Çarşamba, Aralık 23, 2009

Rüya'nın Rüyası

iki gece önce öyle bir rüya gördüm ki...

rüyam cidden acayip ilginçti ve çok fazla gerçekti. rüyamda ölmüştüm ama "ghost whisperer" dizisindeki gibi hayalet gibi dolaşıyorum ortalıkta. işin kötüsü öldüğümü de kabul etmiyorum. bir apartmana giriyorum zillere basıyorum karşılıklı kapılar açılıyor; kapıyı açan kadınlar birbirleriyle konuşuyorlar ama beni görmüyorlar bile.

sonra bir daireye giriyorum, birden bahçeli bir villada buluyorum kendimi. benim gibi bir sürü ölü insan var, beni görüyorlar ama benimle dalga geçiyorlar. "sen şimdi kendini giyinik sanıyorsun değil mi? ama değilsin çünkü aslında sen şu an çıplak bir kadavradan başka birşey değilsin!" diyor sinir bozucu bir tip.

koşarak kaçıyorum. rüyamın başındaki apartmana dönüyorum; bir daireye giriyorum -sanırım daire kendi dairem- boş boş dolanıyorum ve sonunda dayanamayıp yine kapıları çalmaya başlıyorum. kapılar açılıyor. konuşmaya çalışıyorum, hiç sesim çıkmıyor. kapıyı açan kadın o kadar boş bakıyor ki... beni görmüyor.

sonra son bir çabayla bağırıyorum tüm gücümle ama çıkan sesi kendim bile zar zor duyuyorum. yine de o anda kadının bakışları değişiyor. beni görmeye, benimle konuşmaya başlıyor. yaşadığım ferahlamayı anlatacak kelime yok.

kendi daireme dönüp dans etmeye başlıyorum ve balkona çıkıp tüm gücümle "yaşıyorum" diye bağırıyorum.

tüm gece yatakta dönüp durdum, rüya o kadar gerçekti ki kurtulmaya çalıştığım halde uyanamadım. uyandığımdaysa biraz da olsa rahatladım. ölmek mi daha kötüydü yoksa kimsenin beni görüp duymaması mı?

sanırım en kötü kısmı sesimi duyaramayışımdı. o boş bakan kadının beni görüp konuşmasına o kadar sevineceğim aklıma gelmezdi:)

neyse öyle acayip bir rüyaydı işte.

Çarşamba, Aralık 16, 2009

Laf Atma Kültürü(?!)

1-2 yıl önce Evrim'le taksim-kadıköy dolmuşuna binmiştik, kadıköy'de inmeye çalışan bir kız şoföre sesini duyuramayıp ineceği durağı geçtikten sonra duran şoföre sinirle:

"evine götürseydin bari" diye çıkışmıştı.

dolmuş şoförü aynadan kızı şöyle bir süzdü sonra da yüzünü buruşturup bombayı patlattı:

"beğensem götürürdüm belki!"

aklıma geldikçe gülüyorum:)

ilginç diyalogların yaşandığı durumlardan biri de laf atma anları.

gerçi Türklerde pek öyle güzel laf atma jargonu yok. genelde abuk sabuk cinsel göndermeler söz konusu.

en ilginçleri kalçalara atılan laflar galiba.

"bunca senedir yoğurt yerim, ben böyle kase görmedim."
"kalça değil kazan be hey maşallah."
"annesi az daha uğraşsa jennifer lopez olacakmış."


yurtdışında laf atma olayı nasıl acaba? Hürriyet gazetesinde yazdığına göre Finlandiya’da sessiz bir gecede yakışıklı bir Finli “Topuk sesleriniz beni tahrik ediyor” diye laf atmış bir Türk kızına.

türkiye'de öyle yaratıcı ya da iç gıcıklayıcı laflar pek yok. genelde atılan laflar yiyeni delirtecek türden. ama iş laf atana bakıyor aslında. bir kız bir erkeğe laf atıyorsa ne dediği önemli bile değil erkek her şekilde havaya girer.

ortaokul yıllarında dayımla çok iyi anlaşırdık; arkadaş gibi birlikte gezer tozardık. inatla dayımın koluna girip gezerdim, dayım da şakayla karışık kısmetimi kapatma derdi. hoş sanki kızların çok umrunda.

her çıktığımızda dayım en az 2-3 kızdan laf yerdi: en klasiği de "okyanus gibi gözlerin var içinde boğulabilirim." lafıydı sanırım. ben de dayanamayıp "okyanusa gerek yok bi kaşık su da yeter" derdim bunaldığım zaman.

klasik kazma türk erkeği jargonu pek de hoş değil. genelde uzun boylulara atılan laflar en can sıkıcı olanlar sanırım.

"o sütünlara temel olayım." (uzun bacakları kastediyor)
"yukarda havalar nasıl güzelim"


bugüne kadar yediğim lafların içinde ilginç olanlardan biri de İspanyolca'ydı. beyazıt'ta Derya'yla yürürken atılan "buenas chicas" (güzel kızlar) lafı beni epey şaşırtmıştı.

şu erkekler brz yaratıcı olsa da şöyle ilginç, duyanı gülümseten -rahatsız etmeyen- laflar duysak.

var mı sizi gülümseten öyle laf atmalar?

Ne Yapmalı?

yıllarca okuyoruz,bir sürü para döküyoruz.

sonra? sonra ne oluyor?

mezun olunca veriyorlar eline bir kağıt. adı da diploma.

memur olup kapağı devlete atmak istiyorsan durum oldukça vahim. kpss diye bir engel var. hangi bölümden mezun olursan ol, okulda ne eğitimi almış olursan ol fark etmiyor. hemen hemen herkes aynı sınava giriyor. sayısal derslerle aran iyiyse şanslısın. yoksa? yoksa memurluk da yok!

iyi kötü bir işe girersen şanslısın bu krizde. ama işe girmekle bitmiyor. okulda hiç öğrenmediğin bir sürü iş, bir sürü resmi evrak, bir sürü kural, bir sürü kanun...

başbakan "her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok." diyor. aslında ülkenin başındaki kişilerin çoğunun ilkoukul mezunu olduğu ve neredeyse tüm kadroların da onların yakınları ile dolu olduğu göz önüne alındığında mevcut durum pek de garip gelmiyor insana.

sabıkası olan sıradan ve zavallı vatandaşların memur olamadığı bu ülkede yine sabıkası olan bazı şanslılar rahat rahat parti kurup milletvekili hatta bakan olabiliyorlar.

aslında sorun okuyup okumamak da değil. sorun neyi ne kadar bildiğin ve ne kadar kurnaz olabildiğin.

peki ne yapmalı?

hiç okumak için uğraşmamalı onun yerine alternatif çözümler üretilmeli.

mesela:

yurtdışına göç etmeli(?!)
okumak için harcanacak tüm parayla bilumum şans oyunları oynamalı(?!)
abuk sabuk bir parti kurup milletvekili olmalı(?!)
kurmaca aldatma-aldatılma-kaçamak hikayeleriyle ünlü olmayı denemeli(?!)
bilumum yarışmalara katılıp acıklı hikayelerle büyük ödülü götürmeye çalışmalı(?!)

yaratıcı çözümlerinizi bekliyorum.

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Mum Alevi ve Bir Kedi*



Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında.
O evde bir kedi vardı.
Geceler indiğinde kendi havasında
Mum yanar, kedi de oynardı.

Mumun yandığı gecelerden birinde
Kedi oyunlarına daldı.
Oyun arayan gözlerinde
Mumun alevi yandı,
Baktı,
Mumun titrek alevinde
Oyuna çağıran bir hava vardı.

Oyunlarını büyüten kedi büyüdü
Kendi türünde çocukcasına,
Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
Geldi mumun yanına, oyuncakcasına.
Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına
Uzandı bir el attı.
Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı...
İlk kez gördüğü mumun yakmasına
İnanmayacaktı.

Kedi oyunlarında büyüyordu,
Mum, üşüyordu yanmalarında.
Zaman ikili yürüyordu
Aralarında.
...
...
...

Kedi oyunlarında büyüyordu,
Yitirerek gitgide oyunlarını.
Mum küçülüyordu yanmalarında,
Yitirerek gitgide yakmalarını.

Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
...
...

Bir mumun yanmasından
Ve bir kedi oyunundan
Kaldı sonunda
Bir gecenin tam ortasında
Bir evin bir odasında
Göz-göze susan
İki insan.

Mum yandı bitti
Kedi büyüdü gitti.
...
...


Özdemir Asaf



*şiirin gerçek başlığı "Mum Alevi ile Oynayan Kedinin Öyküsü". çok sevdiğim bir şiir. blog başlığım da bu şiirden geliyor ve bu şiir benim nasıl büyüdüğümü anlatıyor. şiirin tamamı için Google'a başvuralım, malum telif mevzuları :))

Cuma, Aralık 11, 2009

Let's Refresh Ourselves!

Etraftaki herşey sizi sıkmaya hatta boğmaya başladığında devam edebilmek için birşeyleri değiştirmek zorunda kalırsınız. İşte ben de bir süredir değişiklik peşindeyim.

Hayatımdaki bazı şeyleri değiştirdim ama henüz devam edebilmem için yeterli değil. Değişikliklere devam etmem gerekiyor. Blogumun adını ve içeriğini de değiştiriyorum. Bundan böyle can sıkıcı mızmızlanmalarımı buraya taşımak istemiyorum.

Bakalım gelecek günler neler getirecek...

Once everything around you starts to suffocate you, you have to make some changes in your life. I have been in search of a changeover for a while.

I have made some changes but they aren't enough for me to continue. I have to go further. I change the name of my blog and the content of the blog now. I won't write my complaints down here any more.

Let's see what will happen in future!

Salı, Aralık 08, 2009

Benim için de kolay değil:(

doyumsuz, ne istediğini bilmeyen ve mızmız biri olmak pek kolay ve katlanılır değil.

ne yapacağıma karar vermemle o karardan caymam arasında saniyeleri geç, saliseler var sadece. her an değişiyor isteklerim, fikirlerim ve hayallerim. kendi kendimi mutsuz ediyorum. neden böyle olduğumu bilmiyorum. değişmek istiyorum ama neye dönüşmek istediğimi bilmiyorum:(

birgün gerçekten tüm kaygılardan ve tüm huysuzluklardan arınmış bir rüya olmak istiyorum.

ama nasıl?

bilmiyorum...

Cuma, Aralık 04, 2009

At Liberty - İşsiz ve Hür

at liberty: işsiz, hür, özgür, başıboş, serbest...

tam da beni anlatıyor yani:)

zaman aslında çok ilginç bişey. yapılacak birşey olduğu zaman deli gibi hızlanan zaman, iş güç olmayınca çok ilginç bir şekilde duruyor sanki.

3 gündür hürüm. nereye kadar böyle gider bilmiyorum. gerçi bu kafayla gidersem muhtemelen eve, anneannemle kardeşimin yanına dönerim sanırım. beni İstanbul'da tutan o kadar az şey var ki... ama sayı olarak o kadar az olan şeyler ya da kişiler aslında benim için çok önemli.

ama hayallerimden vazgeçmek istemiyorum. sırf İstanbul'da kalabilmek uğruna hiç istemediğim işlerde tam zamanlı olarak çalışmak istemiyorum.

aslında herkesin hayal ettiği, eline fırsat geçse mutlaka yapmak isteyeceği şeyleri yapmak istiyorum ben de.

bakalım zaman ne yöne doğru akacak ve hayat beni nereye sürükleyecek.

Salı, Kasım 24, 2009

İzlediğim Blogların Adresleri Buhar Olup Uçunca...

of be ne zormuş şu şablon değiştirme işi! ya da ben ne kadar da beceriksizim:( blog şablonumu değiştirmek istiyordum epeydir. aradım taradım tam bana göre siyah kedicikli bir şablon buldum ama bir türlü yükleyemedim. o arada ne olduysa olmuş izlediğim bloglar birden listeden silinmiş. hatırladıklarımı ekledim. izlediğim blogları ararken bir sürü yeni moda blogu da buldum. onları da ekledim listeye. Mordolap ve Moda Mutfagi hoşuma gitti. diğer blogları incelemeye henüz fırsatım olmadı ama en kısa zamanda kapsamlı bir blog incelemesi yapacağım. eğlenceli, ilginç blog arayışım devam ediyor. tavsiyelere açığım:) PS: okunası notlar, esprili bir blog.

Cuma, Kasım 20, 2009

Gerçekleşmesini Beklediğim Mucizeler


mucizelere kaldı hayallerim...

süper loto oynamıştım, büyük ikramiyeyi geçtim 15-20.000'e de razıydım... ama nafile tabi...

peki ben nasıl değiştireceğim hayatımı?

A) mısır'daki amcamdan(?!) miras kalacak
B) gökten para yağacak
C) geleceğe gidip loto sonuçlarını öğrendikten sonra loto bana çıkacak
D) bu kadar mızmızlanmama dayanamayan insanlık birleşip benim için yardım fonu kuracak
E) hepsi olacak ama dünyanın sonu gelmiş olacağı için para bi b.ka yaramayacak

Perşembe, Kasım 19, 2009

Aşçılık Kursu

Hayal edip boş boş oturarak olmuyor işler. Aşçılık kursuna gitmek istiyorum deyip oturmayacağım bu kez. Google'da ve forumlarda araştırma yaptım. İstanbul'da gidilecek en güzel sertifikalı aşçılık kursu Whirlpool Mutfak Sanatları Akademisi'nin kursu. Ama şöyle bir sorun var: Kurs Ücretleri: City & Guilds....................11.000.- tl. (kdv dahil) Chef & Owner..................11.000.- tl. + 2000.- tl. (kdv dahil) Kısacası mali destek bulamazsam bu iş yaş. Eğitim 18 hafta sürüyor. Eğitimlerin sonunda 3 ay mecburi staj var ve bu staj haftada 6 gün, günde 8-9 saat. Okul staj ile ilgili kayıtları (log book) tutuyomuş. Bi de öğrenciler 600 saate yakın süren staj boyunca SSK sigorta ve diğer masraflarını kendisi ödüyomuş. Stajını bitiren öğrenci iki farklı sınav ile değerlendiriliyor. İlk sınav % 50 geçer not beklenen T.C. Milli Eğitim Bakanlığı sınavı. İkinci sınava, dönem içindeki görevlerini tam anlamı ile yerine getiren, yine dönem içindeki sözlü, yazılı ve uygulamalı sınavlarında başarılı olan, günlük ödevlerinde ve kendisine dönem başında verilen proje genelinde başarı gösteren öğrenciler girebiliyor. Bu sınav tüm dünyada aynı anda yapılıyor ve % 65 geçer not isteniyor. Sınavdan geçenlere dünya genelinde tanınan ve kabul gören City & Guilds diploması veriliyor. Chef & Owner kursu da profesyonel yiyecek ve içecek işletmeciliği sertifikası veren bir program. Toplamda ekstra masraflarla birlikte en az 15.000'e ihtiyacım var. Umutsuzluğa kapılmak istemiyorum. Para için değişik plan-projeler var kafamda. Bakalım... Herşey iyi güzelde 11.000-13.000 nereden bulunur. Sayısal ve süper loto oynadım dua edin en azından bi 15.000 çıksın :p

Salı, Kasım 17, 2009

EVET, tüm bunları yapmak istiyorum ve HAYIR, coşmadım!

Öncelik sırası gözetmeksizin tüm isteklerimi yazıyorum. 

1. İspanya'ya gitmek istiyorum ki bu hayalimin giderek elimden kayıp gittiğini hissediyorum. 
2. Dünya'nın ortadan ikiye ayrılıp yan yana durduğu, doğu ve batı yarım küre olduğu bir zamanda değişen hayatlar içinde biri tekerlekli sandalyede diğeri de hasta olan iki kadının hikayesini anlattığım yarı fantastik hikayemi tamamlayıp belki de bir roman yazmak istiyorum. 
3. Kitap çevirmek istiyorum. 
4. Kendime ait ufak bir el işi eşya butiğim olmasını istiyorum. Blog üzerinden satış yapılan sanal bir butik de olabilir. 
5.Aşçılık kursuna gitmek istiyorum. (10.000'den başlıyor ücretleri) 
6. İleride bir fakültede öğretim görevlisi olmak istiyorum. (Bu yıl olabilirdim ama sağ olsun İstanbul Üniversitesi'nin güzide bir hocası yüzünden son anda elimden kaçtı fırsat:( 
7. Zengin olmaktan geçtim, sadece sevdiğim bu şeyleri yaparak ayda sadece 1000-1500 arası bir gelirimin olmasını istiyorum. 
8. Mutlu olmak istiyorum. 
9. Yavaş ve huzurlu yaşlanmak istiyorum, tabi yanımda sevdiklerim de olsun:) 
10. Son ve en imkansız isteğimi açıklıyorum: tüm bunların HEPSİNİ bir arada yapmak istiyorum. ... ve cevaplıyorum: Ne coştum ne de delirdim. Bu tamamen normal (!) halim :)

Pazartesi, Kasım 16, 2009

Aralık


Aralık ayını bekliyorum,
kendime bir aralık bulup sıyrılmak için


bir aralık istiyorum,
boğulmadan hava alabilmek için


bir aralık arıyorum,
akıp giden hayatın içinden sıyrılıp çıkmak için


aralıklar istiyorum,
durup düşünebileceğim,
sonra nefes alıp tekrar devam edebileceğim

Aralık'ı bekliyorum,
tüm umutlarımı alıp kaçabileceğim bir an bekliyorum

...

Salı, Kasım 10, 2009

10 Kasım, Saat 09:05

Mecidiyeköy otobüsündeyim ve Harbiye durağını yeni geçtik. Birden tüm trafik duruyor. Her yerden siren ve korna sesleri geliyor.

Tüm araçlar durmuş, herkes arabasından inmiş ve Atam için saygı duruşunda bekliyor. O bir dakikada neler geçiyor insanın aklından... Hayat duruyor o bir dakika için.

Hayat durdu ve ben bir daha hiç akmasını istemediğimi bir kez daha farkettim.

Perşembe, Kasım 05, 2009

"Today is a new day" What's the meaning of it?

Hergün yeni bir gün tamam da değişen ne?

Yani bu sözü söyleten beklentinin kaynağı ne?

Bi ben huysuzum şu dünyada.

Hergünü haftasonunu bekleyerek geçiriyorum. Bir yılda 52 hafta var. yani 52.5=260 günüm beklemekle geçiyor. hadi resmi tatilleri falan çıkar, 240 gün olsun.

e ben bu durumda brn haftanın 5 günü, yılın 240 günü "bugün yeni bir gün" deyip kendimi nasıl avutayım ki?

Çarşamba, Kasım 04, 2009

Benden Bi Halt Olmaz

Anladım ki benden bi .ok olmaz!

ne istediğini bilmeyen, oturup bişeyler değişsin diye mucize bekleyen, kendi kendini mutsuz eden saçma sapan biri olup çıktım sonunda.

görünen o ki herşey yolunda olsa bile bana rahat batıyor. çekilir cinsten değilim yani!

Pazartesi, Kasım 02, 2009

Özgürlük

uzun zamandır aklımdaydı... son bir damla gerekiyordu...

bugün oldu sonunda!

bugün verdim kararımı. daha fazla işkence etmek istemiyorum kendime.

pişman olur muyum, sonra ne yaparım ne ederim bilmiyorum. zaten çok fazla da düşünmüyorum. nasıl olsa şu ankinden daha kötü hissetmem sanırım kendimi.

en kötü ihtimal eve dönerim bir süreliğine.

cv'mi güncelledim. brz dinlenip tekrar yola koyulacağım. yarın yeni bir başlangıç olacak eğer bu gece kararımı değiştiren bişey olmazsa.

Cuma, Ekim 30, 2009

Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini

Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini 
Kulak verin sözlerime iyice, 
Herkes öldürebilir sevdiğini 
Kimi bir bakışıyla yapar bunu, 
Kimi dalkavukça sözlerle, 
Korkaklar öpücük ile öldürür, 
Yürekliler kılıç darbeleriyle! 
...
...
Şehvetli ellerle öldürür kimi 
Kimi altından ellerle öldürür; 
...
...
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur, 
Kimi satar kimi de satın alır; 
Kimi gözyaşı döker öldürürken, 
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür; 
Herkes öldürebilir sevdiğini 
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

Oscar Wilde

Hrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr

doğal olarak yine hırlıyorum kendi kendime.

artık açıklama yapmama falan gerek yok sanırım. bu benim genel halim oldu.

tek istediğim günü bitirmek ve çekip gitmek.

keşke doğu ve batı (kaplumbağlarım) gibi kabuğum olsa da içime çekilebilsem. evden dışarı adım atmak dahi istemiyorum. sadece arada bir kısa yürüyüşler yapmak istiyorum.

evde oturmak, kitap okumak, müzik dinlemek, sevdiğim şeylerle uğraşmak istiyorum.

tüm dünya halinden memnun da bir ben mi böylesine mutsuzum merak ediyorum. kimsa benim kadar şikayet etmiyor.

kimse benim gibi hissetmiyor mu kendini? kimse sadece kendi sevdiği şeyleri yaparak yaşamak istemiyor mu?


benden başka kimse isyan etmek istemiyor mu?

Çarşamba, Ekim 28, 2009

Suya Düşen Tatil Hayalleri

dün çok neşeli gitmiştim eve. bugün öğleden sonra tatil olacaktı.
öyle yazmışlardı iş hanının girişine:(

sabah çok neşeli uyanmıştım. bugün öğleden sonra tatildi.
öyle sanıyordum:(

işe geldim ve o yazının öylesine yazılmış olduğunu, tatil olmadığını öğrendim:(

tüm hayallerim suya düştü ve şu an yağan yağmurla kaybolup gidiyor.

neyse ki yarın 29 Ekim ve tatil!

herkesin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!

kimsenin, hiçbir olumsuzluğun bu bayrama ve sevincinize gölge düşürmesine izin vermeyin. herşeye, herkese inat coşkuyla kutlanan bir bayram olmasını dileyelim hep birlikte.

Salı, Ekim 27, 2009

Ready to Explode

I'm too upset...

too desperate...

too angry...

'n ready to explode.

one of my best friends says in his comment that it is my usual situation. maybe he is right 'cos I've been telling the same things for months.

I wanna escape somewhere but I cannot.
I try to convince myself that in fact I'm one of the few lucky people that have job but...

I know it is hard to understand why I complain all the time and it is hard to endure my complaining, too. what can I say? Therefore, I do not expect understanding.

I just wanna write it down 'n expect a miracle that will save my soul.

Perşembe, Ekim 15, 2009

Bilemiyorum ki...

Neden böyle geliyolar bana soldan soldan?

Hiç bilmiyorum:( Sebep yok görünürde; işim gücüm var; evim var; kardeşim, ananem sağlıklı Allah'a şükür. E benim de elim ayağım tutuyor, gözüm görüyor. Ne istiyorum daha anlamıyorum ki ben de!

Neden iyi hissedemiyorum kendimi?

Neyse...

Dün akşam Acıbadem'in 2 atlısı Oktay ve Walkun bendeydi; ama tabi ki 3. atlıyı (Berkay:) aradı gözlerimiz. 2-3 yıldır hep ben onların evine misafir oluyordum, şimdi onlar bana misafir oluyor; zaman ve koşullar nasıl da değişiyor.

Bir aksilik olmazsa yarın gece herkes bizim evde toparlanacak; Cmt de Şehnaz gelecek. Pazar günü de Üsküdar da Mustilerle kahvaltı yapacağız yani yoğun bir hafta sonu beni bekliyor:) Hafta sonlarını yani yaşadığımı hissettiğim ender zamanları seviyorum.

Çarşamba, Ekim 07, 2009

Açık Pozisyon

Az önce yeni bir blog açtım. Blogun amacı, iş arayanların ve iş yerinde açık pozisyon olanların birbirleriyle iletişime geçerek yardımlaşmasını sağlamak. Blogun adı "Açık Pozisyon".

http://acikpozisyon1.blogspot.com/

Perşembe, Ekim 01, 2009

Benim de Hayallerim Var Maalesef:(

Bugünlerde sürekli kendi kendime yapabileceğim kimseye hesap vermek zorunda kalmayacağım işler düşünüyorum.

Şöyle ufak tefek cafem olsa içinde kutu oyunlar, müzik kutusu, spagettiler, çeşit çeşit soslar, dünya salataları, Türk mezeleri, tamamen bana ait tarifler olsa... (Şu an itibariyle aklıma gelmiş bulunuyor ki cafem olursa ilk işe alacağım insan Volkan:) Harika patates püresi ve kek yapıyo:) Cafenin içinde bir de el işleri yapılan, satılan bir köşesi olsa, incik, boncuk, takı, toka...

Offf çok şey mi istiyorum ben yaaa:(

Pazartesi, Eylül 14, 2009

Exhausted

I'm exhausted.

I'm bored to death.

I've no idea abt what to do?

I just wanna rock the world(?!)

I wanna travel around the world.

I wanna see Spain 'n Italy 'n all the tropic islands!

I don't wanna die here where I'm all the time!

Let's change the world!

Let's turn the world upside down!

Çarşamba, Eylül 02, 2009

Birşeyler Üretmeliyim

Aklımda bir sürü fikir var.

Yapmak istediğim bir sürü şey.

Biliyorum yapabilecek potansiyele sahibim ama olmuyor işte. Bir türlü başlayamıyorum.

Her gün istedikleri için mücadele eden bir sürü insan görüyorum. Onlar başarıyorsa ben de yapabilirim diyorum ama sonunu getiremiyorum.

Bir başlasam...

Salı, Eylül 01, 2009

Eylül... Hüzün ve Huzur... Aşk!

1 Eylül.

Sonbaharın başlangıcı.

İlk yağmur damlaları düşmüş dün gece sokaklarına İstanbul'un.

Yağmur günaydın dedi bugün rehavetle uyanan bedenlerimize.

Havada hem hüzün var hem huzur.

Aşk gibi...

Aşığım. Mutluyum. Onunlayken "Huzur" oluyor dünyamın adı.

Aşığım. Bedbahtım. Onsuzluk kocaman bir "Hüzün".

Ne yapsam nereye baksam her yerim Eylül...

Ne güzel bir mevsim şu bahar!

Çarşamba, Ağustos 26, 2009

Haftasonu gelsin artık:(

Yoruldum ben:(

Zaman nasıl geçiyor anlamıyorum nefes almadan akşam oluyor ama haftasonu gelmek bilmiyor. Anlayamıyorum bu zaman denen şey nasıl işliyor.

Bugünlerde çok yoğunum. Eylül başında editörlüğünü yaptığım iki ayrı derginin basılması gerekiyor. Sürekli olarak haber araştırıyorum, düzeltmeler yapıyorum. Bir de bugün ders vermeye başlayacağım. Bakalım hepsi bir arada nasıl olacak. Umarım hepsinin altından başım dik olarak kalkarım.

Bu ufak moladan sonra işe geri dönme vakti. Bye:)

Salı, Ağustos 25, 2009

İş, Aşk, İkametgah Sorunu ve Sonbahar

İşe başlayalı tam 3 hafta oldu bugün itibariyle. Nasıl geçiyor zaman anlamıyorum; onu düzelt, bunu çevir, şunu yaz derken bir bakıyorum saat 5-6 olmuş.


2 gündür canım sıkkın çünkü Evrim'in canı sıkkın. Belki de ilk kez sesi böyle üzgün ve kırgın çıkıyor. Hiçbir şey anlatmıyor. Ne yapsam işe yaramıyor.

Eylül geliyor. İkametgah işini halletmezsem başım derde girecek, banka hesapları donduruluyormuş 1 Eylül itibari ile herkesin haberi ola!

Ağustos bitiyor; sonbahar geliyor. Geceler şimdiden üşütüyor beni:(

Cuma, Ağustos 14, 2009

Annemi çok özledim...

Güne iyi başlamayı hedeflemiştim ama olmadı.

Annem düştü yine aklıma... Ömrünün 20 yılını şizofrenle boğuşarak geçirdi. Hastayken hayalleriyle boğuştu, iyiyken yaptıklarının vicdan azabıyla. Hiç anlamaya çalışmadım onu, sadece suçladım. Bilerek bizi kandırmak için öyle yapıyor, işten güçten kaçmaya çalışıyor diye düşündüm. Ne kadar aptal olduğumu şimdi anlıyorum. Bir kez durup düşünmedim, hadi bizi kandırıyordu da ya doktorlar? Gittiğimiz onca doktor annemin hastalığını bize anlattı ve ömrünün sonuna kadar ilaç kullanması gerektiğini söyledi ama ben o kadar salaktım ki ortadaki apaçık gerçekleri kabullenemedim. Allah'ım içim o kadar çok acıyor ki... Kendimden nefret ediyorum.

Annemi çok özledim. Ona söylediğim onca acımasız söz tek tek aklıma geliyor. Çok pişmanım ama şimdi hiç faydası yok. Geriye dönebilsem, annemden tüm yaptıklarım için özür dilesem, onu ne kadar çok sevdiğimi anletebilsem...

Aslında sadece kendimden değil herkesten nefret ediyorum. Hasta olduğunu bile bile ona kötü davranan herkesten nefret ediyorum. Hadi ben salaktım ya da aklım ermedi ama onlar görmüş geçirmiş koskoca insanlar. Nasıl o kadar kör olabildiler? Annemi nasıl normal ve sağlıklı bir insanmış gibi öyle acımasızca yargıladılar? Şİmdi düşünüyorum da asıl hasta olanlar annemin hasta olduğunu bile bile ona o kadar anlayışsız ve acımasız davrananlar.

Kendime, tüm yaptıklarıma ve nasıl o kadar salak olabildiğime anlam veremiyorum.

Eğer beni görebiliyorsan, hissedebiliyorsan anne bil ki çok pişmanım, bil ki seni gerçekten çok özledim ve bir şansım daha olsa seni mutlu etmek için elimden geleni yapardım.

Ama biliyorum ki artık herşey için çok geç.

Salı, Ağustos 11, 2009

Güzel Bir Gün

Son 1 haftam nasıl geçti hiç anlamadım ama bugün kendimi iyi hissediyorum.

Dün canım arkadaşım Volkan bende kaldı. Acıbadem'in üç atlısından biri kendisi. Yemek yedik Upwords ve Amiral Battı oynadık; hep o kazandı. Upwords oyunundan "ı" harfini çıkarmak istiyorum. Elimde kalan 2 "ı" ile kaybettim ya. Şansızlığım yine peşimi bırakmadı:( Sürekli yenilmiş olsam da çok eğlendim.

Bu gece başka bir Acıbadem atlısını daha göreceğim haftalar sonra. Berkay'la yaklaşık 2 aydır görüşemedik iş güç derken, özledim onu da. Oktay da burda olsaydı süper olurdu. Eylül de gelecek Oktay; o gelince her ne kadar evi boşaltmış olsalar da yine Acıbadem'in 3 atlısı olacaklar benim gözümde.

Şimdilik bu kadar:)

Çarşamba, Ağustos 05, 2009

Dün Bitti, Bugünü Yarıladık, Yarınsa Meçhul

Yine bir garibim bugünlerde.

Mutsuz değilim ama mutlu da değilim; daha çok yalnızım sanırım. Ama fiziksel bir yalnızlık değil sadece zihinsel olarak dünyadan ayrılma hali.

Aslında şu anda herşey yolunda ama ben yine de arızalık yapıyorum. İsteyerek değil, engel olamadığım bir sakinlik var zihnimde. Aman işte öyle..

Pazar, Temmuz 19, 2009

Özgürlük ve Özgüven

Kendimi uzun zamandır böylesine iyi hissetmemiştim.

Tüm sınavlar bittiği günden beri üzerime acayip rahatlık geldi. Özellikle dün özgürlüğün nasıl birşey olduğunu birkez daha anladım. Sabah 9-10 gibi kalkıp tek başıma Burgazada'ya gittim ve inanılmaz güzel birgün geçirdim.

Yüzdüm, güneşlendim, kitap okudum, müzik dinledim, sıcak güneşin altında esen tatlı rüzgarın kollarında uyukladım. Denize bıraktım kendimi, dalgalara... Gezdim, fotoğraf çektim... Bir sürü güzel şey:)

O kadar huzur doldu ki içim... Çok uzun zamandır böyle birşeye ihtiyacım vardı. Kendimle başabaşa kalmaya, kendimi denizin kollarına bırakmaya ve herşeyden uzaklaşıp brz dinginleşmeye ihtiyacım vardı.

Çoğu zaman yalnız kalmaktan, kendimle başbaşa kalıp sorunlarımla yüzleşmekten kaçınıyorum. Ama dün kendimle geçirdiğim en güzel gündü. Yalnızlığın tadını çıkardım:)

Gelelim özgüven meselesine. Bir süredir aynadaki yansımamı hoş buluyorum. Aslında değişen birşey yok. Yine her zamanki Rüya aynadaki kişi ama... Bilemiyorum sanırım kendimle ve bedenimle barışmanın bir yolunu buldum farketmeden. Giyinirken hevesle giyiniyorum, dışarı çıkarken kendimden son derece emin ve rahat çıkıyorum. Bana doğru dönen başlar, inceleyen bakışlar hiç rahatsızlık vermiyor. Önceleri bunun bendeki bir gariplikten kaynaklandığını sanıp tedirginleşiyordum ama şimdi bunun benim kendime olan bakış açımla paralel olduğunu düşünüyorum. Ben kendimle ne kadar barışıksam, dışarıdan da o kadar iyi görünüyorum sanırım. Bu durum da zincirleme bir reaksiyona dönüşüyor. Kendime güvendikçe hoş görünüyorum, hoş göründükçe kendime daha çok güveniyorum. Brz narsistçe gibi görünüyor ama ben Narcissus kadar güzel olmadığımı tabi ki biliyorum:)

Bu aralar kendimi iyi hissetmeye odaklandım ve elimden gelen herşeyi, beni mutlu edeceğini düşündüğüm herşeyi deniyorum. İşe yarıyor; MUTLU hissediyorum kendimi:)

Umarım herkes kendiyle (fiziksel ve ruhsal olarak) barışmanın bir yolunu bulur mutlu olabilmek için.

Çarşamba, Temmuz 15, 2009

Kronik Baş Ağrısı ve Cenk Hoca'ya Yolladığım Süper Mail

Offff...
Başım çatlıyor:( Dün 3 tane ilaç içtim bana mısın demedi. Uyudum geçer gibi oldu, bu sabah iyi gibiydim ama yine başladı ve geçmiyor.

Tüm enerjim bitti. Yazıyı bile zor yazıyorum. Baş ağrımın sebebi hiç beklemediğim bir dersten DC almam ve bunu büt.e 5 dk kala öğrenmiş olmam olabilir. Bu hırs bünyeye zarar ama engelleyemiyorum ki...Büt'e girdim ama hoca yine aynı puanı verecek gibi geliyor gıcıklığına.

İyi vereceği varsa bile az önce yolladığım maili okuyunca vermez sanırım. İşte mail:

Hocam,
Vizede de aynı şeyi yaptınız şimdi de aynı şeyi yapıyorsunuz. Büt'e girdim ama bu gidişle tek ders sınavına da bırakacaksınız siz beni. Tek birşey istiyorum benim 4 yıl boyunca aldığım notlara bir bakın ve o 45'i nasıl aldığımı kendinize sorun. Şİmdiye kadar hiç üst üste 40 ve 45 aldığım ders olmadı. Eğer ben İngilizce bilmiyorsam ya da soruları doğru değerlendirmeyi bilmiyorsam başka derslerden nasıl 80-85 alıyorum? Bu yılki 2 kredilik derslerimi AA ile geçiyorum ama 4 kredilik 2 dersim sürünüyor. Postmodern için bir hak iddia etmiyorum bile çünkü derslere hiç gitmedim. Ama 100 kusür kişilik sınıftan sizin dersinize düzenli gelenlerden derse katılan 10 kişi varsa 1'i benim. Gerçi bu sizin ve diğer hocaların gözünde hiç bir önem taşımıyor. Sanırım üniversitede gösterilen çabaya saygı duymak adına kullanılan kanaat notu diye birşey yok ki bana ve birkaç hakeden arkadaşıma CC bile vermemişsiniz. Kısacası sorduğunuz sorunun cevabını bilmiyorum Hocam. Vaktinizi aldığım için özür dilerim.
Saygılarımla,
Rüya Kara

İçimde kalıp beni hasta edeceğine yazdım gitti. Ne olacak tek ders sınavına girerim en kötü ihtimalle. Gönderi tıkladıktan sonra bir rahatlama geldi içime:)

Cuma, Temmuz 10, 2009

Being A Friend...

Sometimes being a friend can be too hard. You should stand there for your friends and you should show respect to their decisions and be silent although you do not approve their decisions in fact. Furthermore you should be there and give your shoulder to your friends when they understand that they make mistakes as you have guessed before.

Sometimes you should prevent your friends' making mistakes although you know they will get angry or sometimes you should support your friends although you know what they are about to do is a mistake for them in order to help them learn by themselves.

Sometimes you make mistakes and demand forgiveness from your friends. However sometimes you get just an angry and humiliating look. Inspite of all your efforts to be a good friend you can be a bad one for your friends and you might be judged mercilessly by your friends.

Being a friend can be too hard sometimes. However, the world cannot be endured without friends

Perşembe, Temmuz 09, 2009

Zaman... Hayaller... Umutlar...

Saatler, günler, aylar, yllar...

Lise bitti; sonra üniversite başladı.
5 yıl geçti mezun oldum.
Eve çıktım; 1 ay geçti bile.

Zaman nasıl birşey?

Annem öleli 3 yıl geçti , Kağan 1 hafta sonra 12 yaşına girecek; 3 hafta sonra ben 24'e gireceğim!

Evrim hayatıma gireli 3 yıl 6 ay 9 gün olmuş. Zamanı geriye dönüp ölçünce hep şaşırıyorum. Birşeylere başlarken ya da içinde bocalarken hiç geçmiyor sanki zaman ama sonra dönüp bakınca...

Herşey gelip geçiyor. Acılar, sevinçler, doğumlar, ölümler, okul yılları, hayat... Geriye kalan zaman da aynen böyle su gibi akıp gidecek. Bir daha durup geriye baktığımda daha güzel anılar hatırlamak istiyorum.

Mesala Oky'nin İTÜ'ye yüksek lisans için kabul edilmesi ve mezuniyeti, Volkan'ın kız arkadaşıyla tanışma anıları, Berkay'ın abisiyle kurduğu işteki başarıları*...Ya da mezuniyet günüm. Belki de Kağan'ın mezun olduğu gün, bir arkadaşın düğünü ya da yeni doğan bebekler, belki de kendi bebeklerim, belki yeğenler:))

Umarım zaman ne kadar hızlı aktığını bir kez daha göstermek istediğinde herkesin hatırlamaktan mutlu olacağı çok güzel anıları olur.

Önümde yeni bir kapı açılsın istiyorum şimdi. Yeni bir "Hayat Kapısı", yeni tecrübeler, yeni hayaller, yeni umutlar... Yalnızca kendim için değil tabiki. Aynı durumu paylaştığım herkes için istiyorum yeni bir hayat kapısı. Evrim için, Oktay için, Şehnaz için, Volkan için, Berkay için, Derya için, Pınar için ve aslında hakeden herkes için bir şans istiyorum. İçimizdeki potansiyeli göstermek ve mutlu olmak için bir şans.

Zaman akıp gitsin ama giderken kötü anıları da alsın ve yerine güzel hatıralar bıraksın. Umudumu ve hayallerimi yitirmek istemiyorum artık.

(*şimdilik hayal ürünlerim ama gerçekleşmesini tüm kalbimle istediğim hayaller:)

Pazartesi, Temmuz 06, 2009

Officially Graduate!

Sonunda okul bitti ve ben mezunum!

Final dönemi benim için gerçekten çok zor geçti. Başıma gelmeyen kalmadı. Sınav saatini yanlış anldığım için bir sınava geç kaldım. Bir sınavdan 15 dk önce de içinde tüm kartlarımın ve kimliklerimin bulunduğu kartlığı otobüste düşürüp kaybettim ve sınava o sinirle gittim. Neyseki hepsi geride kaldı. Gerçi daha sonuçları açıklanmamış 2 final var ama büt.lere kalacağımı pek sanmıyorum. Geçen hafta Cuma kepleri de attık; artık resmen mezun sayılırım:9

Bu arada Beşiktaş'a taşınalı 1 ay oldu! Nasıl geçti hiç anlamadım. Herşey iyi gidiyor ev arkadaşım inanılmaz iyi biri ve çok tatlı bir kız. (Kulakların çınlasın Nur:)

Aaaa nerdeyse unutuyodum: mezuniyet törenim için kardeşim ve babam İstanbul'a geldiler. 3-4 gün kaldılar bizde. Çok eğlenceliydi. Cumartesi gecesi gittiler. Acayip üzüldüm, alışınca ayrılmak çok zor oluyor Kağan'dan.

Neyse şimdilik bu kadar.

Çarşamba, Haziran 24, 2009

Kudurma Hali Hrrrrrrrrrrrrr!

OFFFFFFFFF!

Delirmek üzereyim yine. Şimdi yine aynı espri patlayacak " Zaten delisin....hede hede". Ama bu kez durum ciddi.

Finaller üstüme geliyor, iş üstüme geliyor, stres içinde kaldım. Tüm gün telefonla konuşuyorum randevu almak için ama hepsi boşa gidiyor. Hava sıcak, kardeşimi özledim, mezuniyet yaklaştı... Arkadaşlarımın mezuniyet törenlerine gidemiyorum:(

Oooofff Offf:(

Perşembe, Haziran 18, 2009

ERGO İsviçre Açılış Kokteyline Damga Vurduk :p


Dün gece Ergo İsviçre'nin yeni ofisinin açılış kokteyli vardı. Herkes çok şıktı. Ama geceye Evrim ve ben damga vurduk:P

Beşiktaş trafiğinin azizliğine uğradığımız için brz geç kaldık kokteyle; kokteylin yapıldığı yer itibariyle de sahneye en son çıkan assolistler gibi herkesin meraklı bakışları arasında el ele katıldık misafirlerin arasına. Diğer bir deyişle de biz yokuş aşağı kokteyl mekanına inerken tek eksik düğün müziğiydi:p

Kokteyl oldukça güzeldi, çok hoş vakit geçirdik. Firuzan'ın (iş arkadaşım) erkek arkadaşıyla ve Nilüfer Hanım'ın arkadaşlarıyla tanıştık. Ayrıca Ergo İsviçre'nin yabancı ortaklarını da tanımış olduk. Ama her şeyden güzeli acayip yiyip içtik:D

Kokteyl yaklaşık 2 saat kadar sürdü. Tam ayrılırken yanlışlıkla yabancı konuklardan birini çarptım ve "sorry" diyerek özür diledim, adam bana "Don't worry! I like it:)" diyerek gülümsedi. O sırada Evrim de hemen arkamda elimi tutuyordu ve dönüp "Excuse me?" dedi adam şakayla takılarak. Sonra vedalaşıp ayrıldık.

Eve gelip finaller için ders çalışmaya çalışmak çok zor oldu tabi. Bugün Sinem Hoca'nın sınavı vardı; iyi geçti, büt.e kalmam büyük ihtimalle. Ama yarın postmodern var ve ben hiç bir halt bilmiyorum :.(

Derya ve Pınar ders çalışırız diye bende kalıyorlar, onlar çalıştı bana ben bir paso yaydım. Allah'a kaldı işim yani. Neyse yine de mutluyum, huzurluyum. Kendi evimdeyim, arkadaşlarım yanımda, ailem iyi durumda ve bir işim var:)

Bu hafta sonunu iple çekiyorum. Cmt. Musti'lerle brunch'a gidiyoruz; pazar da havuza gidebiliriz belki. Bakalım bize pek belli olmaz.

Şimdilik hayat güzel. Darısı tüm hak edenlerin başına:D

Salı, Haziran 16, 2009

Çanlar Benim İçin Çaldı:)

Dün ilk Özel Birikim Poliçe'mi imzalattım. Yabancıya değil bir arkadaşa. Böylesi daha güzel. Hem o kazanacak hem de ben:) Ofiste çok hoş bir çan var. Poliçe yapan çanı çalarak herkesle paylaşıyor başarıyı. Bugün ben de ilk kez çaldım o çanı:)



Bugün yeni ofisimizin (Say Grup, Ergo İsviçre) açılışı var. ViP misafirlerimiz olacak. Herkes çok heyecanlı. Eminim ofisteki tüm bayanlar çok hoş olacak. Ben saçlarıma maşa yaptırdım dün, şeker oldum:P


Perşembe'den itibaren de finaller başlıyor. Daha hiç çalışmadım ders:( Umarım bütlere kalmam. Derya geliyor bugün. Yarın da Pınar gelcek. Bizim evde kamp kurcaz ders çalışmak için.

Perşembe, Haziran 11, 2009

Ergo İsviçre ve Yeni Başlangıçlar

Bu bahar bana uğurlu geldi gibi gibi:D

Sevdiğim (bu aralar 2. kez aşık olduğum) adam askerden döndü bu bahar. Hep hayalini kurduğum gibi bir ev bulup 2 gün içinde taşındım. İşe girdim Ergo İsviçre'de.

Bir haftadır kendi evimde yaşıyorum ve her sabah işe gidiyorum bir heves. İşim de Beşiktaş'ta. Bir haftadır herşey süperdi de dün gece yorgunluktan içim geçti koltukta (gerçi koltuk değil kral yatağı gibi rahat:)

Bugün de çok yoruldum. İkitelli İSTOÇ'a gittim. Allah'ım ne biçim bir yer orası? Nefret ettim. Gitmek 1 saat 45 dk, dönmek de o kadar. 3 saat geçirdim yolda ve görüşmeye gittiğim yerdeki beyfendi (!?) bana bir su bile ikram etmedi. Neyse şu an serin ve sevimli ofisimizde oturuyorum.

Çarşamba günü Ergo İsviçre'nin yeni ofisinin açılış kokteyli var. Evrim de burda işe girdiği için birlikte katılacağız kokteyle. Umarım güzel olur.

Acıktım. Tıkınmaya gidiyorum.

Bu günlük de bu kadar sayın okuyucularım.
Beni özleyin anacım. Baaayyyyyy...

(Oya Başar-Olacak O kadar Bitişi)

Çarşamba, Haziran 03, 2009

3 Haziran 2009

Mayıs bitmiş! Bugün farkettim.

Yarın Pınar'ın doğumgünü. Yine "Pınar'a Özel Geleneksel Yaşgünü Kutlama Pikniği" için adaya gideceğiz haftasonu bir aksilik çıkmazsa. Bu defa adaya ilk kez 3 çift olarak gideceğiz.
Pınar-İbrahim, Derya-Bertu, Ben-Evrim. Umarım herşey yolunda gider.

Bu akşam Beşiktaş'ta ev bakmaya gideceğim. 1+1, kira 600, meydanda, Kartal heykeline 10dk mesafede. Umarım anlaşırız da işime yakın evim olur hem de Beşiktaş'ta:))

Yarın eğitim başlıyor Ergo İsviçre'de. Perşembe, Cuma ve Pazartesi eğitim var. Sonra şirket sahibiyle post-interview var. Sonra da kısmetse işe başlıyorum. Allah'ım ne olur bu kez nazar değmesin!

Finallere çok az kaldı. Sadece 15 gün! Sonra mezun oluyorum. Bu arada girdiğim sınavların sonuçları da belli oldu. ÜDS:86, KPDS:89, ALES: 73,64(Söz.), 66,80(E.A), 57,86(Say.). Umduğum gibi geldi 3 aşağı 5 yukarı sonuçlar.

Şimdilik bu kadar:)

Pazartesi, Haziran 01, 2009

Lanetliyim

Bana neşeli olmak yaramıyor. Zaten uzun da sürmüyor o neşe.

Düştüm. Dizim neredeyse parçalandı. 3 gündür topallıyorum. Şeklim kaydı. Neyse en azından bugün daha az acıyor canım.

Şehnaz İstanbul'daydı haftasonu ama görüşemedik benim dizim yüzünden.

Perşembe, Mayıs 28, 2009

Neşeliyim Sanırım:)

Yaz sezonunu açtım sonunda:)

bugün Evrim'le aqua parka gittik, çok eğlenceliydi. tüm gün yüzdük, su kaydıraklarından kaydık, elele güneşlendik. Sonunda ikimiz de ıstakoz gibi kıpkırmızı döndük eve. sonra ailecek yemek yedik.

az önce de yılın ilk karpuzunu mideme indirdim:D çok mutlu mesudum şu an:) aslında böyle açık açık mutluyum diye yazınca korkuyorum. nazar değecek kötü bişey olacak diye...

bu aralar beni hiçbir şey etkilemiyor sanki. Evrim sağsalim geldiğinden beri günler geceler su gibi akıyor. aylar sonra tekrar mışıl mışıl uyuyabiliyorum geceleri. umarım hep böyle huzurlu ve mutlu devam eder hayatımız.

Cuma, Mayıs 22, 2009

Aşkın Gözü Kördür

Evrim geldi sonunda. Hatta yarın tam bir hafta olacak geleli. Evrim geldiğinden beri günler nasıl geçti hiç anlamadım. Birlikte gezdik, film izledik, sımsıkı sarıldık ayrı kaldığımız 5 ayın acısını çıkarmak için:) Ama aşkın gözü kör işte! Gezelim tozalım diye hasta oldum. Kendim kaşındım bu kez.

Çarşamba günü spor yaptıktan sonra da duş alıp ıslak saçlarla dışarı çıktım. Acayip rüzgar vardı ama aylardan sonra ilk kez sevgilimle elele gezeceğim diye umursamadım rüzgarı. Sonuç malum: hastayım:( Burnum tıkalı, boğazım şiş, kolumu kaldıracak halim yok. Üstelik de sabahın köründe uyandım. Ağzım dilim kurudu ama gidip su içecek takatim yok. Olsun yine de şikayetçi değilim. Evrim döndü ya gerisi boş.

Cuma, Mayıs 15, 2009

Son Gün

152 gün geçti!

5 ay!

ama bu son gün geçmek bitmek bilmiyor. günlerdir uyumadım. midem alt üst olmuş durumda. strese bağlı reflüde son noktadayım artık.

yarın akşam 4-5 civarı Evrim gelmiş olacak.

5 ay sonra ilk kez göreceğim Evrim'i. Düşündükçe kalbim pırpır ediyor. midemde kelebekler uçuşuyor. daha önce hiç kimse için böyle hissetmedim. o kadar sabırsızlanıyorum ki anlatacak söz yok. düşündükçe elim ayağım birbirine dolanıyor.

insan çoğu şeyin değerini ya kaybedince ya da hasret kalınca anlıyor gerçekten. Evrim'le geçen 3 yılın ardından onsuz geçen 5 ay işkence gibiydi. umarım bu son ayrılığımız olur.

Evrim'in gelmesiyle şansım da açılıyor sanırım. yarın Evrim geliyor, cumartesi günü Garanti Bankası'nın sınavına giriyorum.

Allah'ım ne olur artık herşey yolunda gitsin!

Perşembe, Mayıs 07, 2009

Son Günler

yine başladı uykusuz gecelerim. son günler geçmek bilmiyor.
bir hafta kaldı Evrim'in gelmesiyle. şu an tek istediğim sağsalim gelmesi.

kendimi oyalayacak bişeyler arıyorum sürekli. geçen gece acıbadem'in 3 atlısı'yla ve arkadaşlarıyla ahırkapı hıdırellez şenliklerine gittik. çok eğlenceliydi, elimizde tefler (volkan sayesinde aldık girişten tefleri) ordan oraya geze geze eğlendik. ben 10 gibi ayrılıp yurda geçtim. tam sultanahmet'te tramvay beklerken havai fişek gösterisi başladı, şahaneydi.

dün de dersten sonra acıbadem'e geldim. bugün kpss başvurusu için ordan oraya süründüm ama halledemedim, umarım yarın halledebilirim.

Cuma, Mayıs 01, 2009

İtiraf Ediyorum

belki de çok geç kalmış bir evrim sürecindeyim. kendimi ve hayatı yeniden keşfetmeye, değişip gelişmeye çalışıyorum.

şu an dışarıda yağmur yağıyor ve şimşekler çakıyor ama benim içimde güneşin tüm ışığı ve sıcaklığı hüküm sürüyor. huzurluyum. oysa benim için ulaşılması imkansız hatta neredeyse varlığına bile inanamadığım bir kavramdı "huzur".

kendimi bildim bileli hep sonrasını düşünen ve endişe duyan biri oldum. hep arkadan gelecek kötü bir şey beklediğim için hiç tadını çıkaramadım iyi şeylerin ya da güzel günlerin. ama sanırım artık bir şeyler değişiyor. varsayımlarım -ki gayet pesimistimdir- birer birer geçersiz hale geliyor. yani korktuğum şeyler başıma gelmiyor dahası hayat her gün başka bir umutla çıkıyor karşıma.

bunca yıldır kendimi sürekli daha kötüsüne hazırlayarak atlattım başıma gelen zorlukları. öldürmeyen güçlendirir denir ya, sanırım bir noktaya kadar doğruluk payı var bu sözün. ama her defasında ne kadar sert olursam o kadar ruhsuz sanıldım dışarıdan. ben dağılmamak için uğraşırken duyarsız oldum başkalarının bakış açısıyla. içimde farklı bir Rüya yaşarken dışarıya farklı bir Rüya yansıyordu. görünürde hırçın, saldırgan, cadı, hiç kimseyi umursamayan, hep güçlü görünen bir Rüya vardı, ruhsuz bir duvar gibi. oysa her şeye göğüs gerebilmek hiç kolay olmadı. yıkılmamak için zor dururken, çığlıklar atıp aklımı yitirip deliliğin kollarında her şeyi unutmak isterken ayakta kalıp dağılanları toplayan olma yükünü taşımak çok ağırdı aslında.

giderek katılaştı dış kabuğum; belki de duyarsızlıkla güçlendirmeye çalıştım duvarlarımı. ben aldırmazsam kimse zarar veremezdi. öyle düşünmüştüm ama canım yine de çok yandı. ben aldırmaz görünmeye çalıştıkça tüm kötülükler daha çok üstüme geldi. canımı yakamadıklarını düşündükçe hırslanıp daha da arttırdı zehrin dozunu acılar. yine de açmadım kapılarımı, duvarların ardındaki yıkıntıyı göstermedim. ama artık korkmuyorum. çünkü o yıkıntıya dalıp kendimi yeniden keşfetmeye başladım.

güçlü duvarlar ardındaki yıkıntıları temizleyip ferahlıyorum. gereksiz şeyleri, endişeleri, korkuları, kötü anıları atıyorum topluca. içim ferahladıkça gülümsüyorum, gülümsedikçe içim ferahlıyor. hele güneşli günlerde değmeyin keyfime:)

aşkla gelen 2. bir şans yakaladım. ama sanırım aşk tek başına veremezdi yıkıntıların arasına girip temizlik yapmamı sağlayacak cesareti. bunca yıldır sahip olamadığım gerçek bir ailenin varlığı değişim için gereken hareket gücü oldu sanırım. huzurlu sorunsuz bir evin ve huzurlu, birbirini seven bir ailenin var olduğunu kendi gözlerimle görmek bunun o kadar da imkansız olmadığını anlamamı sağladı. "huzur" denen şey vardı ve ona ulaşmak benim ellerimdeydi.

yaklaşık bir yıldır (hostesliğe başladığım zamandan beri) kendimi kontrol altına almaya ve değişmeye çalışıyorum. çok yavaş ilerleyen bir süreç oldu ama bir yıl öncesini düşününce aradaki farkı daha iyi anlıyorum. artık kendimi daha iyi tanıyorum ve tepkilerimi daha kolay kontrol altına alabiliyorum.

özellikle son 1 aydır kendimi daha dingin ve daha mutlu hissediyorum. geçmişin tüm yükünü atmış gibiyim omuzlarımdan. umarım erken sevinip kapılarımı beklemediğim tehlikelere açmıyorumdur. ama içimde bu kez her şeyin gerçekten yolunda olduğuna dair bir his var.

İtiraf ediyorum yıllardan sonra ilk kez çocuklar kadar özgür ve mutlu hissediyorum kendim.

İtiraf ediyorum hayatımda ilk kez kendimi huzurlu hissediyorum.

Lütfen nazar etmeyin, isteyin siz de mutlu olun:)

Perşembe, Nisan 30, 2009

Güzide Yurdumun Bitmek Bilmeyen Sınavlar Silsilesi

Nasıl bir ülkeyiz, nasıl bir eğitim sistemimiz var çözebilmiş değilim.

İkokuldan sonra sınava gir, ortaokuldan sonra sınava gir (gerçi şimdi ilköğretim oldu ama bizim zamanımızda öyle değildi), liseden sonra hem ÖSS'ye hem YDS'ye gir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi hazırlık geçme sınavına gir.

5 yıl üniversitede vizelerle finallerle boğuş, okul bitiyo diye sevinirken bir de ÜDS (üni.ler arası dil sınavı), ALES ve KPDS çıksın üstüne! Bunaldım ya! Vizeler dün bitti ama bu kez de pazar günü KPDS var of ooooffff! Haftaya pazar da ALES.

Eğitim öğretim denen kavramlar bizim ülkede sınav anlamına geliyor kısaca. Öğrenci miyim yoksa kobay mı bilemiyorum. Bilgi değil sabır ölçmek için yapılıyor sanki tüm bu sınavlar. Neyse yapacak bişey yok sistemin bir parçası olmak istemesem de aç kalmamak, işsiz kalmamak için sistemin saçma sınavlarına da katlanmak zorundayım. Umarım birgün bu saçma sapan düzenden kurtulmak için fırsatım olacak.

Pazartesi, Nisan 27, 2009

Yeniden İstanbul ve Vizeler

Evet yine ben.

Az önce karar verdiğim üzere bu blogu karartmayacağım. Böyle yazınca bi garip oldu aman neyse canım nasıl istersem öyle yazabilirim. Bir ara aklımdan bu blogu ileriki kariyer hedeflerime (peh:) uygun olarak düzenleyip çeviriler, makaleler vb. işsel metinler koyarak karartmayı düşünüyordum ama başlığı atar atmaz bunun bir plandan öteye gidemeyeceğini kavradım. Ben böyleyim. Aklıma geleni yazmayı, aklıma estiği gibi yazmayı seviyorum:) Çeviri ve diğer yazılarım için gerektiğinde yeni bir blog oluşturabilirim yani acelem yok.

Geçen hafta çarşamba günü eve gitmiştim, bu sabah döndüm İstanbul'a. Evde bu kez iyi vakit geçirdim, herşey olabildiğince yolundaydı. Manisa'da mesir şenlikleri vardı, gelirken kızlara ve Acıbadem'in 3 atlısına mesir macunu getirdim, haftasonu vereblirim sanırım.

Bugün Çağdaş Dünya Edebiyatı vizesi vardı. Şimdiye kadar girdiğim en rahat sınavdı, umarım beklediğim gibi yüksek not alırım. Yarın 2 tane sınavım var; işin komiği seçmeli ders olan coğrafya için kendi bölüm dersimden fazla zaman harcadım çalışmaya. Yarından sonra tek sınav kalıyor ama yine de rahat yüzü yok bana. Haftasonu da KPDS var. Offfffffffffff!

Bazen içimden çığlıklar atmak geliyor...

Pazar, Nisan 12, 2009

Slumdog Millionaire ve Wolverine

Az önce izledim Slumdog Millionaire'i. Umduğumdan çok daha iyi bir film çıktı. Oyuncu seçimleri çok iyi. Anlatım etkileyici, konu popüler kültür etkisi taşıyor.

Filmin en hoş yerleri Jamal'ın çocukluk günlerini anlatan sahnelerdi bence. Ne kadar tatlı bir çocuk o ufaklık öyle!

Filmi izlerken Jamal'ın abisine sağlam küfürler yolladım kendimi tutamayıp; bir de yarışmanın sunucusu var tabii.

Filmin sonu brz masalsı olmuş ama güzel de olmuş.

Filmden sonra da 1 Mayıs'ta vizyona girecek olan X-Men Origins: Wolverine filminin fragmanını izledim. Fragman güzel. Eminim film gerçekten çok iyi.

Of brz daha hızlı aksın artık şu zaman!

Cumartesi, Nisan 11, 2009

Arkadaşlar İyidir Ama Bazen Gıcıklaşabilirler De

yeni bir gün daha.

dün gece Arda'yı askere uğurlama toplaşmasına gittik. yaklaşık 20 erkek arasındaki 2 kızdan biriydim. gecenin sonlarına doğru brz sıkılsam da güzel bi geceydi. gecenin başında Berkay sıkılmamam için beni yalnız bıramadı, sonra da çocuklar geldi zaten.

taksim'den 110'a binip eve gelirken çok üşüdüğüm için Oktay beresini bana verdi; ellerim de buz gibiydi, orda da Volkan devreyi girdi, ellerimi ısıttı:) yani yine "arkadaşlar iyidir" tezini kanıtladılar:)

sabah 11'de kalkmamıza rağmen hala kahvaltı etmedik ki az sonra bayılcam açlıktan:( sabahtan beri Volkan'ın benimle uğraşmasına engel olmaya çalışıyorum. önce enseme böcek koymaya çalıştı sonra ona 3 tane şiir okumazsam beni rahat bırakmayacağını ilan etti. sabah sabah 2 adet Orhan Veli ("aşk resmi geçiti" ve "bedava") ve 1 adet Ahmet Muhip Dranas şiiri (Fahriye Abla)okudum Volkan'a. niye diye sormuyorum bile çünkü öyle işte, Volkan bu. sorgulamıyorum. Allah'tan şiirler güzel:)

sabah Evrim aradı. o kadar çok özledim ki onu... 35 gün var gelmesine:( 4 aydan sonra kalan 1 ay için pek sabrım kalmadı. sürekli oyalanacak birşeyler arıyorum. haftaya sınavlar başlıyor. sonra da ALES ve KPDS var. iki arada bir derede Çandarlı'ya gidip tatil yapmak istiyorum. Umarım ben iyice delirmeden geçer şu son 1 ay.

Perşembe, Nisan 09, 2009

Bahar Hayallerle Giriyor Kanıma

2 gündür hava çok güzel.

2 gündür yollara vuruyorum kendimi. Dün Karaköy'e kadar yürüdüm, denize karşı oturup balık yedim Paradise Restaurant'ta. Bugün de yine yurttan tramvay yolunu izleyerek Sirkeci'ye kadar yürüdüm. Vapura binip Kadıköy'e geçtim, Acıbadem'in 3 Atlısı'na geldim. Evde kimse yoktu; oturup nette gezindim. Aslında bloga yazı da yazmıştım ama lanet bağlantı kopunca yazı da uçtu.

Çocuklar gelince birlikte bi seminere gittik. MAN'ın CEO'su gelmiş; çok karizmaydı amca. Sonra da KFC'ye gittik ki gitmez olaydık, şu an çatlamak üzereyim.

Havalar güzel olunca canım sürekli gezmek istiyor. Yüzmek, fotoğraf çekmek, güneşlenmek, dans etmek istiyorum. Bahar hayallerle giriyor kanıma. Enerji veriyor ama harcamak için okulu boşlamak gerekiyor. Bir de yalnız olmuyor, Evrim burda olsa...

Vizeler geçse de rahat rahat yollara vursam kendimi. 1 Mayıs'ta sınav var ama 1 Mayıs resmi tatil olacak sanırım. Ben de Evrim gelmeden kısa bir tatil yapıp yenilenmiş olurum.

Salı, Nisan 07, 2009

Yağmurda Kalmış Şeker Gibi Eriyorum

Eriyorum evet! Bunun başka bir açıklaması olamaz. Şu anda 61 kiloyum!

Üniversiteye başladığımda bile daha kiloluydum. Liseyi bitirdiğimiz yaz Şehnaz'la gittiğimiz tatilden bir arkadaşın acı sözleriyle "manken" gibi gidip "patates çuvalı" olarak dönmüştük. Tanımlama çok doğruydu. Üniversitenin ilk yılında 6-7 kg daha alıp 70kg.ya ulaştım.
Yazın spor yaparak zorla 64-65 kg'ya düşmüştüm ve 4 yıldır da 3 aşağı 5 yukarı aynıydım. Ama şimdi çok garip bir şekilde zayıflıyorum.

Son 1 yıldır 64 kg.ya razıyken kendimi birden 61 kg buldum. L ya da XL giyerken şimdi S beden giyer oldum. Bu kadar şaşırmamın sebebi ise bu hiç uğraşmadan oldu. Sanırım özlem insanı eritiyor. Evrim'in gelmesine 39 gün daha var. Umarım o geldiğinde de böyle zayıf olurum:)

Uzun süreden sonra ilk kez kendimi iyi hissediyorum. Evrim'in ailesi Evrim yokken benim ailem oldu. İçimde garip bir huzur var. Sakin bir aile hayatı benim pek alışık olmadığım yeni bir durum ama uyum sağlamakta hiç zorlanmıyorum. Ailece yapılan sabah kahvaltılarına, cam önünde içilen keyif kahvelerine, Gülnur teyzeyle yemek yapmaya ve Ersin amcayla film izlemeye çok alıştm.

Umarım hayat bu kez verdiklerini geri almaz hiç beklemediğim bir anda.

Pazartesi, Nisan 06, 2009

Ruya's Status: "Ruya Kara is looking for a good job"

Gece hastalanıp güne hasta olarak başlamış biri olarak şu an fiziksel olarak oldukça iyiyim. Ama ruhsal olarak pek öyle değil. Öğleden beri iş arıyorum. Bir sürü yere online başvuru yaptım. Defalarca CV doldurdum. Tesadüf bu ya bloguma göz atayım dediğimde karşıma Tunç Kılınç'ın yazısı çıktı. O linkten o linke geçerken de epey eğlendim. Özellikle de şu yaratıcı CV fikirleri ve örneklerine bayıldım. Bence herkesin göz atmasında fayda var.

Şimdi kendim için yaratıcı cv hazırlama yolları düşünüyorum. Başvuracağım ilana özel cv.ler hazırlamayı hedefliyorum. Mesela bankaya başvururken kişisel bilgiler kredi kartı şeklindeki kalıplara yazılabilir ya da banka broşürlerine benzer bir düzende hazırlanabilir. Tabi benim epeyce profesyonel yardıma ihtiyacım olacağı kesin:(

İşsizlik ve işe alınmama korusu insanı gerçekten yaratıcı yapabiliyor demek ki. Şu anda aklıma bir sürü değişik fikir geliyor. Bazıları komik ama bazıları da işe yarayabilir. Bakalım şu okul bitse de tam zamanlı iş arayabilsem.

Cumartesi, Nisan 04, 2009

Ne Hissedeceğimi Bilemiyorum Bugünlerde

İyice garipleştim ben. Ne hissetiğimi, neden böyle hissettiğimi ya da nasıl hissetmem gerektiğini kestiremiyorum. Bir öyleyim bir böyle. İyice zayıfladı ruhumun sesi sanki.

Geceleri uyuyamıyorum, gündüzleri gözlerim kapanıyor. Bir enerji doluyum bir bitkin. Bir huzurluyum bir deli. İstikrarsızlığın bu kadarı da fazla bu bünye için.

I need stabilization(?)

Kendimi sokaklara vuruyorum bir süredir; geziyorum da geziyorum. Bir de okuma açlığı çekiyorum. Sürekli yeni birşeyler okumak istiyorum. Dış dünyayla bağlantımı koparmak istemiyorum ama bunun için çaba harcamak da zor. Bilemiyorum işte.

Ne hissettiğimi, neden öyle hissettiğimi ya da nasıl hissetmem gerektiğini kestiremiyorum.

Cuma, Nisan 03, 2009

Sıcak Bir Kucak Özlemi

Bugün de güzel bir bahar günü olacak sanırım.

Uykusuz ve baş ağrısıyla geçen bir gecenin daha ardından sabaha varmak az da olsa rahatlatıcı. Soğuk duşla başladığım günü sıcak bir kucaklaşmayla bitirmeyi çok isterdim. Annemi çok özledim; kardeşimi çok özledim; kalbimin sahibini çok özledim. Sıcacık ve huzur dolu kollarda uyumayı -uyuyabilmeyi- çok özledim. Biraz umutsuzum ama yine de bugün yeni birgün ve yeni bir günün neler getireceğini henüz kimse bilmiyor.

2 saat sonra dersim var, o saate kadar yapmam gereken de bir sürü iş. Benim tek isteğimse kendimi yollara vurup ordan oraya savrulmak. Belki de tüm günü vapurlarda geçirmek. Kulağımda eski bir şarkı, elimde sevdiğim bir kitap ya da bir kalem bir kağıt. Özgürlük kısacası. Belki de kaçmak, yeni başlangıçlar aramak. Ruhum yaşamak, nefes almak istiyor; kalbim yeniden uçarcasına çarpmak istiyor. Hayata geri dönmek istiyorum. Canımın çekmediği hiç birşeyi zorla yapmak istemiyorum artık.

Hayatın herkese hakettiği fırsatı sunduğu mutlu bir dünya hayal edip orda yaşamak isiyorum bugün.

Çarşamba, Nisan 01, 2009

Keşke Yanımda Olsaydın

Bahar kendini hissettirmeye başladı bir iki gündür. Kendimi daha iyi hissediyorum ama yine de eksik kalıyor hayat. Hala bekliyorum. Son 45 gün.

Sabretmek, özellikle de benim gibi biri için, gerçekten çok zor. Hergün, her an, her nefeste kendimi avutmak zorundayım. Sürekli kendimi günlerin geçtiğine ikna etmem gerekiyor. Geçen 3,5 aydan sonra sabrım can çekişiyor.

Okul olmasa sanırım daha da zor olurdu herşey. Derslerle, kitaplarla oyalanıyorum, zaman geçiyor. Herkes "45 gün ne ki? az kalmış işte." diyor ama bana pek öyle gelmiyor. Hayatın akışı o kadar yavaş ki...

Keşke yanımda olsaydın, herşey kolay olurdu o zaman.

Cuma, Mart 27, 2009

Öldün, Duydun Mu?

Yine Acıbadem'deyim, yine Acıbadem'in 3 atlısındayım:) Az önce o çılgın 3 atlı delicesine bir savaşa girişti. Onlara göre bu sadece bir şakalaşma, fazla enerjilerini dışa atmanın ve rahatlamanın bir yolu; bana göreyse bildiğimiz ilkel ve vahşi güreş türlerinden biri. Şu an 3'ü de ayrı bir köşede nefes almaya çalışıyor ve hepsinin değişik yerlerinde kızarıklıklar var.

Günlerdir hiçbir şey yazmadım. Yeniden yazmak, bir yerlerden başlamak zor geliyor. Uzun bir süredir depresyondayım ama sanırım artık iyileşme sürecindeyim. 1 haftadır kendimi daha iyi ve enerjik hissediyorum. Acıbadem'e dün geldim, ev oldukça kalabalıktı ama ben muhabbete pek katılamadım çünkü muhabbet masasındaki içkiden uzak durmak zorundaydım reflü ve depresyon yüzünden. Bugün de yemeğe misafirlerimiz vardı; hayat yeniden hareketleniyor ve ben yeniden yaşamaktan zevk aldığımı hissediyorum. Yemekten sonra Volkan ve Oktay'la tiyatroya gittik. Oyunun adı "Öldün, Duydun mu?". Gerçekten çok güzel bir oyundu. Oyunun bir bölümü beni ağlattı biraz; bir bölümü de Volkan'ı biraz etkiledi sanırım. Ama yine de eğlenceli bir oyundu.

Evrim'in gelmesine 50 gün kaldı. 100 gündür hergünü hesaplıyorum, her saniyeyi sayıyorum. 100 gün bitince iyice sabırsızlanmaya başladım. 2/3'si geçti ama son 50 günü beklemek benim için oldukça zor. Yine de bu bahardan umutluyum; bu kez bahar benim için de güzel günler getirecek.

Bugünlük bu kadar yazabiliyorum sanırım. Az sonra Volkanlarla "The Reader"ı izleyeceğiz. Umarım güzel bir filmdir.

Salı, Mart 03, 2009

Ne Garipsin Sen Hayat

Herşey o kadar garip ki hayatımda... Hergün daha da şaşırtıcı oluyor. Birşeyler kaybediyorum ama hiç ummadığım başka şeyler kazanıyorum.
İnsan birşeyin değerini kaybedince anlar diyorlar. Sanırım ben bazı değerleri ancak elde ettikten sonra anlayabiliyorum. Kaybetmeyi çok iyi biliyorum ve artık hayatımdakileri kaybetmeden sevmeyi, değer vermeyi öğrendim. Ama bu kez hiç sahip olmadığım şeylerin değerini öğrendiğim bir sürecin içindeyim. Gerçek sevginin, dostluğun, ailenin ve sakinliğin değerini öğreniyorum hiç beklemediğim bir zamanda, hiç ummadığım bir yerde, garip bir şekilde.
Yıllarca iyi kötü bir ailem olduğunu sanmışım sanırım. Ama şimdi geriye dönüp bakınca aslında herşeyin boşlukta yalnız kalmamak için birbirine pamuk ipliğiyle bağlanmış, suyun üstünde her an parçalanacakmışçasına yüzen bir saldan ibaret olduğunu hissediyorum. O sal kimseyi nehrin diğer kıyısına sağsalim yarasız taşıyamadı maalesef. Belki herkes elinden gelenin en iyisini yaptı ama bu yeterli olmadı. Hepimiz yara bere içinde kaldık. Şimdi yeni yeni gerçekte bir ailenin nasıl olması gerektiğini görüyorum. Bu durum kendi ailemde olmadığı için içimi bir burukluk kaplıyor hatta ara ara kıskançlığa dönüşüyor burukluğum ama yine de huzurluyum. Belki de tüm kaybettiklerimden sonra hayat bana hiç sahip olmadığım birşey veriyor. Sakin, sıcak, güvenli bir aile hayatı. Kavgadan, gürültüden, sorunlardan, saçma sapan bir dolu şeyden uzak sakin dingin bir hayat.
Bugünlerde öğrendiğim başka birşeyse gerçek dostların anlatılamaz değeri. Bazen en sıkı arkadaşlıklar bile yanıltıcı olabiliyor ya da zamanla yıpranıp değerini, anlamını yitirebiliyor. Ama bazı arkadaşlar hiç umulmadık şekilde hayata bağlıyor insanı. Yaslanıp ağlayabileceğin bir omuzun varlığı yetiyor sabretmeye ve yola devam edecek gücü bulmaya. Enerjinizi alan arkadaşlardan uzak durmak, onlardan destek beklemekten daha kolay. Bırakın o arkadaşlıklara harcadığınız yıllar boşa gitsin, bırakın sizi yargılamadan derdinizi paylaşamayan arkadaşlarınız sizi kötü bilsin. Hayatınızda sadece size enerjisini, anlayışını, sevgisini karşılıksız olarak veren, sizi yargılamadan dinleyebilen gerçek dostlarınız kalsın sadece. Bırakın sevginiz boşa değil gerçekten hakeden yüreklere gitsin. Kendimi şanslı hissediyorum çünkü kendimi kötü hissettiğimde yanımda olacak gerçek dostlarım var. Hatalı olsam bile beni suçlayıp, laf dokundurmayacak sadece beni hatamın sonuçlarına karşı uyaracak gerçek dostlarım var.
İlla birşeyleri kaybetmek gerekmez değerini anlamak için bazen birşeye gerçekten sahip olmak da yeter değerini anlamak için. Umarım herkes birgün gerçek dostlara ve gerçek bir aileye sahip olur ve kazandığı zenginliğin değerini anlayabilir.

Salı, Şubat 03, 2009

Sömestr Tatili, Şansızlıklarım ve Ben

Bu sabah tatili geçirmek için anneannemin ve kardeşimin yanına Manisa'ya geldim. Gelirken tabi ki lanetimi de getirip ilk günden başıma iş açmayı başardım. Cep telefonumu suya düşürdüm. Doğal olarak çalışmıyor. Dakka 1, gol 1. Lanet şansızlığım 1, ben 0.

Hayatım hep böyle küçük ve basit görülen aksiliklerle geçiyor. Tek tek bakıldığında o kadar sorun yaratmayan aksilikler birleşince hayatım kabusa dönüyor. Cep telefonunda kayıtlı olan birçok numaraya ve bilgiye ulaşamıyorum şu anda ve tamir edilene kadar beklediğimde yapmam gerekenler için çok geç olacak. Neyse o kadar takmıyor artık, ben alışkın hayatın böyle saçma sapan şakalarına.

Tatili ilk günden kendime zehir etmek istemiyorum. Bugün ÜDS başvurumu halledip yarın da kardeşimi alıp Çandarlı'ya ufak bir kış tatili yapmaya gideceğim:) Bu kez tatili güzel ve yararlı bir şekilde geçirmeye niyetliyim. Yemek blogum için yeni tarifler keşfedip kendimi geliştirmek istiyorum. Fotoğraf çekmeye de devam edeceğim tabi ki. İlerde bir gün "Yollarda" isimli bir fotoğraf sergisi açmayı istiyorum. Sürekli ylculuk yapmayı ve yollarda fotoğraf çekmeyi alışkanlık haline getirdim. Bir şekilde bu deneyimi paylaşmak istiyorum. Ama çok da uzun vadeli planlar yapmamak gerekli hayatta. Ne de olsa hayat bizimle oyunlar oynayıp dalga geçmeyi çok seviyor.

Pazartesi, Ocak 26, 2009

Little Girl Blue'nun İlham Veren Blogu ve Hayallerim

Umarım bu yazı Little Girl Blue'yu rahatsız etmez. Alıntı yapmak için izin almak ya da onun yazılarına onun sayfasında yorum yazmak istedim ama bir türlü olmuyor, yorum göndermeye çalışınca sayfa hata veriyor. Belki de ben beceriksizim bilemedim:(



Little Girl Blue'nun yazılarını okurken bir gülümseme kaplıyor yüzümü. O kadar tanıdık, o kadar benzer hissediyorum ki sanki paralel evrenlerde aynı ortak bilinçle beslenen iki farklı bedenmişiz gibi geliyor. İşte son yazısından bir alıntı:


"23-Bir erkek arkadaşımda bana zakkum alsın, mailleşmeyelim ya da msn'de yazışmayalım, mektuplaşalım hatta mümkünse o ilişki 14 şubata kadar sürsün 14 şubatta da parise birlikte gidelim gibi düşünceler içindeyim. kim kaybetmiş ki öylesini ben bulacağım hoş...hayatımdaki 14 şubata tek girme parise yalnız gitme lanetini kırsaydım en azından diyorum..."


Benim hayalimdeki mekan Paris değil İspanya tabi ki:)


Bir alıntı daha:
"2-Kitap okumak herkesin hobisidir gazete okumayı spor yada magazin sayfalarından ibaret gören ülkemde.İşte kitap okumak benim de hobim tabi ki ama şöyle bir takıntım da var yanında: bir kitaba başladığım an o gün bitmelidir o kitap yoksa okuyamam bir daha, o yüzden ne zaman kitaba başlasam bazal metabolizmaya girer tüm yaşamsal faliyetlerimi annemin, arkadaşımın, kardeşimin ya da erkek arkadaşımın vicdanına terk ederim çünkü biri hatırlatmadan göz kırpmak ve sayfa değiştirmek dışında varlık gösteremiyorum...Ve evet ben de kitabı yerde, yatakta, sürünerek hatta ilginç yoga pozisyonlarında aldığım şekle aldırmaksızın okuyabilen kesimdenim...Klasik masa başı okuyucuları geçmişte kaldı.."


Sanki beni anlatıyor:) Sevgilimin babası, Ersin Amca benim bu huyumu çok seviyor. Ben kitap okurken ya da ders çalışırken böyle şekilden şekile giriyor, dünyadan ve dünyevi seslerden o kadar kopuyorum ki olur da başımı kaldırıp bakarsam Ersin Amca'yı sessizce arada bir beni kontrol ederken yakalıyorum:) Elimdeki kitap bitmeden yemek yiyemiyor, su içemiyor hatta tuvalete bile gidemiyorum bazen. Annem kitap okurken kendimden geçtiğimi söylerdi eskiden.



Günlerim geçiyor. Kendimle ilgili yeni şeyler keşfediyorum. Dünyayı gezmek istiyorum. Sonsuza dek öğrenci kalmak, sorumluluk almaktan kaçmak istiyorum. Öğrencilik dediğime bakmayın Türkiye'nin saçma eğitim sisteminde olmak istemiyorum. Başka bir boyutta, başka koşullarda öğrenci olmak istiyorum. Aradığım bilgiyi bulmama yardım edecek, bana yol gösterecek, fikirlerime değer verecek insanların olduğu bir düzende öğrenci olmak istiyorum. Yaratıcılığımı geliştirecek, bana birşeyler katacak, ilerlememi sağlayacak bir deneyim olmasını istiyorum.



Ah ben daha neler istiyorum ama...

Vicky Christina Barcelona

Bu filmi mutlaka izleyin. Genel olarak yavaş ve sıkıcı gibi gelse de sadece Penelope Cruz için seyretmeye değer. Cruz'un her yanından seksilik akıyor. Aurası o kadar parlak, o kadar renkli ki onun rol aldığı sahneler filmi bir kez daha seyretmeme sebep olacak sanırım. Her ne kadar film Vicky ve Christina karakterleri üzerine kurulmuş gibi gözükse de bence filmin asıl yıldızı Maria Elena.

İspanya'ya gitmeyi artık eskisinden daha da çok istiyorum. Gaudi'nin eserlerini görmeyi ve İspanyol ezgilerini dinlemeyi, İspanyolcamı geliştirmeyi oldukça uzun zamandır istiyordum zaten ama bu film bir an önce harekete geçmem için katalizör etkisi yaratacak gibi:)

İspanya fanatikliğimin sebeplerinden biri İspanyollar'ın da Türkler gibi sıcak kanlı ve içlerinden geldiği gibi davranan insanlar olması. İspanyolca çok güzel bir dil ve bu dili gerçek sahipleriyle yaşayarak ilerletmek istiyorum. Eğer erkek arkadaşımı da ikna edersem bu yaz mutlaka gitmek istiyorum. Umarım yine başka baharlara kalmaz hayallerim.

Pazar, Ocak 25, 2009

Stumble Manyaklığı

Deli miyim? Evet deliyim.

Yaptığım şey son derece mantıksız. Günlerdir internette bir oraya bir buraya geziyorum. Dün gece -daha doğrusu bu sabah 4'te hala Stumble manyaklığımla başa çıkmaya çalışıyordum. Bu son kez diye diye defalarca kullandım Stumble butonunu. Şu anda da kullanmaya devam ediyorum. Tüm irademi kaybettim; kendime engel olamıyorum. Kimseyi bulaştırmak istemiyorum ama henüz denemediyseniz benden söylemesi nette surf yapmanın bu kadar eğlenceli olacağına hiç inanmamıştım ama bu Stumble çok feci. Ordan oraya sıçrayarak bir sürü inanılmaz sayfa getiriyor karşıma ve her defasında bir sonraki sayfayı merak ettiğim için bilgisayarın başından kalkamıyorum bir türlü:( Çarşamba ve perşembe 2 tane finalim var ama daha kapak açmadım, sonumu pek iyi görmüyorum.

Cumartesi, Ocak 24, 2009

Elma


Kapıdan çıktım elimde kırmızı bir elmayla. Saatlerce yürüdüm. Markete girdim. Gezdim raflar arasında. Tekrar sokağa çıktım. Bir kız yanıma gelip “Merhaba” dedi. Benimle yürümeye başladı. Yol boyunca bana eşinden, işinden söz etti. Ben de ona market rafları arasındaki seyahatlerimden bahsettim. Sıkılmıştım. Kıza iyi günler dileyip eve gittim. Kapıya geldiğimde bir şeyler yanlıştı ama... Çok yorgundum. Yol yormuştu beni. Kaç saat sürmüştü? Hatırlamıyordum. Anahtarlarımın yerini de hatırlamıyordum.

Kapıyı açamadım. Çilingir aradım. 3 sokak aşağıda bulduğum çilingir her kapıyı açarım demişti. O kapıyı açtı, ben kapadım. Televizyonu açtım, bir elma alıp ısırdım. Sonra uyumuşum. Uyandığımda 3 duvarı ve demir bir kapısı olan tanıdık bir yerdeydim. Buranın bir adı vardı ama neydi? Birbirinin aynısı beyaz giysiler giymiş birkaç kişi gelip bana sorular sordu. Niye o eve girmiştim? Niye uyuyup kalmıştım? Utanmasalar "Niye o elmayı ısırdı?" diye soracaklar sandım. Sormadılar. Bilmiyordum cevapları. Ben sordum, kimse bilmiyormuş. O kız kimdi diye sordum; onu da bilmiyorlarmış. Sonra yine uyumuşum.

Uyandığımda o kız yanımda oturuyordu. O da sorular sordu. Neden İstanbul'dan kalkıp bu şehre gelmiştim? O eve neden girmiştim? Neden haber vermemiştim haftalardır nerede olduğumu? İyi de daha dün görmemiş miydi bu kız beni? Bilmiyordum. Ben de ona sordum "O kız kimdi?" diye. "Bendim" dedi. İyi de sen kimsin? Ben kimim? Burası neresi ve ben o elmayı niye ısırdım?


***


Yine uykudan uyanmıştım ama bu kez yalnızdım. Ne o kız vardı ne de elma. Bir evin bahçesindeydim. Tüm meyve ağaçları vardı da bir elma yoktu nedense. Etrafa bakına bakına yürüdüm. Evler, bahçeler, ağaçlar, yollar… Her şey çok güzeldi. İyi de ne zaman gelmişti bahar ve yüzüm niye kavruluyordu? Saçlarım da uzamıştı. Ama ne zaman?


Canım deli gibi elma istiyordu ama yoktu işte. Sonunda yorulup önüme gelen ilk bahçeye daldım. Bir sedirde çok güzel bir kadın oturuyordu. Hoşgeldin dedi. Yanına oturdum. Konuşmadık bu kez. Canım elma istiyordu ve uykum gelmişti. O güzel kadın elime kıpkırmızı bir elma bıraktı ve gitti. Elmayı ısırdım, tadı çok güzeldi. Orda ne kadar oturdum bilmiyorum. Tam ayağa kalkmıştım ki birden eteğime küçük bir oğlan çocuğu tutundu. Işıl ışıl gözleri, kıvırcık saçları vardı. Bir yerden tanıyordum onu ama... Hadi eve gidelim, uykum geldi dedi birden. Kucağıma aldım. Kokusunu içime çektim. Aynı sevdiğim adam gibi kokuyordu. “Adın ne?” dedim. “Toprak” dedi. Toprak'tı adı ama nerden çıkmıştı birden karşıma? Kimdim ben? Kimdi o güzel kadın? Ve ne zaman bir elma yesem neden böylesine garipleşiyordu hayat?

Perşembe, Ocak 22, 2009

Hastayım:( ve Okul bitiyor

Hayat bu; ne zaman gelip tokat atacağını kestiremiyor insan. Tam final haftası yatak döşek hasta oldum. İlk 2 final bugündü, geriye kaldı 4 final daha.

Bu yıl okulda son senem. Aksilik çıkmazsa mezun olacağım bu yaz. Bu dönem bitince yani 2 Şubat'tan sonra 8. ve son dönem kalıyor geriye. Okul bitince ne olacak? Herşey muallakta! Bir sürü soru işareti var kafamda. Deliliğe bir adım uzaktayım.

Tüm kargaşanın arasında kaçıp saklanacağım yerler ve uğraşlar aramaya devam ediyorum. Şu sıralar internete verdim kendimi. Bloglar arasında geziyorum, yeni müzikler deniyorum. Yazıyorum, okuyorum, düşünüyorum. Özellikle de lilith'in blog yazılarını ve sayfasındaki müzikleri takip ediyorum. Bir de Moda Cadısı var.

1-2 gündür de Couchsurfing'le ilgileniyorum. Geçen yıl Derya, Özge ve Gamze couchsurfing sayesinde yaklaşık 1 haftalık bir Yunanistan gezisi yaptılar. Ben de ispanyolca öğrenmeye başladığımdan beri İspanya'ya gitmek istiyorum ama bir türlü uygun bir zaman bulamadım. Bu yaz gidebilmeyi çok istiyorum. Umarım bu kez herşey yolunda gider ve Evrim'le birlikte gidebiliriz.

Çarşamba, Ocak 21, 2009

Transporter 3

Dün gece Acıbadem Home Cinema'da (yani Volkan'ın bilgisayarında:) Transporter 3'ü izledik. Transporter 1 ve 2'yi izlememiş olmama rağmen konsepti anlamakta hiç zorluk çekmedim. Film şık dövüş sahneleri olan ve seksi bir hatunun da konuya dahil edildiği klasik aksiyon filmlerinden biri.

Filmin senaryosu pek iddialı değil ama bu pek sorun yaratmıyor. Görünüşe göre filmin 1 ve 2'sini seyredenler zaten senaryodan fazla birşey beklemiyor. Senaryo, kimyasal atıkların boşaltılmasıyla ilgili bir anlaşmayı kabul ettirmek için bir bakanın güzel ve uçuk kaçık kızının kaçırılıp bakana şantaj yapılması üzerine kurulu. Jason Statham da tahmin edildiği üzere seksi ve mağdur hatunun "taşıyıcısı" rolünde. Film oldukça hareketli. Jason Statham ve taşıdığı "paket" sürekli hareket halinde ve kollarında kullandıkları arabadan 75 m uzaklaştıklarında patlayacak bir çeşit biliezik var.

Film Jason Statham'ın estetik dövüş sahneleri ve arabalı kaçış-takip sahnelerinden oluşuyor. sanırım kızlar için en eğlenceli bölümler de Jason'ın dövüş sahnelerini adeta striptiz şova dönüştüren hayli yapılı vücudunun öne çıkarıldığı kareler olacaktır. Erkeklerin de pek sıkılacağını sanmıyorum çünkü filmin aksiyon sahneleri ve seksi kızıl çıtırı Natalya Rudakova da hiç fena değil.

Kısacası canınız sıkılıyor ve vaktiniz bolsa Transporter 3, arkadaşlarla ve patlamış mısır eşliğinde rahatlıkla izlenecek çerez tadında bir film.

İyi Seyirler:)

Salı, Ocak 20, 2009

Acıbadem'in 3 Atlısı

Oktay, Volkan ve Berkay'a...

Arkadaşlar hayatımızdaki en önemli sığınaklar sanırım. En kötü anımda kaçıp saklanacak bir yer aradığımda aklıma ilk gelen kişi en güvenli sığınak benim için. Şanslıysanız birden fazla güvenilir sığınağınız vardır ve seçim yapmak zordur. Benim de birden fazla sığınağım var ve bunun için Tanrı'ya minnettarım.

Yataktan bile çıkmak istemediğim ama yalnız da kalmak istemediğim zamanlarda Acıbadem'e kaçıp 3 arkadaşımın birlikte yaşadığı eve saklanıyorum tam da şu an olduğu gibi. Evde kimse bana misafir gibi davranmıyor, sanki evde yaşayan 4. kişiyim. Ne kadar kalacağımı sormuyorlar; neden geldiğimi sormuyorlar; sadece kapıda karşılayıp kocaman gülümsemelerle sarılıp "Hoşgeldin" diyorlar. Tüm kaprislerime katlanıyorlar ki bunların içinde odalarını işgal etmem, onlar ders çalışırlarken çok sıkılıp beni gezdirmelerini istemem, televizyon izlerken sürekli yorum yapıp konuşmam, hepimizin ilk defa izlediği bir filmin neredeyse her sahnesinde "eee şimdi n'olcak?, niye böyle dedi?, nereye gidiyor?" gibi saçma sorular sormam ve daha bir sürü çatlaklık var.

Hayatımın büyük kısmını Acıbadem'de geçiriyorum şu sıralar. Hayattan kaçıp buraya sığınıyorum. Çünkü kendimi kötü hissettiğim bazı zamanlarda ne kadar istesem de herşeyi anlatıp rahat rahat ağlayamıyorum. Birilerinin soru sorup anlamaya çalışmasına bile katlanamıyorum. Arkadaşlar iyi ve kötü günde mutluluğu ya da üzüntüyü paylaşmak içindir ama bunun için illa ki oturup konuşmak gerekmez. Çoğu zaman tek istediğim sevdiğim ve güvendiğim birinin yanında oturmak ve içimden geldiği gibi ağlayabilmek. Böyle zamanlarda Volkan'ın "Dokunayım ağla sen" demesi inanılmaz komik ve bir o kadar rahatlatıcı.

3 arkadaşımın da farklı tarzları var. Hiçbiri moralim bozukken ya da ağlarken ne olduğunu anlatmam için beni zorlamaz ama anlattığımda da mutlaka dinleyip destek olurlar. Oktay'la çoğu sorunlu konuda hallerimiz birbirine benzer ve biliyorum ki beni mutlaka anlar. Volkan, çorba içerken bir anda durup dururken ağlamaya başlamama ve çorbayı içmeye devam etmeme sadece "Hem ağlarım hem içerim diyosun..." diyerek tepki veriyor. Kendimi daha normal hissetmemi sağlıyor çoğu zaman. Berkay ise işin eğlenceli kısmı. Kafamın en bozuk olduğu anlarda bile bilinçli olarak uğraşmadan beni güldürmeyi başarır. Bazen canım ne kadar sıkkın olursa olsun onu görmek bile gülümsetebiliyor beni. Benim gözümdeki imajı o kadar pozitif ki bulaşıyor bana da ister istemez.

Kendimi şanslı hissediyorum. Tüm saçmalıklarıma katlanan ve kendimi iyi hissetmemi sağlayan 3 tane harika arkadaşım var. Ama bir sorun var: birgün hamile kalırsam hepsinin 9 aylığına yurtdışına kaçmak istemesi. Normal halimle yaptığım garipliklere katlanabildikleri ama hamile bir Rüya fikrine bile katlanamadıkları anlaşılmıştır sanırım:) Yine de 3'ünü de çok seviyorum ve biliyorum ki onlar da beni seviyor yoksa bana bu kadar uzun süre katlanamazlardı:)

Pazartesi, Ocak 19, 2009

Rüya'nın Yemek Reçeteleri

Yakında yemek yapmayı bilmeyen ama öyle ya da böyle yemek pişirmek zorunda kalanlar ve yemek yapmayı gerçekten çok seven, değişik şeyler denemek isteyenler için tarifler vereceğim bir blog oluşturacağım. Yemeğin aşama aşama yapımını gösteren fotoğraflar da koymayı planlıyorum. Farklı başlıklar altında değişik seviyelerde yemek tarifleri olacak. Özel günler için de küçük tavsiyeler ekleyebilirim bloga.

Yemek konusu özellikle sağlık problemleri çekenler için büyük bir sıkıntı oluşturuyor. Ben de 2 yıldır reflü hastalığıyla yatıp kalktığım için bir çok yemeyi yemek benim için işkenceye dönüştü. Bu yüzden mide rahatsızlıkları olanlar için de özel tarifler düşünüyorum. Sağlıklı beslenmek tatsız tutsuz şeyler yemek anlamına gelmiyor her zaman. Herşeyin bir ölçüsü var mutlaka. Bir defasında anneannemin doktoru "Bu kadıncağıza artık hiç tuz yeme, sigara içme, onu yapma dersek kalan bir parça yaşam hevesini de biz öldürürüz. En iyisi herşeyin azı, ölçülüsü." demişti tansiyon problemi olan anneannemi tuzlu yediği için şikayet ettiğimde. O günden sonra ananemle inatlaşmayı bıraktık ve o da az tuzlu yiyeceklerle yaşamaya alıştı.

Herşeyin fazlasının zarar olduğu biliniyor zaten. Doğru ölçüler, doğru karışımlar ve doğru pişirme yöntemleriyle hem sağlıklı hem de lezzetli yiyecekler yapmak mümkün. Herkesin ağız tadı ve elinin lezzeti farklıdır ama mutlaka herkesin çok güzel yaptığı bir yemek vardır henüz kendisi bile keşfetmemiş olsa da:)

Bu kadar yazdıktan sonra şu yeni blogu açsam iyi olacak. Hazır hevesliyken halledeyim.

İşte yemek blogum: http://ruyaninmutfagi.blogspot.com/

Digital Fotoğraf Makinem ve Botlarım

Bazen çok merak ediyorum: dünyanın başka bir yerinde de insanlar birbirlerinin gözünün içine bakarak kazık atmaya bu kadar meraklı mı acaba?

Yeni yıl bu kez de aksiliklerle beraber misafir oldu benim hayatıma. 31 Aralık günü Haydarpaşa'dan Eskişehir'e gitmek için trene bindim. Trenden inmeme 30-40 dk. kala telefonumun şarjı bitti ve telefon kapandı. Neyse bir şekilde arkadaşlarımla haberleşip sorunu hallettim. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise 2-3 aylık digital fotoğraf makinem objektifi açıkken yere düşürüldü hafif çakırkeyif bir arkadaş tarafından ve makine bir daha kapanmadı. Lens hatası verip durdu objektifi yamulduğu için. Geçen hafta makinayı Canon markasının İstanbul'daki yetkili servisine götürdüm tamir edilmesi için. Yetkili servis Sirkeci'de, Doğu Bank'ın çarprazında ara sokakta bulunan Erkayalar Fotoğrafçılık. Onarım ücreti olarak 164 tl istediler ve tamir süresi için de 2-3 hafta dediler. O paraya yeni bir makine alırım diyerek makinayı geri aldım. Erkayalar Fotoğrafçılık'ın tam karşısında "Fotoğraf makinesi tamir edilir" yazısını görünce şansımı deneyeyim diyerek makineyi oraya götürdüm. Sağolsun usta evirdi çevirdi ve "1 saat sonra gel al 40 tl'ye olur" dedi. Bunun üzerine diyecek söz aklıma geliyor da yazsam ayıp olacak.

Benzer bir kazıklama olayını Kadıköy Tepe Natulius alışveriş merkezinden aldığım botlarda da yaşadım. Kışın başlarında Natulius'taki Fix & Fit mağazasından 95 ytl'ye bir çift bot aldım. Bir süre sonra botların 2'sinin de dikişleri arkada aynı yerden açıldı ve deride deformasyon oluştu. 20 Aralık'ta tamir ya da değişiklik için mağazaya verdiğim botları henüz geri alamadım.Üretici firma tamir de etmiyor değişim de yapmıyor. Mağaza yetkilisi ise "parasını kendi cebinden verdiğini" üstüne basa basa vurgulayarak botları dikişe yolladığını söyledi bugün. Hazır olunca telefonla bana haber vereceklermiş. Şu an için elimden beklemekten başka birşey gelmiyor.

Yok mu bu müşterileri kaz gibi yolma dükkanlarına ve mantığına son verebilicek bir kanun?

Pazar, Ocak 18, 2009

Epic of A Knight

Bir kutuyla başladı akmaya zaman
Ezelden beri varolan.
Kimse bilmedi alametini
Herkes almak istedi nasibini.
Bir şövalye geldi sislerden
Bakmadı kutunun yüzüne.
Kutuyu emanet aldı
Uykusunu verdi karşılığında
Ant içti sahibini bulmaya o anda.

Yolları aştı, dağları aştı
Zamanı aştı onurlu şövalye.
Mağaralara daldı
Ejder başları aldı.
Ne bir altın ne bir gümüş
Yoldaş olmadı şövalyeye kutudan başka.

Zamanlardan bir zaman
Bir kız çıktı şövalyenin yoluna.
Şövalye söz geçiremedi ruhuna
Aşk sardı kalbini
Unutturdu yapayalnız günlerini.
Kutunun ağırlığı da arttı aşkla
Zaman kısaldı yaklaşan kışla.

Yola devam etti şövalye
Kalbi, ruhu, aklı bırakıp ardında
Ağır basardı aşk başkası olsa.
Kar, kış, kıyamet sardı her yeri
Şövalyenin aşkı ve inancı eritti tüm engelleri
Gide gide sonu geldi yolların
Köşeleri gözüktü dünyanın.

Vazgeçmedi şövalye emaneti teslimden
Güçlendi, hırslandı çaresizliğinden
Sonunda bir kapıya vardı
Kapı bin insan boyundaydı.
Seslendi, bağırdı, yumrukladı
Zorladı kapıyı inatçı şövalye
Sonunda yığıldı kaldı öylece
Daldı derin uykulara
Gözünü bir sarayda açtı
Sevdiği yanıbaşında, etrafa güller saçılı.

Ne kutudaydı keramet
Ne de kızda
Şövalyenin temiz kalbi
Getirdi Yüce Yaratıcı'yı aşka.
Kutu dönüştü bir cennete
Aşıklar kavuştu mutlu sona.


*22 Ocak 2008'de çok sevdiğim bir arkadaşıma, Volkan'a doğum günü hediyesi olarak yazmıştım. Çam sakızı çoban armağanı:)

Bir Düş


bazen bi dükkan görürsün cıvıl cıvıl,

bazen bi dünya düşlersin capcanlı,

bazen tektir istediğin, bir düşün olsun

olması olası...


bekliyorum çok çoook uzun zamandır. aklanmayı, yeniden doğmayı, güzel şeyler umabilmeyi bekliyorum. her kötü yılın arkasından güzel bir yıl hayal ediyorum. 22 yaşındayım ve sanırım doğduğum günden beri güzel günler gelecek diye bekliyorum. ne zaman umutlansam, ne zaman bir ipin ucunu görsem peşinden gidiyorum ama yakalayamıyorum ipleri.


vazgeçiyorum bazen hayattan, umutlanmaktan ama bazen de bir o kadar inatla umut ediyorum. hayata sarılıyorum o istemese bile. bazen çok bencil oluyorum. başkalarının hayatlarına da sarılıyorum. başkalarının hayatlarına makyaj yapmak, onları güzelleştirmek, pürüzlerini yok etmek bana iyi geliyor. ben de başkalarının hayatlarına sarılıyorum kendi hayatım yetmeyince. bazen de tamamen başkasının hayatında yaşıyorum. onun hayatı ne kadar iyi olursa ben de o kadar yaşıyorum. kendi hayatıma ara veriyorum. şu anda da ara verdim hayatıma. ama bu kez mutlu değilim çünkü beni mutlu eden hayatın sahibi ulaşamayacağım bir yerde. biliyorum oldukça karışık oldu. aslında çok basit. eğer birini seviyorsanız kendi hayatlarınızı bırakıp birlikte yeni ve ortak bir hayat yaşamaya başlıyorsunuz. işte benim hayat ortağım şu an uzakta. işte bu yüzden şimdilik herşeyi erteliyorum. uçmuyorum, sürekli rötar yapıyorum.


umut ediyorum, vazgeçmiyorum. bekliyorum. ipleri kovalamaya devam ediyorum. değişmeden, eğilip bükülmeden, kendime doğru bir yol bulmaya çalışarak ilerliyorum. yazmayı ve anlatmayı seviyorum. belki de ertelediklerimi yazarak beklemeyi seçiyorum.

Cumartesi, Ocak 17, 2009

LiLith'in Günlüğü

selam günlük,
Tanrı beni bugün yarattı ve Adem diye biriyle tanıştırdı. birbirimizi henüz pek anlamıyoruz ama sanırım bu geçici bir durum.

... 

Adem oldukça garip davranıyor. Ne zaman bana baksa yüzüne geniş, komik bir gülümseme yayılıyor. Sürekli bana bakıyor ve gözleri garip bir şekilde parlıyor. 

... 

Selam Günlük, 

Bugün Adem'e eş, daha doğrusu köle olmak için yaratıldığımı öğrendim. Üstelik Adem'in anlayışsızlığı da kalıcıymış. Bu arada yaşadığımız yerin adı "Cennet"miş. İşin kötüsü cennetteki tek erkek de Adem'miş. 


Selam Günlük,

Şu Adem çok alem adam. Tüm gün etrafta aylak aylak geziyor. Taşlara vurup peşlerinden koşuyor, taşlar durunca tekrar vurup tekrar peşinden koşuyor. Bazen ufak bir taşı brz uzağa koyduğu iki büyük taşın arasından geçirmeye çalışıyor. Buraya kadar yine iyi de bir de kalkıp benim de onu izlememi istiyor. 

Hâlâ pek anlaşamıyoruz. O yiyip içip yatmak istiyor; ben gezmek, yüzmek, dans etmek, konuşmak istiyorum. Ama onun aklı sürekli başka yerde! Ben kuş seslerini dinlemeyi seviyorum, o kuşları avlamayı seviyor. Ben nehirde yüzmeye bayılıyorum, oysa bazen günlerce suya dokunmuyor bile. 

Kalbim sızlıyor Günlük. Bir şeyin eksikliğini hissediyorum ama ne olduğunu bilmiyorum :(

...

yine ben günlük,
niye günlük tuttuğumu bile anlamıyor şu Adem. onunla oturup sohbet edebilsem niye günlük tutayım ki? sanırım Tanrı beni Adem'in eksikliklerini kapatmam için yarattı ama Adem'in kırılmaması için ona boyun eğiyormuş taklidi yapmam gerekiyor.

...

ah günlük ah...
yapamadım. çenemi tutamadım. dayanamayıp Adem'e ona boyun eğmediğimi söyledim. yüzündeki o ifadeyi anlatacak kelimeleri henüz keşfedemedim günlük üzgünüm. yani şimdilik muhteşemdi demekle yetinmek zorundayım. tanrı bana çok bozuldu. oyunu kuralına göre oynamadığım için beni cezalandırması gerekiyormuş sanırım.
...

yeni bir gün...
bugün diğer günlerden farklı bir gün olacak sanmıştım ama... bu sabah Tanrı bana cezamı açıkladı. bana bir rakip yolladı. adı Havva. ceza değil de ödül gibi gelmişti bana taa ki Havva'nın Adem'le aynı kalıptan çıktığını anlayana kadar.
...

anlamsız...
bu gerçekten çok anlamsız. Adem kendini nimetten sanıyor. dahası da var. sıkı dur günlük, Havva da Adem'i nimetten sayıyor. Adem onun için kavga etmemizi istiyor, Havva da bu konuda oldukça ısrarlı. sanırım bir kez daha oyunun kuralını bozup Havva'ya gerçeği söylemeliyim.
...

yine suçlu ben oldum.
Havva'ya neden bizden daha sonra yaratıldığını ve neden Adem'in onu seçtiğini anlattım. her şey Tanrı'nın isteğiydi. Havva ve Adem bunu göremiyor. ben de fabrika hatası yüzünden onlara ayak uyduramıyorum.
...
cennetin kalbi.
Havva benim arkadaşlığımı Adem'e tercih ediyor artık. bugün Havva'ya cennetin tamamını gezdirdim ve ona cennetin kalbini gösterdim. cennetin kalbindeki kıpkırmızı meyveler sanırım Havva'nın çok ilgisini çekti.
...

olanlar oldu günlük...
Havva cennetin kalbini söktü. üstelik sırf yalnız yemek yemeği sevmediği için Adem'e de ikram etmiş. tam anlayamadım ama ona cennetin kalbini ben gösterdiğim için her şey benim suçummuş sanırım. anlayacağın olan oldu günlük. bakalım bu kez ne ceza alacağım.
...

hiç şaşırmadım günlük,
cennetten kovulduk. dünya diye bomboş bir gezegene sürüldük. Havva bir dağda, Adem dünyanın öbür ucunda bir yerde. bense nispeten şanslıyım çünkü istediğim an istediğim yerde olabiliyorum. Adem Havva'ya ulaşınca çocukları olacakmış. Havva kızları ve Adem oğulları. ben mi ne olacağım? yaşayıp gideceğim. eğlenerek, aklıma geleni yaparak, yaptırarak ve sonsuza dek suçlanarak. her Havva kızının günlüğünde, her Ademoğlunun hayalinde hep bir parça ben olacağım.
...

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...