Cuma, Aralık 31, 2021

Yeni Yıl (mı?)

Nedense bu gece yeni bir yıla girecek gibi hissetmiyorum ama âdet yerini bulsun yeni yıl yazısını es geçmeyelim :) 

Fotolarla başlayayım :)


Biz bu akşam yemeğimizi arada sırada gittiğimiz bir cafede yedik; dönüşte de tatlı alıp eve geldik. Az sonra kendime sıcak şarap hazırlayacağım (Evrim gece 11'de işe gideceği için içemiyor). Sıcak şarabımı alıp kitabımı okuyarak girmeyi planlıyorum yeni yıla. Tüm yıl öyle huzurlu ve keyifli geçer umarım.

Gitmeden sizi Cupid'le, Santa'nın 12 ren geyiğinden biri, tanıştırayım :)


Şu arkamda duran geyikimsi ağaç kabuğu öylesine mutlu etti ki beni :)


Peki nereden çıktı bu Cupid? Bugün okuldan sonra Evrim'le sahilde yürüdük. Yolda birden önüme bir ağaç kabuğu çıktı. Ama öyle sıradan bir ağaç kabuğu değil, evrenden bana yeni yıl hediyesi! 

Herkese sevdikleriyle mutlu yıllar diliyorum. 

Umarım kendi değerimizi bilip kendimizi sarıp sarmalamayı başaracağımız bir yıl olur.

Perşembe, Aralık 30, 2021

Beni Bu Kızıl Gün Batımları Mahvetti*


Öyle güzel gün batımları görüyorum ki son 5 yıldır... Orhan Veli'nin şiiri geliyor her defasında aklıma ama ben biraz değiştiriyorum o şiiri karşı konulmaz bir arzuyla ve hiç haddim olmayarak. 

KIZIL GÜN BATIMLARI*

Beni bu kızıl gün batımları mahvetti, 

Böyle kızıl bi' gün batımında çıktım yoldan. 

Tütüne böyle kızıl bi' gün batımında alıştım. 

Kızıl bi' gün batımında aşık oldum. 

Evde yemek yapmayı

Kızıl gün batımlarını izlerken unuttum;

Şiir yazma hastalığım 

Böyle kızıl gün batımlarında nüksetti;

Beni bu kızıl gün batımları mahvetti. 


*Şiirin aslını aşağıda paylaşayım ve bu vesile ile sevgili Orhan Veli'yi yad etmiş olayım.


GÜZEL HAVALAR

Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki memuriyetimden.

Tütüne böyle havada alıştım,

Böyle havada aşık oldum;

Eve ekmekle tuz götürmeyi

Böyle havalarda unuttum;

Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan Veli KANIK


...

Yarın yılın son günü! Hiçbir hazırlık yapmadım :) Ne pişirsem diye düşünmedim bile! İlla ki yeriz bir şeyler :D Bugünden bir kareyle bitireyim bu yazımı da :)


Öğretmen olmak
👩🏻‍🏫❤️🤗


Salı, Aralık 28, 2021

Ağaç Ev Sohbetleri #123

Bu haftanın konusu Deep'ten geldi:

"Yeni yıla girmekle ilgili düşünceleriniz, duygularınız nelerdir? Heyecan duyuyor musunuz? Beklentileriniz var mı? Eskiden girdiğiniz yeni yıllarla ilgili, yeni yıl gecesi ile ilgili anılarınız var mı? Hazırlık yapacak mısınız? Yoksa herhangi bir gece mi sizin için? Yani bu konularda istediğinizi yazabilirsiniz? Herhangi bir soruya cevap verebilirsiniz. Aklıma gelmeyen konu da olabilir."

Bu sene hiç yeni yıl havasında değilim ama kaçmak ne mümkün! Nereye dönsem yeni yıl :))) Hiç heyecanım yok. Zaten normalde de benim için yıl Ocak'ta değil Eylül'de seminerler ile başlıyor ve Haziran'da okul kapanışı ile bitiyor.

Ocak ayının bizim için özel olmasının yeni yılın başlangıcı olması dışında bir sebebi var: Biz Evrim'le 2005'i 2006'ya bağlayan gece tanıştık. Yani her yıl tanışma yıldönmümüzü kutlamış oluyoruz. Bu yıl 16 yılı devirmiş olcaz :) Ama dedim ya hiç hevesim yok o geceye dair. Zaten Evrim 23.15'te işe gidecek. Hâl böyle olunca ekipce plan yapmışlar erken kutladık yeni yılı. Pazar gecesi 15-16 kişi beraber yemeğe gittik; şarkılar, türküler, rakı, meze...





Kutlama kısmı da aradan çıktığına göre önümüze bakalım diyeceğim ama ben bitti desem de evren demiyor; her gün önüme bir yeni yıl kararı atıyor sanki. 

İlk mesaj şöyleydi, aldım kabul ettim. 


(Benden bu kadar demeyi öğren, delirme, takma sadece yeter, bitti, bu kadar demeyi öğren. Ne pahasına olursa olsun huzurunu koru.)


Bugün öğle yemeğinde öğretmen evinde karnabahar çıkacak diye bekliyorduk okuldaki kızlarla ama yerine mercimek çorbası ve tavuk döner çıktı. Hayaller karnabahar, gerçekler mercimek çorbası! Hevesimiz kursağımızda kaldı. Akşam eve gelince kendim yaptım karnabaharı ve o an evrenden geldi mesaj:


Yeni yılda ulaşılabilir hayallere odaklan! 
Mesela kızarmış karnabahar gibi 😅


Aşağıdaki şarkı da yemek hazırlarken çıktı bir anda. Onu da aldım :) 


Sezen Aksu - Belki de Aşk Lazım Değildir 

Cumartesi, Aralık 25, 2021

Arkadaşlar İyidir

Bugün muhteşem başlayan günüm bir anda çatırdayarak bir iç sıkıntısına döndü ama tam o anda sevgili Momentos durduk yere sanki sıkıntımı hissetmiş gibi bir video paylaştı benimle. Öyle iyi geldi ki, öylesine ihtiyacım olan bir anda geldi ki ne desem az. Çok teşekkürler Momentoscum ❤️ Videoyu sizlerle de paylaşmak istedim. 


Videoyu ekledim ama Blogger izin vermiyor. Yaş sınırı varmış :( Link olarak bırakayım:

https://youtu.be/1L3ahAgXE_M 

Youtube'ta bahsettiğim videonun  1. ve 2. bölümü de var, mini dizi yapmışlar. Ben onları da izledikten sonra videodan videoya atlayarak bir sürü video izledim. Birkaç tanesini buraya bırakayım:



Bu hafta hep uzaklardaki arkadaşlarım güldürdü yüzümü. Üniversite arkadaşım Volkan İngiltere'den ve biricik Handan da İstanbul'dan bana lartpostal yolladılar. Canım Ceren'imin kartpostalı da yolda, geliyor. Bu akşam da Momentoscum, yetişti imdada. Kısacası "Arkadaşlar İyidir" sözünün hakkını sonuna dek verdiler. 

Blog arkadaşlarımı o kadar çok seviyorum ki anlatamam. Sözler kifayetsiz, mesafeler bahane, dostluk şahane ❤️

Bu arada bugün bisikletimle ilk turumu attım. Onu da şuraya bırakayım ki kişisel tarihim adına kayıt altına almış olayım.





Cuma, Aralık 24, 2021

Aynı anda...

... hem mutluluktan uçabilir hem de acıdan ölebilir mi insan?

Evet!

Bazı filmler çok acıklı... 



Ortaya Karışık

Biraz ondan biraz bundan yazayım bakalım :)

Bugün Artvin için kar tatili. Dün başlayan yoğun kar yağışının bu sabah 9'a kadar süreceği ön görüldüğü için dün akşam tatil ilan edildi ama sabah güneşli ve karsız bir güne uyandık Hopa'da. Karsız kar tatili :)) Şahsen hiç şikayetçi değilim, kimsenin de olacağını sanmıyorum :))


Kar tatilini fırsat bilip Arya ile oyunlara daldık. Dün Şok markette çok güzel kutu oyunlar görünce dayanamayıp evde olmayan 3 oyunu aldım: Ben Kimim?, Kelime Oyunu (Scrabble) ve Kızma Birader. Gerçi kızma birader vardı ama değişik ve baya uzun süren bir versiyonu vardı bizde. Başlayınca bitmek bilmediği için Evrim de ben de oynamak istemiyorduk. Dün aldığım basit hemen bitecek cinsten :)) Dün kelime oyununu oynamıştık, bugün de "Ben Kimim?" oynadık Arya ile. Kızma Birader'i yarına saklıyorum ki Evrim bu işkenceden pardon eğlenceden mahrum kalmasın :))) 



Bu arada dün akşam yaklaşık 2 yıl - belki de 3 emin değilim :D - sonra ilk kez sinemaya gittik. Örümcek Adam'ı izledik. Süper kahraman filmi sevenler için güzeldi, biz beğendik :) 


Salı, Aralık 21, 2021

Ağaç Ev Sohbetleri #122



Bu haftanın konusu Deep'ten gelmiş:

“Size, ailenize, akrabalarınıza özel davranışlar, sözler, espriler, aktiviteler var mı? Aile içi gelenekleşmiş hareketler?”

Ben çok küçük bir çocukken annemle babam kavga edip ayrılınca onlar barışana dek büyükannem ve Osman dedemin evinde yaşardık. Aslında annemin teyzesi ve eniştesiydiler ama anneannem işçi olarak Almanya'ya gidince annemi ve dayımı onlar büyütmüşler. Osman dedem her gün evden çıkarken içeri seslenir: "Makbule, ben çıkıyorum. Akşama bir şey lazım mı?" diye sorardı. Akşam yemeklerini hep beraber yer, büyükanneme eline sağlık derdik. Osman dedem de eline sağlık derdi ama her akşam illa ki bir kusur bulurdu yemeğe: "Tuzunu biraz fazla koymuşsunuz Makbule", "Salçası sanki az olmuş Makbule", "Sulu olmuş Makbule", "Kuru olmuş Makbule"... Her akşam acaba bu kez ne diyecek Osman dedem diye bekler ve gülerdik. Büyükannem arada sitem eder: "Bir kere de her şeyi tam olmuş Makbule, deyiversen ya Osman" derdi. Yıllar sonra o atışmaları hatırlayınca bunun, onların arasındaki tatlı bir sevgi atışması olduğunu fark etmiştim. Ama dedem o kadar ciddi yapardı ki o tek cümlelik eleştirisini, o zamanlar asla anlamazdım aslında büyükanneme takılıyor olduğunu :)

Bizim evde şakalaşmalar genelde isimlerimize bağlı ironi üzerine kurulu. Mesela benim adım Rüya Kara (kızlık soyadım) ama tüm ailede lakabım "Kara Kabus" :D Annem arada "Kabus gibi çöktün oğlumun hayatına" diyor :))) Öz babam beni bebekliğimden beri "Kara yılanım" diye seviyor. Babamın sülaledeki lakabı "Deli Mustafa" ki bence sonuna dek hak ediyor. Ailecek bir garibiz :)))

Evrim'in ismi üzerinden yaptığımız esprileri çeşitlendirmek daha kolay :D 

- O kadar rahat, o kadar yavaş ki insanlık onu beklerken "Evrim" geçirebilir.

- Adı Evrim ama daha süreci tamamlanmamış galiba :)))

- Sen "Evrim" sürecini tam anlayamadın galiba, yarıda bırakmamak lazım :)))

- İsminin hakkını veriyorsun cidden!

Tabi ki bu cümlelerin hepsi aramızda yaptığımız espriler, gülüp geçtiğimiz şeyler :)

Benim Evrim'e en çok yaptığım espri:

- Aaaa aşkım alnına ne olmuş?

- He Rüya, he Rüya...

Evrim'le 4-5 aydır çıkıyorduk ve parkta pikniğe gitmiştik. Evrim dizime yattı ve ben de elimi yüzünde gezdirirken birden bastım çığlığı: "Aşkım alnına ne oldu senin böyle? Bir yere mi çarptın? Niye söylemedin?" Evrim bana uzun uzun baktı: "Rüya, ciddi değilsin di mi? Benim alnım böyle, çıkık. Normal halim bu yani!" dedi. Vallahi ciddiydim :))))) Alnının o kadar çıkık ve kemikli olduğunu daha önce fark etmemiştim :))))) 16 yıl geçti ama ben her defasında çok gülüyorum :)))) Hatta şu an yazarken de baya baya güldüm :))))


Evrim'in alnı da böyle :)


"Evrim" süreci

Arya için de benzer espri anlayışımızı sürdürüyoruz. Babaannesi, Arya'yı prensesim benim diye seviyor; ben "Sonuçta Xena da prenses" diyorum :))


Savaşçı Prenses, Xena

Aaaa neredeyse en çok güldüğümüz mevzuyu unutuyordum. Annemin dışarıda yemek yemekle ilgili bir takıntısı var. Nereye gitsek "tost" yemek istiyor, ilk iş "Tost var mı?" diye soruyor. Ya da dışarıda karnımız acıksa direk "Tost yiyelim" diyor. Tabi ki Evrim'le ben bu fırsatı hiç kaçırmıyoruz. Annem ne zaman bir şey anlatsa ve "Babanla dışarı çıktık" dese ya da bir şey anlatırken "Sonra karnımız acıktı, biz de..." dese "Tost yediniz di mi?" diye atlıyoruz kadının lafının ortasına ve basıyoruz kahkahayı :)))) Yıllar önce bir defasında o kadar sinirlendi ki baya kavga çıktı evde, annem ağzına geleni saydı döktü. Ama bu bizi durdurdu mu? Tabi ki hayır :))) Yine her fırsatta yapıyoruz ve delice gülüyoruz Evrim'le :D

Yazmaya ilk başladığımda aklıma pek bir şey gelmemişti ama yazdıkça açılıyorum sanki  :P

Son olarak aklıma gelen bize özgü bir şey de Yaz ve Kış sorusu. Büyükannemin anlattığı bir masal vardı: Yaz ile Kış'ın masalı. Masalın bir yerinde 2 farklı yaşlı kadına farklı zamanlarda aynı soru soruluyor: "Yaz'ı mı seversin, Kış'ı mı? İyi kalpli ve fakir olan kadın, "Yaz'ı da severim, Kış'ı da" derken; zengin ama kötü kalpli kadın, "Yaz'ı da sevmem, Kış'ı da sevmem. Biri yakar, bir dondurur. İkisinin de canı cehenneme!" diyor. Ben de zaman zaman bu soruyu kullanıyorum insanları tanımak için. Çok zararsız gibi duran ama bakış açımızı ve sevme kapasitemizi gösteren bir soru aslında. 

Bu haftanın sorusunu düşününce aklıma gelenler böyleydi. Ben yazarken çok keyif aldım, umarım siz de okurken alırsınız :)

Pazartesi, Aralık 20, 2021

Şımartalım kendimizi!

Son günlerde farklı bloglarda hayatın anlamı, yaşamaya değip değmediği (Recep Altun), her şeyin boşunalığından (Klio'nun Şarkısı) bahsedilen yazılara rastladım. İsyankâr ergenlik/gençlik yıllarımda hayatın boşunalığı üzerine isyan dolu karamsar şiirler, yazılar yazmışlığım var :))) Ama şimdilerde çok farklı bakıyorum mevzuya.

Hayat kısa ve her anı çok değerli bence. Öyle ilahi bir amaç, hayatın ardına gizli kutsal bir mana falan aramak çok gereksiz. Geldik gidiyoruz işte. Burda olduğumuz süreyi en iyi şekilde değerlendirmeliyiz bence. Dolu dolu yaşamalı, mümkün olduğunca çok şey deneyimlemeliyiz. Doğanın, sanatın, güneşin, havanın, meyvenin, sebzenin tadını çıkarmalıyız. Her anımızı son anımız gibi düşünüp öyle yaşamalıyız. Nefes alırken, nefes alabildiğimizi, yaşadığımızı, Dünya üzerindeki zamanımızın hâlâ devam ettiğini fark edip gülümsemeliyiz.

Her anımı dolu dolu geçirmek için sevdiğim şeyleri elimden geldikçe çok yapmaya çalışıyorum. Geçen hafta bisiklet aldığımdan bahsetmiştim. Bisikletim henüz gelmedi ama ihtiyacım olan diğer malzeler bugün geldi. Ben de çocuklar gibi getirip yılbaşı ağacının altına dizdim :D



Kaskım, montum, kadro çantalarım, bisiklet pompası, branda, kilit... Hemen hemen her şey tamam. Bisiklet hariç :))) Umarım o da yarın gelecek. Hava cumaya kadar yağmurlu ama hafta sonu yağmur görünmüyor şimdilik. Yani endi bisikletimle ilk turumu bu hafta sonu yapabilirim :)

Ne için çalışıp çabalıyoruz? Yaşamak için, hayatımızı belirli standartlarda idame ettirmek için. Ama çoğu zaman tüm bunları yaparken gerçekten yaşamayı unutuyoruz. Unutmayalım. Yaşayalım! 

Dünya fani, hadi sen de şımart kendini! 

Cumartesi, Aralık 18, 2021

Anime*

*Anime: Bir tür Japon çizim sanatının (manga), dizi ya da film uyarlamalarına "anime" denilir. Örnek vermem gerekirse eskiden televizyonda yayınlanan Ay Savaşçıları, Kaptan Tsubasa, Pokemon, Dragon Ball birer animedir. 


Sailor Moon (Ay Savaşçısı) 

Duygu Emanet'in anime karakterleri için yazdığı "Bir Karakter Mevzusu" serisini görünce benim de anime yazasım geldi. Duygu'nun Top 10 Anime listesine yaptığım yorumdan yola çıkarak şöyle bir liste oluşturdum ama sıralama karışık. Çünkü seçemiyorum hangisini daha çok sevdiğimi :) 

  • Bleach
  • Black Butler: Sebastian, 
  • Fairy Tale, 
  • Death Note (ama zıvanadan çıkmadan önceki bölümler), 
  • Hunter x Hunter, 
  • Sword Art Online
  • Black Clover
  • Devil May Cry
  • Full Metal Alchemist
Şimdilik aklıma gelenler böyle ama eminim düşünsem başka animeler de eklerim listeye. 

Daha önce yazdığım anime yazılarını da şöyle bırakayım :) 

Yaparım, yaparım. Yaparım ya di mi?

Günün yapılacaklar listesi:

  1. Ocak ve tezgah temizlenecek ✔️
  2. Balkondaki dolap düzenlenip kiler dolabı haline getirilecek ✔️
  3. Erzaklar dolaba yerleşecek ✔️
  4. Ardiye dolabı düzenlenecek ✔️
  5. Temizlik malz. yerleştirilecek ✔️
  6. Çamaşırlar: Yıka ✔️ - Kurut ✔️ - Katla ❗- Yerleştir ❗
  7. Haftalık temizlik: Salon ✔️ - Mutfak ✔️ - Banyo ❗- Koridor ❗
  8. Market alışverişi ❗
  9. Çöpleri ayrılıp atılacak ✔️
  10. Buzluğa atmak için köfte hazırlanacak ✔️
  11. TV için yeni kumanda alınacak❗ (Aradım çarşıda ama bulamadım. Netten sipariş vereceğim. ) 
  12. Arya: Karate Kursu ✔️ - Kurabiye Atölyesi ✔️ - Ödevler ✔️
  13. Okul için 4.ünite özeti hazırlanacak ❗
  14. Kelime quizi hazırlanacak ❗
  15. Sulu köfte ✔️
Bir işi hallederken listeye eklenecek başka işler çıkmasa bitecek belki ama... Neyse fena gitmiyorum şimdilik :)) 

Enerjik bi şarkıyla işlere geri döneyim ;) 



Update: Köfteyi masada yoğurdum, tezgaha döndüm. Tezgahta bi' yumurta bana bakıyor. Yumurtayı kırmayı unutup, yumurtasız yoğurmuşum köfteyi. Normalde bir şey olmaz ama bu tarif ince bulgurlu farklı bir köfte tairifi ve ilk kez yapıyorum. Bakalım nasıl olacak 🙄 - - > Sorun olmadı 🥳

Son durum: Listeyi bitiremedim :( 
Ünlem işareti olanlar yarına kaldı maalesef.

Perşembe, Aralık 16, 2021

İçi içine sığmamak

Dün gece bir hayalim daha gerçekleşti

Bisiklet aldım kendime :)


Tabi bisiklet almakla bitmiyor, kask, bisiklet pompası, kadro çantası, brandası, kilidi... Tüm gece hevesle site site gezdim eksikleri tamamlamak için. Heyecanla bekliyorum şimdi kargoyu :) 

Çarşamba, Aralık 15, 2021

İzle Butonu - Takip mevzusu

Konuya nereden girsem, nereden başlasam bilmiyorum. Kestirmeden gideyim.

Şimdi şöyle ki bloguma gelip yazılarımı okuyan, yorum yapan herkes benim için çok değerli. Yorum bırakan herkesi cevaplamaya ve bloglarını ziyaret etmeye çalışıyorum. Sağ alt köşede bulunan "İzle" kısmına yönelik hissiyatım ise biraz çetrefilli. Oradaki sayı artıyor, azalıyor... Azalınca anlıyorum ki birileri aradığını bulamadı ya da ben farkedip onu takip etmediğim için izlemeyi bıraktı. Bunu gayet normal buluyorum. O sayının az olması, artıp azalması gibi durumlar beni etkilemiyor çünkü ben ilk önce kendim için yazıyorum. Yani o sayı sıfıra da düşse ben yine yazacağım :) 

Yazılarıma yorum bırakanların bloglarına baktığımda, "İzle" butonu varsa ve eğer dalıp unutmazsam tıklıyorum ama bunun pratikte bir etkisi yok maalesef çünkü blogu izle desem bile yeni yazıların bildirimi gelmiyorum. Ben de her zaman tüm blogları tek tek gezip yeni yazı var mı diye bakamıyorum. Bazen baktığım bloglardaki yeni yazılara yorum yapacak bir şey bulamıyorum çünkü ilgi alanıma girmiyor içerikler. Sırf yorum yapmış olmak için de anlamsız bir şeyler yazmak istemiyorum. Hâl böyle olunca bu konuda bir açıklama yazısı yazmak istedim.

En başta dediğim gibi bloga gelip okuyan, yorum yazan, takip eden herkese çok değer veriyorum. Herkese çok teşekkürler. Elimden geldiğince ben de sizlere uğrayıp takip etmeye çalışıyorum ama çocuklu ve tam zamanlı çalışılan bir hayatta her yere yetişmek pek mümkün değil. Bu yüzden affınıza sığınıyor ve kırılmamanızı rica ediyorum. Yetişemediğim durumlar olursa kasıtlı değildir, gözümden kaçmıştır ya da cidden söyleyecek söz bulamamışımdır :)

Hayat, insanı bazen o kadar yoruyor ki değil bloglar, bloggerlar; 40 yıllık arkadaşları bile gözü görmüyor insanın yani demem o ki, karşılık beklemeden zevk aldığımız bloglarda takılalım, ötesine de pek takılmayalım bence :) 

Hafta ortasından selamlar, sevgiler ❤️



Pazar, Aralık 12, 2021

Ağaçta Bir Kedi

Çok mutluyum!

Çünkü biz bugün ailecek bir kedinin hayatını kurtardık :) 

Sabah 10.00'da Arya'nın karate kursu vardı, 9.40 gibi evden çıktı. Eve geldiğinde ağlıyordu. Kursa giderken yolda ağaçta kalmış bir kedi görmüş, dönüşte yine görmüş aynı kediyi ağaçta. "Kedi miyav miyav ağlıyor, gel pisi pisi, kucağıma atla dedim ama korkmuş inemiyor. N'olur anne kurtaralım kediyi." diye ağlayınca Arya, giyinip çıktım. Ağaç, orman şefliğinin bahçesinde, Arya tabelayı okumuş bana söylemek için. Gittim, gerçekten kedi kalmış ağaçta. Aradım itfaiyeyi, önce açılmadı telefon, 112'yi aradım, itfaiyeye bağlayamadı. Yangın olsa yancaz haber verene dek. Neyse 110 üzerinden ulaştım. "Biz indirmiyoruz genelde, kediler korkup çıkıyor ağaca sonra iniyorlar. Kedi ağaçta kalmaz zaten." dediler. Peki dedim 2 saat sonra hâlâ burdaysa yine arayacağım. 

2 saat sonra gittiğimde kedi hâlâ aynı yerdeydi. O sırada orman şefliğinde çalışan biri çıktı binadan, durumu anlattım. Dün akşamüstüden beri orda, ben dün iş çıkışı sesini duymuştum ama iner diye düşündüm." dedi. İtfaiyeyi aradı, ulaşamadı. Belediyeyi aradı, zabıtalar ilgileniriz dedi ama ben pek inanmadım.

Eve gelip Evrim'de tekrar itfaiyeyi aramasını ve ikna etmesini istedim. Tamam indireceğiz hemen demişler. Yine emin olamadım 1 saat daha geçti, yine gittim veeeee mutlu son! 


Gerçekten gelip indirmişler ve kedi bıraktığım mamaları da yemiş. Tam ağacın karşısındaki market çalışanı beni ağaca bakarken görünce, "Kediye bakıyorsanız, itfaiye gelip indirdi ağaçtan" dedi ve yüreğime su serpti :) 


Candan Erçetin - Kedi 

Cuma, Aralık 10, 2021

Kesin Kararım: Rus Edebiyatı Sevmiyorum!

Yok arkadaş! Yok sevemiyorum. 

Az sonra yazacaklarım için yüksek edebiyat çevrelerince linç edilmem kesin diyebiliriz ama içimden geçeni söylemeden duramayacağım.

Yıllar sonra tekrar Suç ve Ceza okuyorum ve çooooooooooook sıkıldım. Resmen içim daraldı. Raskalnikov'a "Bi' git artık ya! Git ötede öl de kurtulalım!" demek istiyorum. 687 sayfalık kitabın 130. sayfasındayım ve içim şişti. Ben okurken zerre keyif almayıp üstüne de sıkılıyorsam kitap tüm dünyada baş yapıt sayılsın, ne fayda? Kitabın edebi değerini tartışacak değilim tabi ki. Ben sadece bana verdiği hissiyatı anlatmaya çalışıyorum. Oblomov'u okurken de çok benzer şeyler hissetmiş ve çok sıkılmıştım.

Rus edebiyatının genel konusu sefalete düşen ve bu sefaletin içinde boğulan, küçüldükçe küçülen insanlar. Sefaletin dibini gören ama düştükleri zor durumun içinden çıkmak için bir şey yapmak yerine sadece mızmızlanarak daha da dibe vuranlar. Ya kalk bir silkelen, bir kendine gel be arkadaşım! O nasıl bir iradesizlik, nasıl bir basiretsizlik? Sefalete düşmek ayıp değil ama sefaleti bahane edip dibe vurmak,  arsızlaşmak bambaşka bir boyut bence. Kitabı okurken hissettiğim iç sıkıntısı anlatılamaz. Ya tamam vurmuşsun dibe de her şeyi o kadar detaylı detaylı düşünmek, irdelemek, farkında olmak ve hâlâ aptal aptal aynı şeyleri yapmaya devam etmek ve battıkça batmak... Yok! Ben böylesine bir çöküşü okumak istemiyorum. Oblomov'u okurken bunu az çok anlamış ama yine de Suç ve Ceza'yı bir kez daha okuyayım demiştim ama artık eminim: Ben Rus edebiyatı sevmiyorum. Suç ve Ceza'yı başladığım için bitireceğim sanırım ama bir daha elime Rus edebiyatından bir kitap alacağımı sanmıyorum.




Hepimizin bildiği o meşhur İtalyan tatlısı, Tiramisu'nun Türkçe anlamı "Al, götür beni" demekmiş ki yerken cidden insanı alıp götüren lezzetlerden biridir iyi yapılmış gerçek bir Tiramisu. İşte kitaplar da öyle olmalı bence. Alıp götürmeli beni, uçurmalı, mutlu etmeli, hayallere sürüklemeli, başka dünyalara açılan bir kapı olmalı ve mümkünse benimkinden kötü ve buram buram umutsuzluk kokan bir dünyaya değil de sefalet içinde bile umut ve sıcaklık barındıran bir dünyaya açılmalı o kapı. Tüm hikayeler mutlu sonla bitsin, her adımda Polyannacılık oynayalım demek istemiyorum ama içimiz de kararmasın lütfen her satırda, her sayfada. En azından şu sıralar tam da böyle düşünüyorum. Ama ileride ne olur bilemem, Hayat bu!


Perşembe, Aralık 09, 2021

Kitaplara ve Doğaya sığınmak

Doppler serisinden sonra Haruki Murakami okumaya geri döndüm. Daha önce 1Q84 adlı kitabını okumuştum. Bu kez Kadınsız Erkekler adlı kısa hikayelerden oluşan öykü kitabını okudum. Değişik. Sevdim mi? Bilemiyorum. Bugün bitti. Az sonra yıllar sonra ikinci kez okumak üzere Suç ve Ceza'ya başlayacağım. 

Cumartesi'yi iple çekiyorum. Hopa - Arhavi arası pedallayıp Kamilet Vadisine gideceğiz Hopa Dost derneği olarak. Hava açık ve ılık görünüyor. Bir an önce gelsin hafta sonu lütfen!


Geçen hafta yine kendimi yollara, dağlara, tepelere vurduğum bir günden kalanları da bırakayım şuracığa:





Pazartesi, Aralık 06, 2021

offfffffffffffffffffffffffffff

O kadar bunaldım ki İMDAAAAAAT diye bağırmak istiyorum :(

Arya'nın bitmeyen ezber ödevleri, ikide bir gelip anne sorsana, anne dinlesene deyişi... Ezber ödevi bitince İngilizce ödevinin çilesi... Kendin yap, yapamadığını boş bırak diyorum yok illa ki hepsini yapmak istiyor. 

Okulda yapılacak Tubitak fuarına yetiştirmem gereken proje...

Mutfakta bekleyen bulaşıklar,

Yatak odasında katlanıp yerleştirilmeyi bekleyen çamaşırlar,

Okumam gereken 2 adet sınav kağıdı,

Halledilecek ufak tefek bir sürü iş...

Yarın tüm gün dersimin olması ve üstüne de nöbetçi olmak...

Ve daha bir sürü şey...

Offfffffffffffffff! O kadar boktan hissediyorum ki şu an...

Ağaç Ev Sohbetleri #120


2021'in son ayındayız. Eskiden olsa yeni yıl için heveslenip, merakla, umutla beklerdik. Ama artık Covid ve ekonomik durum yüzünden gelen günler gidenleri aratacak diye düşünür olduk. İşte bu yüzden Ağaç Ev Sohbetleri için şöyle bir soru sorayım dedim:

Bu yılbaşında 2022'ye değil de kendi seçtiğiniz bir yıla girme ve o yılı yeni baştan yaşama şansınız olsaydı hangi yılı seçerdiniz? Neden? 

Yalnız belirtmem gerekiyor ki hiçbir şey değiştirme gücünüz yok, her şey en küçük detayına kadar birebir o yıl gerçekleştiği şekliyle yaşanacak. Bir de bonus olsun: Tarihten bir yıl ve kişi seçip onun bir yılını da yaşayabilelim istersek :)

Tarihten herhangi bir kişi ve herhangi bir yıl seçebiliriz dedim ama ben kendi kişisel tarihime bakıp 2009 yılını seçtim. O yıl yurttan ayrılıp Beşiktaş'ta bir eve çıktım, okuldan mezun olup tam zamanlı çalışmaya başladım. 

İlk kez sadece bana ait bir odam oldu o yıl. Beşiktaş'ta, üstelik de meydandaki büyük Kartal heykelinin hemen yukarısında bir evde yaşamak hayallerimin bile ötesindeydi. Kaldığım ev çok eski püskü bir yerdi ama Evrim'le ve arkadaşlarımızla o kadar mutlu zamanlarımız oldu ki o evde...

Eve tam olarak yerleştiğim tarihi hatırlıyorum: 4 Haziran. O gün Pınar'ın doğum günüydü. Evi temizleyip yerleştirdikten sonra pasta kesip hem onun doğum gününü hem de benim ilk evimi kutlamıştık. Sonraki günlerde çok arkadaşımı ağırladım o evde. Yıllarca evlerinde kaldığım Oktay, Volkan ve Berkay'ı; üniversite yıllarımı kurtaran Derya, Pınar ve Özge'yi, Evrim'in arkadaşları Evren, Toygun ve Mustafa'yı... Son finallere o evde çalıştık, oyunlar oynadık, film izledik, müzik açıp canımızın istediği kadar dans ettik. Romantik sofralar kurduk Evrim'le birlikte. Evrim o evde evlilik teklif etti bana. O yıl ilk kez evimin olduğu ve gelecekteki hayatımıza ilk adımları attığımız yıldı.

Hatırladığım tüm güzel şeylerin yanı sıra çok zor günlerimiz de oldu o yıl tabi ki. Ama hangi yıl olmadı ki? Ya da olmayacak? Hayat her zaman inişli çıkışlı, kötü günlerde her şeyin gelip geçici olduğunu hatırlamak önemli.

Sizin seçtiğiniz yılları ve nedenlerini merakla bekliyorum :)

... 

Dipnot: Yazıyı günler önce yazmıştım. Şu an yazsam çok başka bir yıl seçebilirim belki de. Hayat benim için hep böyle galiba, bir an'ım bir an'ıma uymuyor. 

Cumartesi, Aralık 04, 2021

Bildiğimiz Dünyanın Sonu

Doppler ile başlayıp Volvo Kamyonlar ile devam eden serüvenin sonuna geldik. Son kitabın adı: "Bildiğimiz Dünyanın Sonu". 



Bu kez ne yazacağımı pek bilemiyorum.

Volvo Kamyonlar'ın sonunda evine dönmeye karar veren Doppler'in peşine takılıyoruz bu kitapta. Doppler evin yolunu bulsa da kendini ve dünyadaki asıl yerini bulması pek kolay olmuyor. Kitabın büyük bölümünde o kadar saçma şeyler yapıyor ki... Detaylar özetlenecek gibi değil pek. Hatta bazı şeyler gerçekten oluyor mu yoksa Doppler'in hayal aleminde mi yaşanıyor tüm bunlar acaba diye merak ediyor insan okurken.

Eski evinin bahçesindeki ağaçta kamp yaptığı günlerden, evin bodrumunda yaşadığı günlere; sokaklara düşüp dilenci olmaktan, Danimarka'da porno yıldızı oluşuna kadar uzanan karmaşık zamanlardan sonra Doppler, hikayenin en başında gittiği yere, ormana geri dönüyor. "E madem burada bitecekti, keşke hiç ayrılmasaydı ormandan" derken buldum kendimi. Ama insanın gerçekten kendini bulması için önce iyice kaybolması gerekiyordur belki. Hani derler ya "Dibe vurmadan özgür olamazsın.", işte Doppler bu sözün hakkını veriyor sanırım. 

Yine kitaptan alıntılar ile bitireceğim yazımı:

"Çünkü insan hep olduğu yerdedir ve saniyeler tik tak geçer; insan başkası olacaksa çok büyük fedakârlıklar ve değişimler gereklidir."

"Başka insanların iyi nitelikleri Doppler'in bildiği en korkunç şeydi. Bunların karşısına neyle dikilebilirsiniz ki? Hiçbir şeyle. Bazıları bizden daha iyi işte ve bununla yaşamayı öğrenmek zorundayız."

"Doppler yargılamak istemiyordu çünkü herkesin günü gelince kaltak olduğunu içten içe biliyordu. Yani insanlığın nesilden nesile geçen kalıtımsal bir tür özelliği bu. Bütün kalıtımsal malzemede bir kaltaklık geni var."

"- bu aslında on dördüncü yüzyılda Ockhamlı William'ın ileri sürdüğü bir ilkedir: Bir olgu ya da bir olayın birkaç makul açıklaması varsa, en basit açıklama doğruya en yatkın olandır."

"Hayat zaten kocaman bir olağanüstü durumdan ibaret, diye düşündü Doppler; bir yanda sessizlik, diğer yanda hiçlik, ortada ise yaşam."

"Burada mısın? Doppler kesinlikle burada değildi. Nerede olduğundan bihaberdi gerçi ama en azından burada olmadığını biliyordu. Buranın dışında her yerdeydi."

"Sistem şu şekilde işliyordu: Tüketmek için beklemeyelim diye bankalar borç vermek için sıraya girmişlerdi. Tüketim genç yaşlarda başlıyor ve asla sonu gelmiyordu. İnsanlar, borç almak için ödedikleri ekstra kronları memnuniyetle çıkarıp veriyorlardı çünkü öbür türlüsü dışlanmak anlamına geliyordu, bu da istenmiyordu, tatsızdı, hatta ve hatta tehlikeliydi."

"Pek çok kere, hiç konuşmamak en iyisi diye düşündü. Konuşmak, önemi fazlaca abartılmış bir meziyet. İstemiyorsan konuşmazsın."

"Mesela insan dünyadaki yerinden emin değilse, kaybolmuşsa, yaşamın ve toplumun yapılarına akıl erdiremiyorsa bir yasa konulmalı. yalan söylemek serbest olmalı mesela. yaşamın anlamı yitirildiğinde, acil yalan yasası."

...

"Her şeyin bir zamanı varmış. Ormana kaçma zamanı ve geri dönme zamanı. Gerçeğin zamanı ve yalanın zamanı. Yalan kıymeti bilinmemiş bir kaynak."

...

"İnsan yalanın ayrıntılarını iyice bir gözden geçirdiğinde, yalan söylemek hiç zor değil. Bize yalanın aptalca ve tehlikeli olduğu, kesinlikle doğru bir şey olmadığı öğretiliyor. Ancak yalan bir dizi sorunu halledebilir."

...

"Tuzağa balıklama atlamıştı. Sazan gibi. Boşluk ve eşya biriktirmişti. Daha okulun ilk gününden başarılı olmuştu, ulusun vefakâr bir hizmetçisi olabilmek için hedefini belirlemiş, eğitimini almıştı. Çocuk yapacağı akıllı bir kadın bulmuş, cazip bir bölgede ev sahibi olup çocuklarına da aynı yaşam biçimini aşılayarak iyice bokunu çıkartmıştı. Ulusun hedefi ne pahasına olursa olsun büyümedir. Bu, ortak çıkarları tehdit eder mi acaba, diye sormaktır."

...

Seri için son sözü söylemem gerekirse; ilk kitapta kendimle özdeşleştirdiğim Doppler, ikinci kitapta kendini de beni de kaybetti diye düşünürken üçüncü kitapta daha ne gördün ki, sen bir de şimdi olacaklara bak dedi sanki yazar bana. Oradan oraya savrularak kitabın sonuna geldiğimde Doppler, hikayenin başladığı yere, ormana geri döndü. Çok ilginç ve çarpıcı bir yolculuktu Doppler'le oradan oraya savrulmak. 3 kitapta da hayran kaldığım vurucu kısımlar vardı, sırf o kısımlar için bile yine olsa yine okurum diyebilirim ama siz de mutlaka okuyun diyemem. 

Gelsin yeni kitaplar, yeni maceralar!

 

Çarşamba, Aralık 01, 2021

Volvo Kamyonlar

Volvo Kamyonlar daha önce bahsettiğim Doppler'in devam kitabı. Ama ilginçtir ki 28. sayfaya kadar ortaya çıkmıyor Doppler. Hatta 28. sayfada da sadece şöyle bir adı geçiyor. 



Volvo Kamyonlar'da yazar bizi Maj Britt'in hikayesi ile karşılıyor. Kitabın Doppler'in devam kitabı olduğunu baştan bilerek almasam aynı yazarın elinden çıktığını düşünmezdim sanırım. Tamam yine Doppler'dekine benzer haylaz bir üslup var ama... Bu kez yazar, ara ara filmlerde de kullanılan 4. boyuta geçerek bizimle kitabın yazarı olarak konuşuyor ve yazdıkları hakkında fikirlerini bizimle paylaşıyor. Bu kitapta Doppler'in kafası ne kadar dumanlıysa yazarınki de o kadar dumanlı sanki :)) Belki de bilinçli olarak böyle bir üslup seçmiştir yazarımız. Emin olamadım. 

İlk kitapta her şeyi sadece Doppler'in ağzından dinliyorduk ama bu kez işler başka. Yazar neredeyse her sayfada sahneye çıkıyor, sazı eline alıp başlıyor: "Ben bunu yazan kişi olarak..." Yazar burada ne demek istemiş acaba diye düşünmemize hiç gerek kalmıyor çünkü yazar anında anlatıyor ne demek istediğini :)) Kitapta yazarın, yazar olarak söylediği bazı şeyler kitabı daha ilginç hâle getiriyor:

"Siz okurlar, yazarların kendi tecrübelerini kullanarak bir şeyler yazmalarına bayılırsınız. Metinde yazarın hayatına dokunan noktalar tek tek cımbızlanır, cilalanır ve metni anlamada kilit noktalara dönüşür. Olayın gerçekten yazarın tecrübesinden kaynaklanması bile gerekmez, okurun buna inanması yeterlidir. İkisi de aynı kapıya çıkar."

Yazar neredeyse iki sayfada bir, "şimdi siz şöyle dersiniz, bunu sorar, bunu mantıksız bulursunuz." gibi cümlelerden sonra kendince açıklamalar yapıp yazdıklarını savunuyor. Bu endişelerinde ciddi mi yoksa bizle kafa mı buluyor emin olamadım.

İlk kitaptaki Doppler ile bu kitaptaki Doppler farklı. İlk kitapta insanlardan kaçan ve doğaya sığınan Doppler, kafası çorba olmuş ne yaptığını bilmeyen, kim kolundan çekerse o yana giden, kaybolmuş birine dönüşüyor bu kitapta. Birinci kitabın sonunda ormanın çağrısını duyduğunu söyleyen Doppler yolda duyma ve düşünme yetisini kaybetmiş sanki. Hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur ki yazar bunu da tahmin etmiş ve 69.sayfada yazmış : "Doppler'in o dönemdeki dava adamı tavrı göz önüne alındığında, şimdi Varmland'da oturmuş esrar çekiyor olması, insanda hayal kırıklığı yaratıyordur tabii." Eleştirilerime rağmen kitapta birçok cümlenin altını çizdim ve ne kadar doğru diye düşündüm.  İlk kitapta Doppler'de kendimi görmüştüm ama bu kitapta yollarımız ayrıldı sanırım. 3. kitapta neler olacak bilmiyorum tabi. Belki yine kesişiriz bir noktada.

Kitapta hoşuma giden bazı cümleleri bırakayım buraya: 

Maj Britt ile ilgili alıntılar için parantej içine MB yazacağım.

"Ayrıca Tanrı'ya da kızgın. Ama onu toptan gözden çıkaramıyor. Onun için kapıyı hafif aralık bırakıyor. Konuşacak başka bir şey yok."

"Sistem, ona yardım eli uzatmak ya da onunla konuşmak yerine, onu mahkeme karşısına çıkarıp onurunu kırdı; onu anlayan ve anlamanın faydasını gördüğü tek şeyle bir arada olmaktan onu mahrum bıraktı." (MB)

"Yaşamın özünde haksızlık olduğundan, çarpıklıkların sonunun gelmeyeceğinden, evrenin yavaş yavaş genişlemesi gibi, çok önceden belirlenmiş bir tempoyla bu çarpıklıkların da her an büyüdüğünden, daha da çarpıklaştığından derin bir şüphe duymaktadır." (MB)

"Bazen tek bir kişinin bile sizi görmesi yeter. Tüm insanlar içinde tek bir kişi." (MB)

"İnsanın insana olan ihtiyacı dışında her şey hikâye." (MB)

"Mesele yaş değil, sınıf. Yaş hiçbir şey. Sınıf her şey. Mesele insanın nereden geldiği mayasının ne olduğu." (MB)

"Ben nasıl istiyorsam öyle görünüyorum. Bu bölgedeki diğer yaşlı kadınlar kadar demode ve içi geçmiş tarzda giyiniyorum. Arada kaynayıp gitmekten hoşlanıyorum. Herkes beni tanıdığını sanıyor, giyimimden dolayı. Bu da bana hareket özgürlüğü sağlıyor." (MB)

"Maj Britt ayakkabılarını çıkarıp meydandaki çınarın çevresindeki ıslak çimenlerde yavaş yavaş yürüyor. ... O pisliklerin bunu ondan alamayacaklarını biliyor. Muhabbet kuşlarını. evet. Ama güneş doğarken ıslak çimenlerde çıplak ayakla yürüme hakkım, asla." (MB)

"Çocuklar, senin çocukların değil; biz, yaşamın kendine duyduğu özlemiş sadece, senin aracılığınla dünyaya geldik ama senden gelmedik, seninle birlikte olsam da sana ait değilim, çünkü ruhum geleceğin evinde yaşıyor ve sen orayı ziyaret edemezsin, rüyalarında bile."

"Çok az insan ne halt karıştırdığını biliyor zaten, en azından ben gerçeği itiraf edebileceğim bir noktadayım. Evet, ne halt karıştırdığımı bilmiyorum ama bunun beni yıkmasına da izin vermeyeceğim. Bir gün gelecek bir şeyleri anlayacağım, o zaman belki eve dönerim."

"İnsanları sevmiyorum. Ama neyi sevdiğimi de bilmiyorum."

"Olmadığın biri gibi görünmeye çalışıyorsun. Bu da felaketin olacak. İnan bana. Buna defalarca şahit oldum. Kendinden kaçmaya çalışıyorsun. Ama olmaz. Bu imkansız. Her zaman kendine yetişirsin; bugün bunun gerçekleşmek üzere olduğunun işaretlerini görüyorum." 

...

"Ne istersen olabilir, ne istersen yapabilirsin."

"Ama ben hiçbir şey olmaya çalışıyorum. Hiçbir şey olmaya ve hiçbir şey yapmamaya çalışıyorum" diyor Doppler.

"Boş laf. Ne yaptığını bilmiyorsun."

...

"Bilinç sahip olduğumuz tek şey, der von Borring."

"Doppler'e göre, dünyada ne Tanrı ne de onun sözü gerçek anlamda mevcuttur, bırakın pek çok kişi buna inanıp Tanrı varmış, İncil'in ortaya çıkması onun işiymiş gibi yaşasın, ama Doppler bu Tanrı meselesini, çoğunlukla kendi başına düşünemeyen garibanların yapışıp kaldığı bir icat olarak görüyor, çünkü öbür türlü hayat onlara çok gaddar gelecektir." 

"Aşk her şeyi değiştirir. Karanlık düşünceler daha az karanlık olur, hatta bazen hepten ortadan kalkabilir."



UB40 - Red Red Wine


Bob Marley - Small Axe

"If you are a big big tree
We are a small axe
Ready to cut you down
To cut you down"


Şarkılar kitapta geçen parçalar ve sözleri de kitap karakterlerinin hallerine göndermeler içeriyor:

Update: 3.kitabı okumaya başladım ve üslup yine değişti. 2. kitaptaki dumanlı kafanın dumanı hafiften dağılmış, gerçeklere dönüş başlamış. Ama gerçekler Doppler'in beklediğinden farklı ve biraz da acı.

Yazarla ilgili şahsi fikrimi de yazmak istiyorum. Tamamen okuduklarımdan yola çıkıyorum. Bence yazar mevcut hayatından kaçmak, bir süre her şeye boş verip dağıtmak istiyor ama yapamadığı için tüm bunları Doppler'e yaptırıyor. Doppler ilk kitapta kendi hayatından kaçıp yeni kurduğu düzende mutlu olunca yazar kendisi mutsuz olmuş bence. Bu yüzden 2. kitapta Doppler'i kötü hallere düşürüyor ki evine dönsün, doğru olanın evinde olmak olduğunu anlasın. Böylece yazar kendi de hayatından kaçmanın iyi bir fikir olmadığını kendini ikna edebilsin. Bu fikrim 2. kitabın son sayfasında yazar kendi hayatını anlattığı anlarda daha da perçinlendi ama tabi tüm bunlar benim kafamda oluşan bir hikaye olabilir sadece. Yazarın da dediği gibi biz okuyucular kitapta yazarın kendi hayatıyla ilgili kırıntılar bulmaya meyilliyiz hatta fazla hevesliyiz :))))

Bakalım 3. kitapta neler olacak :)

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...