayılan sıcaklık hissi 🥰

Radyoda sevilen şarkıya rastlayınca gelen "Şanslı günümdeyim galiba" hissi 🍀 

Kitap okurken dünyadan kopup başka alemlere dalıp maceradan maceraya koşma hissi 💭💭💭🧛🏻‍♀️🧟‍♀️🧙🏻‍♀️👸🏻🕵🏻‍♀️👩🏻‍🚀👩🏻‍🔬👩🏻‍🌾

Arya'nın durduk yere gelip sarıldığında gelen koşulsuz şartsız sonsuz sevildiğim hissi👩‍👧♾️ 🥰

Ve daha nice anlık muhteşem hisler 😊
Hadi siz de yazın, düşünmek bile çok iyi geliyor 😃

2 haftadır yapılacaklar listesi yapıp tamamladık tik atıyorum ve "Oh bir iş daha bitti, oh listeyi de tamamladım" hissiyatı bana çok iyi geliyor. Listeye mutlaka sadece kendim için olan en az bir madde yazıyorum. Bu hafta saçlarımın yeşil boyasını yenilemek vardı. Yataktan kalkar kalkmaz boyadım. Bir madde de Arya ile yapılacak keyifli bir madde ekliyorum. Geçen hafta kek, kurabiye ve bisiklet turu yaptık birlikte. Bu hafta için henüz bi'şey seçmedik ama buluruz elbet :) 

Listeme geri döneyim artık. Muhteşem bir hafta sonu diliyorum ihtiyacı olan herkese :) 

Şuraya radyo linki bırakayım :) 


Foto haftaiçi ailecek dışarı çıkıp ayrı ayrı eve dönünce Arya ile kapıda kaldığımız bir akşamdan. Neyseki Evrim bir yere kadar uğrayıp hemen arkamızdan geldiği için çok beklemedik 😅



Çarşamba, Eylül 22, 2021

Bugün de pek bir 'cool'uz canım :P

Sevgili Kendim,

Gördüm ki dün geceki mektuptan sonra temiz bir uyku çekip yeni bir sayfa açmışsın kendine. Sen yine o bilindik korkularınla karalamadan şu güzelim bembeyaz sayfayı ben doldurayım dedim güzel güzel :)) Momentos'a selam olsun, yapılsın serenadlar penceremizin altında :)


Ne güzel, salmışsın sonunda o kıvırcık saçlarını, dönmüşsün en çılgın haline, yani özüne :) Pantolonunun cebine taktığın o minik zincirde iki küçük kedi mi görüyorum yoksa? Bir de rozetlerin vardı senin böyle yine kedili medili, yazılı falan... Hadi bir koşu, bul bakalım onları! Yarın da ifşa et içindeki o hafif kaçık tatlı kadını :)) 

Bugünlük yeter bu kadar self-love :)) Ocakta yemek var, unutma!

 


Dipnot: Az da olsa iyi hissedince o hisse sıkı sıkıya yapışmak lazım sanırım :)  

Aşk Mektubu

 Canım Ceren'im yazmış ilk aşk mektubunu, siz de yazın demiş. O der de ben yazmam mı?


Kendime Mektup:


Sevgili Kendim,

Sana o kadar kızgınım ki... Kendi değerini bilmediğin için, kendini sevilmeye değer gör(e)mediğin için, seni seveni salak sanıp adeta sevmeyin beni diye çırpındığın için... Sevildikçe hırçınlaşıyor, sevilmeyince de "Bak, gördün mü? Kim niye sevsin seni?" diyerek haklı(?) çıktığını kanıtlamaya çalışıyorsun.

Hadi gel uzan şu koltuğa, dönelim çocukluğuna... 

"Annen genç kızlığında o kadar güzeldi ki bir bakan bir daha dönüp bakardı." 

"Annen prensesler gibiydi, inceydi, kibardı, alımlıydı. "

"Baban 3 ay kapılarda yattı annenin aşkından."

"Annen çok başkaydı. Sen hiç annene benzemiyorsun."

Tüm bunları söyleyenler en yakınlarındı. Annen bile durup karşı çıkmıyordu bu sözlere. Annen seni değil, seni sakınması gereken kişileri tercih ediyordu her defasında. Canın nasıl acıyor görmüyordu. Derdin güzellik değil de sakınıp sakınılmamak, savunulmamaktı. Sırf bu yüzden kendince yarışa girdin annenle ama yetmedi kazandığın zaferler. Zaten kazandıkların zafer miydi yoksa kaybettiklerin çok daha mı büyüktü tartışılır. Kocaman bir ateş yanıyordu içinde, hoşlandığın çocuklar da bir bir körükle gittiler bu ateşe:

"Rüya, ben seni sadece arkadaş olarak görüyorum."

"Rüya, ben sana hiç farklı bir gözle bakmadım."

"Rüya sen çok iyi bir arkadaşsın ama..."

Kim bilir kaç kez duydun değil mi bu cümleleri? Kaç kez tuz buz oldu kalbin? Ama şaşırmadın çoğu kez, annen bile seni seçmezken bir başkası neden seçsindi değil mi? Sonra biri seni seçti. En olmayacak kişi olması engellemedi seni. Denize düşüp yılana sarıldığını biliyordun içten içe ama yine de görmezden gelip kandırdın kendini, istedin ki birileri sarsın kanayan yaralarını. Bir süreliğine iyi geldi sarılıp sarmalanmak, "Sen annenden daha güzelsin, daha akıllısın, daha özelsin" sözlerini duymak... Ama acı gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır maalesef. 

Tüm olanlara rağmen yine de düştüğün yerden kalkmayı bildin sen. Biliyorum hâlâ kızgınsın annene ve bir parça sevgi için o hâle düşmene sebep olan herkese. Ama artık annesiyle aşık atmaya çalışan o küçük kız çocuğu değilsin! Büyüdün. Gerçek sevgiyi tattın, sevdin, sevildin, anne oldun. Üstelik pek de fena değilsin bu annelik işinde. Yanlışların olsa da doğruların azımsanamayacak kadar çok aslında. Bu yüzden seviyorum ve takdir ediyorum seni kendim. Seni seviyorum çünkü tüm yaralarına ve yalnızlığına rağmen hayata tutundun, yepyeni bir hayat kurdun kendine. Sevgi dolu bir kızın var şimdi. Yıllarca sahip olamadığın tüm sevginin kat kat fazlası mevcut onun benliğinde. 

Sana kızıp durduğum için özür dilerim ama hadi sen de bir an önce kabullen artık sevilmeye değer olduğunu ve gerçekten çok sevildiğini. Bırak da iyileşsin şu yaraların gerçek sevgiyle.





Sevgili Momentos sayesinde tanıştım Ceren Türkmenoğlu ile. 
İsmini okur okumaz seveceğim içime doğmuştu zaten :)


Kendimden Kendime Cevap Mektubu:

Sevgili Kendim,

Bazı şeyleri içten içe bilsem de dışarıdan duymam gerekiyor bazen. Söylediklerinin gerçek olduğunu adım kadar iyi biliyorum ama yine de hissiyatımı değiştirmek o kadar kolay değil. Biliyorum gerçekten sevildiğimi ama yıllarca şüpheyle, ufacık bir sevgi kırıntısının peşinde oradan oraya sürüklendikten sonra kolay değil sevilmeye layık olduğumu kabullenmek. Beni sevende kesin sorun var diye düşünüyorum maalesef ister istemez, "Gerçek beni görmüyorsun, görsen sevmezsin." diyorum hiç düşünmeden önüme gelene. "Bende bir sorun var, beni sevemezsin. Eğer seviyorsan da sende bir sorun var, normal olamazsın." diyorum insanlara neredeyse alenen. Aslında bu bir çeşit savunma mekanizması. Sevilmeme ihtimalimi en baştan kabul ediyorum ki sonradan canım acımasın. Ama inatla seviyor işte eşim, kızım, ailem, arkadaşlarım... Umarım bu sevgiyi kabullenmeyi öğreneceğim zamanla. Deniyorum. 

Mektuplaşmaya devam edelim Sevgili Kendim. Yazdıkça kendimi daha iyi hissediyorum.

Şimdilik Hoşçakal...

Perşembe, Eylül 16, 2021

Aamir Khan - PK

Son yazıma gelen yorumlardan sonra Aamir Khan'ın çok sevdiğim PK filmini bir kez daha izlemek istedim. Film o kadar güzel ki... İzlemediyseniz mutlaka izleyin. En etkileyici sahneleri aşağıya bırakıyorum. 

Buradan sonrası filmle ilgili spoiler içeriyor.


Gerçeği aramak yerine kolaya kaçıp kendi yarattığı tanrılara inanan insanın hâli...



21. yüzyılda hâlâ kılık kıyafete dayalı yargıların kölesi olmak...


Bir yanda bizi yaratan Tanrı, bir yanda bizim yarattığımız sahte tanrılar...

Çarşamba, Eylül 15, 2021

Dev Bulutun Ardı

Hayatla arama giren dev bulutun ardından selamlar...

Bazen blogu ağlama duvarına çevirdiğim için kendime çok gıcık oluyorum. "Aman bu KuyruksuzKedi de hep mızmız, hep ağlak.." gibi olacak diye yazmak istemiyorum. Düşünüp pozitif bir şeyler bulmak, "an"a odaklanmak, bir şeylere tutunmak istiyorum ama...

İyi değilim. Mutlu değilim. Olamıyorum. Hissetmem gerekeni hissedemiyor, hissetmemen gerekenlerden kaçamıyorum. Zorluyorum, çok zorluyorum. Elimden geleni yapıyorum. Düşünmüyor sadece yaşıyorum ama bir an durunca kaçtığım her şey üstüme üşüşüyor. Eziliyorum bu ağırlığın altında. Geçecek deyip duruyorum. GEÇMİYOR! 

Kendimi kandıramıyorum artık. İyi rolü yapmanın anlamı yok. İyi değilim. Yakın zamanda iyi olacağımı da sanmıyorum.



Pazar, Eylül 12, 2021

Namevcut

Geçen gün bahsettiğim hayatla arama giren bulut yine büyüdü nedense. Bulut büyüdükçe ben hissizleşiyorum. İngilizce'de "numb" diye bir kelime var, "uyuşmuş, hissiz, donup kalmış" anlamları var. İşte tam öyle oluyorum. Bir donukluk hali sarıyor ruhumu. Günlük işlerimi yapmaya devam ediyorum otomatik pilotta ama orda değilim aslında. Benliğim namevcut. Çok kötü mü peki bu hâl? Bilmem. Alıştım galiba ben, yuvarlanıp gidiyorum.

Bugünü radyo dinleme günü ilan ettim kendi kendime. Genelde telefondan dinliyorum radyo. Canliradyodinle sitesini kullanıyorum. En çok dinlediğim radyolar Kafa Radyo, Pal Nostalji, Radyo 45'lik, Bozcaada ve Açık Radyo. Bugün Kafa Radyo dinliyorum. Az önce Ceyda Düvenci ile Eğitim Takvimi vardı ve dinlemesi keyifli geldi bana. Salih'le Geçen Hafta programı da keyifliydi. 

Şuraya bırakayım linki :)

Radyo dinlemek güzel de reklamlar biraz sıkıcı. Eskiden çok güzel reklamlar olurdu, dinlerken bu kadar sıkılmaz hatta favori reklamlarımı beklerdim hevesle. Eski şarkılar da genel olarak daha anlamlı, hikayesi olan parçalardı. Şimdi şarkı ne anlatıyor belli değil çoğu zaman. Gittikçe her şey tatsızlaşıyor mu yoksa sadece ben yaşlanıp zamana yetişemez hâle mi geliyorum acaba?

Sevdiğiniz radyo ve programları varsa yazar mısınız?

Benim sevdiğim bazı programlar:

Zeki Kayhan Coşkun'la Matrax

Nihat'la Muhabbet 

Sunay Akın - Ve Şaire ve şaire

30 Kafa şarkı









Cumartesi, Eylül 11, 2021

İp atlamaya başlamak neden bu kadar zor?

Sanırım 1 yıldır bir ip atlama programına başlamaya çalışıyorum. Daha doğrusu niyetleniyorum ama bir türlü başlamıyorum. En son yaz bitsin, okul açılsın başlarım diyordum ama yine başlamadım.

İlk hedefim 30 günlük bir programdı ama fark ettim ki uzun vadeli plan gözümü korkutuyor ve hiç yapmıyorum. Bu yüzden 7 günlük programla başlayıp sonrasında duruma bir bakmak daha ulaşılabilir bir hedef olacak sanırım. 


İp atlama programı için farklı seçenekler mevcut nette. Tabi kendimize göre bir hedef de belirleyebiliriz. Benim aklımda 50 ile başlayıp her gün ikiye katlayarak gitmek var ama bakalım vücudum benle aynı fikirde mi :D Bugün başlayıp sonucu 1 hafta sonra yazmayı planlıyorum. 

Yapamayacağım büyük hedefler yerine hemen yapabileceğim küçük hedeflere odaklanmak bana iyi gelecek :) 





Update: Az önce 4x25 çift ayak (bacak mı demeli acaba?) ve 4x25 tek ayak olmak üzere 200'e vardım. Her 25'te 3-5 saniye durup tekrar başladım. Toplamda 5dk bile sürmedi. 1 gitti, kaldı 6 gün :D

Salı, Eylül 07, 2021

Ağaç Ev Sohbetleri #107

Haftanın konusu sevgili Makbule Abalı'dan gelmiş:

Hayal bu ya, bugünlerde "ÖĞRETMEN" olsaydınız öğrencilerinize öncelikle hangi değerleri kazandırmak isterdiniz? Hangi öğretim kademesinde, hangi sınıflarda, hangi branşlarda öğretmenlik yapacağınıza lütfen siz karar verin. 

Halihazırda ortaokul kademesinde görev yapan bir İngilizce öğretmeni olarak konuya bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim :) Makbule öğretmenimin yazısı mutlaka okunmalı, o kadar önemli noktalara parmak basmış ki... Ben de öğrencilerime her şeyden önce iyiyi, güzeli, doğruyu, adil olmayı öğretmeye çalışıyorum. Tüm milli bayramlarımızda ve özel günlerde Atatürk'ü, atalarımızı, yurdumuzu ve geleceğimizi nasıl kurtardıklarını anlatıyorum. Bugün sahip olduklarımızı onlara borçlu olduğumuzu bıkmadan usanmadan vurguluyorum.

Akademik başarıdan önce dürüst olmayı, insani değerleri, doğayı ve tüm canlıları sevip korumamız gerektiğini anlatmanın derdine düşüyorum. Öğrencilerimin ufkunu genişletmeyi, bilmedikleri dış dünyaya pencereler açmayı, yaşadıkları ilçenin, ilin, bölgenin dışında başka dünyalar olduğunu anlatmayı hedefliyorum. Hayal kurmalarını, hayallerine ulaşmak için çabalamalarını istiyorum. Bunun için onlara sürekli değişen ve gelişen dünyayı, farklı hayatları, bambaşka coğrafyaları, başka kültürleri anlatıyorum. Kimsenin içine doğduğu çevreyi ve koşulları kendisinin seçmediğini hatırlatıp din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapmaksızın insanlara eşit ve adil davranılması gerektiğini vurguluyorum her fırsatta. İngilizce öğretirken kullanacağım materyalleri seçerken de tüm bu bahsettiklerimi destekleyen materyaller seçmeye özen gösteriyorum. Bunların yanı sıra en çok kafa patlattığım konu öğrencilere okumayı sevdirmek ve okuma alışkanlığı kazandırmak. Okula her daim kitapla gidip her fırsatta okuyarak ve onların da okumaları için çabalayarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bu yıl hedefim tüm öğrencilerin çantalarında her daim bir hikaye kitabı olması ve ders sonlarında birlikte okumak.

Eğer İngilizce öğretmeni olmasaydım fen bilgisi ya da beden eğitimi öğretmeni olmak isterdim. Bu dersler en sevdiğim dersler olduğu için değil, bu dersler öğrencilerin en sevdiği dersler olduğu için :D Fen dersinde günlük hayatta sık sık karşılaştığımız olguların, olayların detayları işlendiği için tüm öğrencilerin ilgisini çekiyor. Beden eğitimini ise anlatmaya gerek yok :D Öğrencilerin %70 - 80'i için en eğlenceli ders beden eğitimi çünkü ders değil oyun ve eğlence gibi görüyorlar. Artık eskiden olduğu gibi askeri disiplinle düz takla at, ters takla at, denge tahtasında yürü, turnike atışı yap anlayışı yok beden eğitimi derslerinde. Düz koşuyla başlayan dersler voleybol, basketbol, futbol ile devam ediyor. Herkes istediğini seçip eğlenerek dersi tamamlıyor. Eğer beden eğitimi öğretmeni olsam çocuklara dünyadaki farklı spor dallarını öğretir, olimpiyat tutkusu aşılar, milli sporcular yetiştirmek isterdim. Yine aynı mantıkla müzik ve görsel sanatlar derslerine de göz kırptığımı söyleyebilirim :))))

1,5 yıllık uzaktan eğitim çilesinden sonra okulların tam zamanlı ve tam kapasite açıldığı bu haftaya böyle bir konu seçilmiş olmasına çok sevindim. Nasıl bir öğretmen olmak istediğimi, öğrencilere neler öğretmem gerektiğini bir kez daha detaylıca düşünmüş ve kendime yeni hedefler belirlemiş oldum ve  iç motivasyonum arttı :) Bu güzel konu için Makbule öğretmenime bir kez daha teşekkürler <3




Şuraya 7 ders ve tüm gün nöbet sonrası kendini eve zor atmış bir öğretmen bırakayım :)



Yine de mutluyum :) 
Yaşasın Okullarımız, Öğretmenlerimiz, Öğrencilerimiz :)

Pazartesi, Eylül 06, 2021

Günü Kurtarmak

Dışarıdan bakınca her şey güllük gülistanlık. Oysa ufak tefek, bazen de kocaman kocaman neler geçip gidiyor hayatımızdan. Günü kurtarıyoruz da kendimizi kurtarabiliyor muyuz acaba geçip giden günlerden?

Bazen bir bakıyorum bugün yarın derken mevsimleri deviriyoruz. Her gün uğraştığımız ufak tefek bin tane şeyi tek tek anlatmak da mümkün değil. Kısacası "Hayat" işte!

Son yazımda takıldığım, aşamadığım duvarlardan, hapsolduğum çıkmaz sokaktan bahsetmiştim. Kafamın o durumla meşgul olduğu zamanlarda hayat ile arama giren kocaman bir bulut oluşuyor sanki. Duruma göre bulut büyüyüp küçülüyor. Bazen kolumu kaldırıp bir şey yapasım gelmiyor, bazen oto-pilota alıp her şeyi yapabiliyorum. Ama bir süredir bazı şeyleri yapmayı hepten bıraktım. Mesela artık boş yere çenemi yormuyorum. Değiştiremeyeceğim şeyler hakkında konuşmuyorum. Yazmıyorum demedim, dikkatinizi çekerim :)))))

Çenemi yormuyorum dediğim şeyler neler mi? Mesela eşimin yatıp kalktığı saatler, servisi kaçırma ihtimali, bilgisayar başında harcadığı saatler, gerektiğinde Arya'nın ödevlerine yardım etmemesi, Arya oyun oynamak istediğinde her defasında şimdi olmaz demesi... Artık hiiiiiç umursamıyorum. Uykusunu almayabilir, servisi kaçırabilir, işe geç kalabilir, zamanında haber vermezse temiz, ütülü iş kıyafeti olmayabilir. Boş vakitlerimiz hafta boyunca denk düşmeyebilir. İşten fırsat bulup denk düşsek de o an o başka şeyler yapmayı - benim asla izlemeyeceğim türde dizi / film / anime izlemek ya da bilgisayar oyunu oynamak gibi- tercih edebilir. Onun umursamadığı bu küçük detayları ben de artık hiç düşünmüyorum. O kadar kazançlıyım ki... Bir kere boş yere beklentiye girmiyorum, boş yere stres olup gerilmiyorum, boş yere her seferinde en az 3 kez söyleyip kâle alınmayıp işin yine olacağına varmasına şahit olmak zorunda kalmıyorum. Enerjinin korunumu yasası, izole bir sistemde toplam enerjinin değişmeyeceği bilgisine dayanır. Ben de kendimi izole ederek enerjimi korumuş oluyorum. Boşa harcanan enerjiye yazık, tasarruflu olmakta fayda var :D

Enerjimi konuşarak harcamamak için kendi yapabildiğim bir işi başkası yapsın diye beklemiyorum çünkü 10 kere söyleyip en 1-2 saat bekleyeceğim yerde 10dk.da işi halledip önüme bakıyorum. Oh mis, işlem tamam, enerjimin çoğu bende, kafam rahat :)

Bu yıl dünya ile arama giren o bulut sayesinde daha sakin biri olmaya başladım. Belki yaşla da alakası vardır, bilemiyorum. Belki de kabullenmek ile ilgili. Şu sözü çok seviyorum:

"Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver."

Sözün kaynağı ile ilgili bir sürü farklı bilgi var nette. Hitit Duası, Stoa Duası, Marlo Morgan, Reinhold Nieburh... Hangisi doğru emin olamadım ama sözün çok doğru olduğu kesin. 



Pazar, Eylül 05, 2021

Mevzudan Uzaklaşalım



Çok sevgili Blogger arkadaşım,

Evet, evet! Oradaki, şu an bu satırları okuyan arkadaşım :)

Bir akıl ver bana n'olur? Bırak işi gücü, gel oturalım şöyle. Diyelim ki bir şeye fena halde taktın kafayı, bir adım ileri gidemiyorsun. Her şeyi düşündün, çıkmaz sokağın sonundasın. Ne yaparsın?

"Duruma göre değişir" deme lütfen. Değişmez. Değişecek bir şey yok. Konu ne olursa olsun, sen takılmışsın ama yapacak da bi'şey yok işte. Ne yaparsın da mevzudan uzaklaşırsın? Kendini neyle meşgul edersin?

Konuyu enine boyuna düşünür, tüm eksileri ezberler, onlara yapışıp nefes almaya mı çalışırsın yoksa eksiyi artıyı bırakıp her şeyi gömebildiğin kadar derine gömüp hiç düşünmez misin? Eğer ikinci ise nasıl düşünemezsin? Ne yaparsın da kendini oyalarsın?

Hadi bir fikir ver bana lütfen canım Blogger arkadaşım :)

Şuraya da Eylül playlistimi bırakayım :)

Sevgili Momentos'un podcastlerinin linkine de bırakayım.

Perşembe, Eylül 02, 2021

İlk Kamp Maceramız

Daha önce ailecek kamp yapmak için heveslendiğimizden ve gerekli malzemeleri hemen hemen tamamladığımızdan bahsetmiştim. Sonunda uygun koşullar az-çok oluşunca çadırla ilk maceramıza çıkalım dedik :) Ama çok uzaklaşmadan bildiğimiz bir yerlerde deneyelim diyerek kendimizi Kopmuş plajına attık. 

Gitmeden önceki akşam 1-2 tane çadır kurulum videosu izledim ama izlediğim Husky Bird çadırıyken bizim çadır Husky Bizon'muş. "Aman canım ne fark eder? O da çadır, bu da çadır işte!" diyen olacaktır ama iş öyle değil :) Bird modeli önce içten kuruluyor sonra üstüne dış kısmı takılıp sabitleniyor. Bizon'da ise işler tam tersi, önce dış kısım kuruluyor ve sabitleniyor sonra iç kısım içerden dış kısma bağlanıyor. Bird modelini kurmak ne kadar basitse Bizon'u kurmak ergonomik olarak o kadar zor maalesef. Yine de 10-15 dk içinde kurduk. Bird olsa 5dk'da kurulurdu.




Çadırı kurduktan sonra matları serip uyku tulumlarımızı da açtık. Bizim çadırımız 3 kişilik, rahatça sığdık. Çadırın iki taraftan da girişi mevcut. Ön girişte 1-1,5 m genişliğinde muşambalı bir alan var, kamp eşyalarımızın hepsini oraya koyduğunuz halde boş yer kaldı. Çadırın bu kısmı gerçekten çok işlevsel. Yaz aylarında bu alanda dördüncü biri rahat olarak kalabilir bence. Arka tarafta da yine ufak bir depolama alanı var ama onun alt kısmında muşamba yok. Toprak zeminlerde ıslak ya da çamurlu eşyaları arka tarafta bırakıp çadıra girmek çok kolay olur.


Matları açınca Arya ile hemen uzanıp test ettik :)))


Çadırın içinden öndeki depolama alanının görünüşü böyle.


Buzluk, piknik çantası, tüp bir yanda, sırt çantalarımız ve deniz eşyalarımız diğer yanda. 
Çadırın iç kısmında çift katmanlı fermuarlı kapılar var. Yani ister tamamen kapatılıyor ister sadece cibinlik kısmı kapatılıp içeri hava girişi sağlanabiliyor.


Çadır mevzu hallolunca denize girip serinledik. Sohbet muhabbet derken akşam oldu. Evrim ertesi sabah işe gideceği için sadece bir gece kamp yapabileceğimizden tek kullanımlık mini mangal ve tüp götürdük. Evrim'le Arya mangalı yakarken ben de yiyecekleri ve masamızı hazırladım. Yemek bitince sıra Arya'nın hevesle beklediği ateş başı korku hikayelerine geldi :D Önce o anlattı, sonra Evrim, ben sıramı pas geçtim :))) 




Işığa gelen küçük misafirimiz :) 


Kampta yaşadığımız iki küçük sıkıntıdan . Birincisi her ne kadar mat ve uyku tulumu olsa da gece pek rahat bir uyku çekemedik. Plaj kum yerine çakıllardan oluştuğu için zemin çok sert ve engebeliydi. Bir şekilde uyuduk tabi. İkinci sorunumuz sabah çadırın fermuarını açtığımız an başladı ve dayanılmazdı. İçeri inanılmaz yakıcı bir ısırığı olan sinekler (yakarca değildi) doldu.  Çadırı ve eşyaları toplamak da kahvaltı hazırlayıp yapmak da sinekler yüzünden işkenceye döndü. Evrim işe gitse de biz akşama kadar denizde kalırız diye düşünmüştüm ama ısırılmaktan o kadar sinirim bozuldu ki toparlanıp eve döndük Arya ile. 

Kamp hazırlıklarının tümünü ben yaptım ve tabi ki ufak tefek eksikler/fazlalıklar vardı ama keyfimizi kaçıracak önemli bir eksik yoktu. Kamp dönüşü Evrim işe gideceği için eşyaların çoğu Arya ile bana kaldı. Toplamda 3-4 sefer arabaya gidip gelerek taşıdık. Arya o kadar çok yardım etti ki o olmasa yarı yolda sıcaktan ve yorgunluktan bayılırdım sanırım. Bu yaz birkaç mevzuda çok net gördüm ki Arya büyüyor ve biz anne-baba olarak pek de fena iş çıkarmamışız :) 

Gelecek maceralarımızda görüşmek üzere :D

Çarşamba, Eylül 01, 2021

İyiden Kötüye ve Kötüden Tekrar İyiye...

Bir süredir biliyorum ki beni yoran, üzen, deli eden hep benim beklentilerim. Şöyle olsun istiyorum, olmuyor; böyle olsun istiyorum, olmuyor. Sevdiklerim ben anlatmadan beni anlasın, en yakınım bunca yılın ardından beni tanısın, neye ihtiyacım var bilsin... Ama hayat öyle bir şey değil maalesef. İşler beklediğim ya da istediğim gibi gitmeyince başlıyorum şikayet etmeye, söylenmeye, her şeye lanet etmeye... Ama bugün farklı bir şey yaptım ve işe yaradı. 



Günüm gayet normal başladı. Arya ile giyinip evden çıktık, dışarıda kahvaltı edip benim okuluma geçtik. Kısa bir zümre toplantısı sonrasında zümre tutanağını yazmak için bilgisayara oturdum ama iş düşündüğümden uzun sürdü ve acayip bunaldım tutanakla uğraşmaktan. Bitirdim, imzalatıp idareye teslim edeyim derken diğer öğretmenlerin çoktan okuldan çıktığını fark ettim. Bu noktada sinirlenmeye başladım çünkü ben orda oturup angarya bir evrakla uğraşırken diğer öğretmenler çoktan çekip gitmişti. Zümrelerimden biri zaten toplantıya bile gelmemişti. Kendimi enayi yerine konmuş hissettiğim için iyice keyfim kaçtı. Okuldan çıktığımda hava çok sıcaktı ve o sıcağın da etkisiyle sinirlerim iyice gerildi. Nedense mantıklı olup boş vermek ve sakinleşmek yerine öfke patlaması yaşamaya doğru gidiyordum ama neyse ki arkadaşlarla buluşup bir şeyler yedik ve onlarla konuştukça rahatladım. Şu an dönüp baktığımda boş yere sinirlendiğimi görüyorum. Zümre toplantı tutanağı kimsenin okumadığı her yıl sırf formaliteden yazılan bir tutanak. Yani diğer öğretmenlerin bunu önemsiz bulması garip değil. Okulda işi biten öğretmenin gitmesi de normal. Peki ben niye sinirlendim? Cevap: Tamamen kendi beklentilerim yüzünden.

Ben tüm öğretmenlerin toplantıya katılmasını, katılmasa bile nezaketen "Ben gelemiyorum ama yardım edebileceğim bir şey var mı?" diye sormasını, toplantıdan sonra okuldan ayrılırken "Hocam, ben çıkıyorum. Benlik bir iş var mı?" minvalinden bir şeyler demesini bekliyordum. Bu beklentim gerçekleşmeyince bozuldum, sinirlendim. Oysa çok gereksiz. Eğer o sinirle direk eve gelip bu konu üzerinde durmaya devam etseydim tüm günüm mahvolacaktı çünkü sakinleşemeyecektim. Ama bu konuyu bir kenara bırakıp arkadaşlarımla vakit geçirince sinirim de geçip gitti. Demek ki gerçekten 'an'a odaklanmak, an'da kalmak önemli. Olan bitene çok takılmamak, ilerlemek önemli. Olayları büyütmeden olduğu yerde bırakıp yaşamaya devam etmeli.

Hayal kırıklıklarının kaynağının beklentiler olduğunu bilince yapılacak şeyin beklentileri değiştirmek olduğunu anlamak çok zor değil. Daha önce de bahsettiğim "Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten" kitabının yazarı kadın ve erkek arasındaki farkları gayet güzel anlatıyor. Yazar açık açık "Erkekler böyle, kadınlar şöyle, birbirinizden daha fazlasını ve daha farklısını beklemeyin" diyor. Kitabın dediği gibi davranmak zorunda değiliz tabi ki. Hoş istesek bile davranamayız çünkü bizim de yapımız belli, biz de buyuz. Ama kitap insana "anlama" ve "kabullenme" fırsatı veriyor. Kimse sırf uyuzluğuna, gıcıklığına öyle yapmıyor, doğaları öyle, ellerinden gelen o kadar. Bunu kabul edince beklentim azaldı, beklentim azaldıkça sinirlendiğim anlar da azaldı. Çünkü zaten olmayacak bir şeyi bekleyip olmayınca da sinirlenmiyorum. Kitapta bahsi geçen mektuplar var bir de. Yazar diyor ki, üzüldüğünüzde ya da kırıldığınızda eşinize bir mektupla ne olduğunu ve sizin ne hissettiğinizi yazın, hatta ondan duymak istediklerinizi de ekleyin. Bu benim yıllardır yaptığım bir şey zaten.

Son zamanlarda uzun uzun mektup yazmak yerine olay anında Evrim'e ne beklediğimi söyleyip "Şu anda sadece 'Evet haklısın ama istemeden öyle oldu.' desen her şey çözülecek ve ben hiç uzatmayacağım konuyu." diyorum. Bu cümleden sonra da sanki Evrim hatasını kabul etmiş ve beklediğim şeyleri söyleyip gerekliyse özür de dilemiş varsayıp yoluma devam ediyorum. Yani Evrim'le deli gibi kavga edip zorla özür dilemesini beklemiyorum. Çünkü neye, neden kızdığım hakkında bir fikri bile olmadığını, hadi mevzuyu anlasa onun açısından onun yaptıklarında bir sorun olmadığı için ben ne dersem diyeyim kesinlikle hatalı olduğunu kabul edip özür dilemeyeceğini biliyorum. Ama ben mevzuyu uzatmayıp sadece kırıldığımı söyleyip susunca bir süre sonra kendini kötü hissediyor ve "Haklısın aslında bir dahaki sefer şöyle yapayım" gibi bir cümleyle kırgınlığımı sonlandırmaya çalışıyor. İlk başlarda bunu yapmak çooook zordu çünkü içgüdüsel olarak o beni anlayana(?) dek saatlerce dır dır yapmak, sonunda onu bezdirmek ve özür diletmek istiyordum. Oysa kırıldığımı söyleyip susmam gerekiyordu. Çok zor olsa da yapmaya çalıştım. Önceleri Evrim hiç tepki vermedi, konuyu uzatmadığım için acayip mutlu oldu. Hatta çoğu kez suskunluğum onun haklı olduğunu kabul ettiğim manasına geldi. "Sen haklı olduğunu düşünsen hayatta susmazdın, demek ki haksız olduğunun kendin de farkındasın" bile dedi. O nokta sadece gözlerine bakıp "Evet, Evrim haklısın. Ne kadar iyi anlamışsın beni(?!) Oysa ben şu an sana o kadar kırgınım ki anlatacak halim bile yok." diyerek onu düşünmesi için yalnız bıraktım. 

Hem beklentimi düşürüp daha az sinirlendiğim için hem de hayal kırıklığı yaşadığımda durumu sakince Evrim'e anlatıp sonrasında hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğim için Evrim de karşı savunma yapmayı bırakıp dinlemeye başladı. Amacımın kavga etmek olmadığını anlayınca beni dinleyip anlaması kolaylaştı. Şimdi bir şey olduğunda ben uzatmıyorum, o da bir süre düşünüp haklısın senin dediğin gibi yapsaydık daha iyi olurdu ama fark etmemişim falan diyor. Açıkçası saatlerce kavga edip her seferinde bir şey elde edememektense bu şekilde olması çok daha iyi hissettiriyor bana. Hata yine yapılıyor ama olmuş bitmiş bir şey için boş yere kavga etmiyoruz. Evrim benim cidden üzüldüğümü ve kırıldığımı fark ediyor ve hatalı olduğunu içten içe kabul etmese de benim üzülmeme sebep olduğu için samimi bir üzüntü hissediyor. Eh bu da bana yetiyor zaten :) 




Hayattaki tüm beklentilerimizden vazgeçelim demek istemiyorum. Zaten öyle bir şey mümkün mü onu da bilemiyorum. Demek istediğim beklentilerimizi çok büyük tutmayalım. Geçmiş tecrübelerimize bakıp olmayacak dualara amin demeyelim :D Kendi yapabileceklerimizi başkalarından beklemeyelim, kendimiz yapalım; olup bitmiş şeyler için ne yapılmış, nasıl yapılmış olması gerektiğini anlatmak için çok kıymetli vaktimizi ve enerjimizi boşa harcamayalım. Olmuş bitmişi bırakalım an'da kalalım, o anki hissimize ve ne olursa o an daha iyi hissedeceğimize odaklanalım. Bir de mümkünse her işte beklentimizi en başından ortaya koyup "Ama canım sen de baştan söyleseydin! Ben nereden bileyim?" cümlelerini duyma olasılığımızı azaltalım. İşler olması gerektiği gibi gitmezse de haklılığımızın onaylanmasını ve kocaman bir özür dilenmesini değil sadece üzüntümüzün ve kırgınlığımızın paylaşılıp bu duygumuzun tamir edilmesini umalım. Haklı olmak her zaman mutlu etmiyor ama üzüntümüzün paylaşılması her şeyi kolaylaştırıyor bence :)



Sezen Aksu - Seni İstiyorum



Sertab Erener - Alaturka




Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...